HABERLER
Dini Haber

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 9

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 9, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 9

Yetkili:
- Barış’ın bir suçu yoktur, bu koyunlarda bazen görülen sürü psikolojisi dedikleri bir olay yaşanmıştır, sürü liderinin atlamasıyla koyunların da atladığı bu bir çok yerde görülmüştür, burada yaşanan olay budur dua edelim ki bu kadar büyük bir sürü tamamı da atlayabilir ve ölürdü.
Köylüler ikna olmamıştır hala kızgın ve öfkelilerdir, içlerinden biri:
- Ben anlamam zararımı kim verecek, Barış dikkatli olsaydı bunlar olmazdı, ben söylediklerinize inanmıyorum.
Yetkili:
-Benim raporum bu şekilde, çobanın hiç bir suçu yoktur, ölen koyunlarınızı gömün.
Köylülerden biri:
- Yok kardeşim benim zararımı kim karşılıyacak.
Barış üzgündür, çok sevdiği koyunları bir yana, hiç görmediği köylülerin  öfkesi bir yana.
Barış:
- Ben sizlerin bu zararını karşılıyacam.
Ramadan sinirlenir:
- Yetkililer sizlere nasıl olduğunu anlatıyor sizler suçlu arıyorsunuz ortada, Barış neden zarar ödesin sizlere.
Köylülerden biri:
- Sen karışma, zararı Barış karşılıyacak yok öyle rapor falan biz inanmıyoruz, tanrının izniyle olay çözüldü suçlu ve cezası verildi.
Ramadan sinirlerine hakim olamaz:
-Sizler bir umudu gerçek zanneden inanan, gerçek olanı ise göremiyecek kadar zavallı nefes alanlarsınız.
Köylüler Ramadan’nın sözlerini anlamamış, zararları karşılandığı için sakinleşerek ölen koyunların gömülmesini Barış’a bırakırlar oradan ayrılırlar.
Barış ve Ramadan ölen koyunları gömmeye başlarlar, hiç konuşmazlar, Ramadan çok üzgündür dostunun durumuna, Barış'ın göz yaşları toprağa yağan yağmur tanesi gibi, yüksek sesle duaları duyulurdu dağlardan saatlerce, köylülerin neden kendini suçladığını bir anlam veremezken bir yandan da yıkılan hayalleri vardır, bir de ölen koyunların paralarını nasıl ödeyeceğini düşünür, yıllarca köylülere çok para kazandıran bir anda kötü sözlerle karşılaşması çok derinden üzülmüştür,  tanrının bir bildiği vardır diye düşünür kendi hakkında, koyunları toprağa gömdükten sonra. Barış yorgun ve üzgündür.
Barış:
- Dostum bana kışın çalışmak için iş bulabilirmisin.
Gözleri yaşla dolar, hayelleri  kalmamıştır. Ramadan duygulanır, öfkelidir köylülere.
Ramadan:
- Elimden geleni yaparım.
Üç dört gün sonra akşama iki üç saat kala Ramadan gelir ve sohbet ederler, Barış Ramadan’a tanrının yüceliğinden ve sonsuz kudretinden bahseder devamlı. Ramadan tebessüm ederek:
- Bir de hayatımı ben anlatayım sana hiç bana sormadın hayatımı.
Barış:
- Geçmişini bilene geçmişi sorulur mu sence.
Ramadan uzanır yere yavaşca gözleriyle sanki bir yıldız arar gök yüzünde, konuşmaya başlar sözler sık sık boğulur dukaklarının arasında, kalbinden gelen acıyla bütünleşir.
Ramadan:
-  Üç erkek kardeşdik bir de babam, babamı dedem büyütmüş, çok zeki ve bilgi dolu olduğunu söylerdi babam. O da Irak, İran savaşına gitmiş bir daha dönmemiş. Dedemin savaşa gitmesinin nedeni din kardeşlerine yardım ve savaş sonunda toprak vereceklerini söylemişler onun da gitmesi bundan olmalı çaresizlik diyelim. Bir dağ köyünde büyüdüm, annem küçük kardeşimin doğumunda ölmüş, babam bizleri tanrı inancıyla büyüttü onu da babası. Tanrı bir gün bize mutluluk ve para verecek sizler de tanrı için dualar edin saygıyla, sevgiyle yaklaşın herkese derdi ve bu bizim için yaşam haline gelmiş bütünleşmiş din yaşantısı olmuştu, çocukken bile kim daha fazla dua eder diye yarış yapardık tanrı da bizim ailemizi mutlu etsin diyerek, babam yoksulluğumuzu bir oyun gibi anlatırdı bize. Bir gün paramız olcağına inanırdık, babam genelde tanrı bir gün bize para verdiğinde nasıl değerlendirip boşa para harcamamamız gerektiğini bizlere öğretiyor, sakın üzülmeyin yoksulluk oyunu oynadığımıza, biz aile olarak kazanacağız, bakın o zaman etleri, çikolotaları, ayakkabıları, elbiseleri ve bunun gibi, güzel ve sevgi dolu sözlerli anlatırdı, tanrıya güvenmemizi sağlardı,  o kadar fakirdikki bize bitli derlerdi, aynı yaşdaki çocuklar benle oynarken aileleri izin vermezdi, üzerimize yeni alınan hiç kıyafet hatırlamıyorum, küçük bir tarlamız vardı mısır eker ve un yapardık yaz, kış mısır ekmeği o da kısıtlıydı, ekmeği pişirecek yağımız olmadığından kestane yaprağına sarar pişirirdik, buğday ununun ekmeğinin kokusu bizlere nasıl koktuğunun bir tarifi yoktur, köy fırınında bayanlar ekmek yaparken yalvarırdık, bize de sıcak ekmek versinler diye verildiğinde evimizde bayram olurdu, yazları daha çok severdik ormandan çilek, mantar ve yenilebilir bir sürü ot toplar çorba yapardık,  kestane ve bir sürü meyve olurdu her ayın meyvesi vardı, tek kötü olansa ayaklarımıza giyecek bir ayakkabı olmamasıydı bunu dert etmez tanrı oyununu biz kazanacağımıza inanırdık, babam ve küçük kardeşim verem hastasıydı devamlı et, süt, balık, tavuk gibi vitaminli yiyecekler yemeleri gerekiyordu ama nerde, babam ve abim yaz başlarken mevsimlik tarla da çalışmaya giderlerdi üç dört ay bazen beş ayı bulurdu, ben on yaşına geldiğimde abim ve babamla çalışmaya başladım, çalışan işçilere su veriyor küçük kardeşimle oynuyordum, ailecek çok dindardık tanrı evin her köşesinde konuşulur ve övgüyle bahsedilirdi, ailemden kim ne iş yapsa hep tersine gider bir türlü düzgün olmazdı, babam ve abim  kimseye kötülük düşünmezlerdi, yazın kazanılan para kışın yetmez ve günde bir kez mısır ekmeği yer sadece uyumakla geçirirdik, abim bazen kışları insanlarda ayılar gibi kış uykusuna yatsak derdi, babamın hastalığı artık gözle görülür şekilde arttı kemikleri sayılır biçimde zayıfladı, abim, babama süt içmesi için bir inek aldı, ineğin parasını yaz mevsiminde çalışarak vereceğini söyledi, evde çok mutlu olmuştuk, evin bir odasını ineğe verdik, ineğimize dağdan ot yaprak toplar, sütü bütün aileye yetiyor yağ, yoğurt dahi yapıyorduk ailemizin bir parçası olmuştu, babam ve abim çalışmaya gittiler o yazın daha fazla çalıştılar. İneğin parası ve kışa para kalması için, yolda gelirken parayı çaldırmışlar, ineğin sahibi para için her gün eve gelir kötü sözler söyler giderdi, abim durumu anlatırdı fakat adam çalar saat gibi her sabah evimizin kapısına gelirdi, ineği geri de almazdı, abim kışın inşaata çalışmaya gitti ineğin parasını kazanarak adama verdik, bir hafta sonra inek öldü hiç anlamadık inek daha gençti, biz gene tanrıya duamızı kesmiyorduk, on iki yaşıma geldiğimde o kışın sonlarına doğru babam yataktan kalkmaz halde yatıyor zar zor konuşuyordu, bir hafta bu şekilde geçti doktora gidecek paramızda yoktu, çok daha ağırlaştı abim köyde yaşıyanlardan yardım etmelerini istemişti köylüler gelerek artık babamın son saatleri diyorlar abim ısrarla bir doktora götürmek istediğini söylerdi fakat kimse abimi dikkate almamıştı, köy de bulunan din görevlisi eve gelerek dua okumaya başladı abim din görevlisinede doktora götürmek istediğini söyledi aldığı cevap:
- Tanrı ne derse o olur vakti geldi her halde, boşuna yormayalım zavallı adamı.

Bu sözler beynimize yazılmıştı, din görevlisi beş altı saat kadar dua okudu, babama bakarken gözlerine her yeri resmediyor her anı her gördüğünü sanki bu son bakışı son sözleri olacakmış gibi içimiz parçalanıyor ve gözüne bakamıyorduk, içimizden tanrıya dua ederek babamızı alma bize bırak diyerek yalvarıyorduk, din görevlisi sonra gitti akşam olurken, babam aynı durumda hasta yatıyordu, abimle gece her evin kapısını beraber tek tek çaldık babamızı doktora götürmek için borç para istedik yalvardık herkese sanki aynı cevapla yanıt verdiler ''keşke dün isteseydin'' babanın saatleri kalmış, bu sözlere sinirlenmişti abim, din görevlisinin evinede gittik, hem para istemek bir de babama dua okuduğundan  ne kadar borcumuz olduğunu öğrenmek için, din görevlisi kibarca tatlı sözlerle iki gün tarlasında çalışmasını istedi abimden, babam için para da vermedi, abim ve ben köyde bulunan yirmi altı evin kapısını boşa çaldığımızı ağlayarak öğrendik, abim sabahtan din görevlisinin tarlasına çalışmaya gidecekti, o gece babama nasıl yardım edceğimi düşünmekten uyuyamadım, babamın bizleri götürdüğü iki köy uzakta bulunan ırmak geldi aklıma, balık tutarak belki babam iyi olur dedim, babam bizleri vakit buldukca balık tutkaya oraya götürürdü, babamın kendi yaptığı olta vardı, sabahtan gitmek için oltayı yatağımın yanına aldım, sabah olduğunda ben de abimle evden çıkarak babam için  balık tutmaya gittim, ırmağın kenarına geldiğimde hayvan kemrelerinin ırmağın kenarına yarısı suyun içine karıştığını gördüm. Babam her zaman tatlı su balıkları solucanı çok sever derdi hayvan kemrelerini karıştırdığımda bolca solucan buluyordum. O gün nasıl olduysa beş altı  kilo kadar balık yakaladım çok mutlu oldum babama yardım edeceğim ve iyi olacağını düşündüm. Irmaktan öğleden sonra eve gitmek için ayrıldım, tanrıya dua etmeyi de unutmuyordum, balıkları ipe dizdim ağırdı fakat hiç yorulmuyordum. Yol boyu yürürken bir araba yanımdan geçti ve yirmi otuz metre kadar sonra durdu, arabanın arkasında benim yaşlarımda çocuklar bana bakıyorlardı, arabanın yanına geldiğimde arkada iki çocuk önde bir adam ve kadın vardı, arabayı altı yedi adım geçtiğimde, adam balıkları kaça sattığımı sordu, ben de satmadığımı babamın durumunu anlattım, adam çocuklara benimle ilgili bir şeyler söylüyordu kısık sesle ben anlamıyordum, adam arabadan inerek beni öptü, elimin içine çok fazla kağıt para verdi, ben neden para verdiğini  anlamadım adam arabaya bindiğinde bir  an da babamın her zaman söylediği yoksula, muhtaç olana ve size yardım edene yardım edin, sözü aklıma geldi. Ben de adamın çok balık yemek istediğini ve bulamadığını bana da yardım ettiğinden dolayı balık vermek istedim, tuttuğum balıkların yarısını verdim, adam teşşekkür etti oradan ayrıldı, elimde sıkı sıkıya tuttuğum paralara bakıyor ve ilk defa biri bana kağıt para verdiğinden çok mutlu olmuştum sevincimden eve kadar koştum, parayı elimle o kadar sıkıyordum ki canlı olsaydı her halde ölürdü, eve geldiğimde babam aynı durumda yatıyordu, babamı öptüm balıkları pişirmeye başladım bir yandan da babama paraları gösteriyordum, fakat babam konuşamıyor gözlerinde mutlu olduğunu ben görüyordum, benimle gururduyduğunu anlıyordum, biz aile olarak bir birimizi çok seviyorduk ben çoşkuyla balıkları pişirdiğimde babama az az yidirmeye başladığımda abim eve geldi olup biteni hemen sevinçle anlattım, abim bir anda evden çıktı ben anlamadım neden gittiğini, babama ve kardeşime balıkları yedirdiğimde abim geldi din adamının yanına giderek yarın gelemiyeceğini söylemeye gitmiş, yoksulduk ama gururluyduk, zaten kalanda sadece oydu en azından gururumuzu kaybetmiyorduk, abim nasıl dua ettiğini anlatamam göz yaşlarında dahi duaları görebilirdin, abim babamı sabahtan doktora götürdü, ben de balık tutmaya kardeşimi alarak gittim, o kadar balık tuttuk ki kardeşimle zar zor dinlene dinlene eve geldik, eve geldiğimizde abim ve babam da gelmişlerdi doktor iyi olacağını söylemiş bir poşet ilaç vermiş abim benim verdiğim parayla doktorun ve ilaçların parasını gugurla vermişti, babam iyi olacaktı çok sevinmiştik evimiz de bayram vardı, abim balıkların bir kısmını komşulara verdi bizler bolca balık yedikten sonra abim beş kutu getirdi açtığımızda içinde çikolatalar vardı, o gün yediğim çikolatanın tadını hiç bir zaman unutamıyor ve aynı tadı çikolotalar da bulamıyorum, babam her geçen gün iyi oluyordu, şimdi anlıyorum ki zavallı babam cahil insanlar yüzünden ölüme terk edildiğini, tek yapmadıkları canlı canlı toprağa gömmekti, aslında onu yapmaya çalıştılarya, babam iyi olmuş evin için de huzur ve güvenle ailemizle yaşamaya devam ediyorduk, babamın hastalığı omuzunda bekleyen akbaba gibi peşini bırakmıyordu, iyi beslenmesi gerekli olduğunu biliyorduk ben de büyüyor, kardeşimi de yanımıza alarak ailemize yardım ediyorduk o yaz çalışırken babam çok zayıflamıştı, iş bittiğinde köye gelmeden doktora gittik, doktor çok iyi bakılması gerektiğini  ilaçları mutlaka almamızı söyledi, babam ilaçları almamamız için defalarca uyardı ilk kez babamızın sözünden çıkarak ilaçları aldık, aslında babam kışın ihtiyacımız olan parayı kullanmak istemiyordu öleceğini bildiği halde bizleri düşünüyordu, o kışın ortalarına geldiğimizde sabah uyandığımızda artık babam yoktu. Babamın ölüsüne bakarken nerdeyse iç organları görülüyordu kemikleri derisinden çıkacak gibiydi, neydi bu açlık denen çaresizlik. Abim, kardeşim ve ben yıkılmıştık. Bizleri ayakta tutan yoksulluğu oyun haline getiren o sevimli insan bir daha olmayacaktı bu oyunu nasıl oynanacağını o bilirdi, o kahraman yanımızda gözlerimizin önünde bir mum gibi eridi, küçükken bizlere yemek yapar sofraya oturur hiç yemek yemezdi her sorduğumuzda ben tokum derdi aslında bu hep yalandı açtı fakat yemek olmadığından tokum derdi, oda istemezmiydi çocuklarına elbise almak gezdirmek, çikolata almak hangi baba istemez bunları, o kahraman bunları yapamadığından bizleri üzülmesin diye oyun oynadığımızı söyler alamadığını diyemezdi zavallı. Tanrıyı yüceltir bize sadece onun yardım edeceğini anlatırdı, aslında o kahraman da o masala inanmıyordu elinde kalan sadece tanrı umudu kaldığından çocukluğunda beynine yer eden tanrı kurtuluşu olduğundan, o kahramanın düşüncelerine beynine halı örer gibi tanrı işlenmişti, hayatının her anında ise tanrı olması kaçınılmazdı, babamızın elinde olan umud sadece tanrıydı bize sunabileceği sadece oydu, babamın cenazesini kaldıracak paramız olmadığından köyün zengini tarlasında abim ve beni on  gün çalışma karşılığın da sevgili kahraman babamızı toprağa verdik  bir gün sonra adam bizi tarlaya çalışmaya çağırdı.

Diğer sayfalar:
◄ [8] , [10] ►
« ÖNCEKİ YAYIN
SONRAKİ YAYIN »