İdris ismi Kur’ân’da 2 kez geçer. Şit'in oğlunun oğludur. Adı arapça olmadığı
gibi hangi dile ait olduğu tartışmalıdır. İbni Kuteybe adının Uhnuh veya Ahnuh
olduğunu öne sürmüş ve kimilerince kabul görmüştür.
Mi'râc olayını anlatan hadislerde, Muhammed'in onunla 4.kat gökte karşılaştığı
ve İdris'in orada yaşamaya devam ettiği yazar. [1]
Bir sava göre İdris Yunan mitolojisindeki haberci Hermes ve Mısır
Mitolojisinde tanrıların yazıcısı ve habercisi Thoth'un birleşimi ve
enkarnasyonu olan Hermes Trismegistus ile aynı kişidir. İslam'a göre İdris pek
çok alanda öncüdür. Kalemle ilk kez yazı yazan olduğu gibi ilk astrolog, ilk
kumaş dokumacısı ve ilk kumaş kıyafet giyen kişidir. İnsanlar ondan önce
hayvan postu veya yapraklar giymektedirler. İbni Abbas da İdris'in terzi
olduğunu rivayet etmiştir. [6] Bunlar onu Hermes Trismegistus ile benzer kılan
diğer özelliklerdir.
Başka bir sav ise İdris'in Tanah'taki Hanok ile aynı kişi olduğudur.
Hatta Müslüman yazarlar ağırlıklı olarak bu görüşü kabul etmiştir. İlk kabul
edip yazan kişi Taberî'dir. [2] Sonrasında Fahreddin er-Râzî [3] ve birçok
isim aynı görüşü dile getirmiştir.
Hanok (Enok) İbrânîce'de "aydınlatmak, ders vermek" gibi anlamlara gelir.
Yaratılış Kitabı'na göre Hanok 365 yıl yaşar ve sonrasında ölmez, tanrı ile
yürüyerek kaybolur. [4] Bu anlatı Yahudi ve Hristiyanlar arasında Hanok'un
cennete ölmeden girdiği yönünde bir inanca neden olmuştur. Tanrı yanına aldığı
Hanok'a cennette kaldığı süre boyunca yaratılışın sırları, gelecekte dünyada
neler olacağı, güneş takvimi gibi birçok bilgiyi öğretmişti. Tanrıdan aldığı
göksel bilgiyi insanlara aktaran ilk kişiydi. Yahudi kitabı Ben Sira'ya göre
Hanok tüm nesiller için bir bilgi sembolüydü. [5] Zohar Kitabı'na göre Hanok'a
"Hikmetin Sırrı" adlı bir kitap verilmiştir ve kıyamete yakın bir zamanda
İlyas ile birlikte mehdi rolü üstlenecektir.
Diğer yandan kimileri onu İlyas veya Hızır olarak tanımlamıştır. Kim olduğu
belirsiz olan mitolojik bir peygamberdir.
Kur'ân'a göre Âdem yaratılmış ilk insandır ve ismi 25 kere geçer. Allah onun
yalnızlığına çare olması için daha sonra ona eş olsun diye Havva'yı yaratır.
Sonra Âdem ve Havva çocuk yaparak insan soyunu başlatırlar. Fakat Kur'an'da
Havva ismi geçmez.
İnsanlığın iki kişinin üremesi ile çoğalması ensest ilişki demek olduğundan bunu
kabul etmek istemeyen birçok kişi Kur'an'da asla bahsedilmemiş olan sav ve
çıkarımlarda bulunmuştur. Tıpkı "birçok Âdem ve Havva yaratılmıştır" demeleri
gibi. Diğer yandan kimileri "Allah bir süreliğine ensest ilişkiye izin vermiş
olabilir" diyerek İslam geleneğindeki anlatıyı kabul etmiştir. Fakat bu görüş
bilimsel yönüyle sorunludur.
Bazı kesimler Âdem'e kitap, daha doğrusu 10 sayfalık bir suhuf inmiştir deseler
de İslam alimleri bu olaya kaynak olarak belirtilen rivayeti "zayıf" olarak
nitelendirmektedirler. Söz konusu rivayette Muhammed, Ebû Zer el-Gıfârî’nin
"Allah resullerine kaç kitap gönderdi" sorusuna 104 cevabını vermiş, bunlardan
on sayfanın Âdem’e, elli sayfanın Şît’e, otuz sayfanın İdris’e, on sayfanın
İbrahim’e verildiğini, ayrıca Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’ın indirildiğini
belirtmiştir. [1]
Babil Talmudu ve Mezmurlar'daki anlatıya göre Tanrı meleklere "yeryüzünde bir
halife yaratacağım" dediğinde melekler Âdem'in yaratılmasına karşı çıkmış, Tanrı
"ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek yaratmıştır. Kurân, Bakara suresi
otuzuncu ayette bu anlatıya yer vererek Yahudi geleneğindeki bu türden metinleri
bünyesine katmıştır. [2]
Âdem İbrânîcede "toprak (yer)" anlamına gelen "adamah" kelimesinden
türetilmiştir. "Topraktan oluşan" anlamına gelir. Dini bağlamından dolayı aynı
zamanda "insan" anlamına da gelir ve Âdem anlatısının kökeni Mezopotamya
efsaneleridir. Yediği kaptan taptığı tanrı heykellerine kadar her şeyi topraktan
yapan antik dönem toplumları insanın da toprağa şekil verilerek yaratıldığına
inanmıştır. Gılgamış destanındaki Aruru'nun topraktanᴬ, Enki ile Ninhursag
(Ninmah) efsanesindeki Nammu ile Ninhursag'ın ve Atrahasis Destanı'ndaki
Nintu'nun (Ninhursag) karıştırdıkları kan ve balçıktan insan yaratmaları bunun
örneklerindendir. Tarım ve çömlekçiliğin olduğu toplumlarda bunun onlarca örneği
vardır. Greklerde Prometheus insanı topraktan yaratıyor, Mısırlılarda çömlekçi
tanrı Khnum çocukları balçıktan yarattıktan sonra annelerinin karnına
yerleştiriyordu.
A : Enkidu'yu da topraktan yaratır.
Mısır, Tell Amarna'da bulunan ve MÖ. 1400 dolaylarına tarihlenen Sümer
tabletinde anlatılan Adapa efsanesi ile İbrahimi dinlerdeki Âdem hikayesi
arasında ciddi benzerlikler vardır. İkisi de yaratıldıktan sonra Tanrı
tarafından hesaba çekilmiş ve sonrasında yeryüzüne sürülmüşlerdir.
İsa diye bir karakterin yaşayıp yaşamadığı tabi ki bilinmiyor ve hayali,
mitolojik bir figür olduğu, Mezopotamya'da tapınılmış ölüp-dirilen tanrıların
bir varyantı olarak ortaya çıktığı kuvvetli bir ihtimal gibi. Yine de İbrahimi
dinlere inananların gözünde gerçekten yaşamış biri olduğuna inanıldığından bu
makalede Hristiyan geleneğinin İsa'nın sünneti konusunda neler söylediğine
odaklanmak istiyorum.
Luka İncili'nin "İsa'nın Tapınakta Tanrı'ya Adanması" adlı bölümünde İsa'nın
sünnet edilişi şöyle anlatılır:
Luka, 2:21-24: Sekizinci gün, çocuğu sünnet etme zamanı gelince, O'na İsa adı verildi.
Bu, O'nun anne rahmine düşmesinden önce meleğin kendisine verdiği
isimdi. Musa'nın Yasası'na göre arınma günlerinin bitiminde Yusuf'la
Meryem çocuğu Rab'be adamak için Yeruşalim'e götürdüler. Nitekim Rab'bin
Yasası'nda, “İlk doğan her erkek çocuk Rab'be adanmış sayılacak” diye
yazılmıştır. Ayrıca Rab'bin Yasası'nda buyrulduğu gibi, kurban olarak “bir
çift kumru ya da iki güvercin yavrusu” sunacaklardı.
Anlatılanlara göre İsa, Yahudi geleneği gereğince doğduktan 8 gün sonra Brit
Milah, yani Yahudi sünneti uygulamasına tabi tutulmuş ve birçok Müslümanın
adak adını verdiği uygulamaya benzer şekilde çocuk sahibi olan Yusuf kurban
vererek kan akıtmıştır. İşte İsa'nın doğumundan 8 gün sonra gerçekleşen bu
sünnet gününün 1 Ocak olduğuna inanılır.
Bu sünnet olayı 10.yy'dan itibaren Hristiyan sanatında öne çıkan ve birçok
sanatçı tarafından resmedilen bir konu olmuştur.
Sünnet günü, hangi takvim kullanılırsa kullanılsın Doğu Ortodoks Kilisesi
tarafından 1 Ocak'ta "Sünnet Bayramı" olarak kutlanırken İngiliz Kilisesi
üyelerince (Anglikanlar) yine aynı tarihte kutlanmaktadır.
Bu sünnet günü son zamanlarda bazı kiliseler tarafından 3 Ocak'ta kutlanmaya
başlanmış ve Roma Katolikleri tarafından "İsa'nın Kutsal Adının Bayramı"
olarak adlandırılmıştır.
Çocuklara isimleri gerçek anlamda sünnet oldukları bu günde verilirdi. İşte
inanışa göre "Rabbimizin Sünnet Bayramı" dedikleri ve doğumundan 8 gün sonra
gerçekleştiğine inanılan bu bayram, İsa'nın adını aldığı gündür. İsa'ya
verilen isim İbranicede "kurtarıcı" ya da "kurtuluş" anlamlarına
gelmektedir.
İlk kez 567'de gerçekleşen bir kilise konseyinde kaydedilmiş olsa da bu
inanışın çok eskilere dayandığı açıktır.
İsa'nın sünnet olduğu yönündeki inanç sonrası ona ait olduğu söylenen
onlarca sünnet derisi ortaya çıkmış ve sergilenmek üzere koruma altına
alınmıştır.
Yani nasıl ki Muhammed'in saç ve sakalı olduğu düşünülen saç ve sakalları
korumaya alıp, saklayıp, hürmet edenler varsa çoğu Hristiyan için İsa'nın
sünnet derisi de böyledir.
Luka İncili'ndeki kanonik metinlere ek olarak Süryani Bebeklik İncili
(Arapça Bebeklik İncili), İsa'nın sünnet derisinin muhafaza edildiğine dair
ilk referansı içerir.
İkinci bölümde şöyle bir hikaye vardır:
"Ve onun sünnet zamanı, yani kanunun çocuğun sünnet edilmesini
emrettiği sekizinci gün geldiğinde onu bir mağarada sünnet ettiler. Ve
yaşlı İbrani kadın sünnet derisini aldı (göbek bağını onun aldığını
söyleyenler de vardır) ve onu hint sümbülü merhemi bulunan,
kaymaktaşından yapılma bir kutuda sakladı. Ve eczacı olan bir oğlu
vardı, ona dedi ki, "Dikkat et, bu kaymaktaşından yapılma hint sümbülü
merhemi kutusunu satma, buna karşılık sana üç yüz peni teklif edilecek.
İşte bu kutu, günahkar Meryem'in temin ettiği ve içindeki merhemi
Rabbimiz İsa Mesih'in başına ve ayaklarına döktüğü ve saçının telleriyle
sildiği o kaymaktaşı kutudur."
14. yüzyılın popüler eserlerinden olan Altın Efsane'de de yazdığı gibi
İsa'nın sünneti genel olarak Mesih'in kanının ilk kez döküldüğü an olarak
kabul edilir ve dolayısıyla insanlığın kurtuluş sürecinin başlangıcı ve
kanıtı olarak görülmüştür. Hristiyanlara göre bu kan aynı zamanda Meryem'in
7 Üzüntüsü'nden biridir.
İnanışa göre İsa tamamen insandı (kimilerine göre tamamen insanken kimilerne
göre hem tanrı hem de insan doğasına sahipti.) ve Mukaddes Kitap'ın
yasalarına itaat emişti.[4] Ortaçağ ve Rönesans teologları bunu defalarca
vurgulamışlardı. Ayrıca insanlığının bir göstergesi ve Tutkusu'nun bir
habercisi olarak İsa'nın çektiği acıya dikkat çekmişlerdi. Bu görüşler 1657
tarihli bir incelemede İsa'nın sünnetinin Musa'nın yasasını yerine
getirirken onun insan doğasını kanıtladığını iddia eden Jeremy Taylor gibi
Protestan teologlar tarafından devam ettirildi. Johann Sebastian Bach bu
ziyafet günü için 1 Ocak 1724'te Rabbin Sünneti adlı birkaç kantata
yazmıştı.
Erken Hristiyanlık dönemindeki sünnet tartışmaları, Yahudi olmayan
Hristiyanların sünnet olmalarının şart olmadığı şeklinde bir düşünce ile
sonuçlandı. Pavlus, Hristiyanlığa geçiş için sünnetin gerekmediğini
söylemişti. Mısırlı Kıptilerin Kilisesi ve Yahudi Hristiyanlar dışında
sünnet uygulanmaz hale gelmişti. Zaten Kıptilerin sünnet uygulamaları
Hristiyanlıktan öncesine dayanıyordu.
İşte bu yüzden 1. binyıla ait Hristiyan sanat eserlerinde İsa'nın sünneti
nadiren ele alınan bir konuydu.
Konuya dair günümüze kadar ulaşan en eski tasvirlerden biri 979-984
aralığına tarihlenen ve Vatikan Kütüphanesi'nde yer alan minyatürdür. Burada
çizilen sahnede elindeki bir bıçakla Meryem ve Yusuf'un tuttuğu İsa'ya doğru
gelmekte olan bir rahip vardır. Burada yer alan yapı ise muhtemelen Kudüs
Tapınağı'dır. Burada İsa'nın sünnet oluş anı gösterilmek istenmemiş, bundan
kaçınılmıştır. Yahudi geleneğine göre sünnet aslında kişinin babası
tarafından evde yapılırdı, kimilerine göre İsa'nın sünneti de böyle olmuştu.
Bunun yansımalarından biri Verdun'lu Nicolas tarafından bir sunak üzerine
yapılan levhada gösterilmiştir. Burada İsa'nın babası Yusuf elinde bir bıçak
tutmaktayken bir sonraki levhada Hristiyan sanatında nadir görülen
sahnelerden biri yer alır: İshak ve Şemsun'un sünneti.
Sonraki tasvirlerin birçoğu gibi İsa'nın, İshak ile Şemsun'un sünnetleri
muhtemelen tapınağı temsil eden büyük bir binada yapılırken resmedilmiştir;
ki büyük olasılıkla törenler orada yapılmış bile değildir. Kutsal Topraklara
hacca giden Orta Çağ hacılarına İsa'nın Beytüllahim'deki kilisede sünnet
edildiği söylenmiştir.
İşte İsa'nın sünnet olduğuna olan inanış onun kutsal sünnet derisi olduğu
iddia edilen birçok kalıntının kutsallaştırılmasına neden olmuş hatta bu
sünnet derilerinden bazılarına mucizevi güçler atfedilmiştir. Avrupa'daki
çeşitli kiliseler 'İsa'nın sünnet derisine sahip olduklarını" iddia
etmiştir. Tuhaf olan şudur ki bu iddiaların bazen aynı anda, farklı
kiliseler tarafından ortaya atıldığı da olmuştur.
Bu sünnet derilerinden en meşhuru Lateran Bazilikasında bulunuyordu ve güya
İsveçli Aziz Bridget'in gördüğü bir vizyon ile İsa'ya ait olduğu
doğrulanmıştı.
İsa'ya ait olduğu söylenen bu sünnet derilerinin çoğu Fransız Devrimi
sırasında kayboldu ya da yok edildi. Enteresan bir olay da yaşanmıştır.
1983'te, Sünnet Bayramı'nda gerçekleşen geçit töreninde Kalkata'daki sünnet
derisini içeren kutsal emanet İtalyan köyünün yollarında teşhir edilmiştir.
Ancak daha sonra sünnet derisinin saklandığı mücevher kaplı kasa çalınınca
bu uygulama sona ermiştir.
İsa'nın ölmediğine, göğe yükseldiğine inanan filozoflardan bazıları İsa
yükselirken, sünnet derisi gibi artık onun vücuduna bağlı olmayan parçaların
bile tanrı katına yükseldiğini iddia etmiştir. Öyle ki, bunu iddia eden
filozoflardan biri olan Leo Allatius uçukça bir iddia bulunarak İsa ile
birlikte yükselen sünnet derisinin Satürn'ün halkaları haline geldiğini
söylemiştir.
KAYNAKLAR
Luka 2:21.
Catholic Encyclopedia : Feast of the Circumcision
The Lost Books of the Bible (1979); Infancy of Jesus Christ 2:1-4
Nicholas Penny, National Gallery Catalogues (new series) : The Sixteenth
Century Italian Paintings, Vol. I (2004), pp.116-117.
Leonard Glick, Circumcision from Ancient Judea to Modern America (2005),
pp. 93-96.
Ray Pritz, Nazarene Jewish Christianity (1992), pp. 108-109.
Gertrud Schiller, Iconography of Christian Art, Vol. I (1971) (English
trans from German), pp.88-89, and plate 225
Robert P. Palazzo, The Veneration of the Sacred Foreskin(s) of Baby
Jesus (2005).
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL