HABERLER
Dini Haber
maat sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
maat sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

ANTİK MISIR DİNİNDE 42 SAFLIK BEYANI VE 10 EMİR

Hazırlayan: A.Kara

42 SAFLIK BEYANI VE 10 EMİR

Eski Mısır dininde kişi öldüğünde ölüler alemi olan Duat'a gider, burada kalbi teraziye konur ve iyiliğin tüyüne karşı kalbi tartılırdı. İbrahimi dinlere günah ve sevapların tartılması olarak geçen bu inanışta önemli bir detay vardır. Ölüler Kitabında detaylıca anlatılan Kalbin Tartılması işlemi sırasında kalbi tartılan kişi oradaki tanrıça Maat'ın yargıçlarının bakışları altında 42 maddeden oluşan Saflık Beyanını okumalıdır. Bu, yargılanmadan önce ölen kişiye tanınan bir fırsattı.

Maat'ın yargıçlarına karşı yapılıyordu; Çünkü Maat adaletin, doğrunun, bilginin, yasaların, ahlakın, uyumun ve kozmik dengenin tanrıçasıdır. Kalbin Tartılması sırasında kişinin kalbine karşı Maat'ın tüyünün konmasının nedeni de budur.

Maat'ın yargıçlarına yapılan Saflık Beyanları kişisel olduğundan mezardan mezara farklılık gösterse de temel itibariyle günah kavramları aynıdır. Bunlar tanrıça Maat'ın kanunları değil de Maat'ı memnun etmek için onu okuyacak kişinin hayattayken yaptıkları ya da yapmadıklarının beyanıdır. [4]

42 maddeden oluşmasının nedeni, Nebseni papirüsünde Maat'ın yardımcı yargıçları olan 42 tanrıdır.[7] Bu 42 tanrı, Mısır'ın 42 eyaletini temsil eder ve "yaşamları boyunca Maat'tan beslenen gizli Maat tanrıları" olarak adlandırılırlar. Bunlar sunular kabul eden küçük kademeli ilahlardır. [4]

Yani aslında her bir madde ile bir tanrı ya da tanrıçaya ifade verilmekte ve itirafta bulunulan her bir tanrı ile Mısır'ın bütünlüğü vurgulanır. Bu küçük dereceli tanrı ve tanrıçaların adlarını Ölüler Kitabı'ndaki Nebseni Papirüsünde görmek mümkündür.

Ölünün okuduğu 42 Saflık Beyanı Musevilikteki 10 Emir'in temelini oluşturur şekildedir ve kutsal olduğu söylenen kitaplardaki günah kavramından daha iyi ahlaki hatlara sahiptir. Söz konusu 42 madde şöyledir:
  1. Günah işlemedim.
  2. Şiddet kullanarak soygun yapmadım.
  3. Çalmadım.
  4. Erkek ve kadınları öldürmedim.
  5. Tahıl çalmadım.
  6. Sunuları çalmadım.
  7. Tanrıların mallarını çalmadım.
  8. Yalan söylemedim.
  9. Yiyecekleri taşımadım.
  10. Küfür etmedim.
  11. Zina etmedim, erkeklerle yatmadım.
  12. Kimseyi ağlatmadım.
  13. Kalbi yemedim (Boş yere üzülmedim, pişmanlık duymadım)
  14. Hiçbir erkeğe saldırmadım.
  15. Hilekar değilim.
  16. Ekili araziyi çalmadım.
  17. Kulak misafiri olmadım (başkalarının sırlarını dinlemedim)
  18. Hiçbir erkeğe iftira atmadım.
  19. Haklı bir sebep olmadan kızmadım.
  20. Hiçbir erkeğin karısına ahlaksızlık yapmadım.
  21. Hiçbir erkeğin karısını ahlaksızlaştırmadım (burada önceki iddiasını yenileyerek başka bir tanrıya hitap eder)
  22. Kendimi kirletmedim.
  23. Hiç kimseyi korkutmadım.
  24. Yasayı çiğnemedim.
  25. Kızmadım.
  26. Kulaklarımı gerçeğin sözlerine kapatmadım.
  27. Dine küfretmedim.
  28. Şiddet adamı değilim.
  29. Çekişme kışkırtıcısı ya da barış bozan biri değilim.
  30. Acele ile yargılamadım ya da hareket etmedim.
  31. Konuları merak etmedim.
  32. Konuşurken sözlerimi çoğaltmadım
  33. Kimseye zulmetmedim, kötülük yapmadım.
  34. Kral'a karşı büyücülük yapmadım (ya da küfretmedim)
  35. [Akması gerektiği zaman] suyun akışını hiç durdurmadım.
  36. Asla sesimi yükseltmedim. (kibirli ya da öfkeli konuşmadım)
  37. Tanrı'ya küfretmedim, lanet okumadım.
  38. Kötü bir öfkeyle hareket etmedim.
  39. Tanrıların ekmeğini çalmadım.
  40. Khenfu keklerini ölülerin ruhlarından alıp götürmedim.
  41. Çocuğun ekmeğini kapmadım, şehrimin tanrısını hor görmedim.
  42. Tanrıya ait sığırları öldürmedim. [5][6][1]

Şimdi bir de 10 emire bakalım:
  1. Tanrı YHVH'ten başka ilah(lar)ın olmayacak.
  2. Kendine yukarıda, gökte; aşağıda, yerde; veya derinlerde, yeraltında yaşayan put(lar) yapmayacaksın; onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.
  3. Tanrın YHVH'in ismini boş yere anmayacaksın.
  4. Haftanın altı günü çalışacak ve dünyevi işlerini yapacaksın; haftanın son günü, yedinci gün mukaddes Şabat günündeyse bütün işlerini bırakacak ve Tanrın YHVH'e ibadet edeceksin. O gün, Sebt'tir.
  5. Annene ve babana hürmet edeceksin.
  6. Öldürmeyeceksin.
  7. Zina etmeyeceksin
  8. Çalmayacaksın.
  9. Komşu(ları)na karşı yalan yere şahitlik yapmayacaksın.
  10. Komşu(ları)nın, yakın(lar)ının mülklerine tamah etmeyeceksin.

Fark edebileceğiniz gibi 10 emir, Mısır dinindeki 42 maddenin sayıca azaltılmış ve Tanrı faktörünün daha ağırlık kazandırılmış halidir. Tevrat'ta yazanlara göre Musa bir Mısırlıdır. Dolayısı ile Mısır'da büyümüş olan Musa Mısır tanrı ve tanrıçalarına taparak büyümüştür. Bu yüzden Maat'ı ve 42 Saflık Beyanı'nı biliyor olmalıdır. 

Mısır dinindeki Saflık Beyanları birer kanun olmadığından kişiden kişiye farklılık gösterebildiği için, farklı mezarlardan çıkan beyanlarda ölülerin şöyle beyanları yer alır:
  • Hizmetkarlara kötü muamelede bulunmadım.
  • Kimseye benim adıma cinayet işlemesi için emir vermedim. [2][1]
  • Yalancı şahitlik yapmadım.
  • Aç olana ekmek verdim, susamışa su ve çıplak olana elbise verdim. [3][1]

Henüz ortada Musevilik, Hristiyanlık ve İslam gibi dinler yokken, çoktanrılı eski Mısır dininin sahip olduğu ahlaki çizgi İbrahimi dinlerle neredeyse aynıdır.

Örneğin Mısır dini insanları köleleştirmeyi ve zorla çalıştırmayı uygunsuz bir davranış ya da günah olarak görmemiştir. Durum İbrahimi dinlerde de aynıdır. Yahudiler dinlerini Eski Mısır dininden ve çevre topluluklardan duydukları ile inşa ettiğinden kölelik sistemi onlara da geçmiş, buradan da Kur'an'a geçerek varlığını devam ettirmiştir. Bu yüzden Kur'an'da köleliği ve cariyeliği yasaklayan hiçbir ayet yoktur.

İbrahimi dinlerde ahlaklı olmanın ya da iyilik yapmanın nedeni tanrı ve cehennem korkusudur. Cehennem korkusu içindeki kişi yaptığı iyiliklerle tanrıyı ikna edecek seviyeye geldiğinde cennetlik olur. Yani kişi içinden geldiği için, sadece iyilik yapmak için değil de çıkar ya da tehdit ilişkisi içinde hareket eder.

Söz konusu dinleri etkileyen Mısır dininde de durum aynıdır. Kişiler yeraltı diyarında tekrar doğma hakkı kazanarak cennete gitmek için iyilik yapar ve kötülükten uzak dururlar. Yine ödül-ceza sistemine dayalı ahlak söz konusudur. Bu yüzden kişi hayattayken olabildiğince iyi olmaya çalışır ve öldüğünde Osiris ve 42 Maat yargıcının karşısına çıkarak onlara uzak durduğu kötülükleri ya da yaptığı iyilikleri sıralar. Akabinde "kalbim temiz, kalbim temiz, kalbim temiz" diye de ekler. Çünkü dönem insanının inanışına göre tüm iyi ya da kötü eylemlere karar vermeyi sağlayan, yani beyin işlevini gören organ kalptir. Bu inanışın yansımalarını Kur'an'da da görmek mümkündür.

Bir nokta daha var ki Antik Mısır'ın Büyük Yargılama metinlerinde kişi yaptıklarını anlattıktan sonra diğer aşamada kalbi dile gelip konuşmaya başlar. Bu inanış değişim geçirerek İbrahimi dinlerde kişi yargılanırken günahlarını saklayamayıp itiraf edeceği, hatta organlarının bile onun yerine konuşacağı inanıcına zemin hazırlamış olabilir.

ANTİK MISIR'DA MUMYALAMA İŞLEMİ

Hazırlayan: A.Kara

ANTİK MISIR'DA MUMYALAMA VE DİNİ İNANÇLAR

Uzun ömürlü ve etkili Eski Mısır medeniyetinin eşsiz özelliklerinin çoğu sanki dünyaya değil de başka bir yere aitmiş gibi görünebilir. Eski Mısır'ın bazı tuhaf inançlara ve ilginç geleneklere ev sahipliği yaptığı gerçeği bir sır değildir. Fakat bunların tümü Mısır halkı için derin anlamlar taşıyordu ve dini öneme sahipti. Bu geleneklerin en eski ve en tuhaflarından biri kesinlikle mumyalama sürecidir. Peki eski Mısır'da ölüler nasıl ve neden mumyalanıyordu?

Yıllar geçtikçe ketenle sarılmış klasik mumya tasviri eski Mısırlıların sembolü haline geldi. Ama gerçek "mumya" kelimesinin bununla hiçbir ilgisi yok! Bu basit kelimenin epey zorlu bir geçmişi var. İngilizce versiyonu, Latince "mumia" kelimesinden türetilmiştir. Latincedeki bu kelime de Farsça "mum" anlamına gelen "mūm" kelimesinin kökünden doğan Arapça mūmiya (مومياء) kelimesinden türetilmişti.

Mumyalanmış bir cesedi ifade eden bu terim nihayetinde İngilizceye girdi ve 1600'lerde doğal yollarla çürümeye karşı korunmuş, kurumuş insan bedenleri için uygulanacak bir kelime olarak kullanıldı. Bu nedenle günümüzdeki mumya kelimesi yalnızca eski Mısır'ın mumyalanmış bedenlerine atıfta bulunmaz. "Mumya" doğal veya yapay süreçlerle korunan her tür vücuttur. Ancak elbette tüm mumyalar eski Mısır'da bulunanlar kadar büyüleyici ve muammalı değildir.

Muhtemelen Mısır'ın keşfedilen en eski mumyaları hanedanlık öncesi Gebeleyn (Gebelein) mumyalarıdır. Önemli bir antik Mısır şehri olan Gebeleyn, eski Mısır'da, Nil nehri üzerinde, Teb'in yaklaşık 40 kilometre güneyinde bulunuyordu. Seyrek mezar eşyalarının yer aldığı sığ mezarlarda bulunan bu altı mumya, hanedanlık öncesi dönem denen eski Mısır uygarlığının en erken evrelerinden gelmektedir. Buradaki altı ceset, içinde bulundukları kuraklık sayesinde doğal yollarla mumyalanabilmişlerdi. Sıcak kumlar ve kuru hava bu bedenlerin nispeten iyi korunmasına yardımcı olmuştu. MÖ 3400 civarlarına tarihlendiklerini akılda tutmak gerek, inanılmaz eskiler. Elde edilen bu mumyalar sayesinde cenaze törenlerinin ve mumyalamanın gelişimine de önemli bir bakış kazandırdılar.

Çünkü mumyalardan üçünün vücudu diğerlerinden farklı malzemelerle kaplanmıştı. Bunlar kamış hasırlar, hayvan derileri ve palmiye lifleriydi. Bu belki de mumyalama süreçlerine yardımcı olmak için erken bir girişimdi. Hanedanlık öncesi dönemde çoğu ceset çıplak gömülürken, bazıları yavaş yavaş daha karmaşık bir defin ve mumyalama biçimine dönüşmüş, bu tür kumaşlarla sarılmış veya örtülmüştü.

Tabi ki bir medeniyet geliştikçe her yönden gelişir. Özellikle önem gösterdikleri yönleri mutlaka gelişme gösterir. Ve elbette ölümün kendisi bir medeniyet için yaşam kadar önemli olabilir. Eski Mısırlılar için ölüm ve öbür dünya Mısır dininin temel taşlarından biriydi. Zaman ilerledikçe artan cenaze törenleri bir dizi kalıp ve gelenekle kültüre tamamen yerleşmişti.

Bu geleneklerden en önemlisi haline gelen uygulama, Mumyalama - bedenin korunması - işlemiydi. Mısırlılar öbür dünyada birinin konumu güvence altına alacaksa bunun yolunun cesedin korunmasından geçtiğine inanıyorlardı. Bunda inanmakta oldukları "Ka" kavramının da etkisi büyüktü.
İnanışa göre kişi ölünce "ka (ruh-bedenin ikizi)" vücudu terk ediyordu ancak beden korunabilirse ruh ona geri dönebilirdi. Böylelikle korunmuş beden öteki dünyada Osiris'in önüne gidebilir, burada ruhuyla yeniden birleşebilir , daha sonra öbür dünyada neşe içinde yaşayabilirdi. Ancak bir beden korunmazsa önemli olan bu yeniden doğuş döngüsü tamamlanamayacaktı.

İnanışa göre korunan ceset ile öteki dünyada kişi sorguya çekiliyordu. Yargılama sırasında kişilerin kalpleri tartılır ve bir Ma'at tüyü ile karşılaştırılırdı. Erdemli bir hayat sürmüş olanlar ahiret tanrısı Osiris'in yönettiği göksel cennet olan Aaru'da karşılanırdı. Aaru ise "sazlık tarlası" anlamına geliyordu.

Eski Mısır'ın cenaze törenleri ve gelenekleri tuhaf görünse de karmaşık mumyalama süreci antik Mısır halkının ölüm ve öbür dünya ile ilgili karmaşık inanışlarının bir parçasıydı.

Öteki hayat inancı bu kadar önemli olunca Mısırlılar mumyalama sürecindeki ustalıklarını kademeli olarak mükemmelleştirdiler. Bu konuda onlara yardımcı olacak temel bileşenlerden biri kuzey Mısır'da çok önemli bir yer olan Natrun Vadisi'nde bulunan ve onlar için kutsal sayılan bir tür doğal tuz olan natron'du. Natron, az miktarda sodyum klorür ve sodyum sülfat ile birlikte doğal olarak oluşan bir sodyum karbonat dekahidrat ve yaklaşık %17 sodyum bikarbonattan oluşur. Bu benzersiz element kombinasyonu vücudu hızlı bir şekilde kurutarak mumyalama sürecine yardımcı olduğu kabul edilen harika bir doğal kurutma malzemesi haline gelmiş, vücudu zaman içinde korumanın önemli bir yönüne zemin hazırlamıştır.

Fakat mumyalama işlemi uzun ve karmaşık bir süreçti. İşe genellikle ölen kişinin beyninin alınmasıyla başlanırdı. Beynin çıkarılması mumyalama işleminin en şaşırtıcı yönlerinden biri olmaya devam ediyor. Bilim insanları bu işlemin genellikle burundan beyin boşluğuna sokulan özel bir kanca ile ya da kafatasına yerleştirilen özel bir çubukla yapıldığı konusunda hemfikirdir.

Her iki durumda da sıvılaştırılmış olan beyin ölen kişinin burnundan dışarı akıyordu. Akabinde sonraki aşamaya geçiyorlardı. Fakat Mısırlılar beyine hiç önem vermiyordu. Onlar tüm düşüncelerden sorumlu olan organın kişinin kalbi olduğuna inanıyorlardı. İşte bu inanış Mısır'dan Yahudilere, onlardan da Muhammed ve çevresindekilere geçmişti. Bu yüzden Kur'an ve İbrahimi dinlerde düşünme eyleminden bahsedilirken hep kalbe vurgu yapılır. Bu yanlışı kurtarmak isteyenler ise "bunlar mecazdır" demekten başka çare bulamazlar.

Mısırlılar boşalttıkları beyin boşluğunu daha sonra özel bir koku ve ağaç reçinesi karışımı ile doldururdu. Bu karışım hem çürüme kokularını en aza indirmeye yarıyor hem de kafatasında kalan herhangi bir beyin artığının-parçasının bozulma sürecini durdurdu.

İşlem daha sonra ölen kişinin karın bölgesine doğru devam ediyordu. Karın kesilerek açılır ve ana organlar çıkarılır, tuz veya natronla kaplandıktan sonra mumyalanmış gövdenin yanına gömülmek üzere özel kanopik kaplara dikkatlice yerleştirilirdi. Bu süreçte çoğu zaman kalp çıkarılmazdı. Boşalan karın bölgesi yine kötü ölüm kokularını engelleyen aromatik karışımlarla doldurulurdu.

Bu işlem bittikten sonra hazırlanan vücut natron ile ovularak tamamen örtülmüş gale getirilirdi. Daha sonra dehidrasyon süreci tamamlanana kadar 30 ila 70 gün arasında değişen bir süre boyunca natronda kalırdı. Bu süre sonunda ölünün bedeni artık mumyalanabilir hale gelirdi.
Yine İbrahimi dinlerde olduğu gibi ölünün vücudu yıkanırdı. Hoş kokulu yağlarla kaplanır* ve ardından birkaç kat reçine ile kaplanırdı. Reçine daha sonra tüm vücudu şerit şerit sarmakta kullanılan keten katmanları için doğal bir yapıştırıcı görevi görüyordu. Son aşamaya gelindiğinde ölünün vücudu cenaze maskeleriyle süslenebiliyordu ancak bu işlem yüksek sınıftan bireyler için uygulanıyordu.

Yani farklı sosyal sınıflardan insanların bedenlerinin mumyalanma süreci de farklıydı. Kahire'deki Mısır Müzesi'nde bulunan I. Amenhotep'in mumyalanmış gövdesi için kullanılan malzemeler daha özenli ve zaman alıcıydı. Ayrıca mezarı maske ile süslenmişti.

Mumyalama süreci üç sınıfa ayrılıyordu: İlki, üst sınıftan soylular için iyi ölçekli, asil, ayrıntılı bir mumyalama işlemiydi. Diğer ikisi ise yoksul ve daha düşük sınıftan vatandaşlar için uygun görülen orta veya düşük ölçekli bir süreçti. Benzer şekilde mumyalama işlemi büyük olasılıkla farklı memur sınıfları tarafından yapılıyordu. Üst düzey mumyalama önemli ve soylu bir geçmişe sahip rahipler tarafından yapılırken, diğer sınıftan mumyalama işlemleri Mısır rahipliğindeki en düşük sınıf tarafından yapılıyordu.

Parasal yada sınıfsal gücünüze bağlı olarak mumyalama işleminde değişiklikler yapılabiliyordu. Bazı yoksul aileler bedeni mumyalanması için vermeden önce çürümesine izin veriyorlardı. Eğer bunu yapmazlarsa yakın zamanda ölen genç kadınların bedenleri cinsel yönden kötüye kullanılacaktı (nekrofili).

Süreçler de sosyal statüye bağlı olarak farklılık gösteriyordu. Orta seviye mumyalama işlemi için uygulanan daha az işlem vardı. Karın boşluğu açılmaz, bunun yerine onları sıvılaştıran sedir yağı ile doldurulup basitçe boşaltılır, susuz kalan ceset aileye verilirdi. En düşük sınıf için uygulanan mumyalama işlemi çok kabaydı. Her zaman mevcut olan nekrofili olasılığının yanı sıra, vücut basit ve hızlı bir şekilde tüm iç organlardan yoksun bırakılır, belirli sayıda gün boyunca natrona yatırılır ve bir kez tamamen kuruduktan sonra aileye bu şekilde cenaze için iade edilirdi.

Mumyalama süreciyle ilgili bu ayrıntılı bilgiler eski Mısır'da var olan sosyal bölünmeler ve kast sistemi hakkında önemli bilgiler sağlar. Sınıflara ayrılsa da mumyalama süreci genellikle zengin ya da fakir her vatandaşın kullanımına açıktı. Bu durum onların ölüme odaklanan önemli inançlardan kaynaklanıyordu.

Ölen kişinin öbür dünyada ihtiyaç duyduğu iç organlarını saklamak için kullanılan kanopik kavanozların her biri çakal, maymun, şahin ve insan başlı farklı tanrıları temsil ediyordu.

Bu kavanozlar genellikle dört taneydi ve iç organların dört koruyucu tanrısını temsil ediyordu. Çünkü bunlar vücudun önemli parçalarıydı ve öbür dünya için korunmaları gerekiyordu. Bu yüzden onları tanrı Horus'un dört oğlu koruyordu.

Bu tanrılar Hapi, Duamutef, Imset ve şahin başlı Kebehsenuef 'di(Qebehsenuef). Her birinin kendi rolü vardı. Hapi, ölen kişinin ciğerlerini koruyan maymun başlı tanrıydı. Mide, çakal başlı tanrı Duamutef tarafından korunuyordu. Kebehsenuef şahin başlıydı, ince ve kalın bağırsakları koruyordu. İnsan başlı tanrı Imset ise karaciğeri koruyordu. Kalp çıkarılmıyor; Yargı Salonundaki bir tüye karşı Tanrıça Maat'ın terazisinde tartılmak üzere** vücudun içinde kalıyordu.

Bu ayrıntılı mumyalama süreci ve onu ilişkilendiren karmaşık inançlar en iyi şekilde birinci sınıf kişilerin, firavunların ve soyluların cenazelerinde gözlemlenir. Buna örnek olarak 18. hanedanlığın ünlü firavunu Tutankamon'u verebiliriz. Onun mumyalanmış bedeni yaklaşık 3.300 yaşında olmasına rağmen yine de bu süreçleri çarpıcı ayrıntılarla sergiliyor.

Kral öbür dünyaya savurganca bir tutumla hazırlanmıştı. Mumyalanmış vücudu üç özel tabutla korunuyordu. İç içe geçen bu tabutlar bir lahit içinde yer almış ve dört bölmeden oluşan odaya yerleştirilmişti. Ancak mumyalanmış beden, mumyalama sürecinin kendisi hakkında önemli bir anlayış sağladığı için araştırmacıların ilgisini özellikle çekiyordu.

Firavunun vücudu çok sayıda keten katmanına sarılmış ve aşırı derecede özel yağlarla kaplanmıştır. Birbirini izleyen her sargı tabakası, firavuna öbür dünyada hizmet edecek değerli eşyaları içerir. Zengin cenaze eşyalarıyla birlikte hazırlanan Tutankamon'un mumyası Mısır'daki en önemli keşiflerden biri olmaya devam ediyor.

Mısırlıların sadece ölen vatandaşlarını değil hayvanları da mumyalıyordu. Bazı hayvanlar sahiplerine eşlik etmeleri için evcil hayvanlar olarak mumyalanırken diğerleri çoğunlukla tanrılara kurban olması yada öte alemde dirilecek olan kişinin yemesi amacıyla mumyalanıyordu.

Mısır tanrılarının büyük çoğunluğunun hayvani tabiat ve tasvirlere sahip olduğundan onları onurlandırmak ve beğenilerini kazanmak için bağlantılı oldukları hayvanlar kullanılırdı. Arkeologlar, şahinler, timsahlar, ibisler, kediler, babunlar, balıklar, firavun fareleri, çakallar, köpekler, böcekler, yılanlar gibi çeşitli hayvan mumyalarının bulunduğu mezarlıklar keşfettiler. Sadece Sakkara mezar alanlarında 500.000'den fazla mumyalanmış aynak (ibis) olduğu tahmin edilmektedir. Aynı şekilde mumyalanmış kedilerin bulunduğu alanlar da keşfedilmiştir.

Günümüz anlayışına göre kötü ve iğrenç görünebilecek bu mumyalama süreçleri eski Mısırlılar için Mısır dininin temeliydi ve kutsaldı.

DİPNOTLAR
* Ölüyü yıkama geleneği İbrahimi dinlerde görülürken, yağlama-tütsüleme-baharatlama gibi işlemler Yahudi-Hristiyan geleneğinde yer almaktadır.
** Kalbin Maat tüyüne karşı tartılması inancında Maat'ın tüyü dengeli yani iyi bir yaşamı, iyi insan olmayı simgeler. Kişinin kalbi, yani kişi terazide bunun karşısına konarak tartılır. Bu durum İbrahimi dinlerde "günah ve sevapların tartılması" olarak görülür.

SÜNNETİN KÖKENİ VE TARİHİ

Hazırlayan: A.Kara
A, din, hristiyanlık, İslamda sünnet, islamiyet, Kuranda sünnet, Sünnet, Sünnet geleneği, Sünnet olmadan ümmet olmaz, Sünnetin dindeki yeri, Sünnetin kökeni, Sünnetle ilgili ayet var mı?, yahudilik,
[Antik Mısır'da M.Ö. 1360 yılında 18.Hanedan 3.Amenhotep döneminde Luxor bölgesindeki Khonspekhrod Tapınağı'nın kuzey duvarındaki kayanın üzerine sünnetin yapılışını gösteren bir kabartma oyulmuştur.]

ERKEK SÜNNETİNİN TARİHÇESİ VE MİTOLOJİK KÖKENLERİ


Erkek sünneti hakkındaki en eski belgesel kanıtlar eski Mısır'dan gelmektedir. 6. Hanedanlık döneminden (MÖ 2345-2181) kalan sanat eseri lahitler sünnetli penisleri olan erkekleri gösterir ve bu dönemde yapılmış olan bir kabartma işçiliğinde ayakta durarak sünnet olan bir erkeğin tasviri ve o anki sünnet uygulaması gösterilir. Mısır mumyalarının incelenmesi sonrasında bazılarının sünnetli olduğu görüldü.

Sünnet, evrensel olmasa da eski Semitik halklar arasında yaygındı. Yaratılış kitabı sünnetten, Tanrı'nın İbrahim ile olan antlaşmasının bir emri olarak bahseder. Bu sünnetler erkek çocuğun doğumdan sonraki sekizinci gününde gerçekleştirilirdi. M.Ö. 5. yüzyılda Yunan tarihçi Herodotus tarafından yazılmış olan metinler Koliselileri, Etiyopyalıları, Fenikelileri ve Suriyelileri sünnet kültürüne sahip toplumlar olarak listeler.

Ancak Büyük İskender'in fethinin ardından Yunanların sünnetten hoşlanmaması daha önce sünnetin uygulandığı pek çok halk arasında uygulama sıklığının azalmasına neden oldu.

Makkabiler'in yazarı, Selevkos İmparatorluğunda bulunan birçok Yahudi erkeğin sünnetli olduğunu gizlemeye çalıştıklarını veya sünnet işlemini tersine çevirmeye çalıştıklarını, ancak bu şekilde çıplaklığın normal olduğu Yunan spor salonlarında egzersiz yapabildiklerini yazar. Sünnetli olduklarını gizleme yöntemlerinden biri, deriyi penisi kapatacak şekilde çekip ucunu bağlamaktı. Bu şekilde sünnetli gibi görüneceklerdi.

Yahudi sporcular evlerine döndüklerinde, yaşlılar onların bağlanmış derilerini görüp öfkelendiler. Uygulamaya bir son vermek için, sadece sünnet derisinin tamamen çıkarılmasının yerine penisin altındaki ince ve hassas zarın (frenulum) keskinleştirilmiş bir tırnakla yırtılmasını içeren Periah uygulamasını başlattılar. [1]

İlk Makkabiler'de ayrıca, Helenistik bir imparatorluk olan Selevkos'ların, Brit Milah olarak bilinen Yahudi sünneti uygulamasını yasakladığını, sünnet eden kişileri sünnet ettikleri bebekler ile birlikte öldürdüğünü anlatır.

Sünnetin alt-ekvatoryal Afrika'da çeşitli etnik gruplar arasında antik kökleri vardır ve hala savaşçı statüsüne ya da yetişkinliğe geçişlerini sembolize etmek için ergenlik çağındaki erkek çocuklara sünnet uygulanmaktadır. [2]

Yahudilikte sünnet geleneksel olarak doğumdan sonraki sekizinci günde erkekler arasında uygulanmaktadır. Erkek sünneti çoğu zaman ayinlerin karmaşık bir geleneğinin bir parçası olarak batılı gezginler ile ilk temas sonrası Avustralyalı Aborjinler ve Pasifik adalıları arasında ortak bir uygulama haline gelmiştir. Geleneksel olarak hala nüfusun bir kısmı tarafından uygulanmaktadır. [3]

KÖKENLERİ
Erkek sünnetinin ilk çıkış noktası kesin olarak bilinmemektedir ve çeşitli şekillerde başlamış olabileceği öne sürülmüştür:
  1. Dini bir fedakarlık olarak,
  2. Bir çocuğun yetişkinliğe girmesini işaret eden bir geçit töreni olarak (Örneğin Antik Mısır, Afrika ülkeleri vs.)
  3. Doğurganlığı sağlamak için bir sihir formu olarak,
  4. Cinsel hazzı azaltmanın bir yolu olarak,
  5. Düzenli yıkanmanın mümkün olmadığı durumlarda hijyene yardımcı olarak,
  6. Daha yüksek sosyal statülere işaret eden bir araç olarak,
  7. Düşmanları ve köleleri aşağılama aracı olarak,
  8. Bir topluluğu diğer komşularından ayırmanın bir aracı olarak,
  9. Mastürbasyon veya diğer toplumsal olarak yasaklanmış cinsel davranışları engellemenin bir aracı olarak,
  10. Aşırı zevkten kaçınmanın bir yolu olarak,
  11. Bir erkeğin kadınlara çekiciliğini arttırmanın bir yolu olarak,
  12. Kişinin acıya dayanma yeteneğinin bir kanıtı olarak,
  13. Doğuştan sünnetli olan, yani Hipospadias hastalığı olan önemli bir lider gibi sünnetli görünmek, [4]
  14. Şeytanları kovmak için bir yol olarak, [5]
  15. Sünnet derisinin kıvrım yerlerinde topaklanan kirli beyaz maddeden (smegma) iğrenme nedeni olarak.
Sünnetin farklı nedenlerle farklı kültürlerde bağımsız olarak ortaya çıkması mümkündür.

Sünnet derisine birtakım sihirli özellikler atfedildiğini söylemiştim. Sünnet derisi çoğunlukla sarımsak ve soğanla birlikte bir ipe tutturulur ve yarası iyileşene kadar sünnetli çocuğun boynuna ya da ayak bileği etrafına asılırdı. [6]

Şiraz'da (İran'da bir şehir) sünnet derisi 40 gün boyunca bekleyerek kuruması ve toz haline gelmesi için çocuğun ayak bileğine konur. Toz haline getirildikten sonra nabit denen bir şeker ile karıştırılır ve çocuğa verilir. [7]

Benzer bir uygulama Horasan'da yapılmaktadır. Amacının yeniden diriliş gününde çocuğun sağlam bir şekilde dirilmesini sağlamak olduğu bildirilmektedir. [8]
Sünnet derisinin bazen tavuklara veya horozlara verildiği de görülmektedir, sebebi ise çocuğun bir savaşçı olarak büyüyeceğine inanılmasıdır. [9]

Sünnet derisinin bir Yahudi dükkan yada evine atılmasının çocuğun üzerinde sakinleştirici bir etkiye sahip olduğuna; onu gömmenin ise çocuğu bilge ve ihtiyatlı yapacağına inanılmaktadır. [10]
Kadınlar sünnet derisini çok istiyorlardı çünkü yutulmasının çoraklığı tedavi edeceğine ya da erkek çocuğa hamile kalmalarına yardımcı olacağına inanıyorlardı. [11]

Sünnet derisinin sihirli olduğu inancı nedeniyle yutulmasına Orta Doğu'daki Yahudi ve Arap kadınları arasında rastlandığı kanıtlanmıştır. [12]
Ayrıca kadınların sünnet olan çocuklarının kurulmuş ve toz haline getirilmiş sünnet derilerini kocalarının yemeğine bir aşk büyüsü olarak gizlice koydukları bilinmektedir. [13]

SÜNNETİN ANTİK DÜNYADAKİ KÖKENLERİ
Altıncı Hanedanlığın (M.Ö. 2345–2181) Mısır'daki türbesinin sünnet konusunda en eski belgesel kanıt olduğu düşünülmüştür. Sünnete dair en eski tasvir Sakkara'daki kabristanda bulunan (M.Ö. 2400) yarı kabartma bir antik kitabın okunmasıyla birlikte su yüzüne çıkmıştır. Kabartmada şu gibi yazılar bulunmaktadır:

"Merhem ona yardımcı olur."
"Onu [adamı] düşmemesi için tutun".

Mısır hiyerogliflerinde "penis" sünnetli ve dik biçimde tasvir edilmiştir. En eski yazılı metinde toplu sünnet tarifi vardır ve burada Uha adlı bir 23 yaşındaki Mısırlı bir adamın sünnet acısına tahammül etme kabiliyetine sahip olduğu yazar. Bu antik metnin okunabilen kısımlarında toplu sünnete dair şöyle bir kısım göze çarpmaktadır. Şöyle yazar: "Ben 120 adamla birlikte sünnet olunduğumda..." [14]

Ankmahor'un (Ankhmahor) mezarındaki gözden geçirilmeye değer bir tasvir vardır. Kral Teti'nin (M.Ö. 2355-2343) hüküm sürdüğü 6.hanedanlık döneminde eski Mısır'daki sünnet eylemlerine dair en eski tasvirdir.

Ankmahor'un mezarı küçüktür fakat yüksek rütbeli biri olduğundan mezarı kabartma oymalar ile güzelce dekore edilmiştir. Teti'nin piramit alanında bulunur. Onun sıfatları bütün kralların çalışmalarının gözetmenlerini ve iki hazinenin gözetmeni olan Maat rahibi ve lektör rahibini içeriyordu. [15]


Bu kabartma sünnet olan iki adamı gösteriyor. Bu sahne önceleri farklı şekillerde yorumlanmıştı fakat sağdaki çıplak adamın şu sözlerinin yazılı olduğu yazıt sayesinde yanlış anlaşılmaların üstesinden gelinmiş oldu: "kesmek, gerçekten, tamamen" (sin vnnt r mnx).
Onun önünde diz çökmüş olan adam ise şöyle diyor: "dikkatlice devam edeceğim" (iv (.i) r irt r nDm).

Solda çıplak erkeği tutarak orada sabitleyen bir adam diğer tarafta onun önünde sünneti gerçekleştirmek için diz çöken biri var. Diz çökmüş adamın önündeki glifler onu bir Hm-kA yani ölüm rahibi olarak tanımlıyor.
Yazıtta ayaktaki adama sünnet olacak kişiyi sabitlemesi söyleniyor: "Çabuk tut onu. Bayılmasına-düşmesine izin verme" (nDr sv m rdi dbA.f ).
Sabitleyici şöyle cevaplıyor: "İstediğiniz gibi yapacağım" (iri.i r Hst.k). [16]

Herodot M.Ö. 5. yüzyılda Mısırlıların “temizlik için sünnet yaptıklarını, temizlik fikrinin alımlı olmaktan çok daha iyi olduğunun düşünüldüğü dolayısı ile temizlik amacı gözeterek uyguladıklarını” yazmıştır. [17]

Gollaher ise eski Mısır'daki sünnetin çocukluktan yetişkinliğe geçişin bir işareti olarak görmüştür. Vücuttaki değişimin ve sünnet ayininin çok eski antik gizemlere erişim hakkı sağladığından bahseder. [18]

Sünnet sonrası erişim hakkı kazanılan bu gizemlerin neler olduğu yani içeriği belirsizdir ancak büyük olasılıkla Mısır dininin merkezinde bulunan efsane, dua ve büyülü olduğuna inanılan sözlerdir. Örneğin Mısır Ölüler Kitabı güneş tanrısı Ra'nın kendini kestiğini ve ondan akan kanın iki küçük koruyucu tanrıyı yarattığını anlatır. Mısır Medeniyeti Uzmanı Emmanuel Vicomte de Rougé bunu bir sünnet eylemi olarak yorumlamaktadır. [19]

Sünnetler ayin eşliğinde taş bıçak kullanılarak halka açık bir törenle gerçekleştiriliyordu. Toplumun üst kademeleri arasında daha yaygın olduğu düşünülmekte olup yaygın olmasa da sosyal düzenin aşağı kısmının da sünnet prosedürünü gerçekleştirdiği bilinmektedir. [20]

Eski Mısır'da, dulların definlerinde acımasız bir şekilde her iki cins için tören düzenlenir ve onların doğurganlık tanrılarını memnun etmek için bir kurban ayini olarak sünnet uygulaması yapılırdı.

Eski Mezopotamya'da ise genç çocukların genital organının vahşice kesildiği ve doğurganlık tanrıçasını memnun etmek için sunulduğu şenlikler vardı.

Sünnet ayrıca Mısır'da ve çevresinde yaşayan bazı Semitik halklar tarafından da benimsenmiştir. Herodotus sünnetin sadece Mısırlılar tarafından benimsenmediğini, Etiyopyalılar, Fenikeliler, 'Filistinli Suriyeliler', 'Terme ve Bartın Çayları çevresinde yaşayan Suriyeliler ve onların komşuları Makronlar tarafından da benimsenerek uygulandığını bildirmiştir. Ancak “Yunanlılar Fenikeliler ile ticaret yapmaya geldiklerinde Mısırlıların bu geleneği takip etmekten vazgeçip çocuklarının sünnetsiz kalmasına izin verdiklerini” de belirtmektedir. [21]

İncil'deki Yaratılış bölümüne göre Tanrı İbrahim'den kendisini, ev halkını ve kölelerini sünnet etmesini ve bunu aralarındaki sonsuz bir antlaşma olarak görmesini söyler. Sünnet edilmeyenlerin ise kendi halklarından ilişiği kesilecekti.

Bakalım bu konu Yaratılış 17:10-14'de nasıl geçiyor:

“Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”

İncil'de bulunan sözleşmeler genellikle bir hayvanı parçalayarak mühürlenmektedir; bunun anlamı, sözleşmeyi bozan şahıs veya tarafın benzer bir kadere maruz kalacağıdır. İbranicede bir antlaşmayı mühürlemek anlamına gelen fiilin karşılığı tam anlamıyla "kesmek"tir. Yahudi akademisyenler tarafından sünnet derisinin kesilmesinin sembolik olarak bu tür bir antlaşmayı temsil ettiği varsayılmaktadır. [22]

Yeşu 5:2-7'ye göre Musa sünnetli olmayabilir hatta onun oğullarından birinin ve çölde seyahat ederken onu takip edenlerin bir kısmının sünnetli olmadığı anlatılır.

Bu arada RAB, Yeşu’ya şöyle seslendi: “Kendine taştan bıçaklar yap ve İsrailliler’i eskisi gibi sünnet et.”
Böylece Yeşu taştan yaptığı bıçaklarla İsrailliler’i Givat-Haaralot’ta sünnet etti. Bunu yapmasının nedeni şuydu: İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşabilecek yaştaki bütün erkekler, Mısır’dan çıktıktan sonra çölden geçerken ölmüşlerdi. Mısır’dan çıkan erkeklerin hepsi sünnetliydi. Ama Mısır’dan çıktıktan sonra yolda, çölde doğan erkeklerin hiçbiri sünnet olmamıştı. İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşacak yaşta olanların tümü ölünceye dek çölde kırk yıl dolaştılar. Çünkü RAB’bin sözünü dinlememişlerdi. RAB bize verilmek üzere atalarımıza söz verdiği süt ve bal akan ülkeyi onlara göstermeyeceğine ant içmişti. RAB onların yerine çocuklarını yaşattı. Sünnetsiz olan bu çocukları Yeşu sünnet etti. Çünkü yolda sünnet olmamışlardı.

Mısır'dan Çıkış 4:21-26'da ise Tanrı, Musa'nın karısı Sippora'yı Musa'yı öldürmekle tehdit edince tüm oğullarını sünnet ettiriyor:

RAB Musa’ya, “Mısır’a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek. Sonra firavuna de ki, ‘RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur. Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.’ ”
RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa’yla karşılaştı, onu öldürmek istedi. O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa’nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi. Böylece RAB Musa’yı esirgedi. Sippora Musa’ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.

HELENİSTİK VE YAHUDİ KÜLTÜRÜNDE SÜNNET
Hodges'e göre antik Yunan'da insan formunun estetiği, sünneti "zaten mükemmel şekilli bir organın bir parçalanması" olarak değerlendiriyordu. Dönemin Yunan sanat eserleri, Satir (yarı keçi yarı insan) ve barbar tasvirleri hariç olmak üzere genelde penisleri sünnet derisi (bazen zarif detaylarda) ile birlikte yani sünnetsiz olarak resmetmiştir. [23]

Sünnetli penisin doğru olan bir şeyi bozmak olarak görülmesinden dolayı Helenistik dönemlerde daha önce bunu uygulamış olan birçok halk arasında bile sünnet sayılarında azalma oldu.

Mısır'da ise sadece papaza ait kast sınıfı sünneti devam ettirdi ve 2. yüzyıla gelindiğinde Roma İmparatorluğu'ndaki sünnet olan tek grup Museviler, Yahudi Hristiyanlar, Mısırlı rahipler ve Nebatilerdi.

Nebatiler, Kuzey Arabistanlı, Ürdünlü, Kenanlı Araplardı. Fırat Irmağından Kızıldeniz'e kadar olan bölgede ve Suriye ile Arabistan arasındaki vahalarda, Nebate adı verilen alanda yaşayan Araplardı.  

Sünnet uygulamalarının bir sürü yapılış şekli vardı. el-Asir vilayetindeki Arapların uyguladığı sünnet işlemi gerçekten korkunçtur ve muhtemelen yapılış nedeni acıya dayanılabildiğinin, bir savaşçı olunduğunun göstergesidir. 

Burada yapılan sünnete "kazıma" deniyordu. Bu deriyi soyma işlemiydi. Sünnet edilen 10-12 yaşındaki genç sağ elinde bir mızrak tutarak yerden yüksek bir alana yerleştirilirdi. Kabile üyeleri sünnet olan gencin dayanıklılık ve cesaretini gözlemlemek için onun yanında durur ve sünnetçi, jilet kadar keskin olan bir hançer ile işlemi gerçekleştirirdi. Önce göbek deliğinin hemen altındaki göbek boyunca deriyi keserek yüzeysel bir kesi yapar ve iki kasıktan aşağı doğru benzer kesiler yaparak devam ederdi. Ardından üst deriyi kesiklerden aşağıya doğru yırtıp testisleri ve penisi yüzerek sünnet derisini keserdi. Önemli bir nokta vardı ki tüm bunlar olurken gencin elinde tuttuğu mızrak titrememeliydi. [24]

İbrahimi dinlerin coğrafyasında sünnet dendiğinde akla gelen ilk toplum Yahudilerdi. Sünnet, Yahudi olmayanlar arasında o kadar az görülen bir durumdu ki, sünnet Roma mahkemelerinde birinin Yahudi olduğunun kesin kanıtı olarak görülüyordu.

Romalı tarihçi Suetonius, Roma İmparatoru Domitianus'un (Domitian) biyografisinde (12.2) 90 yaşındaki bir adamın soyulduğu bir mahkeme sürecini anlatmaktadır. Adamın soyulmasının sebebi ise Roma'nın Yahudilere uyguladığı kafa vergilerinden kaçıp kaçmadığına karar vermektir. Bu yüzden adam mahkeme önünde çıplak kalacak şekilde bırakılmış, sünnetli olup olmadığına bakılmıştır. [25]

Helenistik dünyanın kültürel baskısı altında yapılan sünnetlerde oldu: Yehudalı Kral Yohanan Hurkanus İdilleri fethettiğinde halkı sünnet olmaya ve Museviliğe geçmeye zorladı fakat onların ataları olan Edomitler Helenistik dönem öncesinde zaten sünneti uygulamışlardı.

Eskiden sünnet edilmiş bir penisin sünnetsiz gibi görünmesini sağlayan teknikler M.Ö. 2. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu teknikte sünnet derisinin kalıntılarından bir kısmı zamanla penis ucunu kaplaması için yeterince gerilmiş hale gelene kadar bakırdan yapılmış bir ağırlıkla asılırdı. 1. yüzyıl yazarı Celsus (Kelsos) yaptığı bilimsel incelemesi "De Medicina"da sünnet derisi restorasyonu için 2 teknik açıkladı. [26]

Bunlardan birinde cilt penis ucunun tabanı etrafında kesilerek gevşetiliyor, daha sonra deri penis ucunun üzerine geriliyor ve sünnetsiz bir penis görünümünü verilerek iyileşmeye bırakılıyordu. Bu uygulama mümkündü çünkü İncil'de (Yahudi İncili = Tevrat) Milah olarak isimlendirilen sünnet antlaşması nispeten küçük bir sünnetti. Bu sünnete göre sadece penis ucunun ötesine uzanan sünnet derisinin kesilmesi gerekiyordu. Buna karşılık olarak Yahudi dinî yazarları 1. Makkabiler ve Talmud'daki İbrahim'in antlaşmasından dolayı bu tür uygulamaları kınadılar. [27]

Bu girişimler ve diğer nedenlerden ötürü sünnet prosedürüne ikinci bir radikal adım eklenmiştir. Bu işlem "Birit Periah" olarak adlandırılmıştır. Bu aşamada "coronal sulcus" denen işlem uygulanarak sünnet derisi daha geriden, penis ucunun arka sırtına kadar kesiliyor sonra birtakım işlemlerle penis ucunun altından yeni derinin gelmesi sağlanıyordu. [28]

Daha sonra Talmud döneminde (M.S. 500-625) Metzitzah olarak bilinen üçüncü bir yöntem uygulanmaya başlandı. Bu aşamada, mohel, yani Yahudilerde sünneti yapan kişi, kötü olduğuna inanılan kanları çıkarmak için sarılı sünnetten ağzıyla kan emerdi. Tüberküloz ve zührevi hastalıklar gibi enfeksiyonların gerçekleşme olasılığını artırdığı için çok sonraki dönemlerde moheller kan emmek için bebeğin penisi üzerine bir cam tüp yerleştirip onu kullanırlardı. Birçok Yahudi sünnet ayininde Metzitzah'ın bu aşaması ortadan kaldırılmıştır. [28]

İlk Makkabiler "Brit milah"ın uygulanmasını yasakladığını, bunu yapanların ve bu işleme tabi tutulan bebeklerin bile ölümle cezalandırdığını söylüyor.

1. yüzyıl yazarlarından, İskenderiyeli, Ortodoks Yahudi bir filozof olan Filon (MÖ. 20-MS. 50), sağlık, temizlik ve doğurganlık da dahil olmak üzere çeşitli gerekçelerle Yahudi sünnetini savundu. [29]

Ayrıca sünnetin mümkün olduğu kadar erken bir zamanda yapılması gerektiğini düşünerek kişinin kendi özgür iradesiyle yapılmasının mümkün olmayacağını düşünmüştür. Sünnet derisinin spermin vajinaya ulaşmasını engellediğini ve bu nedenle de milletin nüfusunu arttırmanın bir yolu olarak yapılması gerektiğini iddia etmiştir. Ek olarak sünnetin cinsel hazzı azaltmak için etkili bir yol olduğunu ve yapılması gerektiğini belirtti. [30]

Yahudi filozof Maimonides (Musa bin Meymun, 1135–1204) sünnetin imanın tek göstergesi olduğu konusunda ısrar etti. Yapmanın çok zor olduğunu ancak “bazı dürtüleri bastırmak” ve “ahlaki açıdan kusursuz olanı” başarmanın yolu olarak sünneti onayladı. Zamanın bilgeleri sünnet derisinin cinsel hazzı arttırdığını fark etmişti. Maimonides koruyucu derinin kesilmesinin ve kan kaybının penisi zayıflattığını, böylece bir erkeğin şehvetli düşüncelerini azaltmada ve daha az zevkli bir şekilde seks yapmada etkili olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: [31]

"Bilgelerimiz net bir şekilde "Bir kadının cinsel birliktelik yaşadığı sünnetsiz bir adamdan ayrılması zordur" der. Sanırım sünnetin emredilmesinin en iyi nedeni budur." [32]

13. yüzyılda, Maimonides'in, Fransız öğrencisi (Isaac ben Yediah) sünnetin bir kadının cinsel isteğini azaltmanın etkili bir yolu olduğunu iddia etti. Sünnet olmamış bir adamla birlikte her zaman orgazm olduğunu ve böylece cinsel iştahının hiçbir zaman yerine gelmediğini ancak sünnetli bir adamla "orgazmda büyük ısı ve yanma nedeniyle" hiç zevk almadığını söyledi. [33]

SÜNNETİN HRİSTİYAN DÜNYASINDAKİ DÜŞÜŞÜ
Elçilerin İşleri 15'de Kudüs Konseyi Hristiyanlığa yeni geçenlerde sünnetin gerekip gerekmediği konusunu ele aldı. Hem Aziz Petrus (Simon Peter, d. MS 30; ö. MS 64-68) hem de Âdil Yakup (diğer adları: James the Just, İsa'nın kardeşi Yakup, Rabbin kardeşi Yakup), Yahudi olmayanların dine geçişinde sünnete ihtiyaç olmadığını söyleyince tüm konsey sünnetin gerekli olmadığına karar verdi.

Ancak, Elçilerin İşleri 16 ve Pavlus'un Mektuplarındaki birçok referans uygulamanın hemen ortadan kaldırılmadığını göstermektedir. Örnek olarak bazı ayetleri inceleyelim:

Elçilerin İşleri 16:1–3' de Pavlus'un bir Yunan'ı sünnet ettirdiğini görüyoruz:
1. Pavlus, Derbe ve Listra’ya da uğradı. Listra’da Timoteos adında bir İsa öğrencisi vardı. Annesi imanlı bir Yahudi, babası ise Grek’ti.
2. Listra ve Konya’daki kardeşler ondan övgüyle söz ediyorlardı.
3. Timoteos’u kendisiyle birlikte götürmek isteyen Pavlus, oralarda bulunan Yahudiler yüzünden onu sünnet ettirdi. Çünkü hepsi, babasının Grek olduğunu biliyordu.
Romalılar 3:1-2'de Tarsuslu Paul Yahudi sünnetini övüyor gibi görünmektedir:
1. Öyleyse Yahudi’nin ne üstünlüğü var? Sünnetin yararı nedir?
2. Her yönden çoktur. İlk olarak, Tanrı’nın sözleri Yahudiler’e emanet edilmiştir.
Fakat bununla çelişir bir şekilde 1.Korintliler 7:18-19'da sünnet önemli değildir vurgusu yapılır:
18. Biri sünnetliyken mi çağrıldı, sünnetsiz olmasın. Bir başkası sünnetsizken mi çağrıldı, sünnet olmasın.
19. Sünnetli olup olmamak önemli değildir. Önemli olan, Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmektir. 
Galatyalılar 6:11-13'de ise sünnet ettirmek isteyenler etiyle övünmekle suçluyor ve sünnet karşıtlığı artışa geçiyor:
11. Bakın, size kendi elimle ne denli büyük harflerle yazıyorum!
12. Bedende gösterişe önem verenler, yalnız Mesih’in çarmıhı uğruna zulüm görmemek için sizi sünnet olmaya zorluyorlar.
13. Oysa sünnetlilerin kendileri bile Kutsal Yasa’yı yerine getirmiyor, sizin bedenlerinizle övünebilmek için sünnet olmanızı istiyorlar.
Daha sonra ise Filipililer 3:2-3'de Hristiyanlar "bozulmaya" karşı uyarılıyor:
2. Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet bağnazlarından sakının!
3. Çünkü gerçek sünnetliler Tanrı’nın Ruhu aracılığıyla tapınan, Mesih İsa’yla övünen, insansal özelliklere güvenmeyen bizleriz.
Yahudi Hristiyanlar "sünnet olanlar" veya sünnetli Hristiyanlar olarak adlandırılırken sünnet daha çok Yahudi erkeklerle ilişkilendirilmiştir. Sünnetli-sünnetsiz terimleri genel olarak Yahudiler ve Yunanlılar anlamına gelmekteydi. [34]

Bununla birlikte, 1. yüzyıla ait Yehuda Eyaleti'nde artık sünnetli olmayan bazı Yahudiler, ve bazı Yunanlılar ve Mısırlılar, Etiyopyalılar ve Araplar gibi başkaları da vardı. Thomas'ın 53. Müjdesi'ne göre İsa şöyle diyor:
53. Havarileri ona dediler : Sünnet faydalı mı değil mi ? Onlara dedi: Eğer faydalı olsaydı, babaları onları daha annelerindeyken sünnet ederdi. Ama Ruh’taki gerçek sünnet çok faydalı.!
Thomas 53 ile Pavlus'un Romalılar 2:29'u, Filipililer 3:3, Korintliler 7:19, Galatyalılar 6:15 ve Koloseliler 2:11–12 arasında paralellikler bulunmaktadır.

Yuhanna 7:23'de İsa Şabat gününde uyguladığı şifa için onu eleştirenlere cevap veriyor:
23. Musa’nın Yasası bozulmasın diye Şabat Günü biri sünnet ediliyor da, Şabat Günü bir adamı tamamen iyileştirdim diye bana neden kızıyorsunuz?
Kudüs İncili: Şimdi eğer bir adam Musa'nın Yasası'nın bozulmaması için Şabat günü sünnet edilebiliyorsa bir erkeği Şabat gününde sağlıklı ve eksiksiz yaptığım için bana neden kızgınsın?

Bu metinler penisin sünnet edilmesinin onu iyileştirdiği üzerine gelişen Tanrısal inanca ya da sünnet uygulaması üzerine bir eleştiri olarak görülmüştür. [34]

Avrupalılar, Yahudiler hariç erkek sünnetini hiç uygulamamışlardı fakat silahlı seferberlik kralı Vamba'nın sivil topluma karşı zulüm yapan herkesi sünnet ettirdiği Vizigot İspanya'sında nadir bir istisna meydana gelmiştir. [35]

Katolik Kilisesi, Mısır'ın en eski halklarından Kıptilerin (Koptlar) ve Katoliklerin sünnet uygulamalarını sonlandırmak için sünnetin ahlaki bir günah olduğunu söyleyerek sünneti ve yaptıranları kınamıştır. 1442'de Basel-Floransa Konseyi'nde sünnet uygulamasına karşı emir verdi. Bu karar, vaftiz edilmenin sünnetin yerine geçtiği inancına dayanıyordu (Kol. 2:11–12). [36]

Birleşmiş Milletler Aids Programı'na (UNAIDS) göre bu konseyde Papa sünnetin Hristiyanlar için gereksiz olduğunu belirtti. [37]

18. yüzyılda Edward Gibbon sünneti yalnızca Yahudiler ve Türkler tarafından uygulanan "tuhaf bir sakatlama-bozma" olarak ve "acı verici, sıklıkla tehlikeli bir ayin" şeklinde nitelendirdi... (R. Darby) [38]

Londra'da 1753'te Yahudilere eşit haklar vermek için bir öneri yapıldı. Yahudilere eşit haklar verilmesinin evrensel sünnet anlamına geldiği korkusunu yayan zamanın broşürcüleri tarafından şiddetle karşı çıkıldı. Erkekler korunmaya ve savunmaya çağrıldı:

"Mülkünüzün en iyisini ve onun tehdit altındaki sünnet derilerini koruyun!" Seksle ilgili popüler inançların, erkeklikle ilgili korkuların ve Yahudiler hakkındaki yanlış kavramların sıra dışı bir şekilde dışa vurulması aynı zamanda dönemin erkeklerinin kendi üreme organlarını ve sünnet konusunu nasıl dikkate aldığının çarpıcı bir göstergesiydi. (R.Darby) [38]

Bu olumsuz tavırlar 19. yüzyıla kadar devam etti. İngiliz kaşif Sir Richard Burton, "Hristiyan aleminin sünnet uygulamasından korktuğunu ve nefret ettiğini" gözlemledi.

İSLAM TOPLUMLARINDA SÜNNET
Kur'an'da sünnet ile ilgili herhangi bir ayet-sure GEÇMEMEKTEDİR! Bunu okuyunca bana küfretmeye kalkacak olan dostlardan rica ediyorum Google'a "Kur'an'da sünnetten bahsedilir mi?" yazıp arasınlar yada gidip en güvendikleri hocalarına sorsunlar, hiç olmadı evdeki Kur'an'ı açıp baksınlar. Görecekler ki kesinlikle hiçbir ayette sünnetten bahsedilmemektedir.
Sünnet uygulaması sadece bazı hadislerde geçmektedir. Bu yüzden de hadislere inanmam, güvenmem yada "benim için tek kaynak Kur'an'dır" diyen arkadaşlarımızın içinde oldukları çelişkiyi görmeleri gerekir.

Şimdi sünnetin geçtiği bazı hadislere bakalım:
  • "Doğuştan insan ruhuna yakışan hususlardan bir kısmı şunlardır: Ağzı su ile yıkayıp çalkalamak, buruna su çekmek ve temizlemek. Bıyıkları kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk altının kıllarını gidermek, etekteki kılları gidermek ve sünnet olmak." [39]
  • "Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim'dir." [40]
  • "Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." [41]
  • "Peygamberimiz (s.a.s)'e geldim ve İslamiyet'i kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdular: 'Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol.' " [42]
  • "Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir." [43]

    Günümüzde zaman zaman doğuştan sünnetli olan çocuklarla karşılaşırız ve Hipospadias adı verilen bu hastalık ciddi sonuçlar doğurabilmektedir.

    Bazıları Muhammed'in “Peygamber” olduğunun göstergesi olarak sünnetli doğduğu efsanesine inanmaktadırlar. Çünkü inanışa göre Allah onu mükemmel bir biçimde yaratmıştır. 
    Bu inanış ise apayrı bir çelişki içerir çünkü eğer Allah Muhammed'i kusursuz yani sünnetli yarattı ise, Allah'ın sünnetsiz yarattığı insanlar kusurlu mudur? Hani Allah kusursuz ve eksiksiz yaratandı? hani hata yapmaz, eksik yaratmazdı?

    Bazı Müslümanlar, Eski Ahitte yazanların geçerli olduğunu, bu nedenle İbrahim ile Tanrı arasındaki sünnet anlaşmasına bağlı kalınması gerektiğini düşünürler. Tevrat değiştirilmiştir diyenlerin sünnete açıklama getirirken Tevrat metinlerini delil göstermeleri büyük bir çelişkidir. Değiştirilen ya da hatalı olduğu iddia edilen bir kaynağın içinden seç, beğen, al yapılamaz.

    Bunca kaynak gösteriyor ki; sünnet Yahudilere antik Mısır'dan, Müslümanlara da Yahudilerden geçmiştir. Yani "sünnet" tıpkı İslamiyet'teki birçok inanış, metin ve gelenek gibi başka toplumlardan, onların dinlerinden alınmış, uygulamaya başlanmıştır.

    MA'AT

    Ma'at, Mısır Tanrıçaları, mitoloji, mısır mitolojisi, A, Eski Mısır'da denge tanrıçası, Ölüler kitabı, Nun, Antik Mısır'da ölümden sonra,
    DENGENİN TANRIÇASI MA'AT
    Sık sık kişileştirilmiş olmasına rağmen Ma'at bir tanrıçadan ziyade fikir-düşünce olarak anlaşılıyordu, ancak yinede Eski Mısır'daki evren, denge ve ilahi düzen kavramlarının merkezinde yer aldı. Ma´at ismi genellikle "dosdoğru olan" veya "gerçek" olarak çevrilir ancak "düzen", "denge" ve "adalet" anlamlarına da gelir. Bu yüzden Ma´at kusursuz düzen ve uyumu temsil etmişti. Ra, Nun'un (Kaos) sularından yükseldiğinde Ma'at ortaya çıktı ve bu yüzden genellikle Ra'nın kızı olarak tanımlandı. Bazen de bilgelik tanrıçası olduğu için Thoth'un karısı olduğu düşünülürdü.

    Eski Mısırlılar evrenin düzenli ve rasyonel olduğuna inanıyorlardı. Güneşin doğması ve batması, Nil'i su basması ve gökyüzündeki yıldızların tahmin edilebilir seyri onlara her şeyin doğanın ortasındaki bir düzene ait olduğunu gösteriyordu. Ancak kaos güçleri her zaman mevcuttu ve Ma’at’ın dengesini tehdit ediyordu. Ma´at’ın korunması ve savunulması için birçok kişi görev başındaydı ve Firavun Ma’at’ın koruyucusu olarak algılanıyordu. Ma'at olmadan Nun evreni geri alır ve kaos en yüce haliyle hüküm sürerdi.

    Mısırlılar ayrıca güçlü bir ahlak ve adalet duygusuna sahipti. İyiliğin desteklenmesi gerektiğini ve suçluların cezalandırılacağını düşünüyorlardı. Fakirleri, fakirleri savunanları ve özellikle ailelerine olan sadakatlerine yüksek değer verenleri övdüler. Bununla birlikte şunu da anlamışlardı, kusursuz olunamazdı, sadece dengeli olunabilirdi. Ma´at belirli etik kuralları aştı ve bunun yerine doğal düzene odaklandı. Bununla birlikte kaosun etkisini artırdığı ve dünya üzerinde tamamen olumsuz olan etkilerinin ve eylemlerinin Ma'at'a karşı olduğu açıktı.


    Her Mısırlı'nın ruhu öldüğü zaman Ma'at'ın Salonu'nda (Ölüler Kitabı'nda ve Kapılar Kitabı'nda tasvir edilir) yargılandı. Onların kalbi (vicdanı) terazilerde denge ve adaleti temsil eden Maat'in kuş tüyüne (devekuşu tüyü) karşı tartılırdı. Eğer kalpleri tüyden ağırsa Ma'at'ın prensiplerine göre dengeli bir yaşam sürdüremedikleri için kalpleri ya bir ateş gölüne atılır ya da Ammit olarak bilinen korkunç bir ilah tarafından yok edildi. Ancak eğer Ma’at’ın tüyüyle dengelenmiş kalp testten geçerse sonsuz yaşam hakkı kazanacaktı. Belirli zamanlarda ayinde yargıç olarak oturan kişi Osiris'ti ve törende birçok tanrı daha yer alırdı, ancak yine de teraziler her zaman Ma'at'ı temsil ederdi.

    Eski Mısırlılar ayrıca Ma’at’ın günlük yaşamda korunmasını sağlamak için gelişmiş bir hukuk sistemine sahipti. Ma'at Rahiplerinin adalet sistemine dahil olduğu, ayrıca tanrıçanın gereksinimlerine eğilimli olduğu düşünülürdü ve Firavunlar düzenli olarak “Ma'at'ı sunarken” (tanrıçanın küçük bir heykelini tutarken) tasvir edilirdi. Bu şekilde düzen ve adaleti sağlamaya karşı verdikleri sözü tekrar ederlerdi.

    Bütün yöneticiler Ma´at’a saygı duyuyorlardı fakat tanrılara alışılmadık yaklaşımına rağmen Akhenaten Ma’at’a olan bağlılığını vurguladı. Hatshepsut, Ma´atkare adlı tahtını alarak Ma´at'a olan saygısını vurguladı. Belki de muhtemelen bir kadın yönetici olarak pozisyonunun Ma'at hattında olduğunu göstermesi gerekiyordu. Ayrıca Karnak'taki Montu bölgesinde, Ma’at’a ibadet için küçük bir tapınak inşa ettirdi.

    Ma'at, üzerinde sadece bir tane devekuşu tüyü bulunan tacı giyen bir kadın olarak tasvir edildi. Bazen ise kanatlı bir tanrıça olarak tasvir edilir.

    Kaynaklar:
    Bard, Kathryn (2008) An introduction to the Archaeology of Ancient Egypt
    Kemp, Barry J (1991) Ancient Egypt: Anatomy of a Civilisation
    Pinch, Geraldine (2002) Handbook Egyptian Mythology
    Redford Donald B (2002) Ancient Gods Speak
    Robins, Gay (2008) The art of Ancient Egypt
    Watterson, Barbara (1996) Gods of Ancient Egypt
    Wilkinson, Richard H. (1992) Reading Egyptian Art
    Wilkinson, Richard H. (2003) The Complete Gods and Goddesses of Ancient Egypt
    Wilkinson, Richard H. (2000) The Complete Temples of Ancient Egypt

    Yazan: A.Kara

    ANUBİS, KALBİN TARTILMASI İNANCI VE İSLAM'A ETKİLERİ

    Yazan: A.Kara

    ÇAKAL BAŞLI ANUBİS

    Anubis; Batılıların İlki, Kutsal Toprakların Efendisi, Kutsal Dağının Üzerinde Olan, Dokuz Yayın Hükümdarı, Milyonları Yutan Köpek, Köpeklerin Efendisi, Sırların Efendisi, Mumyalama Yerinde Olan, İlahi Mahfazanın En Başı ![10][11]

    Antik Mısırda Anpu veya Inpu adıyla bilinen tanrının Yunancası Anubis'tir. [8][9] Anpu adının kökü eski Mısır dilinde "Kraliyet çocuğu" iken Inpu'nun kökü olan "inp" çürümek anlamına gelmektedir.

    Antik dönem insanlarının doğayı, hayvanları gözlemleme sonucu oluşmuş tanrılardan biridir. Eski Mısır'da çakalların ölüler ve mezarları etrafında dolaştığı, insan cesetlerini çıkarıp yedikleri görüldüğünden ölüm ve ölü bedenler çakal ile ilişkilendirilmiştir.[18] Böylece Antik Mısır'da tamamen çakal ya da çakal başlı insan biçimindeki ölüm, cenaze, ahiret, yeraltı dünyası, mezarlıklar ve mumlayama ile bağlantılı olan Anubis var olmuştur.

    Kutsal hayvanı Mısır köpeklerinden biri olan altın Afrika kurdudur. Bu hayvanın eski* ismi "altın Afrika çakalıdır". [2][3][4]

    Mezarların başında dolaşan çakalın ölüleri koruduğu düşünülmüş ve bu bağlamda Anubis de ölüleri koruyan, kollayan yücelten bir tanrı halini almış, hatta tanrı Osiris'i bile mumyaladığına dair inanç türemiştir.

    Mezarları kazarak ölüleri çıkaran, parçalayıp yiyen çakal nasıl olur da onları koruyan bir figür haline dönüştü diyebilirsiniz. Buradaki mantık şöyle işliyordu. Cesetlerinin bir çakal ya da civardaki köpek türleri tarafından parçalanacağından endişe eden insanlar ölülerinin ya da öldüklerinde kendi bedenlerinin korunması umuduyla kendi türleri ile savaşarak insanları koruyacak bir çakal seçmişlerdi. Yani endişe duydukları çakallardan onları koruyacak olan yine bir çakaldı.

    Özellikle Erken Hanedanlık döneminde, Hor-Aha, Djer ve diğer 1. Hanedanlık firavunlarının taş yazıtlarında tamamen hayvan görünümüyle yani büsbütün bir çakal olarak tasvir edilmiştir. [12][17]

    Karısı yine kendisi gibi çakal olan Anput, kızı ise yılan tanrıça Kebeçet'tir. Fakat Anubis'in soyu konusunda farklılıklar mevcuttur. Örneğin erken mitolojide Ra'nın oğlu iken [14] 1.Ara Dönem'e (MÖ 2181-2055) ait tabut metinlerinde inek tanrıça Hesat ya da kedi başlı tanrıça Bastet'in oğludur. [23] Başka bir gelenek onu Ra ve Neftis'in oğlu olarak tasvir ederken [14] Yunan tarihçi Plutarhos, O'nun Neftis ve Osiris'in gayri meşru oğlu olduğunu fakat Osiris'in karısı Isis tarafından evlat edinildiğini belirtmiş ve şöyle yazmıştır: [24]

    Isis, Osiris'in kız kardeşini sevdiğini ve onunla ilişki içinde olduğunu öğrenip, bunun kanıtı olarak Osiris'in Neftis'e bıraktığı bir yonca çelengini gördüğünde etrafta bir bebek arıyordu. Çünkü Set'ten korkan Neftis bebek doğduktan sonra onu terk etmişti. Köpekler büyük zorluklar içinde Isis'e yardım ederek bebeği bulmasını sağlamışlardı. Isis onu bulunca bebeği büyüttü, [büyüyen bebek] Anubis adıyla onun koruyucusu ve müttefiki oldu.

    Köpek başlı ya da tamamen köpek şeklinde tasvir edilen ve Anubis'ten farklı olarak gri ya da beyaz kürklü olan Vepvavet, Anubis'in erkek kardeşiydi. Tarihçiler zamanla bu iki figürün birleştiğini varsaymaktadırlar. [7]

    Her toplumda tanrıların zaman zaman farklı roller üstlendiği ya da rollerinin tamamen değiştiği görülür. Anubis'e de farklı roller yüklenmiştir. Örneğin; 1. Hanedanlık döneminde (MÖ 3100-2890) mezarların koruyucusu ve kralların mumyacısı olan çakal başlı Anubis, Orta Krallık döneminde (MÖ 2055-1650) yer altı dünyasının efendisi olan Osiris'in rolünü devralınca Anubis'in görevleri arasına ruhları öbür dünyaya yönlendirmek eklenmişti. [32]

    Benzer görev bazen inek başlı tanrıça Hathor tarafından uygulanmış olsa da bu görevi yerine getiren kişi olarak daha çok Anubis tercih edilmiştir. Firavun döneminin sonlarına doğru (MÖ 664-332) Anubis genellikle insanları canlılar dünyasından öteki dünyaya yönlendirirken tasvir edilmiştir. [20][33]

    Böylece Anubis diğer tanrılarla birlikte bir ruhun öteki aleme gitmeye uygun olup olmadığının test edildiği "Kalbin Tartılması" adlı uygulamada yer alır hale gelmişti. Ahirete kimin gideceği konusunda Osiris'e yardım ediyor ve ölülere rehberlik yapıyordu [5][11]

    İnanışa göre "İki Gerçeğin Salonu" adlı yerde, ölüp yer altına gelen ruhun kalbi terazide tartılırdı. [11] Anubis terazinin dilini kontrol ettikten sonra teraziye konan ölünün kalbi iyi, adaletli ve dengeli bir yaşamı simgeleyen Ma'at tüyüne veya gerçeğe karşı tartılırdı; ki Ma'at denge ve adalet tanrıçasıydı. Anubis'in genellikle ayakta ya da diz çökmüş vaziyette altın bir terazi tutarken tasvir edilmesinin sebebi bu inanıştı. [10]

    Ma'at tüyü karşısında tartılan kalp eşit ya da hafif gelirse kişinin "Ka" sı yani ruhu tekrar doğması için Duat adlı ölüler aleminden cennete yani Aaru'ya gönderilirdi. Eğer kalp ağır gelirse, kişinin kötülük yaptığı, dengeli, adaletli bir yaşam sürmediği anlamına gelirdi ve kalbi, "ölü yiyici", "kalplerin yiyicisi", "insan yiyen" sıfatları ile anılan bir yaratık olan timsah başlı Ammit tarafından yenerek yok edilir ve kalbin sahibi Duat'ta kalmaya mahkum edilirdi. Tanrıların katibi Thoth ise tartma işleminin sonucunu yazardı. [6][23][24][25]

    Bir diğer geleneğe göre Anubis, ruhu kalbini tartacak olan Osiris'in önüne getirir. Kalp tartıldıktan sonra, merhumun Maat'ın Müfettişleri ona bakarken Ani papirüsünde yazanları diğer adıyla 42 Saflık Beyanı, 42 Olumsuz İtirafı okuması gerekir. [6][5] 

    Antik Mısır dinindeki "Kalbin Tartılması" uygulaması ilerleyen süreçte İbrahimi dinlere "günah ve sevapların tartılması" şeklinde geçmiştir. Dönem insanının düşünme ve duygusal eylemlerin yöneticisi yani akıl etmeyi sağlayan organ olarak inandığı kalp aynı şekilde İslam'a geçmiş ve ayetlerde düşünme eylemini yapan organ olarak yer almıştır.

    Antik Mısır'da sıvılaştırılarak kafatasından dışarı akıtılan beyin önemsiz görülürken, önemli görülen organlar çıkarılıp kanopik kaplarda saklanırdı. Ruhun parçası olarak görülen kalp öyle önemliydi ki asla bedenden çıkarılmazdı. Yani kalp en önemli organ iken beyin değersiz bir çöptü.

    Fakat bazen önemli görülen kalp ve bağırsaklar çıkarıldıktan sonra ölüleri koruduğuna inanılan 4 tanrının balmumundan yapılmış kapları içine konarak mumyanın bedenine geri yerleştirilirdi. [21][22] 

    Mumyalama süreci nasıl işler? Merak ediyorsanız okuyunuz: Antik Mısır'da Mumyalama


    Eski Mısır'dan İslam'a geçen bu inanışın izlerini ve bilimsel yanlışının üzerini örtmek isteyenler ise "kalp" kelimesini meal ve tefsirlerde ısrarla beyin olarak çevirmiş ve hiçbir ispatı olmamasına rağmen "kalp burada mecaz olarak kullanılmıştır" açıklamasını getirmişlerdir.

    "Kur'an bir biyoloji kitabı olmadığından tüm organları ve işlevlerini açıklamak zorunda değildir. Kur'an'da defalarca akıldan, akıl etmekten bahsedilmiştir." diyenler olsa da bu bir şeyi değiştirmemektedir. Çünkü akıl etmekten, düşünmekten yani beynin sorumlu olduğu işlerden bahsederken sürekli kalpten bahsedilmekte ve bir tanecik ayette bile beyin kelimesi geçmemektedir. Bu durum tıpkı eski Mısır'da olduğu gibi İslam'da da beynin işlevlerini yerine getiren organın kalp olduğuna inanıldığının ispatıdır. Duygusal davranmak ya da saldırgan bir tavır almak bu gerçeği değiştirmeyecektir.

    Anubis özellikle hanedanlık dönemi başlarından siyah bir köpek olarak tasvir ediliyordu. [12] Fakat onun siyah rengi sembolik anlamlar taşıyordu; Mumyalamadan önce natron tuzunda günlerce bekletilip suyu iyice çekilen insan cesetleri kararıyor, rengi değişiyor ve mumyalama işlemi sırasında kullanılan sargılar reçineden yapılan maddeye bulaşıyordu. [14]

    Ayrıca Mısır için oldukça önemli olan ve ilahlaştırılan Nil nehrinin bereketli alüvyonları siyahtı. Tüm bu nedenlerden dolayı siyah renk doğurganlığı ve öbür dünyada yeniden doğma olasılığını simgeliyordu. [28]

    Mumyalama ile olan ilişkisinden dolayı ölen kişiyi mumyalamakla görevli olan kişiler yüzlerine ölüler kentinin efendisi ve ölülerin koruyucusu Anubis'in maskesi takarlardı.[1]

    Özellikle terazi başında diğer tanrılarla birlikte görev aldığı Orta Krallık döneminde çakal başlı bir adam olarak tasvir edilmeye başlanmış olan Anubis'in tamamen insan formuyla ortaya çıktığı nadir bir yer vardır; ki bu da Abidos'ta bulunan II.Ramses'in mezarıdır. [14][9]

    Genellikle kolunda şerit, elinde bir harman döveni tutarken tasvir edilen Anubis'in özelliklerinden biri, onun mumyalayıcı rolünü belirten Imiut fetişiydi (jmy-vt). [29]

    Eski Mısır'ın dini nesnelerinden biri olan Imiut fetişi doldurulmuş, kafasız bir hayvan derisiydi. Bu hayvan genellikle kedi ya da boğa olurdu. Bu fetişler kuyruk kısımlarından bir direğe bağlanır, bir nilüfer tomurcuğu ile son bulur ve ayakta duran bir direk üzerine yerleştirilirdi. Kökeni ve amacı tam olarak bilinmeyen bu dinin nesnenin varlığı 1. Hanedanlığa kadar uzanmaktadır. 

    Cenaze ile ilgili konularda ölünün mumyası ile ilgilenen ya da mezarının tepesinde oturup onu korur şekilde tasvir edilen Anubis'in Yeni Krallık müdürlerinde düşmanları üzerindeki egemenliği simgeleyen dokuz yayın üzerinde oturduğu görülmektedir. [30]

    Orta Krallık döneminde (MÖ 2000-1700) Osiris rolünü devralan Anubis, MÖ 30'larda başlayan Roma dönemindeki mezar resimlerinde ölen kişinin elini tutarak Osiris'e gitmesi için rehberlik ederken tasvir edilmiştir. [20][13]

    Anubis'in sıfatlarından biri olan "Kenti-Amentu" (Khenty-Amentiu) Batılıların İlki ya da Önde Geleni anlamına geldiği gibi aynı zamanda başka bir köpek cenaze tanrısının adıydı. Bu sıfata sahip olmasının nedeni koruduğuna inanılan ölülerin genellikle Nil'in batı yakasına gömülüyor olmasıydı. [14]

    "Dağının Üzerinde Olan" (Tepy-djuef (tpy-ḏv.f)) sıfatı onun ölüleri koruduğunu gösteren bir başka sıfattı ve O'nun mezarları yukarıdan koruduğunu anlatırken "Kutsal Toprakların Efendisi" (Neb-ta-djeser (nb-t3-ḏsr)) sıfatı Anubis'i Nekropolis çölünün tanrısı olarak tanımlıyordu. [31][17] 

    Bu yönlerinden dolayı çoğu antik mezar üzerinde Anubis'e edilen dualar yazılmıştı.

    Bir Papirüs metninde yazanlar Anubis'in, Osiris'in cesedini Set'ten koruduğunu anlatır. Bu efsaneye göre Set bir leopara dönüşerek Osiris'in vücuduna saldırmaya çalışır. Anubis, Set'i durdurur, boyun eğdirir ve Set'in derisini kızgın demir buçukla dağlar. Daha sonra Set'i n derisini yüzer ve ölülerin mezarına saygısızlık edecek, kötülük yapacak olanlara karşı bir uyarı mesajı olması için bu deriyi giyer. [18]

    Yani çakal olan Anubis'in düşmanı leopar olan Set'ti.

    İşte bu yüzden ölülerle ilgilenen rahipler Anubis'in Set'e karşı kazandığı zaferin simgesi olarak leopar derisi giyerlerdi. Leoparların derisindeki siyah beneklerin varlığı, Anubis'in onu (Set'i) dağladığını anlatan bu efsaneye bağlanıyordu. [19] 

    "Mumyalama Yerinde Olan" sıfatı Anubis'in bir Imiut ya da Imiut fetişi olarak mumyalama ile olan ilişkisini vurguluyordu. Aynı zamanda "tanrının kabinini yöneten kişi" olarak da anılıyordu; ki buradaki "kabin" muhtemelen mumyalamanın yapıldığı yer ya da firavunun mezar odası anlamlarına geliyordu. [31][17]

    Osiris efsanesinde Anubis, Isis'in Osiris'i mumyalamasına yardım eder. [20] Nitekim Osiris efsanesi ortaya çıktığında Osiris, Set tarafından öldürüldükten sonra organlarının Anubis'e hediye edildiği söylenmiştir. Bu efsaneden dolayı Anubis mumyalayıcıların da koruyucu tanrısı haline gelmiştir. Ölüler Kitabı'nda Mumyalama ayinleri sırasında genellikle dik duran mumyayı tutan çakal maskeli bir rahip olarak yer almıştır.

    Ölüler Kitabı, 151. bölümde Mumyalama odasında Anubis, Isis, Neftis ve Horus'un 4 çocuğu bulunur. Her biri kendi sözlerini söylerler. Bunlardan Anubis'in sözleri şöyledir:

    İlahi çadırın önde gelenlerinden Anubis tarafından konuşulan sözler [şunlardır]
    O ellerini hayatın efendisinin (tabutun) üzerine koyduğu zaman
    Şu sözler söylendi:
    Selam sana güzel yüzlü, görüşün efendisi, Ptah-Sokar'a bağlı, Anubis tarafından büyütülen
    Tanrılarda olan güzel yüz, kime Şu'nun (Shu)*** sütunları verildi
    Sağ gözün Akşam Teknesi, sol gözün Sabah Teknesi
    Kaşların Dokuz Tanrı, kaşın Anubis
    Kaşın Horus, parmakların Thoth
    Saçların Ptah-Sokar
    Osiris N'nin önündesin, seni görebilir
    Onu doğru yola ilet ki Set'in çetesini senin için cezalandırsın
    Iunu'daki büyük tapınaktaki Ennead'ın** önünde düşmanlarını senin için düşürsün
    ve soyluların efendisi Horus'un önünde Büyük [Beyaz] Tacı al

    Aynı bölümde yer alan Anubis'in figürü şöyle der:

    Uyan, izle, ey dağ olan
    Anın def edildi
    Saldırgan anını geri püskürttüm
    Ben Osiris N'nin koruyucusuyum 

    ANUBİS + HERMES = HERMANUBİS

    MÖ 350-30'da Ptolemaios döneminde Mısır, Yunan firavunlar tarafından yönetilen Helenistik bir krallık haline gelmişti. Bu etkileşim sonucu antik Mısır tanrısı Anubis, Yunan tanrısı Hermes ile birleşmiş ve ortaya Hermanubis adlı tanrı çıkmıştı. [26][27] Bu birleşimin en büyük nedeni iki tanrının da ruhları öbür dünyaya yönlendirdiğine olan inanışa yani benzer olmalarına dayanıyordu. [13]

    Döneme ait, cenaze sanatında Anubis, Yunan kıyafeti giymiş erkek veya kadınları, o zamana kadar çoktan yeraltı dünyasının hükümdarı konumuna gelmiş olan Osiris'in huzuruna götürürken temsil ediyordu.

    Mısırdaki Roma döneminde Yunan tarihçiler Anubis'in ruhlara yol gösteren bu yönünü Yunan dininde de aynı rolü oynayan kendi tanrıları Hermes'e atıfta bulunmak için kullandıkları "ruhların rehberi" anlamına gelen bir Yunan terimi olan "psychopomp" olarak tanımlamışlardı. [13]

    Yunanlılar ve Romalılar, Mısır'ın hayvan başlı tanrılarını tuhaf buluyor, ilkel olduklarını söyleyerek küçümsüyorlardı. Hatta Anubis'e taktıkları alaycı bir isim vardı : "Havlayan".

    Fakat Hermes ile birleşmesine rağmen çakal yönü ağır basmış olmalıydı çünkü bu tanrının tapınma merkezi, Yunanca adı "köpekler şehri" anlamına gelen Cynopolis'ti (uten-ha / Sa-ka) ve çakal başına sahipti. Gökteki Sirius ve yeraltı alemindeki Cerberus ve Hades ile ilişkilendirildiği olmuştu. [15]

    İki tanrının birleşmesi ile oluşan yeni tanrı Mısırlı değil de Yunanlı gibi giyiniyordu. Roma'da bu tanrıya tapınma 2. yy boyunca devam ettiğinden Hermanubis'in adı Rönesans'ın simya ve hermetik literatüründe de yer almaktaydı.

    Platon yazdığı Diyaloglar adlı eserinde "köpek adına", "köpek hakkı için", "Mısırlıların tanrısı olan köpek adına" gibi sözlerle hem ettiği yeminlerini güçlendiriyor hem de yeraltı dünyasının hakemi olan Anubis'e başvuruyordu [16]:

    Sokrates'in Savunması:
    22a: ... Atinalılar, köpek hakkı için size doğruyu söylemek boynumun borcu, aşağı yukarı şöyle bir
    durumla karşılaştım.

    Gorgias:
    c: Sokrates - Köpek aşkı için Polos, bana bir soru mu soruyorsun, yoksa bir düşünceni mi söylüyorsun, anlamıyorum.

    482a: Yoksa Mısırlıların tanrısı köpek hakkı için Kallikles, derim ki, Kallikles hiçbir zaman
    kendisiyle bağdaşamayacak, yaşadığınca çelişik bir durumda kalacak.

    Kratylos:
    b: Sokrates - Köpek hakkı için! Adları kuran en eski çağ kişilerinin, günümüz bilgelerinin çoğunun yaptığı gibi davranışlarının kökten bir olduğunu düşünerek, biraz önce gösterdiğim biliciliği hiç de kötü bulmuyorum... 

    DİPNOTLAR
    * 2015 yılında yapılan genetik çalışmalar sonrası taksonomi güncellemesi yapılınca kurt sınıflandırmasında yer almıştır.

    ** Ennead, Heliopolis'te tapılan 9 tanrının oluşturduğu gruptur.
    *** Şu, antik Mısır'da kuru hava tanrısıdır ve gökyüzünün dayanağıdır.