HABERLER
Dini Haber

BATILI KİLİSELER ATEŞKES ÇAĞRISINDA BULUNDU

Haber

Batılı Kiliseler Ateşkes Çağrısında Bulundu Ancak Filistinli Hristiyanlar Boş Sözler İşittiler

Rahibe Sally Azar yıla yüksek bir notla başladı. Ocak ayında Luteryenler onun ilk Filistinli kadın papaz olarak atanmasını kutlamak için dünyanın dört bir yanından geldiler. Muhabirler ve fotoğrafçılar onunla vakit geçirmek için can attılar ve Kudüs'te kırılan cam tavan hakkında yazılar yazdılar.

Ancak 7 Ekim'den ve İsrail ile Hamas arasındaki savaşın patlak vermesinden bu yana Azar, işgal altındaki topraklara ve Ürdün'e dağılmış 2.500 kişilik cemaatini bir arada tutmak için mücadele ediyor. Batı Şeria'daki pek çok kişi hareket özgürlüğünde ciddi kısıtlamalar, artan yerleşimci saldırıları ve iş kayıpları yaşıyor.

Azar, protestoların ve yerinden edilmelerin ortasında, Batılı Hristiyan kilise liderlerinin İsrail'i desteklemelerinin ya da çatışmanın her iki tarafı hakkında tarafsız beyanlarda bulunmalarının, cemaatin kendisini terk edilmiş hissetmesine neden olduğunu söyledi. Ona göre, bazıları savaşı Batılı mezheplerin sömürgeci geçmişleriyle hesaplaşması için bir fırsat olarak görüyor.

Azar, "Herkes tarafsız olmaya çalışıyor ama Hristiyan bakış açısıyla, bunun tarafsızlık için uygun bir zaman olduğunu düşünmüyorum" dedi.

Filistin'deki Anglikan toplumu ile İngiliz Mandası dönemine dek uzanan uzun bir ilişkisi olan İngiltere Kilisesi'nin ruhani lideri Canterbury Başpiskoposu Justin Welby, savaşın başlamasından bu yana İsrail'i birçok kez ziyaret etti. 13 Kasım'da çatışmayla ilgili bir konuşma yapan Welby, İsrail'in Gazze'ye yönelik bombardıman ve kuşatmasının "ahlaki olarak haklı gösterilemeyeceğini" söyledi. Ancak Hamas'ın vahşeti ile "İsrail'in kendini savunma hakkı ve görevi" arasında bir denklik olmadığını açıklayarak 14 Aralık'ta bu tutumunu yineledi.

Yaklaşık 20 milyon Alman Protestanı temsil eden ve Azar'ın papazlık yaptığı kiliseyi 1898 yılında kuran Almanya Evanjelik Kilisesi – İmparator Wilhelm II beyaz bir at üzerinde Kudüs'e gelerek kutsamıştır – İsrail'in kendini savunma hakkını tutarlı bir şekilde savunurken çatışmaların durdurulması çağrısında bulunmuştu.

Kilisenin kısa bir süre önce bir cinsel istismarı örtbas ettiği iddiaları üzerine istifa eden lideri Annette Kurschus, 11 Kasım'da düzenlenen sinodda yaptığı konuşmada "Yahudi nefretinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Ve 7 Ekim katliamını hafifletmeye yönelik her türlü girişim anti-semitizmdir. Her 'evet, ama' önemsizdir" dedi.

Bu tür al gülüm ver gülüm yaklaşımları bazı Filistinli Hristiyanları şaşkına çevirdi.

Beytüllahim'de, Luteryen bir papaz ve Filistinli bir ilahiyatçı olan Rahip Mitri Raheb, "Ateşkes yeterli değil" dedi.

Mevcut savaş nasıl sona ererse ersin, yıllar içinde daha fazla çatışmanın yaşanacağını öngören Raheb, Kutsal Topraklar dışındaki kilise liderlerinin Batı'daki güçlü hükümetlere gerçek bir siyasi çözüm bulmaları için baskı yapma konusunda aktif bir rol üstlenmeleri gerektiğini söyledi.

Raheb, "Filistinliler için adalet olmadan İsrail için barış olmaz" dedi. "Adalet İncil'in kalbinde yer alır. Adalet konusunda taviz veremeyiz. Diğer kiliseler adalet olmadan barış istiyor."

27 Kasım'da Filistinli Hristiyanlardan oluşan bir heyet Biden yönetimi ile temaslarda bulunmak üzere Washington'a gitti. Beytüllahim'deki Luteryen, Ortodoks, Ermeni ve Katolik liderlerin mühürleriyle damgalanmış, kapsamlı ve acil bir ateşkes talep eden bir mektup teslim ettiler.

Delegelerden biri olan Luteryen papaz Munther Isaac, çatışmanın geçmişine değinmeyen son açıklamalardan dolayı "büyük hayal kırıklığına uğradığını" söyledi. "Olaylar 7 Ekim'de başlamadı. İsrail'in kendini savunma hakkına odaklanıyorlar, peki ya Filistinlilerin kendilerini ve topraklarını kolonizasyona karşı savunma hakkı ne olacak?" dedi.

"Kiliseler İsrail'in anlatısını sorgulamadan tekrarladığında rahatsız oluyorum," diye ekledi. "Bir soykırıma makul bir zemin kazandırmaya çalışıyorlar."

Vatikan'ın tepkileri bile Isaac'ın gözünde yetersizdi. Papa Francis 22 Kasım'da genel sinodda yaptığı konuşmada İsrail'in Gazze'de yürüttüğü harekatın "savaşın ötesine geçtiğini" söyledi.

Francis, "Bu savaş değil, terörizmdir" açıklamasında bulundu. Francis'in daha güçlü bir duruş sergileyip sergilemediğine ilişkin bir soruya Isaac şu yanıtı verdi: "Evet ama yeterli değil. Daha fazlasına ihtiyacımız var."

"Benim kiliselerden beklentim her şeyin adını doğru koymalarıdır: Bu bir soykırımdır. Çok sayıda kurum tarafından kanıtlandığı üzere ortada açık savaş suçları var. Kiliseler hala İsrail'i açıkça ve doğrudan kınamaya yanaşmıyor" dedi.

Washington'a gelen bir diğer delege olan Tamar Haddad da benzer bir hayal kırıklığını dile getirdi. Bölgedeki Ortodoks, Katolik ve Protestan kiliselerinin oluşturduğu bir koalisyon olan Orta Doğu Barışı için Kiliseler'de koordinatör olan Haddad, Batılı kiliseleri ateşkese verdikleri destekte ikircikli davranmakla suçladı. "Ateşkes çağrısında bulunsalar bile" dedi, "bunu her zaman çelişkili ifadelerle birlikte yapıyorlar."

Haddad, "Neden korktuklarını bilmiyorum" dedi. "Tekrar tekrar yanlış şeylere odaklanıyorlar."

Savaşın başlarında Batı Şeria'daki Anglikanlar da 21 Ekim'de benzer itirazlarını ağır bir mektupla dile getirmişlerdi. Batı Şeria'nın Ramallah ve Birzeit kentlerindeki cemaatler, Canterbury Başpiskoposu'nun İsrail'in meşru müdafaa hakkını destekleyen açıklamalarından dolayı "tamamen şaşkın" olduklarını yazmışlardı.

Welby'ye gönderilen mektupta "Kilise, yaşananların, tüm dünyanın gözleri önünde halkımızın vazgeçilemez haklarının 75 yıldır sistematik olarak yok sayılmasının bir sonucu olmadığına inanmıyor mu?" ifadeleri yer aldı.

Raheb ve Haddad, ABD'deki bazı mezhep ve örgütlerin, özellikle de Protestan olanların Filistinlilere daha güçlü destek verdiğini belirtiyor. İsrail'i apartheid devleti olarak niteleyen bir kararı 2022 yılında kabul eden Presbiteryen Kilisesi (ABD), Filistinlilerin "işgal olmaksızın kendi topraklarında özgürce yaşama hakkını" ve İsrail'in "özgür ve egemen bir ulus olarak var olma hakkını" desteklediğini ifade etti.

Birleşik İsa Kilisesi, İsa'nın Havarileri ve Amerika'daki Evanjelik Lüteriyen Kilisesi, diğer 26 Protestan grupla birlikte, 12 Ekim'de Kongre'ye gönderdikleri bir mektupta Filistinlilere yönelik "on yıllardır süren kurumsallaşmış baskı ve toplu cezalandırmaya" dikkat çekti.

Ancak Raheb, Amerika'daki Evanjelik Hristiyanlar ile Cumhuriyetçi Parti arasındaki uyuma işaret ederek, bu kiliselerin tepede etkisi olan kiliseler olmadığını söyledi.

Nitekim bazı ibadethaneler tarihi bir leke taşıyor gibi görünüyor ve eleştirilen resmi duruşları değil, emperyalist savaş makinesiyle olan köklü bağlantılarıdır.

Filistinli Hristiyanlar da Batılı kiliselerden sadece mevcut tutumlarını değil, ülkelerindeki çatışma ortamının yaratılmasındaki tarihi rollerini de değiştirmelerini ve tövbe etmelerini istiyor.

Raheb, "Başpiskopos neden 'Balfour Deklarasyonu ve İngiliz Mandası eliyle siz Filistinlilere yanlış yaptık' diyemedi?" dedi. "Bunun için özür dileriz ve hatamızı telafi etmek istiyoruz. Artık bu ülke bir değil iki halk tarafından paylaşılmalı."

"Filistin'de tüm bu yerleşimci sömürge projesini başlattıkları için asla pişman olmadılar. Bu hiçbir zaman ele alınmadı" diyen Raheb, İngiltere'nin İsrail'in kuruluşundaki başlıca rolüne atıfta bulundu.

Azar'a göre mesele tarihi bir suçluluk değil, insanlık meselesidir. "Kiliseler politikacı değildir. Biz Hristiyanca karşılık veririz." dedi.

    KAYNAK

●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON
●►Youtube 'Katıl': KATIL

PAPA FRANCİS İSRAİL'İN KİLİSEYE YAPTIĞI SALDIRI HAKKINDA KONUŞTU

Haber

Papa Francis Cumartesi Günü İsrail'in Hristiyan Kilisesine Düzenlediği Saldırıyı Terör Eylemi Olarak Niteleyerek Kınadı

Papa Francis, haftalık Pazar duasında (17 Aralık), İsrail'in cumartesi günü Gazze'deki bir Hristiyan kilisesine düzenlediği ve iki kadının ölümüne, çok sayıda kişinin de yaralanmasına yol açan keskin nişancı saldırısını kınadı.

Aziz Petrus Meydanı'nda toplanan inananlara seslenen Francis, "Gazze'den çok vahim ve acı haberler almaya devam ediyorum. Çaresiz siviller bombalamaların ve silahlı saldırıların kurbanı oluyor. Bu bir savaş, bu bir terörizm." dedi. Papa uluslararası toplumu dünyada barış için çaba göstermeye çağırdı.

Cumartesi günü Nahida Khalil Anton ve kızı Samar Kamal Anton, çatışmalardan kaçarak sığındıkları Gazze'deki Kutsal Aile Kilisesi'nin tuvaletine doğru yürürken keskin nişancılar tarafından vuruldu. Kilise cemaatinden alınan bilgilere göre iki kadın Hristiyan cemaatinin aktif üyeleriydi.

Kudüs Latin Patrikhanesi tarafından cumartesi günü yapılan açıklamaya göre kilisede bulunan yedi kişi daha yaralandı. "Hiçbir uyarı yapılmadı, hiçbir bildirimde bulunulmadı" diyen patriklik açıklamasında, iki kadının "hiçbir savaşçının bulunmadığı Kilise binasının içinde soğukkanlılıkla vurulduğu" ifade edildi.

Papa da kilisede terörist olmadığını, "sadece ailelerin, çocukların, hasta ve engellilerin, rahibelerin" bulunduğunu söyledi.

İsrail ordusu "konuyu ciddiye aldığını" ve saldırıyla ilgili bir soruşturma başlattığını açıkladı. Askerlerin Hamas teröristlerinin Hristiyan kilisesinin bulunduğu bölgeye sığındıklarına inandıklarını iddia ettiler.

Patriğin bildirdiğine göre, cumartesi sabahı erken saatlerde bir roket 54 engellinin ikamet ettiği Rahibe Theresa'nın kız kardeşleri manastırını hedef aldı. Binanın jeneratörü tahrip oldu ve manastır yaşanmaz hale gelerek sakinleri yerlerinden oldu.

"Tüm Hristiyan cemaatiyle birlikte dua ederek, bu anlamsız trajediden etkilenen ailelere yakınlığımızı ifade ediyoruz. Aynı zamanda, tüm kilise Noel'e hazırlanırken böyle bir saldırının nasıl gerçekleştirilebildiğini anlamakta güçlük çektiğimizi ifade etmekten başka bir şey yapamıyoruz" dedi.

Kardinal Pierbattista Pizzaballa tarafından yönetilen Kudüs Latin Patrikhanesi, Kutsal Topraklardaki Katolik cemaatini temsil etmektedir.

İtalyan medya kuruluşlarına konuşan ve Kudüs'teki Katolikler için tarihi öneme sahip dini mekânları denetlemekle görevli bir Fransisken tarikatı olan Kutsal Topraklar Vesayeti, kiliseye karşı güç kullanımını "kesinlikle haksız" olarak nitelendirdi.

ABD Piskoposlar Birliği de cumartesi günü yaptığı açıklamada son olaylara "büyük bir üzüntü ve dehşet" ile tepki göstererek şiddetin durdurulması ve barış görüşmelerine bağlılık çağrısında bulundu. "Bu çatışmanın tüm taraflarına savaşın asla bir çözüm olmadığını, aksine her zaman bir yenilgi olduğunu hatırlatan Kutsal Babamız Papa Francis'e kararlılıkla eşlik ediyoruz. Yalvarıyoruz, 'barış, lütfen barış!'" ifadeleri yer aldı.

Francis daha önce Hamas ve İsrail arasındaki şiddeti terörizm olarak nitelendirmiş ve bunun "savaşın ötesine geçtiğini" belirtmişti. Bu terörizmdir" demişti.

İsrailli temsilciler Papa'nın İsrail güçlerinin eylemlerini Hamas militanlarınınkiyle bir tutmasına karşı çıktılar. İsrail'in Vatikan Büyükelçisi Raphael Schutz, patrikhanenin açıklamasının "kan iftirası olarak en sert şekilde kınanması gerektiğini" söyledi ve iki Hristiyan kadının ölümünü "korkunç bir hata" olarak nitelendirdi.
    KAYNAK

●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON
●►Youtube 'Katıl': KATIL

DANİMARKA PARLAMENTOSU DİNİ KİTAPLARIN YAKILMASINI YASAKLADI

Haber

Danimarka Parlamentosu Kur'an-ı Kerim ve Diğer Dini Kitapların Yakılmasını Yasaklayan Yasayı Kabul Etti

Yakın zamanda bir avuç İslam karşıtı aktivist tarafından Kuran'a yapılan saygısızlıkların Müslüman ülkelerde şiddetli gösterilere yol açmasının ardından Perşembe günü Danimarka parlamentosunda, ülkede herhangi bir kutsal metne saygısızlık yapılmasını yasadışı hale getiren yeni bir yasa kabul edildi.

Bu İskandinav ülkesi yurt dışında diğer ülkelerin kültürlerine, dinlerine ve geleneklerine hakaret edilmesini ve aşağılanmasını kolaylaştıran bir yer olarak görülüyor. Adalet Bakanlığı, yasanın amacının, diğer şeylerin yanı sıra Danimarka'da terörizm tehdidinin artmasına katkıda bulunan "sistematik alaycılığa" karşı koymak olduğunu söyledi.

Adalet Bakanı Peter Hummelgaard yaptığı açıklamada "Danimarka'nın ve Danimarkalıların güvenliğini korumalıyız" dedi. "Bu nedenle uzun zamandır gördüğümüz sistematik saygısızlıklara karşı artık daha iyi bir koruma sağlıyor olmamız önemlidir."

Folketing yani parlamento, sekiz milletvekilinin katılmadığı oylamada 94'e karşı 77 oyla yasayı kabul etti. Yeni yasa, "dini bir topluluk için önemli bir dini anlamı olan bir yazıya ya da bu şekilde görünen bir nesneye, alenen ya da daha geniş bir kesime ulaşmak amacıyla uygunsuz muamelede bulunmayı" suç haline getirecek. "Küçük bir bölümü" saygısızlık içeren ancak daha büyük bir sanatsal üretimin parçası olan sanat eserleri yasak kapsamına girmiyor.

Dört saatten fazla süren tartışma sırasında sol ve aşırı sağ partiler merkez sağ hükümete karşı birleşerek 25 Ağustos'ta taslağı sunan üç partili koalisyonun da tartışmaya katılmasını talep etti. Hükümet hiçbir şey söylemedi, bu yüzden muhalefet tarafından "korkak" olarak nitelendirildi.

Sosyalist Halk Partisi'nden Karina Lorentzen "İran, Danimarka bir İranlının yapabileceği bir şeyden rahatsız olduğu için yasalarını değiştirir mi? Pakistan değiştirir mi? Suudi Arabistan değiştirir mi? Cevap hayır" diye retorik bir soru sordu. Göçmen karşıtı Danimarka Demokratları'ndan Inger Støjberg ise yeni yasanın İslam'a teslimiyet ve "bizim değerlerimizi paylaşmayan" ülkelere boyun eğmek anlamına geldiğini söyledi.

Støjberg, "Danimarka gibi modern ve aydınlanmış bir toplumda ifade özgürlüğünün kısıtlanması yanlıştır" dedi.

Sadece bu yıl içinde aktivistler, Müslüman ülkelerin büyükelçilikleri önünde, ibadet yerlerinde ve göçmen mahallelerinde Kuran yakma da dahil olmak üzere 500'den fazla protesto gösterisi düzenledi.

Danimarka defalarca bu saygısızlıklarla arasına mesafe koymuş ancak ifade özgürlüğünün Danimarka toplumunun en önemli değerlerinden biri olduğu konusunda ısrar etmişti. Hükümet "dini eleştiriye açık kapı bırakılması" gerektiğini ve 2017 yılında yürürlükten kaldırılan dine hakaret maddesini yeniden yürürlüğe koyma planlarının olmadığını söyledi.

Danimarka'nın ikinci büyük şehri Aarhus'ta bir camide imamlık yapan Oussama Elsaadi, B.T. gazetesine yaptığı açıklamada bunun "tüm Müslümanlar için iyi bir mesaj" olduğunu söyledi.

B.T.'ye göre Elsaadi, "Kuran'ın yakılması ötekilere hakarettir" dedi ve ekledi: "Kendinizi istediğiniz gibi ifade edebilirsiniz ama öteki insanların hayatlarını altüst edecek şekilde değil."

2006 yılında Danimarka'da bir gazetenin aralarında türban olarak bomba takan bir Muhammed Peygamber karikatürünün de bulunduğu 12 karikatürü yayınlamasının ardından Danimarka, Müslüman dünyasında geniş çaplı bir öfkenin odağı haline geldi. Müslümanlar peygamberin tasvirlerini kutsal değerlere saygısızlık ve putperestliğe teşvik olarak görmektedir. Bu resimler dünya çapında Müslümanlar tarafından Danimarka karşıtı şiddetli protestolara yol açtı.

Yeni yasayı ihlal edenler para cezasına ya da iki yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek. Yasanın yürürlüğe girmesi için Danimarka'nın temsili hükümdarı Kraliçe Margrethe'nin yasayı resmen imzalaması gerekiyor. Bunun da bu ay içinde gerçekleşmesi bekleniyor.

İsveç haber ajansı TT, bir dizi Kuran yakma olayına ve kutsal kitapların tahrip edilmesini içeren protesto gösterileri düzenleme taleplerine sahne olan komşu İsveç'te, hükümet tarafından başlatılan bir soruşturmanın sonucunda polis yönetmeliğinin gözden geçirilmesi gerekip gerekmediğinin ortaya çıkacağını yazdı.

TT, İsveç polisinin kutsal kitaplara saygısızlık içeren bir halk toplantısı başvurusunu değerlendirirken ülkenin güvenliğine yönelik tehditleri de göz önünde bulundurabilmesi gerektiğini ve bu konudaki çalışmaların önümüzdeki yıl 1 Temmuz'a kadar tamamlanacağını belirtti.

İsveç'te Kuran'ın ya da diğer dini metinlerin yakılmasını veya bunlara saygısızlık edilmesini özel olarak yasaklayan bir yasa bulunmuyor. Pek çok Batı ülkesinde olduğu gibi İsveç'te de dine hakarete ilişkin bir yasa bulunmuyor.

Temel ilkelerin çatışması konusu İsveç'in, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra aciliyet kazanan ancak mevcut tüm üyelerin onayına ihtiyaç duyduğu NATO'ya katılma yönündeki isteğini zora soktu. Türkiye, Stockholm'deki Türk ve İslam karşıtı protestoları gerekçe göstererek İsveç'in üyeliğini geçen yıldan bu yana engelliyor.

    KAYNAK

●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON
●►Youtube 'Katıl': KATIL

İSA'NIN SÜNNETİ VE SÜNNET DERİSİ

Hazırlayan: A.Kara

İSA'NIN SÜNNETİ VE SÜNNET DERİSİ

İsa diye bir karakterin yaşayıp yaşamadığı tabi ki bilinmiyor ve hayali, mitolojik bir figür olduğu, Mezopotamya'da tapınılmış ölüp-dirilen tanrıların bir varyantı olarak ortaya çıktığı kuvvetli bir ihtimal gibi. Yine de İbrahimi dinlere inananların gözünde gerçekten yaşamış biri olduğuna inanıldığından bu makalede Hristiyan geleneğinin İsa'nın sünneti konusunda neler söylediğine odaklanmak istiyorum.

Luka İncili'nin "İsa'nın Tapınakta Tanrı'ya Adanması" adlı bölümünde İsa'nın sünnet edilişi şöyle anlatılır:

Luka, 2:21-24:
Sekizinci gün, çocuğu sünnet etme zamanı gelince, O'na İsa adı verildi. Bu, O'nun anne rahmine düşmesinden önce meleğin kendisine verdiği isimdi.
Musa'nın Yasası'na göre arınma günlerinin bitiminde Yusuf'la Meryem çocuğu Rab'be adamak için Yeruşalim'e götürdüler. Nitekim Rab'bin Yasası'nda, “İlk doğan her erkek çocuk Rab'be adanmış sayılacak” diye yazılmıştır. Ayrıca Rab'bin Yasası'nda buyrulduğu gibi, kurban olarak “bir çift kumru ya da iki güvercin yavrusu” sunacaklardı.

Anlatılanlara göre İsa, Yahudi geleneği gereğince doğduktan 8 gün sonra Brit Milah, yani Yahudi sünneti uygulamasına tabi tutulmuş ve birçok Müslümanın adak adını verdiği uygulamaya benzer şekilde çocuk sahibi olan Yusuf kurban vererek kan akıtmıştır. İşte İsa'nın doğumundan 8 gün sonra gerçekleşen bu sünnet gününün 1 Ocak olduğuna inanılır. 

Bu sünnet olayı 10.yy'dan itibaren Hristiyan sanatında öne çıkan ve birçok sanatçı tarafından resmedilen bir konu olmuştur. 

Sünnet günü, hangi takvim kullanılırsa kullanılsın Doğu Ortodoks Kilisesi tarafından 1 Ocak'ta "Sünnet Bayramı" olarak kutlanırken İngiliz Kilisesi üyelerince (Anglikanlar) yine aynı tarihte kutlanmaktadır.

Bu sünnet günü son zamanlarda bazı kiliseler tarafından 3 Ocak'ta kutlanmaya başlanmış ve Roma Katolikleri tarafından "İsa'nın Kutsal Adının Bayramı" olarak adlandırılmıştır. 

Çocuklara isimleri gerçek anlamda sünnet oldukları bu günde verilirdi. İşte inanışa göre "Rabbimizin Sünnet Bayramı" dedikleri ve doğumundan 8 gün sonra gerçekleştiğine inanılan bu bayram, İsa'nın adını aldığı gündür. İsa'ya verilen isim İbranicede "kurtarıcı" ya da "kurtuluş" anlamlarına gelmektedir.

İlk kez 567'de gerçekleşen bir kilise konseyinde kaydedilmiş olsa da bu inanışın çok eskilere dayandığı açıktır.

İsa'nın sünnet olduğu yönündeki inanç sonrası ona ait olduğu söylenen onlarca sünnet derisi ortaya çıkmış ve sergilenmek üzere koruma altına alınmıştır.

Yani nasıl ki Muhammed'in saç ve sakalı olduğu düşünülen saç ve sakalları korumaya alıp, saklayıp, hürmet edenler varsa çoğu Hristiyan için İsa'nın sünnet derisi de böyledir.

Luka İncili'ndeki kanonik metinlere ek olarak Süryani Bebeklik İncili (Arapça Bebeklik İncili), İsa'nın sünnet derisinin muhafaza edildiğine dair ilk referansı içerir.

İkinci bölümde şöyle bir hikaye vardır: "Ve onun sünnet zamanı, yani kanunun çocuğun sünnet edilmesini emrettiği sekizinci gün geldiğinde onu bir mağarada sünnet ettiler. Ve yaşlı İbrani kadın sünnet derisini aldı (göbek bağını onun aldığını söyleyenler de vardır) ve onu hint sümbülü merhemi bulunan, kaymaktaşından yapılma bir kutuda sakladı. Ve eczacı olan bir oğlu vardı, ona dedi ki, "Dikkat et, bu kaymaktaşından yapılma hint sümbülü merhemi kutusunu satma, buna karşılık sana üç yüz peni teklif edilecek. İşte bu kutu, günahkar Meryem'in temin ettiği ve içindeki merhemi Rabbimiz İsa Mesih'in başına ve ayaklarına döktüğü ve saçının telleriyle sildiği o kaymaktaşı kutudur."

14. yüzyılın popüler eserlerinden olan Altın Efsane'de de yazdığı gibi İsa'nın sünneti genel olarak Mesih'in kanının ilk kez döküldüğü an olarak kabul edilir ve dolayısıyla insanlığın kurtuluş sürecinin başlangıcı ve kanıtı olarak görülmüştür. Hristiyanlara göre bu kan aynı zamanda Meryem'in 7 Üzüntüsü'nden biridir.

İnanışa göre İsa tamamen insandı (kimilerine göre tamamen insanken kimilerne göre hem tanrı hem de insan doğasına sahipti.) ve Mukaddes Kitap'ın yasalarına itaat emişti.[4] Ortaçağ ve Rönesans teologları bunu defalarca vurgulamışlardı. Ayrıca insanlığının bir göstergesi ve Tutkusu'nun bir habercisi olarak İsa'nın çektiği acıya dikkat çekmişlerdi. Bu görüşler 1657 tarihli bir incelemede İsa'nın sünnetinin Musa'nın yasasını yerine getirirken onun insan doğasını kanıtladığını iddia eden Jeremy Taylor gibi Protestan teologlar tarafından devam ettirildi. Johann Sebastian Bach bu ziyafet günü için 1 Ocak 1724'te Rabbin Sünneti adlı birkaç kantata yazmıştı.

Erken Hristiyanlık dönemindeki sünnet tartışmaları, Yahudi olmayan Hristiyanların sünnet olmalarının şart olmadığı şeklinde bir düşünce ile sonuçlandı. Pavlus, Hristiyanlığa geçiş için sünnetin gerekmediğini söylemişti. Mısırlı Kıptilerin Kilisesi ve Yahudi Hristiyanlar dışında sünnet uygulanmaz hale gelmişti. Zaten Kıptilerin sünnet uygulamaları Hristiyanlıktan öncesine dayanıyordu.
İşte bu yüzden 1. binyıla ait Hristiyan sanat eserlerinde İsa'nın sünneti nadiren ele alınan bir konuydu.

Konuya dair günümüze kadar ulaşan en eski tasvirlerden biri 979-984 aralığına tarihlenen ve Vatikan Kütüphanesi'nde yer alan minyatürdür. Burada çizilen sahnede elindeki bir bıçakla Meryem ve Yusuf'un tuttuğu İsa'ya doğru gelmekte olan bir rahip vardır. Burada yer alan yapı ise muhtemelen Kudüs Tapınağı'dır. Burada İsa'nın sünnet oluş anı gösterilmek istenmemiş, bundan kaçınılmıştır. Yahudi geleneğine göre sünnet aslında kişinin babası tarafından evde yapılırdı, kimilerine göre İsa'nın sünneti de böyle olmuştu. Bunun yansımalarından biri Verdun'lu Nicolas tarafından bir sunak üzerine yapılan levhada gösterilmiştir. Burada İsa'nın babası Yusuf elinde bir bıçak tutmaktayken bir sonraki levhada Hristiyan sanatında nadir görülen sahnelerden biri yer alır: İshak ve Şemsun'un sünneti.

Sonraki tasvirlerin birçoğu gibi İsa'nın, İshak ile Şemsun'un sünnetleri muhtemelen tapınağı temsil eden büyük bir binada yapılırken resmedilmiştir; ki büyük olasılıkla törenler orada yapılmış bile değildir. Kutsal Topraklara hacca giden Orta Çağ hacılarına İsa'nın Beytüllahim'deki kilisede sünnet edildiği söylenmiştir.

İşte İsa'nın sünnet olduğuna olan inanış onun kutsal sünnet derisi olduğu iddia edilen birçok kalıntının kutsallaştırılmasına neden olmuş hatta bu sünnet derilerinden bazılarına mucizevi güçler atfedilmiştir. Avrupa'daki çeşitli kiliseler 'İsa'nın sünnet derisine sahip olduklarını" iddia etmiştir. Tuhaf olan şudur ki bu iddiaların bazen aynı anda, farklı kiliseler tarafından ortaya atıldığı da olmuştur.

Bu sünnet derilerinden en meşhuru Lateran Bazilikasında bulunuyordu ve güya İsveçli Aziz Bridget'in gördüğü bir vizyon ile İsa'ya ait olduğu doğrulanmıştı. 

İsa'ya ait olduğu söylenen bu sünnet derilerinin çoğu Fransız Devrimi sırasında kayboldu ya da yok edildi. Enteresan bir olay da yaşanmıştır. 1983'te, Sünnet Bayramı'nda gerçekleşen geçit töreninde Kalkata'daki sünnet derisini içeren kutsal emanet İtalyan köyünün yollarında teşhir edilmiştir. Ancak daha sonra sünnet derisinin saklandığı mücevher kaplı kasa çalınınca bu uygulama sona ermiştir.

İsa'nın ölmediğine, göğe yükseldiğine inanan filozoflardan bazıları İsa yükselirken, sünnet derisi gibi artık onun vücuduna bağlı olmayan parçaların bile tanrı katına yükseldiğini iddia etmiştir. Öyle ki, bunu iddia eden filozoflardan biri olan Leo Allatius uçukça bir iddia bulunarak İsa ile birlikte yükselen sünnet derisinin Satürn'ün halkaları haline geldiğini söylemiştir.

KUTSALIMA HAKARET ETME !


Yazan: Wiseman
KUTSALIMA HAKARET ETME !

Kutsal nedir? Sözlük ve kelime anlamına göre:

1-Güçlü bir dinsel saygı uyandıran ya da uyandırması gereken, kabul görmüş bozulmaması, dokunulmaması gereken, üstüne titrenilen değerlerdir. Felsefe de ise Tanrı'ya adanmış olan, tanrısal olandır.

2-Tapılacak ya da yolunda can verilecek KADAR sevilen deðerdir.

Kutsal; kişilerin manevi yönden değer verdiği, koruduðu, dini görüþ, kiþiler ve inançlardan oluşmaktadır.

Bu tanımlara göre kutsal, bir deðerdir ve hem dini hem de bireysel güçlü saygıdır. Bu gösterilen saygı elbette ki bireysel olduðu kadar toplumsaldır.

Şimdi bu kutsalı, güçlü saygıyı hem dinsel hem toplumsal hem de bireysel olarak ele alalım.

Tanrı, peygamber, din, inanç ve sözde getirdikleri kitaplar toplumdan topluma, kişiden kişiye farklılık gösterse de kutsal kabul edilmiştir. Dünyada 4300 den fazla din olduğuna göre bu demektir ki her bir din kendi coğrafyasında, kendi toplumunda ve kendi inananları arasında kutsaldır. Bu durumda ortaya o kadar çok kutsal değer çıkıyor ki haliyle kutsalların çatışması ve sınırları söz konusu oluyor. Sizin için kutsal olan bir başkası için kutsal olmadığı gibi anlamsız, gereksiz, mantıksız hatta iğrenç ve suç olabilmektedir.

Sizin için insana, ineğe, maymuna, köpeğe, fareye tapmak ne kadar mantıksız ve hatta iğrenç ise bir başkası için de sizin taptığınız hatta görünmez olan kutsalınız ona mantıksız gelebilmektedir.

Sizin, insan insana tapar mı dediğiniz yerde pekala Hristiyanlar İsa'yı tanrı ve oğlu olarak kutsal ruh kabul etmektedirler.

Siz ineğin sütünü içip, kesip yerken bir Hindudan kendi kutsalınıza saygı duymasını bekleyebilir misiniz? Hindistan'da ineğe tekme atın bakalım size ne yapıyor halk.

Siz fareyi zararlı görüp öldürürken, Hindistan Racastan'da fareler kutsaldır ve sütle beslenip korunuyorlar. İstedikleri gibi her yerde serbest dolaşıyorlar. Racastanlar tüm çocukların fare olarak doğduğuna inanıyorlar.

Siz maymunu doğadaki sıradan bir hayvan olarak görürken, onu kutsal kabul edip tapınanlar var. Diğer yandan maymunu kesip yiyen toplumlar var.

Siz köpekleri doğadaki sıradan bir hayvan olarak görürken, evcil hayvan olarak beslerken, bazı toplumlar köpekle evlenirken, bazı toplumlar etini yerken, Sufi-Şii'lerde köpek kutsaldır.

Günümüzde halen putlara tapanlar, doğasal varlıklara, maddi cisimlere tapanlar vardır.
Sizlere kültürlerden bahsetmiyorum. Verdiğim örnekler bazı toplumlarca kutsal kabul edilen, tapınılan ve dini ritüellerinde kullanılan değerlerdir.

Diğer toplumlar da islama, islamın tanrısına, peygamberinin hayatına, kitabı Kur'ana ve müslümanların uygulamalarına baktıklarında var olmayan, görünmeyen, bilinmeyen, etkisiz birine tapındığınızı söylüyorlar. Peygamberinizin uygulamalarýna, kitabınıza, müslümanlara bakarak, İslam'ı terörizimle, barbarlıkla ve cehaletle özdeştiriyorlar. Peygamberinizi pedofili olarak görenler var.

Sizin, tek hak din bizim dinimiz, son din bizim dinimiz demeniz onlar için bir şey ifade etmiyor. Onlar için İslam 4300 dinden sadece bir tanesi. Siz nasıl diğer 4299 dini çeþitli gerekçeler ile reddediyorsanız, onlar da sizi, farklı gerekçeler ile reddediyorlar. Unutmayın, dinler doğaları gereği rakip kabul etmezler. Tek kalmak isterler. Evi camdan olan başkasına taş atarken iki kez düşünmelidir.

4300 farklı dinin ve tanrısının her biri, bir diğerini reddettiğine göre kutsala saygıda kriter ne olmalıdır? Bana göre diyerek 4301nci dini oluşturmak istemem. Ama insanın düşünen, sorgulayan, araştıran, aklını kullanan, vicdanı ile hareket eden, sevgi dolu, bilim üreten bir varlık olduğu dikkate alınması gereken en önemli konudur.

Bu durumda kriterin, ölçünün, terazinin, bakış açısının AKIL, VİCDAN, SEVGİ, ADALET VE BİLİM olması kaçınılmazdır.

Herkesin kutsalı kendisinedir. Kendi kutsalına saygı göstermesi gereken de kendisidir. Hiç kimse kendi kutsalına başkasından tapınmasını, sevmesini saygı göstermesini beklemek hakkına sahip değildir. Çünkü inanç kutsal; kişinin kendisi ile tapındığı arasında bireysel bir değerdir.

Özellikle İslam özelinde kullanılan "KUTSALIMA SAYGI GÖSTER" söylemi çok kullanılmaktadır. Son zamanlarda bu "Allah'ıma, dinime, peygamberime, kitabıma inanmasan da saygı göstermek zorundasın" tavrını ele almak istiyorum. Elbette ki bu saygı ve hakaret meselesini ele alırken, inandığınız kitabınızdaki, Allah'ın sözlerinden örnekler vereceðim. Kriterimde yukarıda saydıklarım olacak. Kitabınızda yer alan ayetlerdeki sözde Allah'ın sözü olan birkaç kelime ve cümleyi sizlere ayna tutmak istiyorum.

"Kereste" (Münafkun 4)
"Piç" Zenim kelimesi geçer. (Kalem 13) Bu konuda Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün Youtubedaki yorumuna bakabilirsiniz.
"Hayvan" (Bakara 171-Araf 179-Furkan 44)
"Pislik" (Tevbe 24)
"Aşağılık Maymun" (Bakara 65)
"Domuz" (Maide 60)
"Eşek" (Cuma 5)
"Köpek" (Araf 176)
"Allah onları kahretsin!" (Tevbe 30- Munafikun 4)
"Akılsızlar!" (Bakara 13 ve 142- Þuara 224)
"Yalancılar!" (Zariyat 10 ve 12- Nahl 39 ve 105- Mücadele 18- Munafikun 1- Mu'minun 90 ve Ali İmran, Vakıa, Tevbe gibi bir çok surede geçmektedir.)
"Maymunlar!" (Araf 166- Bakara 65- Maide 60)
"Domuzlar!" (Maide 60)
"Hayvanlar hatta hayvandan da aşağılıklar!" (Araf 179)
"Onlar, ancak hayvanlara benzerler, hatta hayvandan da sapıktır onlar" (Furkan 44)
"Eşeğe benzerler!" (Muddessir 51- Cuma 5)
"Pislikler!" (En'am 125- Yunus 100- Tevbe 125)
"Aşağılıklar! (Araf 166, Araf 168- Kalem 10- Bakara 65- Mucadele 18- Nahl 27- Munafikun 4- Mu'min 60 v.s gibi daha birçok sure de geçmektedir.)
"Canı çıkasıcalar! (Kahrolası-Geberecesiler)" (Muddessir 19-20)
"Alçaklar" (Mucadele 18)
"Yabani eşekler" (Muddessir 51)
"Susamış develer" (Vakıa 55)
"Dilini sarkıtıp soluyan köpekler" (Araf 176)
"Lânet olsun geberesi yalancılara" (Zariyat 10)
"Reziller" (Tevbe 14- Nahl 27- Tevbe 2- Hud 93- Haþr 5 v.s gibi birçok ayette geçmektedir.)
"Sapıklar" (Vakıa 51, 92- Fatiha 7- Kasas 50 v.s gibi birçok ayette geçmektedir.)
"Beyinsizler" ("Sefih"; fıkıhta, beyinsiz-beyinsizlik anlamına gelir deseler de Kur'an'da beyin kelimesi geçmez, Kur'an beynin işlevinden habersizdir. Bu ve benzeri kelimeler aptal, ahmak, kafasız gibi anlamlar taşırlar.) (Bakara 13, 142)
"Onlar sanki elbise giydirilmiş kütükler gibidirler." (Munafikun 4)
"Soysuzlar" (Kalem 13)
"Kahrolasılar, geberesiceler" (Abese 17- Büruc 4- Zariyat 10, 12)
"Kahrolun, elleri kurusun" (Tebbet 111)

Bunlar sizin inandığınız Allah'ın, sözde yarattığı kullarına karşı kullandığı cümleler. Bakın hadislerde yer alan aşağılayıcı, hakaret ve küfür içeren sözlere girmiyorum bile. Kur'andaki çelişkilere girmiyorum bile. Kur'andaki kadını insan yerine koymayan ve aşağılayan ayetlere girmiyorum bile.

Sizce gerçek bir yaratıcı, sevgi dolu bir yaratıcı, kendi yarattığı kullarına, sözde gönderdiği kitapta ve sözde peygamberinin ağzından böyle küfürler, hakaretler yapar mı? Yaparsa yarattığı kullar Ona itaat eder ve sever mi? Bu durumda insanlardan bu kutsalınıza saygı duymasını ve göstermesini nasıl beklersiniz?

Sakın Allah'ı yaratan ve Kur'an'da Allah adına konuşan Muhammed'in kendisi olmasın?

Sevgili kardeşim; lütfen kendine saygı duyuyorsan oku, düşün, sorgula ve araştır!

Diğer bir konu da bireysel kutsallardır. Yani tapılacak ya da yolunda can verilecek kadar sevilen değerdir. Bu değerler de tamamen bireyseldir, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir. Burada ayrımı yapılacak nokta ise DİNSEL OLMAMASIDIR. Ancak tanımlama yapılırken "tapılacak derecede" vurgusunun yapılması aşırı değer verilmesini vurgulamak içindir. Unutmayın bu bireysel değerler, bireysel olduğu kadar toplumsal da olabilir.

Nedir bu bireysel olan kutsallar ve değerler.

Anne, baba, evlat, eş, namus, vatan, vatanını kurtaran ve kuran kişiler.

Bu değerlere hakaret edilmesini, saygısızlık edilmesini, küfredilmesini hemen hemen dünyadaki tüm toplumlar kabul etmezler. Türk toplumunda ise bu değerlerin tamamı neredeyse kutsal değer kabul edilir.

Bu noktada özellikle vatanı kurtaran ve kuran kişiler kapsamında ulu önder Atatürk'ü ele almak istiyorum. Bazı müslümanlar tarafından en çok yapılan hatalardan birisi Atatürk'ün peygamber ile karşılaştırılması, laik ve seküler olanlara dönük "bakın siz de Atatürk'e tapıyorsunuz, Anıtkabir'e tapınmaya gidiyorsunuz" söyleminin kullanılmasıdır. Peygamberler hem kutsal hem değerdir. Atatürk ise kutsal değil sadece değerdir!

Sevgili kardeşim öncelikle bilmeli ve kabul etmelisin ki Atatürk dini bir lider ve kutsal bir kişilik değildir! Tanrı tarafından gönderildiğini iddia etmediği gibi yeni bir din de getirmemiştir. Atatürk'ü sevenler de onu bir dini kimlik ve kişilik olarak görmezler. Bu yüzden Atatürk'ü peygamber ile karşılaştıran bir Atatürk sever göremezsiniz, Atatürk'e de tapmazlar. Ancak ülkeyi düşmanlardan kurtaran, yeni bir ülke kurup bizlere vatan bırakan, Cumhuriyet sistemini kurup bizlere armağan eden, yüce bir insan, güçlü bir asker, güçlü bir siyasetçi, lider ve önder, ülkenin en büyük ortak değeri olarak görürler. Bunun gereği olarak da saygılarını sunmak, minnetlerini göstermek için Anıtkabir'e ziyarete giderler. Dünyanın saygı duyduğu bir lidere, kendisini kurtarmış bir toplumun, kendisini kurtarana saygı duymaması, hakaret etmesi küfretmesi ihanetten başka bir şey olamaz.

Sağlık, sevgi, akıl ve bilimle kalınız.
Yazan: Wiseman

İBRAHİM’İN İLK İNANÇ SİSTEMİ “SABİÎLİK”

Yazan: Sedat Karadayı

 İBRAHİM’İN İLK İNANÇ SİSTEMİ “SABİÎLİK”

Yaşayıp yaşamadığı konusunda herhangi net bir bilimsel bilgi bulunmamasına rağmen kutsal kitaplarda anlatılanlarla İbrahim hakkında bilgi sahibi olabildik. Ancak kutsal kitaplarda yazılanların da mantık açısından destekleyici kaynakları olmaması İbrahim’i daha gizemli bir hale getirmektedir.

İbrahim hakkında bilinenlerin bir kısmı Sümerlerin Ur kentinde putperest bir anne-babadan dünyaya geldikten sonra gençliğinde Nemrut isimli bir kral ile arasında anlaşmazlık olduğu ile başlar. Ancak İbrahim’in yaşadığı varsayılan tarihte ortada Nemrut isimli bir kral bulunmamaktadır. İbrahim daha sonra babası Terah’tan kavgalı bir şekilde ayrılıp bugünkü Harran’a göç ettiği bilinir. Atalarının yaşadığı Habur ovasından dolayı onlara Haburi ya da Habiru deniyordu. Harran’da kız kardeşi Sare ile evlilik akdini gerçekleştirerek hayvancılık işlerine girmiş yani celep olmuştu. Bu tarihten sonra yetiştirdiği küçükbaş hayvanların üretimini ve ticaretini yapmaya başladı. Tabii ki bundan dolayı da sürekli yeni taze otlaklar bulmak amacıyla göçebe bir hayat yaşıyordu.

İbrahim’in yaşadığı MÖ 2000’li yıllarda bölge coğrafyasında (Asur ve Babil) varlığını sürdüren Sümerlerin tanrısı Enlil ve Enki liderliğinde diğer tanrılardı. Sümer tanrılarının ikametleri gökler olduğu için yıldızlar ve gezegenler onların sorumluluk alanına girmekteydi. Zaten Enlil diğer anıldığı Baal ya da El gibi farklı isimlerde de olduğu gibi Boğa görüntüsü ile resmedilirdi ve bunun asıl sebebi de göklerde Boğa Burcunu temsil etmesiydi. Göklerin tanrısı olmasına rağmen yerden yani dünyadan sorumluydu ve bu yüzden de grubu toprak idi. Kardeşi Enki de yine göklerin tanrısı olmasına rağmen o suyu kontrol ediyordu bu yüzden de Kova (Aquarius) burcu ile simgelenmekteydi. Diğer Sümer tanrıları da her biri bir yıldızı temsil ediyordu bu yüzden Sümer tanrılarına inananların bir kısmı kendilerine “Mandaye” ve “Nasuraye” adını vermişlerdi. Aslı Aramice Mandaye kelimesinin kökeni olan Manda kelime anlamı itibarı ile “Bilgi”, “Hikmet” demekti. Batılı bilim insanları bu yüzden bu inancın adı için “Mandeizm” tanımlamasını kullandılar. Cemaat üyelerinde de Mandaye, Mandenler “Bilenler”, “Arif” adını verdiler. Araplar ise bu inanca sahip olanlara “Sabiî” adını vermişlerdi. Arapçada Sabiîlik “Yıldız içinden çıkıp yükselmek” gibi bir anlam içeriyordu. İbranilerde ise bu kelimenin Sub (Vaftiz için suya daldırmak) kelimesinden türetilen “İsabba” ile ilişkili olduğu iddia edilir. Bu kelimeden çıkartılan anlam ise yıldızların meleklerin yurdu olması ile ilgili olduğundan yıldızlara saygı duyulmasını ifade eder.

Sabiîlik genel olarak Sümer tanrılarının inanç şekline dönüştürülmüş bir oluşumudur. Doğrudan yıldızlara tapınmak şeklinde de ifade edilebilir. Bu konuda Yahudi bir filozof ve baş haham olan Musa bin Meymun, yıldızların birer tanrı ve güneşin de en büyük tanrı olduğunu söylüyordu. Ondan sonra ay ve diğer yıldızlar geliyordu. Sabiîler günlük ibadetlerini güneşin gökyüzündeki konumuna göre planlayıp ibadet öncesi su ile temizlenirlerdi.

Sabiîlik bir anlamda Zerdüşt inancına benziyordu. Onların da Zerdüştlerde olduğu gibi karanlık ve aydınlık tanrıları vardı. Gündüz 3 kez gece 2 kez kuzeye dönerek Işık Kralı’na ibadet ederlerdi. Temizlenme ile ilgili işlemin kesinlikle bir akarsuda yapılması zorunluydu ki bunun adına “Rişama” derlerdi. Sabiîler kökenlerinin Adem’e dayandığını iddia ediyorlardı.

Her ne kadar MÖ 2000’li yıllarda Sabiîlik yaygın bir din olarak kullanılıp daha sonra terk edilmesine rağmen sonraki yıllarda birçok uygulaması Yahudilerde, Hristiyanlarda ve Müslümanlarda ortaya çıkmıştır. Örnek vermek gerekirse Hristiyanlarda Yahya ile ortaya çıkan göllerde ve akarsularda başın ve gövdenin suya daldırılıp çıkartılmasıyla yapılan vaftiz uygulaması aslında Sabiîlerden kalmıştır. Müslümanlarda da namaz öncesi alınan abdest yine Sabiîlerden alıntıdır. Buna benzer başka uygulamalar da vardı.

İbrahim’in genel karakter yapısı duruma ve ortama göre davranmak şeklinde tanımlanabilir. Zamanın sert yaşam ortamında İbrahim’in oldukça mülayim bir yapısı vardı. Bu karakter yapısını yıllar sonra Firavun ile karısı Sare’nin de katıldığı sorunlu bir ilişkiden anlayabiliyoruz. İbrahim ölüm korkusu sebebiyle karısı Sare’ye karşılaştıkları başka kişilere eşi yerine kardeşi olduğunu söyletmesi bunun bir delilidir.