PEYGAMBERLERDE AŞIK OLUR |1 Adem’in Havva’sı ve Lilith’i
Kutsal kitaplara göre Adem eş ya da aşk seçeneği olmayan ilk insandı. Kendisine sunulanı kabullenmek, bulduğu ile yetinmek zorundaydı. Ama öyle olmadı.
Musevilerin ve Hristiyanların büyük bir kısmının inancına göre;
Yaratılan ilk kadın Havva değil Lilith idi.Uzmanlar ilk Lilith kaynaklarının 8. ve 10. Yüzyıllar arasından kaldığını belirtiyorlar ama bunlar yazılı kaynaklar, asıl öykünün ya da daha uygunu efsanenin ne zamandan geldiğini anlamak veya öğrenmek mümkün değil.
Antik Çağ´dan kalma bazı muskalarda ancak öykünün ilk paragrafına rastlanıyor ama hepsi bu. Zohar yani Musevi Kabalasının yorumlarında ve Gershom Scholem´in (Major Trends in Jewish Mysticism, sayfa 174) adlı kitabında Lilith ile ilgili muhtemelen daha eskilere yönelik göndermeler vardır. Buna karşın yeterince araştırmanın yapıldığı da söylenemez hatta kasten yapılmadığı söylenebilir. Peki neden? Bunun cevabını efsanenin bildiğimiz kadarını okuduktan sonra arayacağız.
Şimdi bir diğer kaynağa yönelelim; Kralın küçük oğlu hastadır; Kral Nebukadnezar; büyücü Ben Sira´ya “Oğlum iyileşsin, eğer bunu yapmazsan seni öldüreceğim.” der. Ben Sira oturur ve üzerinde kutsal isimlerin yazılı olduğu bir tılsım yani bir madalyon hazırlar. Tılsımda, şifa verici meleklerin isimleri, şekilleri, kanatları, elleri ve ayakları görünerek çizilmiştir. Nebukadnezar tılsıma bakar; “Bu kim?” der ve Ben Sira anlatır;
“Bunlar tıp melekleri Snvi, Snsvi ve Smnglof.
Havva ortada yokken Lilith vardı ama Lilith bir feministti.
Tanrı Adem´i yarattıktan sonra onun yalnız olduğunu gördü ve adamın yalnız olmasının iyi olmadığına karar verdi. (Tevrat/Yaratılış: 2:18)
Tanrı Adem için topraktan bir kadın yarattı ve ona Lilith adını verdi ama Adem ve Lilith kavga etmeye başladılar.
Lilith Adem´le yatmak istemiyor, birleştiklerinde hep üstüne çıkmasına karşı çıkıyor ve kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını yani eşit olduklarını söylüyordu. Anlaşmazlık sürdü, gitti ta ki Lilith Tanrı´nın kutsal isimlerinden birisini kullanıp, göğe uçuncaya kadar. Adem Tanrı´ya dua etti ve kadının kendisini terk ettiğini söyledi. Bunun üzerine Tanrı üç meleğini, Lilith´i geri getirmeleri için görevlendirdi ve eğer Lilith Adem´e geri dönmeyi kabul etmezse, her gün yüz çocuğunun öleceğini söylemelerini emretti. Melekler Tanrı´nın yanından ayrılarak Lilith´i izlediler ve onu Mısırlılar´ın intihar etmek için kullandıkları suyun ortasındaki adacıkta bulup, Tanrı´nın sözlerini tekrarladılar ama Lilith geri dönmek istemedi, bu kez melekler onu suya batırıp, boğacaklarını söylediler. Lilith cevap verdi;
“Beni rahat bırakın, sadece hastalıklı bebekler doğuruyorum; eğer erkek bir bebek olursa doğumdan sonra 8 gün, kız bebek olursa 20 gün onun kölesi olacağım.” dedi. Melekler ısrar etmeye devam ettiler ama Lilith Tanrı´nın adına yemin ederek meleklere; “Ne zaman isimlerinizi veya şekillerinizi bir muskanın üzerinde görürsem, onu takan bebeğe yaşam vermeyeceğim.” dedi ve her gün yüz çocuğunun ölmesini kabul etti. Anlatılana göre her gün yüz şeytan aynı nedenden öldü ve bizler o günden bu yana, o meleklerin isimlerini küçük çocukların boyunlarına asılı muskalara yazdık.
Lilith meleklerin isimlerini her gördüğünde yeminini hatırlar ve çocukları korur.” Ben Sira´nın Kral´a anlattıkları bu kadar ama efsanenin bir diğer versiyonu daha var;
Batılı bir çok insan için Tanrı insanı ve kadını kendi suretinde Yaradılış´ın Altıncı Günü´nde yaratmış. sonra ona dünyayı vermiştir ama o anda aslında Havva henüz yoktur. Tanrı, Adem adını verdiği ilk insana yaşayan her canlının adını öğretir ve dişi, erkek olarak iki ayrı cins olduklarını gösterir. Adem´in o sıralarda 20 yaşlarında olduğuna inanılır.
Adem hepsi birer çift olan canlıların birbirlerine duydukları aşkı kıskanmaya başlar. Her dişi canlı ile beraber olmaya çalışır ama tatmin olmayınca haykırır;
“Hepsi canlı ama ben uygun eş değilim.” ve Tanrı´ya bu haksızlığı gidermesi için dua eder.
Öteki Anlatı ve Lilith´in Laneti
Ve Tanrı ilk kadını Lilith´i yaptı, onu da Adem gibi oluşturdu ama bu kez saf toprak yerine Adem´den kalan tortuları kullanmıştı. Adem´in artıklarından Naamah ve Asmodeus başta olmak üzere sayısız cin türemişti ve bunlar insanlığın başına nesiller boyu dert olacaklardı. Hatta bin yıllar sonra Lilith ve Naamah, cinlere hükmeden Peygamber Kral Süleyman´ın Kudüs´de fahişeleri yargılamasına çağrıldılar. Adem ve Lilith asla barış içinde olmadılar, Adem ne zaman Lilith´le yatmak istediyse reddedildi; Lilith yere uzanmak istemiyor ve; “Niçin seninle yatmalıyım?” diyor ve soruyordu; “Ben de topraktan yapıldım ve seninle eşitim.” Adem onu zorladı ve güç kullandı ama Lilith öfkeyle karşı koyarak, Tanrı´nın sihirli adını kullanarak göğe yükseldi ve onu terk etti. Adem Tanrı´ya şikayet etti; Tanrı ilk olarak meleklerinden Senoy, Sansenoy ve Semangelof´u yollayarak, Lilith´i geri getirmelerini emretti. Melekler Lilith´i, Kızıl Deniz yakınında buldular; orası şehvet şeytanlarının yeriydi. Melekler Lilith´e gecikmeden Adem´e geri dönmesini aksi halde onu boğacaklarını söylediler. Lilith cevap verdi; “Burada kaldıktan sonra Adem´e namuslu bir ev kadanı olarak nasıl geri dönebilirim?” Melekler ısrar edince Lilith cevap verdi; “Tanrı beni yeni doğmuş çocuklara yaşam vermekle görevlendirdi. Erkek çocuklar yaşamın sekizinci gününde sünnet olduklarında, kızlar ise yirminci günde ölecekler. eğer ben sizin isimlerinizi veya görüntülerinizi yeni doğmuş bir bebeğe takılı bir madalyonun üstünde görürsem, yemin ederim onları esirgeyeceğim.” Lilith´in sözü kabul edildi ama Tanrı onu cezalandırdı ve her gün onun cin bebeklerinden yüz tanesi öldü. Lililth insan bebekleri öldüremedi çünkü hepsinde melek muskaları takılıydı ve kendi sözüne karşı gelemedi.Bazı kaynaklara göre Lilith, Saba Melikesi´ne karşı Zmargad´ın kraliçesi oldu ve cinlerine Job´un oğullarını öldürttü. Ama Adem´in laneti sürüyordu, Adem Cennet´den düşüşe kadar Lilith´e lanet etmeyi sürdürdü. Lilith ve melek Naamah intikam olarak insan bebekleri boğup öldüremediler ama erkeklerin rüyalarına ayartıcı olarak girdiler ve yanlız uyuyanların bazıları onların kurbanı oldular.
Evet, aşk Adem’le, ilk insanla, ilk peygamberle başlıyor efsaneye göre. Adem’den sonra gelen peygamberlerde de devam ettiği muhakkak. Hakkında pek bilgi olmayan bir çok peygamber var. Ancak öyküleri uzun anlatılanlarda aşka rastlıyoruz. Bunlardan en önemlileri de Davud’un ve oğlu Süleyman’ın aşkları.
Babylonian Talmud Baba Batra 73a - 73b, Babylonian Talmud Erubin 100b. Artscroll Schottenstein Talmud Bavli ISBN 1-57819-067-3
İbrani Mitleri-Robert Gravers, Raphael Patai "Tekvin ve Yaratılış Kitabı 2009 basısı sayfa. 103-104 ISBN 978-975-4688-5-04
Hammer, Jill. "Lilith, Lady Flying in Darkness". My Jewish Learning. Retrieved 19 June 2017.
Schwartz, Howard (2006). Tree of Souls: The Mythology of Judaism. Oxford University Press. p. 218. ISBN 978-0-19-532713-7
Alphabet of Ben Sirah, Question #5 (23a–b)
Humm, Alan. Lilith in the Alphabet of Ben Sira
Kosior, Wojciech (2018). "A Tale of Two Sisters: The Image of Eve in Early Rabbinic Literature and Its Influence on the Portrayal of Lilith in the Alphabet of Ben Sira". Nashim: A Journal of Jewish Women's Studies & Gender Issues (32): 112–130. doi:10.2979/nashim.32.1.10
Patai p232 "Or according to the Zohar, two female spirits, Lilith and Naamah — found him, desired his beauty which was like that of the sun disk, and lay with him. The issue of these unions were demons and spirits"
Müslümanlar uzun yıllardan beri Kur-an'ı bizlere yaratılışı en doğru anlatan kitap olarak yutturdular. Lakin bir az araştırma yaparak bu yaratılış masallarının bilimsel yönden de kendi içindede çeliştiğini gördüm. İnternette çok aramama rağmen şimdi size söylediklerimi önceden anlatmış bir yazıya rastlayamadım ve bu makaleyi paylaşmaya karar verdim. Şimdi lütfen ön yargılarınızı bir kenara bırakıp dikkatli bir şekilde okuyun ve kendiniz bu çelişkilerin şahidi olun. Müslüman din hocalarının Kur-an'daki insanın yaratılış hikayesini yorumlarken iki teori üzerinden konuştuklarını gördüm. Bunlardan birincisi şöyledir.
1) Allah ilk önce Adem ve Havva isimli iki insan yarattı sonra onların çocukları çaprazlama evlilikler yaparak günümüz insan toplumunu oluşturdu.
Şimdi bunu söyleyen din hocaları Kuranda kardeşle evliliğin yasak olduğunu görmezden geliyor. Ama geçenlerde bir Müslümanla tartışmam esnasında bunu görmezden gelmediklerini ve hatta bu kardeş evliliğini meşru kılmak için bir kılıf uydurduklarının şahidi oldum. Bahaneleri şuydu: «Allah Adem ve Havvayı yarattığında kardeşle evlenmeme yasağı yoktu.» İlk bakışta bunu işiten bir Müslümana bu söylenilen şey mantıklı geliyor. Ancak unuttukları şey budur. Kur-an insanlar ve evren yaratılmadan çok önceden vardı. Bunu ben değil Kur-an'ın kendisi söylüyor. Ayete bakalım.
ZUHRÛF suresi 3-4.ayetler: "Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz. Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur."
Şimdi ayete iyice bakalım. İlk önce Kur-an'a gönderme yapıyor sonrasında o Kuran ana kitapta mevcuttur diyor, yani size inen bu Kura nana kitabın bir parçasıdır diyor. Bunun böyle olduğuna dair İslam aleminde ittifak mevcut. Öyleyse Kuranın yasalarının ilk insan döneminde olmadığını söylemek Kurana aykırı bir şeydir. Levh-i Mahfuz insanlardan ve tüm yaratılan şeylerden öncede vardı. Bunun böyle olduğunu nereden anlıyoruz? Tabi ki de Kuranın kendisinden çünkü Allah Kuranda yaptığı ve gelecekte yapacağı şeylerin tümünün o ana kitapta yazılı olduğunu söylüyor. 27/NEML-75: "Gökte ve yerde gâib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) olmasın."
Konuyu toparlayacak olursak eğer Kur-an ana kitabın bir parçası ise ve kardeşlerle evlenmenin yasak olduğu ayetler de onun içinde ise, demek ki Adem ve Havva'nın çocukları kardeşleriyle evlendiğinde bu yasak geçerliydi. Ama her ne hikmetse Allah bu yasağı görmezden gelmiş ve onların kardeşleriyle evlenmelerine izin vermiş.
2) İkinci teorileri ise Caner Taslaman, Mehmet Okuyan gibi felsefi düşünürlerin söyledikleridir. Teori şundan ibaret: «Allah Adem ve Havvayı yaratırken onlarla birlikte başka insanlarda yarattı»
Şimdi fotoğrafı daha detaylı bir şekilde inceleyelim. İlk önce Allah Adem ve Havvayı yaratıyor ve onlar evleniyor. Onların evlenmesinden doğan çocuklarlar birbiriyle evlenmiyor ve Allah insanları çoğaltmak için Adem ve Havva'nın evlenebileceği başka erkek ve kadın yaratıyor. Bu durumda Adem'in evlendiği o başka kadından bir erkek çocuğunun, Havva'nın evlendiği o başka erkekten de bir kız çocuğunun doğduğunu varsayalım. Şimdi bu erkek çocukla kız çocuğu evlenseler onlardan doğan çocukların da evlenip çoğalması için yeniden insanlar yaratılması gerek. Neden? Çünkü bu çocuklar Adem ve Havva'nın torunları olmuş oluyor ve Ademle Havva'nın diğer çocukları olan Habil ve Kabilin çocuklarıyla da kan bağı var ve üvey kardeş durumundalar. Diyelim ki bu erkek çocuğun evlenmesi için bir kadın daha yaratıldı. Şimdi onların çocukları kardeşleriyle veya tekrardan anneleriyle evlenemeyeceği için böylece sonsuza kadar her defasında Allah bir kadın veya bir erkek yaratmak zorunda. Kuranın evlenilmesi yasak kişileri saydığı ayete bakarsak eyer durumu daha iyi anlarız.
4/NİSÂ-23: "Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."
Gördüğünüz kadarıyla her iki teorinin de mantıki yönden bir tutarlılığı yok. Kur-an'ı evirip çevirerek kurtarmaya çalıştıkça daha çok batıyorsunuz ve aklı başında olan azıcık düşünme becerisi olan her insan din masallarını bir kenara bırakıyor. Kur-an'ın Arap toplumuna özgün bir yaşam ve adetlerini gösteren kitap olarak okunması insana bir şeyler öğretebilir belki. Ama Allah'ın her şeyi bildiğini ve Kur-an vasıtasıyla size insanın yaratılışını anlatacağını bekliyorsanız o zaman sizlere kolay gelsin çünkü aklınızı ve mantığınızı baya zorlamış olacaksınız.
İslam, Hristiyanlık ve Musevilik gibi bir çok dinin kökenlerinin Sümer, Babil,
Akad ve Antik Mısır dinlerine dayandığı, bu efsanelerin, efsaneyi alan
toplumlar tarafından değiştirilerek kendi din ve kültürlerine uyarlandığı
açıktır. Bunların en büyük delilleri elde edilen arkeolojik kanıtlardır.
Tabletler, kabartmalar, mezar metinleri, parşömenler, büyü kapları, put ve
heykeller, tapınak metinleri gibi yüzbinleri geçen elle tutulur deliller bu
durumu kanıtlamaktadır.
Kendinden önceki çok tanrılı toplumların dininden alınan ve uyarlanan bu
efsanelerin en önemlilerinden biri de kaburgadan yaratılış efsanesidir. Kur'an
ve kutsal olarak görülen diğer kitaplara Havva'nın Adem'in kaburgasından
yaratıldığı şeklinde geçen söz konusu efsane insanları değil de tanrıları konu
edinen bir cennet mitidir. Olayın geçtiği yer Sümer tanrılarının cenneti ve
İbrahimi dinlerdeki Aden bahçesinin öncülü olan Dilmun'dur. Nuh Tufanı
efsanesinin kökeni olan Gılgamış Destanı'nda Sümerlilerce cennet bahçesi
olarak tanımlanan bu yer aynı zamanda Sümer halkının kutsal topraklarıdır.
[1][2]
Dilmun öyle bir ülkedir ki temizlik, saflık ve aydınlık hakimdir, hayvanlar
birbirlerine saldırmaz, zarar vermez, insanlar yaşlanmaz, kimse hasta olmaz.
Dünyanın her yerinden ahşap, taş, değerli mineraller, yün, baharat gibi
zenginliklerin bulunduğu kentsel bir alışveriş merkezi gibidir. Tahılları,
hurmaları ve konutlarıyla övünülmektedir. Hiçbir genç kız yıkanmaz çünkü
kirlenmek yoktur, hiçbir erkek nehre yelken açmaz çünkü avlanma, yemek için
uğraşma ihtiyacı yoktur, hiçbir haberci dolaşmaz, ne sevinç şarkısı ne de
feryat vardır. [3] Fakat tüm güzelliklerine rağmen Dilmun diyarının bir kusur
vardır, içme suyundan mahrumdur. Enki, Dilmun tanrıçası Ninsikila'nın (=
Ninhursag) yakarması üzerine içme suyu (tatlı su) getirilir.
Enki üreme organıyla bataklıkta kanallar kazar ve sazlıkları “sular-döller”.
Öyle ki organı elbisesinden dışarı çıkar (Güç, verimlilik göstergesi). Daha
sonra Enki, bu bataklıklara girmeyi yasaklar ve Ninhursag'ı onunla yatmaya
davet eder. [14]
Ninhursag (Nintu, Ki, Ninmah, Damgalnuna) ile Enki birleşince bitki tanrıçası
Ninsar, diğer adıyla Ninmu'ya hamile kalır. Zaman tanrıların katında farklı
akmaktadır; tıpkı İbrahimi dinlerde olduğu gibi. Ninhursag'ın hamileliği şöyle
anlatılır:
Ninhursag’a “yürek suyu”nu akıttı,
O da “yürek suyu’nu, Enki’nin tohumunu aldı.
Bir gün ona bir aydır,
İki gün ona iki aydır,
Üç gün ona üç aydır,
Dört gün ona dört aydır,
Beş gün (ona beş aydır,)
Altı gün (ona altı aydır,)
Yedi gün (ona yedi aydır,)
Sekiz gün (ona sekiz aydır,)
Dokuz gün ona dokuz aydır, “kadınlık” ayıdır,
... kaymak gibi, ... kaymak gibi, leziz tereyağı gibi,
Ülkenin anası Nintu, ... kaymak gibi, (... kaymak gibi, leziz tereyağı
gibi,)
Ninsar’ı doğurdu.
Ninsar "Yeşilliğin Kadını" demektir. Kızı Ninsar dünyaya gelip büyüdüğünde
Enki karaya çıkarak onu gebe bırakınca Ninkura, onu da gebe bırakınca başka
bir bitki tanrıçası Uttu dünyaya gelir (Dikkat: Güneş tanrı Utu değil; Uttu.
Uttu giysi tanrıçasıdır.). Tüm bu birleşmeler için Enki'nin kayığa binip
karaya çıktığı yazar. Dolayısıyla bunlar suyun karaya taşıp bitkilere
temasının, setler oluşturmasının ve tarımsal verimliliğin devam etmesinin
erotik anlatılarıdır. Bu doğumların ve cinsel birleşmelerin tümünün ağrısız
olduğuna özellikle vurgu yapılmış, hatta kaymak gibi oldu, yağ gibi oldu gibi
ifadelere yer verilmiştir.
Farklı bir arkeolojik eser parçasında yazan 20 satırlık metine göre ise
Ninkura'yı gebe bırakınca Ninimma doğmuş, Ninimma'da gebe bırakılınca Uttu
dünyaya gelmiştir. Yani Enki "cennetteki hileci" tabletine göre 3 kızıyla
birlikte olmuştur. Bağımsız parçacıkta yazan da eklenirse bu sayı 4 olur. [4]
Hal böyle olunca Enki'nin Uttu'yu da gebe bırakacağını öngören Ninhursag onu
uyararak Enki ona yaklaşırsa nasıl davranacağına dair öğütler verir. Bu
tavsiyeler sonrası Uttu, Enki'den elma, üzüm ve salatalık gibi bazı hediyeler
ister. [5] Bu istenenler muhtemelen düğün hediyeleridir. Enki hediyeleri
hazırlayıp getirir ve Uttu ile birleşirler. Fakat diğer tanrıçaların aksine
Uttu ile birleşmelerinde Uttu'nun ağrıları olmuş, canı yanmıştır:
Uttu munus sag-ga a ḫaš-ĝu im-me a bar-ĝu a ša-ba-ĝu im-[me]
Güzel kadın Uttu "oy uyluğum" dedi, "oy dışım (bedenim)" dedi, "oy içim
(rahmim)" dedi.
Tanrıça ah vah edince Ninhursag gelip Enki'nin menisini/sularını onun
uyluğundan siler ve ortaya sekiz adet bitki çıkarır. [6] Bu kısım okunamaz
durumda olduğundan 8 bitkiyi nasıl yarattığı bilinmese de Uttu'dan aldığı
Enki'nin suları ile kendi toprağını suladığı kuvvetle muhtemeldir. Özellikle
böyle söylüyorum çünkü unutmayın ki cinsel görünen bu ifadeler doğanın
canlandırılması, suyun toprakla buluşması ve bitkilerin yeşermesini
anlatmaktadır.
Bataklıktaki Enki, Ninhursag'ın yarattığı yasaklı bitkileri gözetler ve onlar
hakkında ulağı tanrı İsimud'a danışır. İsimud her bitkiye isim verir,
köklerinden keser veya çeker ve sırayla her birini yiyen Enki'ye verir.
Metinin bir kısmına bakalım:
Bu şekilde Enki, her bitkinin “kalbini bilir” ve “kaderini belirler”. Bunun
sonucunda Ninhursag çılgına döner ve "hayat veren gözünü" ondan çekerek
Enki'yi lanetler. [13]
Tanrıçanın lanetini duyan tanrılar dehşete kapılırken lanetlenen Enki 8 farklı
yerinden hastalığa yakalanır ve adeta ölüye dönüşür. Sonra efsanede bir tilki
belirir. Tilki, Enlil'e Ninhursag'ı geri getirmeyi teklif edince Enlil'de
karşılığında ona şehrinde bir ağaç ve şöhret vaat eder. Tilki zanaatıyla
kendini süsler ve kurnazca Ninhursag'a yaklaşır. Ninhursag iyileştirmeye ikna
olunca Enki'yi vulvasının (dişilik organı) yanına oturtur. Enki'ye
ağrıyan-hastalanan yerlerini sorar. Bunlar baş, saç, burun, ağız/diş, boğaz,
kol, kaburga ve kalçasıdır. Tanrıça ağrı içindeki her bölge için şifa
tanrıları doğurur; bu tanrı ve tanrıçalar Enki'yi sağlığına kavuşturur, yaşama
döndürür. Bu tanrılar özünde Enki'nin ağrıyan yerlerine atıfta bulunmaktadır.
İsimleri doğrudan bu bölgelerin ismidir.
Önemli olan kısım da işte tam burasıdır. Hastalanan yerlerden biri kaburgaydı.
Hasta olan her bölge için tanrıların çağrıldığı şiirin kaburga ile ilgili
kısmı şöyledir:
šeš-ĝu a-na-zu a-ra-gig
"Kardeşim, neren hastalandı?"
ti-ĝu ma-[gig]
"Kaburgam hastalandı."
nin-ti im-ma-ra-an-[tu-ud]
Ninti’yi orasından doğurdu. / Ninti'ye yaşam verdim senin için.
Ti (𒋾) "kaburga", Nin (𒊩𒌆) ise "hanım, kadın" demektir. Yani Ninti (𒊩𒌆𒋾)
"Kaburga Hanımı" demektir. [7] Kaburga kemiği ile var olmuştur. [11] Tevrat'ta
Adem'in eşinin Adem'in kaburgasından, Kur'an'da ise Havva'nın Adem'den
yaratıldığı anlatılır. Kur'an'da yaratılan kadının adı geçmezken Tevrat'taki
adı Havva'dır (חַוָּה). Diğer adı Eve'dir.
Yaratılış 2: 21-25:RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun
kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem’den aldığı
kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.
Adem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, Etimden alınmış
ettir” dedi,
“Ona ‘Kadın’ denilecek,
Çünkü o adamdan alındı.”
Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi
tek beden olacak. Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir
bilmiyorlardı.
Nisa 1:Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan,
ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten
sakının...
A'raf 189:Sizi bir tek candan yaratan, kendisiyle mutlu olsun diye
ondan da eşini yaratan O’dur...
Nisa 1:"...Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan,
ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten
sakının."
İbranilerin onca organ varken kadının yaratılışı anlatılarında kaburgayı
tercih etmişlerinin nedenlerini biraz açalım. Kitab-ı Mukaddes'e göre Havva
adı anlam olarak aşağı yukarı "yaşatan dişi", "yaşam kaynağı" gibi anlamlara
gelir.
Tevrat'a göre herkesin annesi olduğuna inanılan ve Adem'e eş olarak
kaburgasından yaratılan kadına Havva ismini veren kişi Adem'dir.
Tekvin 3:20'de şöyle yazar:
Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi.
Kitab-ı Mukaddes yazarı Havvâ adını "yaşamak, yaşatmak" anlamına gelen "hâyah"
ın kökünden türediği ile [8] veya "hayat" anlamına gelen "hayya" [9]
kelimesine dayandığı şeklinde açıklar.
Sümercede kaburga kemiğine de "ti" denir ve Dilmun şiirinde Enki'nin hasta
organlarından biri kaburgasıdır. Fakat Sümercede "ti" aynı zamanda "yaşatmak"
anlamına geldiğinden kaburga kemiğini iyileştiren kadın sadece "Kaburga
Kemiğinin Hanımı" değil aynı zamanda Kitabı Mukaddes'teki gibi "Yaşatan Hanım"
anlamına da gelir. [10] Yani Sümer dilinde bu iki anlam özdeş hale gelmiştir;
-ti hem yaşam hem kaburgadır.
Enki'den bahsedilen söz konusu Dilmun şiiri Tevrat'taki Havva kıssasının
temelini oluşturmuş [12], buradan da diğer dinlere geçmiştir. İbrahimi dinler
üzerindeki etkisini oldukça fazladır. Birkaç örnek vereyim.
Efsanede güneş tanrısının* topraktan tatlı su çıkarmasını anımsatır şekilde
Tekvin 2:6'da şöyle yazar:
"Ve yerden buğu yükseldi ve bütün toprağın yüzünü suladı".
* Enki'nin ricası üzerine içme suyunu getiren Güneş-Tanrı Utu'dur.
Efsanede yazana göre tanrıçalar ağrı ve sancı çekmeden, yağ gibi doğum
yapmaktadır. Bu durum İbrani geleneğinde Havva'ya edilen lanetin arka planına,
kaderinde çocuklarını çile çekerek taşıyıp ağrı içinde doğurmak olduğu
inancına ışık tutar.
Enki yasak olan 8 bitkiyi yediği için lanetlenirken Adem ile Havva bilgi
ağacının yasak meyvesini yediklerinden dolayı lanetlenmişlerdir.
Ulağı İsimud 8 bitkiye isim verip yemesi için Enki'ye uzatırken Enki onun
bitkileri isimlendirmesine engel olmamış, onaylamış dolayısı ile yeni
yaratılan bitkilere birlikte isim vermişlerdir. Benzer şekilde Tevrat'ın
yaratılışı anlatan Ruhban metnine ait bölümünde (Tekvin 1:27; 5:2) ilk
insanın erkek ve dişi olarak yaratıldığı, Yahvist metne ait başka bir
bölümde (Tekvin 2:18-23) önce erkeğin, daha sonra kadının yaratıldığı
vurgulanır. Buna göre ilk olarak yaratılan erkek aynı zamanda varlıkların
isim babasıdır. Tanrı'nın onun için yarattığı kır hayvanlarına ve kuşlara
isimlerini verir. Tıpkı Enki ve İsimud'un bitkilere isim vermesi gibi.
Havva'yı kaburgasından yaratmadan önce Adem'e derin bir uyku verildiğinden
bahsedilir. Aynı şekilde Ninti yaratılmadan önce Enki de derin bir uyku
halindedir.
Kısacası Enki ve Ninhursag efsanesinin değişime uğrayarak Tevrat'a oradan da
ufak değişiklikler ile Kur'an'a geçtiği açıktır. Sümer efsanesinde
kaburgadan yaratılan tanrıça figürü İbrahimi dinlerin tek tanrıcı
ilkelerinin etkisi ile sıradan, ölümlü bir insan haline getirilmiş
ve çamurdan yaratılan Adem'e eş yapılmıştır. Tüm bunların ışığında,
tanrısal mesajlar denen bu metinler gerçekten de eskilerin masallarıdır.
KAYNAKLAR
Rice, Michael (1991). Egypt's Making: The Origins of Ancient Egypt
5000-2000 BC, p. 230.
Edward Conklin (1998). Getting Back Into the Garden of Eden. p. 10.
P. Attinger, "Enki and Ninhursage: Zeitschrift für Assyriologie 74,"
1984:13-28
Attinger, a.g.e., 19
Attinger a.g.e. 21n41 and 23n46
Attinger 1984:25n48 and 49
Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, Çev: Alaeddin Şenel, s. 158
La Sainte Bible: La Bible de Jérusalem, s. 12; Ligier, s. 222
Ancien Testament (Traduction œcuménique de la Bible), Paris 1980, s. 49
Kramer, Samuel Noah (1963). The Sumerians: Their history, culture, and
character. p. 149.
Coulter, Charles R.; Turner, Patricia (2012). Encyclopedia of Ancient
Deities. p. 348
Lerner, Gerda (1986). History of Women vol. 1 : The Creation of
Patriarchy. p. 184-185.; Meagher, Robert Emmet (2002). The meaning of
Helen: In search of an ancient icon. Wauconda, III. p. 153, note 51.
Samuel Noah Kramer : Sümer Mitolojisi
Jean Bottero, Samuel Noah Kramer, Mezopotamya Mitolojisi, sayfa 170 (Enki ile Ninhursag); Keith Dickson, Enki and Ninhursag: The Trickster in Paradise (2007).
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Yahudi Torah ve Hristiyan İncil'in ilk kitabı olan "Yaratılış", her ikisi de bugünün Yahudi, Hristiyan ve İslami inançları tarafından dünyanın yaratılışı olarak kabul edilen iki asal öykü içerir. İlkinde, Tanrı, "Işık olsun," der ve ışık olur. Altı gün içinde, gök, toprak, bitkiler, güneş ve ay, hayvanlar ve insanlar dahil tüm canlıları yaratır. Tanrı hepsine "Verimli ol" der. Yedinci günde, Tanrı dinlenir, eserlerini tasarlar ve iyi bir değerlendirme yapar. İkinci hikayede ise Tanrı dünyadaki ilk adam olan Adem'i yaratır. Onun yaşaması için Adem'e bir bahçe yapar, ama “İyi ve Kötü Bilginin Ağacı” ndan meyve yemesini yasaklar. Adem hayvanları isimlendirir ama kendisi yalnızlık çekmektedir. Tanrı Adem'i anestezi altına alır ve kaburgalarından biri ile ilk kadın Eve'yi (Havva) yaratır. Konuşan bir yılan Havva'yı yasak meyveyi yemeye ikna eder ve aynı şekilde Havva'da Adem'i yemesi için ikna eder. Tanrı onların yasak meyveden yediklerini anladığında, onları bahçeden dışarı sürer ve insanı ölümlü yapar.
YUNANLAR VE TİTANLARI
İlk Yunan şairleri evrenin doğumuna dair çeşitli yazılar çıkardılar. En iyi korunan "Hesiod's Theogony"dir. Bu ilahide, Gaia da (ana toprak) dahil olmak üzere ilkel başlangıçtaki kaostan en eski tanrılar gelir. Gaia kendini korumak için Uranüs'ü, gökyüzünü yarattı. Sonra Zeus'un şimşeklerini, 50 kafası ve 100 eli olan canavarları, tepe gözlü Cyclopslar (Kiklops) da dahil olmak üzere tuhaf bir tanrı ve canavarlar topluluğu oluşturdular. Sonra gelen tanrılar ise Titanlar olarak biliniyordular. Onlar 6 oğul ve 6 kızdı. Uranüs, canavar çocuklarını hor gördü, onları yeryüzünün iç kısmı, bağırsakları olan Tartarus'a hapsetti. Öfkeli Gaia büyük bir orak yaptı ve en küçük oğlu Kronos'a talimatlar verdi. Bir sonraki seferde Uranüs Gaia ile birleşmek için ortaya çıktığında, Kronos ortaya çıktı ve babasının genital organını kesti. Uranüs'ün kanı ve haşere bitlerinin düştüğü yerde, daha fazla canavar, dev ve hiddet ortaya çıktı. Kutsal testisler tarafından kanlanan deniz köpüğünden tanrıça Afrodit geldi. Daha sonra Kronos, gelecek nesil tanrıları olan Zeus ve Olimposluların babası olur.
HİNDU KOZMONOLOJİSİNİN BRAHMA İLE BULUŞMASI
Hindu kozmolojisi, yaratılışın birçok efsanesini barındırır ve asıl oyuncular yüzyıllar boyunca yükselmiş ve önem kazanmıştır. En eski Vedik metni, Rig Veda, 1000 başı, gözleri ve ayakları olan devasa bir varlığa sahip Purusha'yı anlatır. Yeryüzünü bir örtü gibi sarıyordu. Tanrılar Puruşa'yı kurban ettiğinde, onun vücudu, kuşları ve hayvanları yaratan arıtılmış tereyağını üretti. Vücut parçaları dünya elementlerine, tanrı Agni, Vayu ve Indra'ya dönüştü. Ayrıca, Hindu toplumundaki kast sistemindeki 4 kast onun bedeninden yaratıldı: Rahipler, savaşçılar, genel halk ve hizmetkârlar. Tarihsel olarak daha sonra, Brahma (yaratıcı), Vişnu (koruyucu) ve Şiva (yok edici) üçlüsü önem kazanmıştır. Brahma, uyuyan Vishnu'nun göbeğinden filizlenen bir nilüferde görülür. Brahma, bu günlerden birinde ya da 4.32 milyar yıl süren zaman zarfında evreni yaratır. Sonra Şiva evreni yok eder ve döngü yeniden başlar (kolay gelsin).
JAPON DÜNYA ADASI
Tanrılar ilkel okyanusun üzerinde yüzen köprünün üzerinde duran, iki kutsal kardeş olan erkek kardeş İzanagi ve kızkardeşi İzanami'yi yarattılar. Tanrının mücevherli mızraklarını kullanarak, Onogoro'nun ilk adasını çaldılar. Adadan sonra İzanagi ve İzanami evlendi fakat çocukları sakat doğdu. Tanrılar onları bir protokol ihlali üzerine suçladı. Evlilik ayini sırasında ilk önce kadın, yani Izanami konuşmuştu. Evlilik ayinlerini doğru bir şekilde yapan tanrılar birleşti ve daha fazla tanrı ile Japonya'nın adalarını ürettiler. Ancak ateş tanrısı Kagutsuchi-no-Kami'nin doğumu sırasında Izanami öldü. Üzüntüden sarsılan İzanagi, onu ölülerin ülkesi Yomi'ye kadar takip etti fakat Yomi'nin yemeğini yedikten sonra geri dönemedi. İzanagi aniden İzanami'nin ayrışan bedenini görünce çok korkmuş ve kaçmıştı. Izanami çıldırdı, onu çirkin bir kadın olarak takip etti. Izanagi dikkatini dağıtmak için ona kişisel eşyalarını fırlattı. Yomi'nin mağara girişinden kaçarak, onu bir kaya ile engelledi, böylece hayatı ölümden kalıcı olarak ayırdı. (Hades ile Persephone gibi, değil mi?)
[Adem ile Havva'ya benzer hikaye, ataerkil düzen örneği]
ÇİN, ORTA KRALLIK
Yin ve yang'ın karşıt kuvvetlerini içeren, zamansız boşluk içinde yüzen kozmik bir yumurta vardı. Kuluçkadan sonra, ilk var olan Pan-gu ortaya çıktı. Yumurtanın ağır parçaları "yin aşağı doğru sürüklenerek yeryüzünü oluşturdu. Daha hafif parçalar "yang" gökyüzünü oluşturmak için yükseldi. Pan-gu, parçaların yeniden şekillenmesinden korkuyor, yeryüzünde durup gökyüzünü tutuyordu. Gökyüzü 30.000 mil yüksekliğe ulaşana kadar 18.000 yıl boyunca günde 10 metre büyüdü. Çalışması tamamlandığında ise öldü. Onun parçaları, hayvanlar, hava durumu fenomenleri veya göksel bedenler olsun, evrenin unsurlarına dönüştü. Bazıları onun üzerindeki pirelerin insanlara dönüştüğünü söyledi ama başka bir açıklama daha var:
Tanrıça Nuwa yalnızdı, bu yüzden Sarı Nehir'in çamurunu yoğurarak insanı çamurdan yarattı. Yarattığı ilk insanlar onu sevindirdi fakat yaratmak uzun sürmüştü. Bu yüzden yeryüzüne çamurlu damlacıklar attı, her biri yeni bir insan oldu. Bu aceleyle yapılmış insanlar normal halk, daha önce çamurdan yoğurarak yarattığı insanlar ise soylular oldular.
[Görüldüğü üzere İslam henüz yokken, çamurdan, balçıktan insan yapma hikayeleri çok farklı toplumlarda zaten mevcuttu. Bir diğer örneği Prometheus'un çömlekçi tezgahında insanı yaratmasıdır. Ayrıca yine Tanrıça Nuwa, tıpkı Allah gibi, insanı bilinmek istediği için yaratmıştır.]
AZTEKLER
Azteklerin toprak annesi Coatlicue ("yılanların etekleri"), insanların kalplerinden ve ellerinden kolyesi olan ve isminden de anlaşılacağı gibi yılanlardan oluşan etek giyen korkunç bir tanrıça şeklinde tasvir edilmiştir. Hikayeye göre Coatlicue bir obsidyen bıçağı tarafından döllendikten sonra ayın tanrıçası Coyolxauhqui'yi ve güney gökyüzünün yıldızları olan 400 oğulu doğurdu. Daha sonra, Coatlicue gökyüzünden düşen, öldürücü, tüylü topları bulup onları beline yerleştirdi ve bu tüylü toplar tekrar hamile kalmasına neden oldu. Coyolxauhqui ve erkek kardeşleri annelerinin anormal hamileliği karşısında şok oldular ve öfke ile annelerine karşı döndüler. Bununla birlikte, Coatlique'nin içindeki çocuk savaş ve güneş tanrısı Huitzilopochtli, rahmin içinde tamamen büyümüştü ve zırhlıydı (ot sarmanın zararları). Sonra o Coyolxauhqui'ye saldırdı ve onu bir ateşin yardımıyla öldürdü. Kafasını kesip gökyüzüne fırlattı ve o bir aya dönüştü.
[Tanrıçanın 2. hamile kalma hikayesi bir nevi Meryem-İsa hikayesi gibi.]
ANTİK MISIR'IN RUHLARI
Eski Mısırlıların birkaç yaratılış efsanesi vardı. Her şey, Nu'nun (ya da Nun'un) dönen, kaotik sularıyla başlar. Atum kendini var olmaya itti ve bir tepe yarattı, aksi halde onun durması için bir alan olmazdı. Atum cinsiyetsizdi ve her şeyi gören bir göze sahipti. Hava tanrısı olan oğlu Shu'yu tükürdü. Atum daha sonra nem tanrıçası olan kızı Tefnut'u kustu. Shu ve Tefnut, Geb, yeryüzünü, gökyüzünü ve kabuklu yemişi yarattılar. İlk önce dolaşıkdılar, ancak Geb, kabuklu yemişi üstünden kaldırdı. Yavaş yavaş dünyanın formu düzenlendi ama Shu ve Tefnut kalan karanlıkta kayboldular. Atum her şeyi gören gözünü çıkardı ve onları aramaya gönderdi. Shu ve Tefnut göz sayesinde geri döndüğünde Atum neşeyle ağladı. Gözyaşları yeryüzüne çarptığında ise insanlar ortaya çıktı.
BABİL NEHİRLERİ
Babil yaratılış efsanesi Enuma Eliş, su tanrıları Apsu (tatlı su) ve Tiamat (tuzlu su) ile başlar ve birkaç nesil tanrılar ortaya çıkarır ve Ea'ya ve birçok kardeşine yol açar. Ancak bu genç tanrılar, Apsu ve Tiamat'ın uyuyamayacağı kadar gürültü yaptılar (İstanbul'da site hayatı). Apsu onları öldürmek için plan yaptı ama Ea'nın erken davranarak Apsu'yu derin uykuya daldırdı.
Mummu Apsu'yu uyandırmaya çalıştı ama başaramadı - Ea Apsu'nun halesini aldı ve kendisi taktı, Apsu'yu öldürerek Mummu'yu zincirledi. Apsu, Ea'nın ve eşi Damkina'nın mesken yeri oldu. Ea ve Damkina, Apsu'nun kalbinde Marduk'u yarattı. Marduk'un ihtişamı Ea'yı ve diğer tanrıları aştı ve Ea ona "Oğlum, Güneş" dedi.
Tiamat intikam sözü vererek Çılgın, kuduz köpek ve akrep adam dahil olmak üzere birçok canavar yarattı. Silahlarını bir rüzgar gibi kullanan Marduk, Tiamat'ın boğazına kötü bir rüzgar fırlatıp onu etkisiz hale getirdi ve kalbine fırlattığı tek bir okla onu öldürdü. Tiamat'ın vücudunu ikiye bölerek onu göğü ve yeri yaratmak için kullandı. Daha sonra ise tanrılara hizmet etmesi için insanı yarattı.
ESKİ İRAN DİNİ: ZERDÜŞTLÜK
Orta Pers döneminin yaratılışı anlatan antik metinleri Bundahishn, Tanrı Ahura Mazda tarafından yaratılan dünyayı anlatır. Büyük dağ Alburz, 800 yıl boyunca gökyüzüne değene kadar büyür. Bu noktadan sonra yağmur yağar, Vourukasha denizi ve iki büyük nehir doğar. İlk hayvan olan beyaz boğa, Veh Rod nehrinin kıyısında yaşıyordu. Ancak, kötü ruh Angra Mainyu onu öldürdü.
Öldürülen boğanın tohumu aya taşınarak arıtıldı ve birçok hayvan ile bitkiler yaratıldı. Nehrin karşısında güneş gibi parlak ilk adam Gayomard yaşıyordu fakat Angra Mainyu onuda onu öldürdü. Güneş onun tohumunu kırk yıl boyunca saflaştırdı ve sonra ondan bir ravent bitkisini filizlendirdi. Bu bitki ilk faniler olan Mashya ve Mashyanag'a dönüştü. Bu sefer Angra Mainyu onları öldürmedi fakat onları kendine ibadet etmeleri için kandırdı. 50 yıl sonra ikiz doğurdular ama günahlarından dolayı ikizleri yediler. Çok uzun bir süre sonra iki tane daha ikiz doğdu ve onlardan tüm insanlar geldi (özellikle de Persler).
İSKANDİNAV TANRILARININ ÇEKİCİ
Kaslı, geniş göğüslü tanrılar ve etli butlu tanrıçaları ile İskandinavya ve Cermen ülkelerinin eski dinleri, hem güreş hem de ağır metal müziğin hayranları için yaratılmış efsaneler barındırır. Slav efsanelerine göre, Dünya (Midgard) 'dan önce, ateş kılıcı Surt tarafından korunan ateşli bir toprak olan Muspell vardı; Büyük bir boşluk Ginnungagap, ve donmuş buz kaplı bir toprak olan Niflheim. Niflheim'ın soğuğu Muspell'in sıcağına dokunduğunda meydana gelen inanılmaz çözülmeden dev "Ymir" ve devasa bir inek olan Audhumla ortaya çıktı. Sonra inek tanrı Bor'u ve karısını varoluşa yaladı. Çift, Odin, Vili ve Ve adında üç oğlu olan Buri'yi doğurdu. Buri'nin oğulları dev Ymir'i öldürdü ve onun bedeninden dünyayı yarattılar. Kemiklerinden dağları, saçlarından ağaçları, kanından ise deniz, göl ve nehirleri yarattılar. Sonra tanrılar Ymir'in oyulmuş kafatasının içinde yıldızlı gökleri yarattı.
Öncelikle arkadaşlar bu yazı için bir sunuş açıklaması gerekiyor. Ön bilgi olmadan bazı konular size yabancı gelebilir. Biliyorsunuz İslam dininin inananlarına göre Tevrat(İbranice: Tora) ve İncil ya da Hristiyanların adlandırmasıyla söylersek Eski Antlaşma(Yahudiler eski antlaşma demezler TaNaH derler) ve Yeni Antlaşma değiştirilmiştir. Müslümanlar bu metinlerin içinde Kuran'a uyan kısımların değiştirilmemiş olabileceğini kabul etmekle birlikte kitapların ana mesajının ilk orijinal halinden uzaklaştığını kabul ederler.
Yahudilik’in ana kaynağı Tevrat’tır. Sonra Nevim (Peygamberler ) ve Ketuvim( Yazılar) adı verilen ve Tevrat, Neviim ve Ketuvim’in baş harflerinden türetilen ve Tevrat’ı da içeren TaNaKh veya Tanah denilen külliyata inanırlar.Oysaki biliyorsunuz Yahudilik içinde tek kaynak bu külliyat değildir. Ms 2-3 yüzyılda yazıldığı kabul edilen ve büyük hahamların TaNaH hakkında görüşlerini ve dini fıkıh kurallarını içeren Mişna’ya da inanırlar. Mişna’yı içeren ve onu yorumlayan Gemara ise kabul edildiği kadarıyla 5. yüzyılda veya 6. yüzyılda tamamlanmış ve Babil Talmud’u adında toplanmıştır. Bir başka Talmud ve Gemara denemesi ise Kudüs Talmud’u adında Babil Talmud’undan önce yazılmış olan külliyattır ama daha uzun olan ve Yahudilerce daha çok kabul edilen Babil Talmud’u olmuştur.
Kuran’ı Kerim Maide Suresi’nin 32. ayetinde çok garip bir ifade yer almaktadır. Önce Maide Suresi 32. Ayet’i Diyanet İşleri Meali ile alıntılayalım:
Maide 32- ‘’ Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.’’
Bu ayete göre Allah İsrailoğulları’na çok önemli ve kilit sayılabilecek bir emir vermiştir. Peki ‘’Bundan dolayı’’ denmesinin nedeni nedir? Bunu anlamak için Maide Suresi’nin 32. ayetinde yer alan bu emrin gerekçesini bağlamıyla öğrenmemiz gerekiyor. Bunun için 27 ile 31. ayetleri dikkatle okumalıyız:
Maide 27-31 ‘’ (Ey Muhammed!) Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti. "Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." "Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır." Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.’’
Yani Kuran’ı Kerim’e göre Maide 32’nin gerekçesi, ondan önce yer alan 5 ayetin anlattığı ,Kabil ile Habil hikayesinden çıkmaktadır. Buna göre Kabil ya da Adem’in 2 oğlundan kötü olanı kardeşini haksız yere öldürmüş ve Maide 32’den anladığımız kadarıyla o sadece kardeşini değil tüm insanları öldürmüş gibi olmuştu. Bu da İsrailoğulları’na bir ders /kıssadan hisse mahiyetinde yazılmıştı.
Peki hepiniz merak ediyor olmalısınız. Bunun başta sunuş kısmında anlattığımız başlıkta da yazdığımız Mişna ya da Talmud’la ne ilgisi olabilir? Şöyle ki Müslümanlar veya Kuran ,Talmud denen bir külliyatı tanımamaktadır. Böyle bir külliyatın kutsal olduğuna inanmamaktadır. Buna rağmen o kadar ilginç bir şey ortaya çıkmaktadır ki Maide Suresi 32. ayette yer alan ‘’İsraloğulları’na (Kitap’ta) şunu yazdık’’ ifadesi sadece Mişna’da ya da Talmud’ta karşılığını bulmaktadır.Çünkü bugün hem internet yoluyla hem satın alarak okuyabileceğiniz Tevrat metnine bakarsanız, ne Maide 32’deki ifadeyi ne de benzerini görebilirsiniz. Kabil ile Habil hikayesi Tevrat’ın Yaratılış Kitabı 4. Bölüm’de anlatılmaktadır fakat Kuran’ın bu hikayeden sonra verdiği mesaj Tevrat’ta yoktur. Bu mesaj İsrailoğulları’na ait bir kitapta yazmaktadır ama bu en erken Mişna’da yazılı karşılığı bulunur. Mişna’nın Sanhedrin Bölümü 4:5’e bakarsak özetle şöyle denmektedir:
Mişna Sanhedrin 4:5 "Yaratılış Kitabı 4:10’da ‘’Habil’in kanı topraktan bana sesleniyor.’’ İfadesi yer alır oysa İbranice orijinal metinde ‘’kanı ‘’ değil ‘’kanları’’ denmektedir.(Türkçe Tevrat metninde de ifade tekildir ama gerçekte İbranice metinde ‘’kanlar denmektedir.) Bunun nedeni Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek sadece kardeşini değil, onun potansiyel çocuklarını da öldürmüş olmasıdır. Bu ayetin başka bir tefsiri/açıklaması da şudur :Habil’in kanları öldürüldüğünde ağaçlara ve taşlara sıçramıştır, bu yüzden Tevrat’ta bu çoğul ifade kullanılmıştır. (kanı değil kanları). Bu aynı zamanda Adem’in ilk insan olarak tek başına yaratılmasının gayesini de açıklar buna göre kim bir hayata zarar verirse tüm herkese zarar vermiş gibi olur kim de bir hayatı kurtarırsa tüm herkesi kurtarmış gibi olur."
(Adem’in tek yaratılmasının konuyla ilişkisi bildiğiniz gibi şudur. Adem’in günahı yüzünden tüm insanlık düşmüştür. Yani Adem kendi hayatına zarar vererek tüm potansiyel çocuklarının hayatına zarar vermiştir.)
Çok garip değil mi arkadaşlar? Kuran’ı Kerim’de ‘’İsrailoğulları’na yazıldığı’’ söylenen ifade Tevrat ana metninde değil onun tefsiri/açıklamalarını içeren Mişna ve Talmud’ta yer almaktadır. Müslümanlar doğal olarak şu itirazı yapabilirler: Tevrat’ta bu ifadenin yer almadığını ve sonra çıkarılmadığını nereden biliyorsunuz?’’ Şuradan biliyoruz:
Mişna’nın ilgili kısmında yapılan, Tevrat’ın orijinal metninde yer alan ifadeye bir ekleme değildir (yani Tevrat’tan çıkarılan bir ifade tekrar oraya konmamaktadır) bilakis amaç o ifadede yer alan ve çoğul kullanılan ‘’kanlar’’ kelimesini açıklama gayretidir. Mişna yazarı /yazarları burada Tevrat’tan çıkarılmış bir ifadeyi tekrar oraya koyma amacı gütmemekte ve Tevrat’ın metni konusunda bir tartışma yapmamaktadır. Tevrat’ın içinde yer alan bir ifade hakkında 2 farklı görüşü dillendirmektedir Buna göre, bir görüş bu çoğul ‘’kanlar’’ ifadesinin Habil’in etrafa sıçrayan kanları ile ilgili kullanıldığı kanısındadır , diğer haham görüşü ise bu çoğul ifadeyi ders verici manada anlar ve Kuran’ın Maide Suresi 32. ayetiyle aynı sonuca varır. Burada tartışılanın Tevrat’ın ana metni olmadığını onun tefsiri olduğunu ve Kuran’ın bu tefsirlerde yer alan açıklamalardan birini ‘’İsrailoğulları’na yazdık’’ diye aktarmasının yarattığı sorunu görmezden gelemeyiz.
Sonuç olarak Kuran’ın Maide 32’de İsrailoğulları’na yazdık dediği metin Tevrat veya TaNaH değil, Mişna veya Talmud’tur. Bunu hem Mişna’da hem Kuran’da aynı ifadenin aynı hikaye sonrasında kullandığı gerçeğinden yola çıkarak kanıtlayabiliyoruz. (2 metinde de kullanılan ders verici mesaj Kabil ile Habil’in öyküsüyle ilişkilendirilmiştir.)
Buysa Müslümanların Talmud’u da bir nevi Kutsal Kitap kabul etmesi mümkün olmadığı için sorunludur. Ayrıca Kuran burada, Mişna veya Talmud’taki 2 görüşten birini seçmiştir oysa bunların 2’si de sadece hahamların Tevrat’taki bir ayetteki çoğul ifadeye yönelik yorumlarıdır. Son olarak Ehli Kurancılar’a göre Kuran dışında yer alan Sünnet niteliğindeki kaynaklar Kuran’a göre kabul edilmezdir. Oysa Maide 32’de Kuran, Yahudi sünneti/fıkıhı diyebileceğimiz Mişna/Talmud’dan ‘’biz yazdık’’ diye bahsederek alıntı yapmaktadır. Bu sorunlar çoğaltılabilir ama görülen şudur Kuran’ı Kerim için Maide 32 içerik açısından sorunludur. Sevgiler.
Başlamadan önce önemli bir not: Defalarca Kutsal denen "hiçbir" kitabın Tanrının sözü olamayacağını, yani kutsal olamayacağını dile getirdik. Akıllı bir insan bunların içine İncil'in de dahil olduğunu anlar. Bu yüzden lütfen boşuna çamur atma yoluna girerek kendinizi de bizi de yormayın!
Bundan önceki yazımda İncil'de Muhammed'in müjdelenmediğini ispat etmeme rağmen Barnabas İncili (veya Barnaba) hakkında çok sayıda mesaj almaya başladım. Bana "Barnaba İncilini oku orada Muhammed ismi geçiyor" diye eleştiride bulunanlara “Siz Barnaba İncili okudunuz mu” diye sorduğumda cevapları HAYIR oldu. Daha kendilerinin bile okumadığı kitabı bana okumam için öneriyorlar :) Bu durum bile Müslümanların çoğunun duydukları bilgileri araştırıp okumadan, doğrudan inandıklarının ispatıdır. Fakat din konusunda özellikle de İslam konusunda cevabını veremeyeceğim bir soru yok. Onun için bu yazımda Barnaba İncilini ele alacağım ve bu eleştirinin ne kadar mantıksız olduğunu sizlere kanıtlayacağım.
METNİN TARİHİ
Barnaba İncili hakkındaki en eski ve net bahisler Madrid'deki BNM MS 9653 kodlu Mağribi el yazmasında ve 1634'te bir Tunus'lu olan İbrahim el-Taybili tarafından yazılmış belgelerde görülür. [1] 1717 yılında bu İncilin ilk nüshası yayınlanmıştır. Daha sonralar 1718 yılında İrlandalı John Toland tarafından İtalyanca dilinde daha detaylı metinler bulunmuştur. Her iki metin hakkında detaylı bilgi ilk olarak 1734 yılında George Sale (1697-13 Kasım 1736, İngiliz şair ve çevirmen) tarafından ” Kuran'ın İlk Yargısı” kitabında verilmiştir. George Sale kitabında şu ifadeleri kullanmış: “Müslümanların da Arapça İncilleri vardı ve Aziz Barnabaya aitti. İsa'nın tarihi orada geleneksel İncillerden daha farklı anlatılmıştır. Bu İncilin Afrika'da Moritanya'da İspanyolca çevirileri mevcuttu ve prens Eugene'nin kütüphanesinde bulunuyordu. Görünüşe göre bu yalnızca Müslümanların yapmış olduğu bir düzmece ve sahtekarlıktı” [2]
BARNABA KİMDİR?
Havari Barnaba İkonu
Barnaba'nın gerçek ismi Joseph'ti (Yusuf). Levi kabilesinde Kıbrıslı bir ailede doğdu. [3] [4] Barnaba takma ismiydi. Barnaba sadece 3 yılını İsa'nın yanında geçirmiştir ve yazdığı kitabın yegane orjinal İncil metni olduğunu iddia etmiştir. [5] Fakat bu imkansızdır. Nedenini yazımın devamında sizlerle paylaşacağım.
İkinci yüzyıl Hristiyan teologlarından olan İrinaios (İraneus) (MS 130-200) yazılarında Barnaba İncilinin birinci ve ikinci yüzyıllarda mevcut olduğu aktarılıyor ve İrini kendi görüşlerini desteklemek için Barnaba İncilinden sıkça referanslar kullanmıştır. Fakat bu sakıncalı bilgidir zira İrinaios'un Pavlus'a karşı olduğu ve onu İsa'nın tarihine Roma ve Platon felsefesini karıştırmakla suçladığı bilinmektedir ve bu nedenden dolayı kasıtlı olarak yanlış bilgi verme olasılığı yüksektir.
325 yılında İmparator Konstantin'in desteğiyle İznik'te Senato sarayında toplanan piskoposlar (İlk Kilise Konseyi) kanonik ve apokrif İncilleri ayırt ettiler. Bu konseyde Barnaba İncili apokrif İncil olarak kabul edilmiştir. (Apokrif: kutsal metinleri taşımayan ve hükmü olmayan kitaplardır) Karara göre tüm apokrif metinler yasaklanmalı ve imha edilmeliydi. 37.Roma Papası Papa 1.Damasus Barnaba İncilinin bir nüshasını buldurarak okumuş sonrasında bu İncilin tüm Hristiyan aleminde yasaklanması ve okunmamasıyla ilgili bildirge yayımlamıştır.
478 yılında Kıbrısta Barnaba'nın mezarının bulunduğu ve cesedinin yanı başında bir tane İncil nüshası bulunduğu iddia edilmiştir. [6]
496 yılında 49.Roma papası 1.Gelasius “Yanlış ve dini fikirlere aykırı kitaplar” listesine Barnaba İncilini de dahil etmiş ve bu kitabı tüm Hristiyan alemine yasaklamıştır. [7]
İTALYANCA NÜSHASI
İtalyanca Bölümünün Fotokopisi
Barnaba İncilinin İtalyanca bir nüshasının 16. yüzyıl sonunda 227.Roma papası olan 5. Sixtus'un (İtalyanca: Sisto) özel kütüphanesinde olduğu iddia edilmiştir. İncili papanın arkadaşlarından olan F. Marino'nun kütüphanede bulduğu ve gizli bir şekilde Vatikan'dan dışarı çıkardığı söylentiler arasındadır. Bahsi geçen İncil nüshası Fre Marino'nun ölümünden sonra Prusya kralının danışmanlarından olan Con Frederik Kramerin'in eline geçmiş, o da kitabı 1709 yılında Savoie prensi Eugen'e (Eugenio di Savoia) takdim etmiştir. Bahsi geçen İtalyanca nüsha hakkında ilk bilgiyi kilise tarihçisi olan John Toland vermiş ve 1709 yılında o İncili Amsterdam da gördüğünü iddia etmiştir. John Toland kitabında İtalyanca Barnaba İncili hakkında şu ifadeyi kullanmıştır: “Bu bir Müslüman İncilidir.” [8]
Bu İtalyanca nüsha daha sonra 1738 yılında Prensin kütüphanesiyle beraber Viyana'daki 'Avusturya Ulusal Kütüphanesi'ne (Hofbibliothek) getirilmiştir ve günümüzde de orada korunmaktadır.
İSPANYOLCA NÜSHASI
Barnaba İncilinin İspanyolca nüshasını ilk olarak George Sale ortaya çıkarmıştır. Söylediğine göre kitabı kendisine Hampshire'da rektörlük yapan Dr. Holme vermiştir. Sale’e göre İspanyolca yazmanın kapağında, kitabın Mustafa de Aranda adında bir İspanyol Müslümanı tarafından İtalyancadan İspanyolcaya çevrildiği yazmaktadır. [9] Kitabın 222 farklı uzunluğa sahip bölümden ve 420 sayfadan oluştuğu da George Sale'ın iddiaları arasında yer alıyor.
Fakat asıl İspanyolca metinler hiç bir zaman bulunamadı. Yalnızca 1970 yılında bahsi geçen nüshanın aynısı olduğu iddia edilen fakat doğrulanamayan 18. yüzyıla ait bir kopyası Sidney Üniversitesinde Charles Nicholson'un kitapları arasında bulunmuştur. Sidney Nüshası ise yalnızca 130 sayfadan oluşuyor.
ARAMİCE NÜSHASI
Hamza Hocagil Hakkari'de bulunan nüshanın son sayfalarında bu nüshanın 4 nüshadan biri olduğu ve diğer üçünün yeri hakkında bilgiler bulunduğunu iddia ediyor. Dediğine göre ilk nüsha İsrail'de Taberiye Gölü yakınlarında bulunuyor olmalı. H.Hocagil kendisinin de bulunduğu ve Alman bir firmanın sponsorluğuyla yapılan arkeoloji kazıları döneminde 2002 yılında İsrail'de Golan tepeleri yakınlarında 2 nüshanın bulunduğunu ve incelemeler sonucu bunların Barnaba İnciline ait olduğunun kanıtlandığını iddia etmiş ve kitabın İbrani alfabesiyle Aramice dilinde yazıldığını söylemiştir.
H.Hocagil'in anlattıkların göre kitabı satın almak için Vatikan'dan bir yetkili olan Kardinal Pompedda geliyor ve kitaba 350 bin euro teklif ediyor. İlk önce satış için anlaşma yapılsa da daha sonra arkeolojik kazılarda bulunan İsrail'in eski başkanı İzak Rabin'nin torunu Viktoria Rabin'in karşı çıkmasıyla satışa izin verilmiyor. Bundan kısa bir süre sonra ise V.Rabin Etiyopyalı bir siyahi Yahudi tarafından İsrail'de öldürülmüş akabinde kitap Türkiye'ye getirilmiş Veli Küçük'ün vasıtasıyla Yunanistan'ın Markos kitabevine 60 bin dolara satılmıştır. [11] [12]
2 ve 3.Nüshalar
H.Hocagil'in iddiasına göre Barnaba İncilinin ikinci nüshası 2007 yılında Sudi Arabistanlı general Cemal El-Ammar tarafından Sudi Arabistan'ın kuzeyindeki Tur mağarasında bulunmuştur. [13] [14]
Hocagil'e göre üçüncü nüsha Irak'ın kuzeyindeki Süleymaniye ile Zaho civarında bir yerlerdedir fakat hala bulunamamıştır. [15]
4.Nüsha
1983 yılı kışında Şırnak Uludere yakınlarında avdan dönen kentliler mağarada bir tane İncil bulmuşlardır ve nüsha o zamanki Babat aşiretinin lideri olan Ferhan Babat'ın eline geçmiştir. F.Babat kitabı 280 bin dolar karşılığında satmak istemiş ve yine iddialara göre dönemin Malatya milletvekili İsmail Hakkı Şengüler'e kitabı göstermiştir. İ.H.Şengüler kitabın incelenmesi için H.Hocagil'e göndermiş o da bahsi geçen nüshanın Barnaba İnciline ait olduğunu söylemiştir. Hocagil kitabı para karşılığı almak istemiş fakat alamamıştır. H.Hocagil bu pazarlıkla ilgili şunları söylemiştir:
“F.Babatla 280 bin dolar karşılığında kitabı bana satacağı konusunda anlaşmıştık. Fakat Diyarbakır milletvekili Mehmet Ali Arslanla birlikte kitabı teslim almaya gittiğimizde beklenmedik olaylar oldu ve kitap Jandarmanın eline geçti. İki yıl boyunca Jandarma karakolunda saklandı.”
Tabi unutmamak gerekir ki bunların hepsi bir iddia yani doğrulanmış bilgiler değiller.
Müslümanlar Barnaba İncilinde Muhammedin müjdelediğini söylüyorlar. Fakat Barnaba İncilinin eski orjinal nüshaları olmadığı için yalnızca 15. yüzyıldan sonraki nüshalarında ve genellikle de İtalyanca nüshalarında şu şekilde geçiyor: "İsa cevabında şöyle dedi: ‘Allah, Muhammed’e dedi ki: Sabret ey Muhammed, çünkü cenneti, dünyayı ve insanlardan sana bahşedeceğim büyük bir kalabalığı sırf senin için yaratmak istiyorum. Öyle ki, seni kutsayan kutsal olacak, seni lanetleyen lanetlenecektir. Seni dünyaya gönderdiğimde, kurtarış elçim yapacağım ve sözün sadık olacaktır. Gök ve yer bile zaaf gösterebilir, ama senin imanın asla zaaf göstermeyecektir’. İsa, ‘O’nun mübarek adı Muhammed’tir’ dedi. İşte o anda kalabalık seslerini yükselterek, ‘Ey Allah!’ dediler, ‘elçini gönder! Ey Muhammed, dünyayı kurtarmak için çabuk gel!" [16]
Bu satırların, Hristiyan yahut İsa’yla karşılaşmış biri tarafından yazılması mümkün değildir. Allah’ın Muhammed’e, “cenneti, dünyayı…senin için yaratacağım” şeklindeki hitabı, büyük bir ihtimalle doğruluğu şüpheli bir hadisten esinlenilmiştir. Şii ve Sünni versiyonları bulunan bu hadiste Allah Muhammed’e “sen olmasaydın, alemleri (felekleri) yaratmazdım” demektedir. [17]
Bu hadisin Şii versiyonu ise şöyledir: “Sen olmasaydın evreni; Ali olmasa seni, Fat(ı)ma olmasa sizin ikinizi yaratmazdım” [18]
Ayetlerdeki "kurtuluş elçisi", "ismin kutsal olsun", "çabuk gel" gibi Hristiyan terminolojisine ait tipik ifadeler yazarın eski bir Hristiyan olduğunu ele veriyor.
BARNABA İNCİLİNİN KUR'AN İLE ÇELİŞMESİ
Barnaba İncilinin 42. faslında İsa kendisinin Mesih olmadığını söylüyor: “İsa itiraf etti ve gerceği söyledi. Ben Mesih değilim”[19]
Bu Kuranla taban tabana zıttır. Çünkü Kur'an'da şöyle yazar:
Âl-i İmrân Suresi 45. Ayet Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”
Eğer Barnaba İncili doğru bir kaynak olsaydı Kur'an ile çelişmemesi gerekirdi. Kaldı ki samimi olarak şunu düşünmeniz gerekir : Eğer Hristiyan yazımı bir İncil olsaydı "İsa mesih değildir" der miydi? Tabi ki demezdi.
BARNABA İNCİLİNDE KELİME-İ ŞEHADET
Tabi ki tüm İnciller insan ürünüdür fakat Barnabas “İncil”ini yazan kişi Müslüman olduğundan Müslüman olmanın şartı olan kelime-i şehadeti bile yazdığı bu İncil'in içine eklemiş, bununla da kalmayarak Muhammed’e iman eden ilk kişinin Adem olduğunu ileri sürmüştür: « “Adem ayağa kalktığında gökte bir yazının güneş gibi parıldadığını gördü: ‘La ilahe illallah Muhammedun Resulullah (Allah’tan başka tanrı yoktur; Muhammed Allah’ın elçisidir)’. Adem dedi ki: ‘Tanrım Rab sana şükrederim, çünkü lutfedip beni yarattın. Ama sana yalvarırım bana haber ver: ‘Muhammedun Resulullah’ ne demektir?’ …Allah cevap verdi: ‘Ey kulum Adem! Bu, senden çok sonra dünyaya gelecek ve elçim olacak olan oğlundur. Her şeyi O’nun hatırı için yarattım. O geldiğinde, dünyaya ışık saçacaktır. O’nun nefsi, evren yaratılmadan altmış bin yıl önce göksel yüceliğe konulmuştu’. Adem, Allah’a yakardı: ‘Ya Rab bu sözleri ne olur elimin tırnaklarına yaz’. Allah bu yazıyı böylece ilk insana bahşetti. Sağ elin başparmağında ‘La ilahe illallah’, sol elin başparmağında ise ‘Muhammedun Resulullah’ yazılıdır.’” »[20]
Benzer hikaye başka bölümlerde de mevcuttur: « “Allah kendisini onlardan (Adem ve Havva) gizledi. Melek Mikail onları cennetten kovdu. Adem dönüp baktığında, kapıda şu yazıyı gördü: ‘La ilahe illallah Muhammedun Resulullah’. O zaman Adem ağladı ve dedi ki: ‘Ümit ederim ki, Allah Muhammed’i kısa zamanda gönderir. Gel ey Muhammed, kurtar bizi şu sıkıntıdan!’” » [21]
Bu sözler gerek içerik, gerek ruh hali bakımından İsfahânî’nin [22], Münâvî’nin [23], Kastallânî’nin [24] ve benzer kişilerin eserlerinde yer alan Muhammed’e ilişkin abartılı hikâyelerin tekrarından ibarettir. Tüm bunlar “Barnabas İncili”nin yazarının eğer İsa yaşadıysa bile asla İsa’nın öğrencilerinden biri olamayacağını açıkça belgelemektedir.
BARNABA İNCİLİNDEKİ COĞRAFİ HATALAR
Barnaba İncilinin İsa'dan çok sonraki devirde yaşayan biri tarafından yazıldığını kanıtlayan veriler mevcuttur. Örneğin yazarın başta Filistin olmak üzere sözünü ettiği yerleri tanımadığını açık bir şekilde görüyoruz: « “İsa Celile Gölü’ne gitti ve oradan kenti Nasıra’ya gitmek üzere bir tekneye bindi. O sırada denizde öyle bir fırtına patlak verdi ki, tekne az kalsın batacaktı.” » [25]
Nasıra, Celile’de yüksek bir tepenin üzerinde bulunan bir şehirdir. Oysa yazar Nasıra’nın bir sahil kenti olduğunu sanıyor: « “Allah’ın Ninova’yı yok etmeye karar verdiğini hatırlayın. Çünkü O, bu kentte Allah’tan korkan tek bir kişi bulamamıştı. Bunun üzerine (Yunus) halktan korkusuna Tarsus’a kaçmaya kalkıştı. Fakat Allah onu denize attı. Bir balık (Yunus’u) yuttu ve onu Ninova yakınlarında ağzıyla kıyıya püskürttü.” »[26]
Bilindiği üzere Ninova, Asur İmparatorluğu’nun başkenti olup Dicle Nehri’nin doğu yakasında kuruluydu. “Barnabas İncili”nin yazarı ise Ninova’nın Akdeniz’de bir kıyı kenti olduğunu sanıyor.
BARNABAS İNCİLİNDEKİ TARİHİ HATALAR
Yazarın İsa’nın hayatı hakkında detaylı bilgi sahibi olmadığı göze çarpmaktadır: « “İsa doğduğunda Pilatus, Hanan ve Kayafa’nın kâhinlikleri döneminde valiydi.”» [27]
Bu doğru değildir, zira Pilatus İsa’nın doğumundan 26 yıl sonra vali tayin edilmiş; Hanan milattan altı yıl sonra başkâhin seçilmiş; Kayafa ise milattan sekiz yıl sonra başkâhinliğe getirilmişti.
Bu İncilin bir başka yerinde Mesih’in Davut neslinden değil, İsmail neslinden geleceği, vaadin de İshak’a değil, İsmail’e yapıldığı öne sürülüyor.
Kitâb-i Mukaddes ile kıyaslanınca bunun açık bir yanlış olduğu nettir. Çünkü hem Yahudiliğe hem de Hristiyanlığa göre Mesih Yahuda boyundan ve Davut’un neslindendir.
KUR'AN'DAN VE KUR'AN TEFSİRLERİNDEN ALINTILAR
“Barnabas İncili”nin yazarı zaman zaman ciddi İslam bilginlerinin reddettiği ve hurafe kabul ettiği bazı rivayetlere “incil”inde yer verse de, bazı konularda Kur’an ve Kur’an tefsirleriyle uyum içindedir. Bu konuların başında İsa’nın çarmıha gerilmediği, O’nun yerine bir başkasının çarmıha gerildiği iddiası gelir. Barnabas İncil'inin 112. bölümünde İsa, öğrencisi Barnabas’a şunları söylüyor: « “Bil ki, ey Barnabas, bu nedenle dikkatli olmak zorundayım. Öğrencilerimden biri beni otuz akçe karşılığında satacak. Ve şunu da kesin olarak biliyorum ki, beni satacak kişi benim adıma öldürülecek. Çünkü Allah beni yeryüzünden yükseltecek; hainin görünümünü ise değiştirecek. Böylece herkes onu ben sanacak. Gerçi o korkunç bir şekilde ölecek, fakat bu arada ben de uzun süre dünyada bunun utancıyla yaşayacağım. Fakat Allah’ın kutsal elçisi Muhammed geldiğinde bu utanç lekesi üzerimden kaldırılacak.” »[28]
Bu İncil ayetlerinin ardında İslam’ın çarmıhı inkar öğretisi yatmaktadır. Kur’an’a göre İsa ne öldürülmüş, ne de çarmıha gerilmiştir: « “Bu bir de…. ‘Meryem oğlu İsa Mesih’i –Allah’ın elçisi– öldürdük’ demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü.” »[29]
Ne var ki, Kur’an “onlara öyle göründü”yle neyi kastettiğini açıklamamaktadır. Bu konu Kur’an tefsirlerinde aktarılan rivayetlerde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır ve “Barnabas İncili”nin yazarının kaynaklarından biri de bu rivayetlerdir. Herhalde bu gibi İslam kaynaklı “ayetleri”nden olsa gerek, Toland, “Barnabas İncili”nin daha ilk bölümlerini okur okumaz bu kitabı bir tür “Müslüman incili” olarak nitelendirmiştir. [30]
KİTAB-I MUKADDES'İN DEĞİŞTİRİLDİĞİ İDDİASI
İslam’ın Mesih inancı hakkındaki bir başka temel öğretisi, Kitâb-ı Mukaddes’in değiştirildiği (tahrif) iddiasıdır. Değişik Kur’an ayetlerinde [31] kısmen açıklamaya muhtaç tarzda ifade edilen bu iddia zamanla geliştirilmiştir. “Barnabas İncili”nin geç bir devirde, yani “tahrif” tezinin bugünkü biçimiyle artık yerleştiği bir dönemde kaleme alındığı, şu “ayet”lerden açıkça anlaşılmaktadır: « “İsa dedi ki: ‘Size doğrusunu söylüyorum; Musa’nın kitabından gerçek silinmeseydi, Allah babamız Davud’a ikinci kitabı vermezdi. Davud’un kitabını bozmasalardı, Allah bana incilini vermezdi. Çünkü Tanrımız Rab değişmez. O tüm insanlığa tek bir mesaj verdi. Allah Resulü geldiğinde, günahkârların kitabımda bozduğu her şeyi ortadan kaldıracaktır (temizleyecek).’” » [32]
MERYEM'İN SANCISIZ DOĞUMU
“Barnabas İncili”ne göre Meryem, İsa’yı sancısız bir biçimde dünyaya getirmiştir: « “Yusuf, Sezar’ın emrettiği nüfus sayımında adını kaydettirmek için hamile olan karısıyla birlikte Nasıra’dan Celile’nin kasabalarından birine gitti. Beytüllahim’e geldiklerinde, orada konaklayabilecekleri bir yer bulamadılar, çünkü (Beytüllahim) küçük bir kasabaydı ve çok sayıda yabancı vardı. Kasabayı terk edip çobanların konakladığı bir yere geldiler. Yusuf oradayken Meryem’in doğum anı geldi. Bakire’yi o an son derece parlak bir ışık kapladı ve Meryem, oğlunu acısız dünyaya getirdi.” » [33]
Oysa Kur’an, Meryem’in İsa'yı acılar içinde doğurduğunu söylüyor: « “Meryem oğlana gebe kaldı; o haliyle uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacının dibine gitmeye mecbur etti.” » [34]
TANRIDAN "BABA" DİYE SÖZ EDİLMESİ
İslam’a göre Tanrı’nın babalığından söz etmek kafirliktir. Oysa “Barnabas İncili”nde şu yazıyor: « “Ne kadar bahtsızsın ey insan soyu! Tanrı seni oğlu olarak seçti, sana cenneti verdi; ama sen bedbaht Şeytan’ın eylemiyle Tanrı’nın öfkesine uğradın ve cennetten kovuldun.” » [35]
Halbuki Kur’an Kehf suresi 4.ayette Allah’ın “Tanrı çocuk edindi diyenleri uyarmak için” Muhammed’i gönderdiğini belirtir. [36]
ÇOK EŞLİLİK
İslam, erkeklerin dört eşe kadar evlenmelerine izin verirken, “Barnabas İncili”nde şöyle bir “ayet” vardır: « “O halde erkek, Yaratıcısının kendisine verdiği tek eşle yetinsin ve başka her kadını unutsun.”» [37]
Oysa Kur’an çok eşlilik hakkında şu ayeti içeriyor:
« “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.” » [38]
İNSANIN ÖZGÜRLÜĞÜ
İslam’ın en yaygın mezhepleri insanın kendi kaderini tayin konusunda tam bir özgürlüğe sahip olmadığında birleşmektedir.
“Barnabas İncili” bu noktada da Kur’an’la çelişmektedir: « “Tanrı insanı yarattığında özgür olarak yarattı, ta ki, Tanrı’nın kendisine ihtiyacı olmadığını görsün. Tıpkı cömertliğini göstermek ve kendisini daha çok sevmeleri için kölelerine özgürlük veren kral gibi.” » [39]
Oysa Kur’an bu konuda şöyle diyor: « “Her insanın boynuna işlediklerini dolarız ve kıyamet günü açılmış bulacağı Kitab’ı önüne çıkarırız.” » [40]
Bu ayete ilişkin Kur’an tefsirlerinde Taberi'de yer alan ve Mücahid’ten rivayet edilen şu hadis aktarılır: « “Doğan her çocuğun boynunda bahtsız mı yoksa mutlu mu olacağı yazılıdır.” » [41]
CEHENNEM
Barnabas İncili cehennem konusunda şu bilgileri veriyor: « “O zaman Allah Resulü diyecek ki, Ey Rab, cehennemde yetmiş bin yıldan beri kalan imanlılar var. Rahmetin nerede ey Rab? Onları bu acı cezalarından azat etmen için yalvarıyorum sana ey Rab! Bunun üzerine Allah, kendisine yakın dört meleğe cehenneme gidip Allah Resulü’nün dinine inanan herkesi çıkarmalarını ve onları cennete götürmelerini emreder.” » [42]
Bu “ayetler” Kur’an’ın af konusundaki ayetleriyle çelişmektedir çünkü Kur’an Ahzab suresinin 64 ve 65.ayetlerinde "inkârcıların edebiyen kalacakları ateşten" bahsetmektedir. [43]
ÖZET
“Barnabas İncili”nin yazarı bu düzmece “İncil”inde Yeni Ahit’in ilk dört bölümünün bir sentezini yapmaya çalışmış; Mesih İnancı’nın tüm temel öğretilerini İsa Mesih’in ağzından inkâr etmekle kalmamış; İsa'yı İslam’ın tasavvurlarına uygun, Muhammed’i müjdeleyen bir peygambere dönüştürmüştür. Yazar bu sahtekârlığı yaparken Vaftizci Yahya’yı tarihten silmiş, daha doğrusu onun rolünü İsa'ya vermiştir. Yeni Ahit’te Vaftizci Yahya, Mesih olduğuna inanılan İsa'nın gelişini müjdelerken Müslüman ürünü olan bu “İncil” İsa'ya Muhammed’i müjdeletmektedir.
Tüm bunlar Barnabas İncili'nin yazarının İslam dinine yeni geçmiş eski bir Hristiyan olduğunu ispat etmektedir.
Wiegers, GA (Nisan - Haziran 1995). "Mesih Olarak Muhammed: Juan Alonso'nun polikarbon eserlerinin Barnaba İncili ile karşılaştırılması". Biblitheca Orientalis . LII (3/4): 274.
George (1882). "İnanç ve Dini Görevler ile ilgili Kur'an Doktrinleri ve Olumlu Yönleri" . Kuran: Ön Söylem .
İncil , Yeni Ahit , Elçilerin İşleri , 4: 36,37
Oxford İngilizce Sözlük 2e, Oxford University Press, 2003, "St. Barnabas" makalesi
Barnabas İncili, sah. 15
Acta Sanctorum, Boland Junii, Tome II, s. 422-450, Anvers, 1698
Decretum Glasianum. barnabas-incili.com Latınca
“…in the first place you’ll find the succinct history of a NEW GOSPEL, which I discover’d at Amsterdam, in the year 1709. It is a Mahometan Gospel, never before publicly made known among Christians, tho they have much talkt about the Mahometans acknowledging the Gospel” (J. Toland: Nazarenus: or, Jewish, Gentile, and Mahometan Christianity, s.ii, London 1718).
George Sale: The Koran: or Alcoran of Mohammed, s.ix. London 1734.
Fletcher, J.E. (1976). "The Spanish Gospel of Barnabas". Novum Testamentum. XVIII: 314–320.
Aydoğan Vatandaş Kayıp Kitap Barnabasın Sırrı kitabı
İzlediğimiz birçok Hollywood filmi ve okuduğumuz sayısız kitap çeşitli melek
türlerine ev sahipliği yapsa da insanların yüzyıllardır inandığı birçok
melek ve bunların kökenleri çoktan unutulmuştur. Bu tür varlıklara olan
inanç her ne kadar öznel olsa da, sorgusuz sualsiz inanılıyor olması
ilginçtir.
Bu makalede meleklerin ve insanın doğasını, insanlığın neye inandığına ve
İbrani metinlerinin neye işaret ettiğini irdeleyeceğiz. Yani hem bu
varlıkların gerçek olup olmadığına, hem de kökenlerine odaklanacağız.
Melek kelimesi, "haberci" anlamına gelen Eski İngilizcedeki "engel" den, bu
terim de Latin kiliselerinde kullanılan Yunanca "angelos" teriminden gelir.
Orta İngilizcedeki kullanımını da Eski Fransızca terim olan "angele" den
almıştır. [1]
İbranice'de ise melek için kullanılan terim "măl'k" (מַלְאַ֧ךְ) yani
bildiğimiz melektir (İbranice okunuşu "melah" ya da "malakh"tır).
Melek ve ruh kelimeleri zaman zaman birbirinin yerine geçebilir. Ancak melek
teriminin ruhsal bir varlıkla hiçbir ilgisi olmadan kullanıldığı birkaç duruma
da dikkat etmek gerekir. İncil'de bağlamına bağlı olarak "melek" aynı zamanda
bir insan yani ilahi olmayan sıradan bir "haberci" de olabilir. Örnek olarak
Malaki 1:1'e bakabiliriz:
RAB’bin Malaki aracılığıyla İsrail halkına bildirisi.
Fakat bu ayrı bir konu. Ele alınması gereken soru şudur: Bu kadar insanın
inandığı bu göksel varlıklar esasında nedirler? Nereden gelmişlerdir ve neye
benzerler?
Cevap aramaya Tevrat'tan İslam'a geçen melek anlatılarından yani "Rabbin
meleği" sözünün yer aldığı ve insanlara göründüğünün anlatıldığı İbrani
metinlerinden başlamak gerekir. Önce bu meleklerin İbrahimi dinlerdeki
hatlarınızı çizmeliyiz ki ilerleyen süreçte mitolojik kökenlerini daha kolay
bulalım.
Yaratılış 16:7–14'de Hacer'e, 22:11–15'de İbrahim'e, Mısırdan
Çıkış 3:2–4'de ateşin içinden Musa'ya, Çölde Sayım 22:22–38'de Yahudi
peygamberi Balam'a, Hakimler 2:1–3'de İsrailliler'e, 6:11–23'de
Gidyon'a, 13:3–22'de Manoah ve karısına görünür.
Mısır'dan Çıkış 3: 2-4'ü bir okuyalım:
RAB’bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde ona göründü. Musa
baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor. “Çok garip” diye düşündü, “Gidip
bir bakayım, çalı neden tükenmiyor!”
RAB Tanrı Musa’nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!”
diye seslendi.
Musa, “Buyur!” diye yanıtladı.
Yani metne göre, yanan çalıdan önce bir melek Musa'ya görünür, akabinde Rab
konuşmaya başlar. Ne kadar insani bir fikir olduğunun farkında mısınız? Hani
kral, kraliçe halkın veya başka bir liderin önüne çıkmadan önce onun gelişini
duyuran haberciler vardır ya, işte buradaki durum da tam olarak budur.
Keruvlara dair sayısız tasvir vardır ki bunlar arasında "Cennet Bahçesinin
Girişini" korumak ta yer alır. [2]
Tanrı, Adem'le karısını yasak meyveden yedikleri ve artık iyiyle kötüyü
bildikleri için ölümsüz olmalarına izin vermez. Adem ve karısını Aden'den kovar
ve tekrar giremesinler diye Yaşam Ağacı'nın yolunu denetlemeleri için bahçenin
doğusuna Keruvlar ve her yana dönebilen alevli bir kılıç yerleştirir. (Yaratılış
3:21-24)
Yaratılış 3:21-24: RAB Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler
yaptı, onları giydirdi. Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri
gibi oldu” dedi, “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz
olmasına izin verilmemeli.” Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı
işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı. Onu kovdu. Yaşam ağacının
yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana
dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.
Ayrıca Tevrat'ta, Ahit Sandığı üzerine altından yapılmış iki adet Keruv
figürü koyulduğu anlatılır. (Çıkış, 25:17-22; 37:6-9). Buna benzer şekilde,
bazı bölümlerde Keruvlardan cansız varlıklar, figürler olarak bahsedilir.
Keruvlar, Yahudi melek hiyerarşisinde, Musa bin Meymun'un Mişna Tora'sında
dokuzuncu ve Berit Menuşah gibi Kabalistik eserlerde üçüncü sırada yer alır.
De Coelesti Hierarchia adlı eser Keruvim meleklerini Serafim ve Thron
(Throne) melekleri ile birlikte en üst sıraya yerleştirir. [3]
Keruvim adlı bu melekler Hezekiel Kitabı'nda ve bazı Hristiyan
ikonlarında, tanrının tahtını tutan (Hezekiel 10:1-20), dört kanatlı ve dört
suratlı varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Bu dört surat, tüm vahşi
hayvanların temsilcisi olan aslan, yerli ve evcil hayvanların temsilcisi
olan öküz, muhtemelen gökselliği simgeleyen kartal ve son olarak insanlığın
temsili olan insandır. [4][5] Bacakları düzdür ve ayak tabanları tıpkı
parlatılmış pirinçten yapılmış boğa toynakları gibi ışıltılıdır.
Hezekiel'in vizyonlarında bu meleklere dair metinlere bakalım.
Hezekiel 1:4-14:
4 Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş
saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan
madeni andırıyordu.
5 En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu;
6 her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı.
7 Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç
gibi parlıyordu.
8 Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de
yüzleri, kanatları vardı.
9 Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa
sola dönmüyordu.
10 Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne,
sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada
dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.
11 Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her
yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki
kanatla da bedenlerini örtüyordu.
12 Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye
yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı.
13 Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale
gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve
içinden şimşekler çakıyordu.
14 Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip
geliyorlardı.
Hezekiel 10:1-20:
Baktım, Keruvlar'ın başı üzerindeki kubbenin üzerinde
laciverttaşından tahta benzer bir nesne gördüm.
2 RAB keten giysili adama, "Keruvlar'ın altındaki tekerleklerin
arasına gir. Avuçlarını Keruvlar'ın arasındaki ateş közleriyle
doldurup kentin üzerine közleri saç" dedi. Adamın oraya girdiğini
gördüm.
3 Adam oraya girdiğinde, Keruvlar tapınağın güney tarafında
duruyordu. Bulut tapınağın iç avlusunu doldurdu.
4 RAB'bin görkemi Keruvlar'ın üzerinden ayrılıp tapınağın eşiğine
gitti. Tapınak bulutla doldu. Avlu RAB'bin görkeminin parıltısıyla
doluydu.
5 Keruvlar'ın kanatlarının sesi dış avludan bile duyuluyordu; tıpkı
Her Şeye Gücü Yeten Tanrı'nın sesi gibiydi.
6 RAB keten giysili adama, "Keruvlar'dan ve tekerleklerin arasından
ateş al" diye buyurunca, adam oraya girip bir tekerleğin yanında
durdu.
7 Sonra Keruvlar'dan biri aralarındaki ateşe elini uzattı, biraz ateş
alıp keten giysili adamın avuçlarına koydu. Adam ateşi alıp oradan
ayrıldı.
8 Keruvlar'ın kanatları altında insan eline benzer bir şekil
göründü.
9 Baktım, her Keruv'un yanında birer tane olmak üzere dört tekerlek
gördüm. Tekerlekler sarı yakut gibi parıldıyordu.
10 Dördü de birbirine benziyor, iç içe girmiş bir tekerleği
andırıyordu.
11 Hareket edince Keruvlar'ın baktıkları dört yönden birine doğru,
sağa sola dönmeden ilerliyordu. Ön tekerlek nereye yönelirse, öbür
tekerlekler de onun ardınca gidiyordu.
12 Keruvlar'ın bedenleri - sırtları, elleri, kanatları - ve dördünün
de tekerlekleri çepeçevre gözlerle doluydu.
14 Her Keruv'un dört yüzü vardı: Birinci yüz öküz yüzüne, ikincisi
insan yüzüne, üçüncüsü aslan yüzüne, dördüncüsü kartal yüzüne
benziyordu.
15 Keruvlar yukarıya doğru yükseldi. Bunlar daha önce Kevar Irmağı
kıyısında gördüğüm canlı yaratıklardı.
16 Keruvlar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket
ediyor, Keruvlar yerden yükselmek için kanatlarını açınca, tekerlekler
de yanlarından ayrılmıyordu.
17 Keruvlar durduğunda onlar da duruyor, Keruvlar yerden
yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu
tekerleklerdeydi.
18 RAB'bin görkemi tapınağın eşiğinden ayrılıp Keruvlar'ın üzerinde
durdu.
19 Ben bakarken Keruvlar kanatlarını açıp yerden yükseldi,
tekerlekler de onlarla yükseldi. RAB'bin Tapınağı'nın Doğu Kapısı'nın
girişinde durdular. İsrail Tanrısı'nın görkemi onların
üzerindeydi.
20 Kevar Irmağı kıyısında, İsrail Tanrısı'nın altında gördüğüm ve
Keruvlar olduğunu anladığım canlı yaratıklar bunlardı.
Mezmurlar 18:6-10'da ise keruv meleği tanrı için binek görevi görmektedir:
Sıkıntı içinde RAB’be yakardım,
Yardıma çağırdım Tanrım’ı.
Tapınağından sesimi duydu,
Haykırışım kulaklarına ulaştı.
O zaman yeryüzü sarsılıp sallandı,
Titreyip sarsıldı dağların temelleri,
Çünkü RAB öfkelenmişti.
Burnundan duman yükseldi,
Ağzından kavurucu ateş
Ve korlar fışkırdı.
Kara buluta basarak
Gökleri yarıp indi.
Bir Keruv’a binip uçtu,
Rüzgar kanatlar takarak hızla geldi.
Hezekiel anlatılarının dışında bir başka gelenek onlara farklı fiziksel
görünümler atfetmiştir. [4] Bu melekler batı Hristiyan geleneğinde, Klasik
mitolojideki ve Yunan mitolojisindeki aşk tanrıları Cupid/Eros'dan türetilen
"putto" adlı melekler ile ilişkilendirilince, küçük, tombul, kanatlı
çocuklar-bebekler olarak tasvir edilmeye başlandılar. [6]
İslam'da Kerûbiyyûn adlı bu melekler Tanrı'ya en yakın meleklerdir. Doğu
bilimleri uzmanı Joseph von Hammer-Purgstall, İslam'daki Ruḥü'l Kudüs'ü (روح
القدس), Keruvim meleklerinin en asillerden biri olarak ele almıştır.
Diğerleri ise Allah'ın tahtını taşıyanlar veya baş meleklerdir [7] ve Kur'an
ayetlerindeki Allah'ın tahtını taşıyan melek motifleri Hezekiel'deki
anlatılarla paralellikler gösterir. Fakat mealciler Kur'an'daki bu pagan
inanışın izlerini örtmek için taht anlamına gelen "arş" kelimesini [8] "gök"
diye tercüme etmişlerdir. Halbuki göğün Arapçası "sema"dır ve çoğulu
"semavati"dir.
"Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir. Melekler onun
çevresindedir. Ve o gün Rabbinin Arş'ını, onların da üstünde sekiz
tanesi yüklenir." (Hâkka 16,17)
Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek Arş'ın
etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve
«alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun» denilmiştir. (Zümer 75)
Bu ayetlerdeki arş (عَرْشَ) bizim gök anlamında kullandığımız, kullanmaya
alıştırıldığımız anlama sahip değildir. Arş (عَرْشَ) tahttır. [8] Meleklerin
taşıdığını anlattığı şey Allah'ın tahtı değil de gök olsaydı o halde
kullanması gereken kelimeler "sema" سماء ya da "semavati"
olmalıydı.
"Arş'ın" taht anlamına geldiğinin onlarca örneğinden biri de Neml 41'dir:
Dolayısı ile burada da tahtı taşıyan melekler inanışının izleri açık bir
şekilde ortadadır fakat insanları İslam dininde tutmak isteyenler ısrarla
kelime oyunları yaparak taht anlamına gelen kelimeyi arş yada gök olarak
çevirmiştir. Halkımızdan Kur'an'ı Arapça okuyarak anlayabilen kişi sayısı
elin parmakları kadar olduğundan, bunlardan anlayanlar da dini kurumlarda
üst mevkilere sahip olduğundan bu pagan inanışın izlerini kasıtlı olarak
örtmektedirler.
Hatta bu inanışı destekleyen rivayetler de vardır.
Peki Yahudiliğe, Hristiyanlığa ve İslam'a geçen bu Keruvim meleklerinin
İbrahimi dinler öncesi kökenleri neye dayanıyordu?
Mitolojik melez varlıklar, Mezopotamya sanat ve inancında yaygındır. Bu tür
varlıklara örnek olarak, Sümer-Akad mitolojilerinde kartal kanatlarına,
aslan vücuduna ve kral başına sahip, görünüşüyle sfenkse benzeyen, koruyucu
bir ruh olan Lamassu veya Şedu verilebilir.
Bu tür varlıklara olan inanış Fenikeliler tarafından da benimsenmişti.
Kanatlar, sanatsal güzelliklerinden dolayı kısa sürede popüler hale geldi ve
çeşitli hayvanlar kanatlarla resmedildi. Sonucunda insanlara da kanatlar
verilince [2] melek figürünün kabataslak şekli de oluşmuş oldu. [9] William
F. Albright gibi araştırmacılara göre Fenike ve Kenan'da, Geç Tunç Çağı'nda
bulunan "insan başlı kanatlı aslan" figürünün diğer kanatlı yaratıklardan
çok daha yaygın olduğunu, bu yüzden Kerub melekleriyle özdeşleşmesinin kesin
olduğunu" savunur. [4]
Kerubim meleklerinin griffonlar ile, özellikle de Hitit griffonları ilgili
olduğu düşünülür. Hitit griffinleri diğer griffinlerin aksine genellikle
yırtıcı olarak görünmeyen ve koruyucu bir yapıya sahip gibi sakin ve asil
şekilde oturan insan gövdeli bir yaratıktır. [2][9]
Griffin (γρύψ) kelimesinin Keruvim ile aynı kökenli olabileceğini iddia
edenler olmuştur. [10][11] Yahudi geleneğinde bu meleklerin Cennet
Bahçesi'nin Girişini koruduğuna dair kavrayış, görevi tanrıları temsil etmek
ve davetsiz misafirleri geri püskürterek tapınak gibi kutsal alanları
koruduğuna inanılan, insanüstü güçlere sahip ve insan duygularından yoksun
Semitik varlıklara dair eski inanışlar tarafından desteklenmiştir. Bu
kavramlar Musul'un 30 km, Salamiyah köyünün 5 km güneyinde yer alan antik
Süryani kenti Nimrud'da bulunan 9.tablet metinlerindeki anlatıma oldukça
benzer. [2]
Büyük olasılıkla, Kerubim meleklerine fırtına rüzgârları olarak inanılmış
olması, Hezekiel'in vizyonlarında, daha sonraki Samuel Kitaplarında [12],
onlarla paralellik gösteren Tarihler Kitaplarında [13] ve Mezmurlar'ın erken
bölümlerindeki [2] metinlerdeki: "bir melek üzerine bindi ve uçtu: ve
rüzgarın kanatlarında görüldü." şeklinde bahsedilen Yahve'nin göksel
arabasına dair anlatıların kaynağıdır. [14][15]
İsrail'in Megido Bölgesi'nde Nasıra'nın güneyinde bulunan ve yaklaşık 25
metre yüksekliğe olan Medigo Dağı'ndaki bir metinde Hezekiel'in rüyasına
oldukça benzeyen, melek benzeri melez kanatlı yaratıklar tarafından tahtına
taşınan isimsiz bir kral tasvir edilir. [9]
Delitzch (Asur Elyazmaları Kitabı), eski Asur'daki kanatlı varlık Şedu'nun
adlarından biri olan "kirubu" ile "büyük, güçlü" anlamlarına gelen "karabu"
terimlerini birleştirir. Karâbu adını "güçlü" yerine "merhametli" olarak
nitelendirenler olduğu gibi [2][16] İbranice Kerubim adını, insanlık adına
tanrılara yalvaran şefaatçi varlıklara ve bu tür varlıkların heykellerine
atıfta bulunmak için kullanılan bir Asur terimi olan kāribu'ya bağlayanlar
da vardır. [17] Tanrının savaş arabasını yada tahtını taşıyan Keruvim ile
Asur'un boğa ve aslandan oluşan devi aynıdır. [16]
Eşaraddon, metinlerinde kapsamlı bir şekilde tapınağı yeniden inşa edişini
anlatır. Tavana seferlerden elde ettiği sedir kirişleri koyduğunu ve bu
süslü kapıların altın tokmaklı, hoş kokulu kapıları olduğunu, ve içerde yer
alan küçük tapınak alanını komple altınla kaplattığını söyler.
Sonra kral şöyle devam eder:
(il) Laḫ-me (il) ki-ru-bi ša za-ri-ri ru-uš-šu-u idi anu idi ulziz.
'Her iki tarafına da pirinçten yapılmış kutsal bir Laḫmu ve Ku-ri-bu diktim.'
Agumkakrime heykelinin tapınağa dikildiği Lahmu kutsallığı, Anu, Enlil ve
Ea'nın öncülerinden biriydi. Dolayısıyla kutsallıktan söz ederken bahsettiği
Kuribu da büyük ihtimalle Babil dininde benzer bir yere sahipti.
Musul'daki Fransız Konsolosu Botta ilk Asur sarayını ortaya çıkarmıştı. Bu
saray İşaya Kitabı'nda bahsedilen, Sanherib'in babası olan güçlü hükümdar
Sargon'un ikametgahıydı. Dikkat çekici bir unsur vardır. O da buradaki
kapıların üzerlerinde, önlerinde ve saray duvarları gibi çok sayıda yerde
kanatlı aslan ve boğa figürlerinin yer alıyor olmasıdır. Bu figürler
öylesine yapılmamıştır, sahip oldukları muazzam boyutları onların tanrılar
veya ilahi kahramanlarla ilişkili olduklarını anlamak için yeterlidir.
Sargon kalesi Horsabad'daki (Dur-Şarrukin) kanatlı boğalar 1 ila 5 metre
yüksekliğindeydi. Asurlular özellikle kapı girişindeki kanatlı boğaları
çoğaltmışlardı ve bazıları kapı köşelerine kemer alnını desteklemek için
konuyordu.
İkisi duvar düzleminde, kapının iki yanında birbirine bakacak şekilde, diğer
ikisi ise içeri giren ziyaretçilere yüzleri dönük olacak şekilde
yerleştirilmişlerdi. Böylece içeri girecek olan biri hem ilk iki heykelin
yan açıdan vücudunu hem de diğer iki heykelin ön cepheden yüzünü görüyordu.
Bu da bir yanılsamaya yol açıyor; sakallı, göğsünde kalın yelesi olan, boynu
saç tutamları ile kaplı, tüy dizilerinden oluşan dev kanatları kemer alnına
kadar yükselerek bir yelpaze gibi uzayan yaratık görüntüsü
oluşturuyordu.
Asurluların kanatlı boğalarının farklı formları vardı. 1845'de Ninova'da
yapılan kazılarda insan şeklinin bele kadar devam ettiği, insan kollarının
olduğu, kanatlı, insan başlı aslan heykelleri keşfedilmişti. Giriş
alanlarında kullanılan 3,5 metre yüksekliğindeki bu figürlerin gücü
simgeleyen abartılı kasları, geniş omuzların arkasından çıkan devasa
kanatları, bellerinde düğümlenmiş püsküllü kuşakları vardı. [17]
Keruvların biçimi hakkında belirsiz olan pek çok şey olsa da temelinde yatan
şeyin vahşi kara hayvanları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Erken Semitik
dinlerde, Musevilikte animizme dair izler görmek mümkündür (Örn:
Yeşaya,13:21; 34:14; Luka, 11:24).
Hangi yönden ele alınırsa alınsın bu meleğin kökenlerinin Mezopotamya
topluluklarının antik dinlerine, efsanelerine, animizme ve Asur, Akad ve
Babil'in dev yapıtlarına dayandığı ortadadır. Üzerlerinde yapılan ufak
oynamalarla İbrahimi dinlere geçmişlerdir.
KAYNAKLAR
Texas Jewish Post. 2020-09-24
"The High Holidays". My Jewish Learning.
Davies, N. de G., The Rock Tombs of El Amarna (1908) : Part I, The Tomb of
Meryra, Plate XXVII.
A.g.e. : Part IV, Tombs of Parennefer, Tutu, and Aÿ, Plate XIX.
Ertman, Earl L., “Images of Amenhotep IV and Nefertiti in the Style of the
Previous Reign,” University of Akron, In Causing His Name to Live, Studies
in Egyptian Epigraphy and History in Memory of William J. Murnane, (Brill,
Leiden, 2009)
Israel in Egypt, The Evidence for the Authenticity of the Exodus
Tradition, 1996
Akhenaten and His Daughter Offering to the Aten, ca. 1353-1336 B.C.E.
Limestone, pigment, 8 15/16 × 20 5/16 × 1 1/4 in., 14.5 lb. (22.7 × 51.6 ×
3.2 cm, 6.58kg). Brooklyn Museum, Charles Edwin Wilbour Fund , 60.197.6.
Papyrus of Hunefer, British Museum
Lichtheim 1976. Miriam Lichtheim. Ancient Egyptian literature: a book of
readings. Vol.2. The New Kingdom. Berkeley/London: 96-100
Davies, A.g.e., Mahu-North Thickness, plate XV (The Royal Family
Worshipping Aten); A.g.e., plate XVI; A.g.e., plate XVIII (Mahu Visits the
Temple); A.g.e., plate XX (The Royal Chariot Leaving the Temple); A.g.e.,
plate XXII (The Royal Chariot Passing the Sentries); A.g.e., plate XXXI
(The Royal Family Make Votive Offerings to the Sun); plate
XXXV;
Inconsistency in the Torah, Ancient Literary Convention and the
Limits of Source Criticism, p. 38
Boundary Stelae Of Akhentaten, W. J. Murnane, p. 39
Pritchard, James B., ed., The Ancient Near East - Volume 1: An Anthology
of Texts and Pictures, Princeton, New Jersey: Princeton University Press,
1958, pp. 227-230.
C.D. Warner, et al., comp. The Library of the World’s Best
Literature. An Anthology in Thirty Volumes. 1917.
(Trans. Llewellyn Griffith)
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL