HABERLER
Dini Haber

ARAŞTIRMACILAR 100 MİLYON YILLIK BEBEK YILAN FOSİLİ BULDULAR

Bilim adamları mükemmel bir keşfe rastladılar.
Çin Akademisi'nden bilim adamları Güneydoğu Asya'daki şuan Myanmar olarak bilinen ormanda kehribar rengi bir arkeolojik parçanın içinde kalmış yılanın kalıntılarına rastladılar. Bu şimdiye kadar keşfedilmiş en eski bebek yılan olduğu için arkeoloji ve bilim açısından inanılmaz bir keşif.

Üst Kretase döneminde yaşamış olan yeni türler Xiaophis myanmarensis'in bilimsel ismini aldılar.

Yaklaşık 5 santimetre uzunluğundaki fosilin kafatasını yitirdiği görüldü. Bu yüzden bilim adamlarından oluşan ekip kemiklerin büyüklüğünü, şeklini ve yönünü incelemek için mikroskoplar ve x-ışını taramalarını kullandılar.

Daha sonra araştırmacılar yeni fosilin kemik yapısını, evrimsel kayıtlarda nereye uyduğunu görmek için araştırma yaptılar ve onu mevcut bir yılan fosilinin veri tabanına benzettiler.
Bilim, Arkeolojik buluntular, Bilimsel, 100 milyon yıllık yılan sofili,Yılan fosili,100 milyon yıllık bebek yılan fosili,Dinozorlar çağında sürüngen,Bebek yılan fosili,A
Bu buluş yılanların düşünüldüğünden çok daha önce sualtı ve kıyı bölgelerinden ormanlık ortamlara taşınmış olabileceğini ve yılanların spinal kemiklerini geliştirdiği mekanizmanın milyonlarca yıl içinde çok az değiştiğini ortaya koydu ve araştırmacılar bu bilimsel gelişmeleri raporladı.

Uzmanlar boyutu gerçekten küçük olan bu yılanın bir insan eline sığabileceğini söylüyor. Keşfe katılan uzmanlar sürüngenlerin dünyayı dinozorlarla paylaştığı dönemden bu yana yılanın evrimi hakkında bir fikir verdiğini söylüyorlar.

Bilimsel Gelişmeler dergisinde yayınlanan bir rapora göre, bilim adamlarının uyguladığı X-ışını çalışmaları sonucunda eski kıtasal blog olan Gondwana ile diğer Kretase türleri arasında önemli benzerlikler saptandı.

Bilim, Arkeolojik buluntular, Bilimsel, 100 milyon yıllık yılan sofili,Yılan fosili,100 milyon yıllık bebek yılan fosili,Dinozorlar çağında sürüngen,Bebek yılan fosili,A
Bu keşif sayesinde araştırmacılar yılan omurgasının milyonlarca yıl önce nasıl geliştiğini, özellikle omuriliği birleştiren eklemlerin ve zamanla omuriliğe dönüşen tüpün kapanışının oluşumunu inceleyebilecekler.

Bu kehribar tortuları yapıları gereği fosilleri milyonlarca yıl boyunca mükemmel durumda koruma yetenekleri ile tanınırlar. Bulunan bu kehribar parçalarından birinde bir parça yılan derisi, diğerinde ise bir bebek yılanının iskeleti, 97 omur ve kaburga bulunmaktadır.

KİLİSELER BAĞIŞ İÇİN KART OKUYUCU KULLANMAYA BAŞLADI

Dini Haber, Haberler, Kiliseler kart okuyucu kullanmaya başladı,Kiliseye kart ile bağış,Bağış için kredi kartı kullanımı,İngiltere Kilisesi,ABD Kiliseleri,Kiliselere dijital bağış
DOKUN VE DUA ET!
KİLİSELER BAĞIŞ İÇİN KART OKUYUCU KULLANMA BAŞLADI

Dünya genelindeki binlerce Hristiyan kilisesi artık insanlar üzerinde nakit olarak para taşımadığından bağış toplamak için taşınabilir kart okuyucular veya uygulamalar kullanmaya başladı.

İngiltere Kilisesi'ne artık yaklaşık 16.000 dini alanın artık taşınabilir kart okuyucularına erişebileceğini söylüyor. ABD'de ise yüzlerce kilise sadık takipçilerinin bağış yapabilmesi için kartlarını kullanabilecekleri kulübeler kurdu. Ayrıca kiliseler için paranın herhangi bir zamanda gönderilebileceği akıllı telefon uygulamalarını popülerleşmeye başladı.

İngiltere'nin ulusal yönetim kurulu başkanı John Preston, “Özellikle para taşımayan genç kilise takipçileri için işlerimizi hızla değiştiriyoruz ve tüm nesillerin ibadet yerlerinden en iyi şekilde yararlanmasını istiyoruz” dedi.

Teknolojiler, web sitesi üzerinden yapılan bağışlardan uygulamalara ve kilisede oluşturulan fiziksel ekranlara kadar çeşitlilik göstermektedir. Temassız kart okuyucusu ise özellikle İngiltere Kilisesi'nin  benimsediği daha yeni bir evrimdir.

Graham Hunter konuyla ilgili şöyle diyor:
"İncil tanrıyı baş teknik subay, baş tekniker, geleceğe dair bir mimar olarak tanımlar. Yani böylece Tanrı yaratıcı ve yeni teknolojiler üretiyor dolayısı ile biz de öyle yapmalıyız"

Haber Tarihi: 07/08/2018

KAMİ NEDİR ?

Hazırlayan: A.Kara
Şintoizm, A,din,Japonların dini,Japonlar neye inanıyor?,Japon Tanrısı,Japonların dini inançları,Kami Nedir?,Kami,Japon'ların inandığı güçler,Uzakdoğu dinleri,Şintoizm ve Kami

JAPON DİNİ ŞİNTOİZM'İN KARMAŞIK İLAHİ KAVRAMI


Şintoizm Kami inancına ve ibadetine dayalıdır. Peki ama Kami nedir?
Kami'nin en iyi tercümesi "ruh "'dur, ancak bu karmaşık bir kavramın aşırı basitleştirilmiş halidir - kami aynı zamanda manzara unsurları veya doğa güçleri olabilir.
Kamiler, insana yakındır ve insanların dualarına cevap verir. Doğal güçlerin seyrini ve insan olaylarını etkileyebilirler.
Şinto geleneğine göre Japonya'da sekiz milyon milyon kami vardır.

Şintoizm inancı, kami'nin çeşitli fikirlerini içerir. Bunlar birbirleriyle yakından ilişkili iken, tamamen değiştirilebilir değildir ve sadece aynı düşüncenin farklı fikirlerini değil farklı düşüncelerini de yansıtmaktadır.

Yani kelime, varoluşun özünü ya da her şeyde varoluşun özünü ve varlık özünü huşu uyandıran bir şekilde gösteren belirli şeyleri ifade etmek için kullanılır. Sadece kami tabiatını çarpıcı bir biçimde gösteren şeylere kami denir.

Kami nitelik olarak neredeyse her şeydeki kutsal veya mistik unsurdur. Her şeydedir ve her yerde bulunur ve bir nesneyi başka bir şey yerine kendisi yapan şeydir (Örneğin bir taş eğer taş olacaksa onu taş olduran, başka bir şey olmasının önüne geçen odur. Diğer bir deyişle Kami olmazsa bir kuş, kuş olmak yerine başka bir şey olabilir, onu kuş olduran güç Kami'dir). "Kami" kelimesi gizli olan anlamına gelir.

Kami'nin "Musubi" adı verilen özel bir hayat veren uyum sağlayan gücü vardır ve "Makoto" (aynı zamanda samimiyet olarak da tercüme edilir) adlı gerçek bir iradesi bulunur.
Fakat tüm Kami'ler iyi değildir, bazıları kötüdürler.

Bir Tanrı Olarak "Kami"
Kami'nin Tanrı ile aynı olduğu düşüncesi kısmen Mukaddes Kitabın 19.yüzyılda Japoncaya çevrilmesi sırasında “Tanrı” kelimesini çevirmek için kullanılmasından kaynaklanıyor.

Bu olay Japonlar arasında bile büyük bir karmaşaya neden oldu: Şinto ilahiyatçısı Ueda Kenji, 1990 yılında giriş yapan öğrencilerin yaklaşık % 65'inin Şintoizm'deki Kami'yi, batılı bir kavram olan Tanrı ile ilişkilendirdiklerini söylüyordu. Halbuki Kami aslında Batı'nın Tanrı kavramından çok farklıdır.


KAMİ
(Kami kavramını açıklamak oldukça zor.)

Anlayışı kolaylaştırmak için kami genellikle ruhlar veya tanrılar, ilahi varlıklar olarak tanımlanır. Ama kami diğer inançların tanrılarına pek benzemez:
  • Kami pek çok dinde bulunan her şeyden aşkın ve her şeye kadir tanrılar gibi ilahi değildir.
  • Kami her şeye kadir değildir.
  • Kami mükemmel değildir - bazen hata yapar ve kötü davranır.
  • Kami, insandan veya doğadan farklı değildir, onlar yaşam enerjisinin sadece daha yüksek bir tezahürüdür, olağanüstü veya müthiş bir versiyonudur.
  • Kami, doğaüstü bir evrende mevcut değildir, onlar insanlar ve doğa dünyasıyla aynı dünyada yaşarlar.

Kami, evreni yaratan tanrıları içerir ancak şunları da içerebilir:
  • Birçok canlı varlıkta yaşayan ruhlar
  • Bazıları kendilerini var ederler:
  • Dağ ve göller gibi manzara unsurları,
  • Doğanın güçlü kuvvetleri, fırtınalar ve depremler gibi.
  • Ölümlerinden sonra bazı insanların kami olması.

Kami terimi bazen bir şeylerde yaşayan ruhlara uygulanır, fakat aynı zamanda doğrudan şeylerin kendilerine de uygulanır. Bu yüzden dağın ya da şelalenin kamisi, dağ ya da şelale ruhu değil, gerçek dağ ya da şelale olabilir.

3 tip Kami özellikle önemlidir:
  • Klanların ataları Ujigami: Kabile zamanında, her grup belirli bir kaminin hem ataları hem de koruyucusu olduğuna inanmış ve bu ruha ibadetlerini tahsis etmiştir.
  • Doğal nesnelerin ve yaratıkların ve doğa güçlerinin Kamisi.
  • Olağanüstü başarıya sahip ölü insanların ruhları.

Kami'nin Japonca Bir Açıklaması
Şinto'nun yeniden canlandırılması için uğraşan, en seçkin Japon din adamlarından ve meraklılarından biri olan Motoori Norinaga (1730-1801) Kami'yi şöyle tarif etti:
"'Kami' kelimesinin anlamını henüz anlamadım. Klasiklerde en genel anlamda, gökyüzü ve yeryüzü ile ilgili tüm ilahi varlıklar şeklinde görülür. Daha özel olarak Kami, tapınaklarda bulunan ve ibadet edilen ruhlardır."
Prensip olarak insanlar, kuşlar, hayvanlar, ağaçlar, bitkiler, dağlar, okyanuslar - hepsi kami olabilir. Antik kullanıma göre bir huşu duyumuna da kami deniyordu.


En Önemli Kamiler
Amaterasu (Amaterasu-Omikami)
Genellikle 'Güneş Tanrısı' olarak tercüme edilir ve Kami'nin en büyüğüdür. Ise türbesinin Kamisi ve İmparatorluk ailesinin atasıdır.

Benten / Benzaiten
Müzik ve sanat ile ilişkili Hindu kökenli bir kadın Kami'dir.

Ebisu
Refah getiren bir Kami. Aslen İzanami ve İzanagi'nin terk edilmiş asalak çocuğudur.

Hachiman
Okçuluk ve savaş tanrısı.

İzanami - İzanagi
Japonya'yı doğuran iki Kami.

Konpira / Kompira
Şimdilerde denizlerde güvenliği sağlayan bir Kami, ama aslında bir Budist tanrısı. Denizcileri, balıkçıları ve satıcı nakliyesini korur.

Susanoo
Rüzgârın Kami'si ya da felaketlerden hem koruyan hem de koruyan fırtına tanrısıdır. Amaterasu'nun kardeşidir.

Tenjin
Eğitim Kami'sidir, fakat aslında Japon bilim adamı "Sugawara No Michizane"dir. Ebeveynler ve çocuklar sıklıkla Tenjin'den sınavlarda başarı sağlamasını isterler.

BİLİM ADAMLARINA GÖRE MAYA MEDENİYETİNİN YOK OLUŞ NEDENİ

Bilim, tarih, A, Maya medeniyeti, Antik Maya medeniyeti, Maya medeniyeti nasıl ortadan kayboldu? Maya medeniyetine dair teoriler, Mayalar, Maya,
Antik Maya medeniyeti, MS 800'e kadar Orta ve Güney Amerika'ya hükmettiler.
Mısır'daki piramitlerin karmaşıklığına rakip olacak kadar süper, masalsı, astronomik olarak hizalanmış tapınakları ve inanılmaz piramitleri inşa ettiler. Ancak, MS 1000'de gizemli bir şekilde bu medeniyet ortadan kayboldu. Uzmanlar ise onlara ne olduğunu merak ediyor ve araştırıyorlar.

Asırlar boyunca akademisyenler Amerika kıtasının en büyük uygarlıklarından birine ne olduğunu anlamaya çalıştılar ve konuyla ilgili birçok teori önerdiler.

Artık araştırmacılar antik Maya medeniyetinin iz bırakmadan nasıl ortadan kaybolduğunun ardındaki gizemi çözdüklerini söylüyorlar. Uzmanlara göre Maya medeniyeti son derece güçlü bir kuraklık yüzünden çöktü.

Bu ölçümlere dayanarak, araştırmacılar, Maya uygarlığının çöküşü sırasında yıllık yağışların % 41 ile % 54 arasında azaldığını, tepe kuraklık koşullarında % 70'e varan oranlarda yağışlarda azalma olduğunu, bu yüzden nemin azaldığını bulmuşlardır. Bugün ise bu oran % 2 ile % 7 arasında değişmektedir. Sonuçlar "Science" dergisinde bildirilmiştir.

16. yüzyılda İspanyollar geldiğinde, Maya üzümleri Mayalılar tarafından inşa edilen, terkedilmiş dev antik Piramit şehirlerinde gelişiyordu.

Geçmişte akademisyenler antik Maya'nın yabancı güçlerin istilası, savaş, hastalıkların yayılması ve ticaretin durması nedeniyle çökmüş olabileceğini öne sürmüşlerdir. Bununla birlikte, Cambridge ve Florida üniversitelerinden gelen bilim adamları, uzun bir kuraklık döneminin bu geniş uygarlık üzerinde yıkıcı etkilere neden olduğuna dair güçlü kanıtlar buldular.

Araştırmacılar bu sonuçlarına ulaşmak için Maya toplumunun bulunduğu Chichancanab Gölü'nden aldıkları su örnekleri üzerinde çalıştılar. Uzmanlar kuraklık dönemlerinde göllerde oluşan alçıtaşı suyunun izotoplarını ve minerallerini ölçtüler.

Alçıtaşı kuruyup şekillenince su molekülleri onun kristal yapısına yapışır ve yapışan bu su örnekleri eski göl suyunda bulunan farklı izotopları kaydeder.

Cambridge’deki Yer Bilimleri Bölümünde okuyan Nick Evans raporunda konuyla ilgili şöyle diyor: "Maya medeniyetinin çöküşündeki iklim değişikliğinin rolü kısmen tartışmalıdır, çünkü önceki kayıtlar kalitatif rekonstrüksiyonlarla sınırlıdır, örneğin hava koşulları daha nemli ya da daha kuru olmuş olabilir gibi. Çalışmamız Maya çöküşü sırasında yağış ve nem seviyelerinin istatistiksel olarak sağlam tahminlerini sağladığı için önemli bir ilerlemeyi temsil ediyor."

Yazan & Çeviren: A.Kara

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 16

15 yıl tanrı ve ateizm 16, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,
Riya kabile hakkında tehlikeleri anlatır, kaptan korkar gitmek istemez, Barış'ın heyecanı endişeye dönüşür, Riya, Barışı alarak onları götürecek olan balıkçı kayığına biner denize açılırlar, kayıkçı hiç konuşmaz korkuyla bakar her yana. Riya istediği şifalı otların kabile topraklarında olduğunu ve yıllardır takasla aldığını başka insanların bu adaya gelmelerine izin vermediklerini anlatır, Barış’ın endişesi korkuyla karışmıştır.

Güneş yavaşça doğmaya başlarken adaya gelmişlerdir, kayıktan inerler, balıkçı denize açılarak bekliyeceğini söyler. Riya ve Barış sahilde iki üç adım atmadan elli atmış metre uzakta ağaçların altında insanlar olduğunu görür, Barış korku dolu bir haldedir, eliyle göstererek:
- Bunlar mı ?

Riya sessizce:
- Evet onlar.

Barış:
- Bizim bu saatte geleceğimizi nerden biliyorlardı.

Riya:
- Ben her dolunayda buraya bu saatlarde geliyorum, senden zorda kalmadıkça konuşmamanı istiyorum.

Yedi kişi yanlarına gelerek köye doğru zorlu dağ yamaçlarından giderler. Barış'ın insanların yüzlerindeki boya çok ilgisini çeker fakat soramaz. Zorlu iki saat geçer ve kabilenin bulunduğu köye gelirler. Kabile evleri bambu ağacından, üzerleri palmiya yapağı, çamur ve uzun otlarla yapıldığını görür, irili ufaklı yaklaşık otuz ev vardır, köyün bir tepenin başında olması bütün ormanın ve adanın güzelliğini ortaya serer. Köyün içinde yürürken herkes Barış ve Riya’ya merakla bakarken kabile lideri onları sevgiyle karşılar, kendi evine götürür, büyük tek odalıdır.. Riya ve lider konuşurken Barış insanların yarı çıplak olması dikkatini çeker, köyde herkes de vücudu'nun belli bölgelerinde boya olduğu, bir bütün olarak hareket ettiğinin farkına varır. Riya hediyeleri lidere sunarken liderin çok mutlu olduğunu görür. Lider diğer köyleri de göstermek ister. Riya lidere Barış’ın tanrı arayışını anlatmıştır, lider köyler arasında gezdirirken hiç susmadan devamlı kendi tanrısını anlatır. Riya tercüme ederken Barış sadece dinler, öğleden sonra liderin köyüne geldiklerinde bir çocuk Barış’a meyve verir, Barış çocuğu sever çantasında bulunan bir kalemi hediye eder, lider çocuktan kalemi sertçe alır ve bu duruma çok sinirlenir bağırıp çağırır, Riya sakinleştirmeye çalışır, Barış korkuyla olup biteni anlamaya çalışır. Bir süre sonra lider sakinleşir ve akşama domuz keseceğini söyler, Riya Barış’a domuzun çok değerli bir yiyecek olduğunu kendileri için kesileceğini anlatır bu yüzden gece burda kalmaları gerekli olduğunu söyler. Akşama dört saat vardır, liderin evinde otururlarken bir adamın kucağında küçük altı yaşlarında çocukla eve telaşla gelir. Lider hızlıca eline bir pıçak alır, Riya, Barış’a yaşananları anlatır, çocuğu yılan sokmuştur lider yılanın soktuğu yeri pıçakla keserek zehiri almaya çalışır. Adamınsa lidere sanki dua eder gibi bir hali vardır, bir süre sonra adam ve çocuk gider, lider de evden çıkar.

Barış merakla:
- Çocuk iyi olacak mı?

Riya üzgündür.
- Çok zor, sabah yılan sokmuş adam bu saate kadar lideri aramış.

Barış, üzülerek:
- Neden lideri aramış.

Riya:
Burası bir ada maalesef, yaşam eskiden olduğu gibi sürmekte, doktor ve hastane yok, lider bu adanın hakimi o ne derse, o olur, herkes hastalandığında, bir derdi olduğunda ve yaşamaları bile liderin dudakları arasında, bu adanın tanrısı.

Barış:
- Lider iyi edebilir mi.

Riya:
- Bilmiyorum, lider çocuğun babasına iki tane domuz kesmesini ve ona getirmesini söyledi.

Barış:
- Neden, bunun bir anlamı var mı?

Riya:
- Tanrıya sunacak ve etini insanlar köyde yiyecekmiş, tanrı bu lideri elçi yani peygamber, tanrı lidere söyler lider de insanlara, inanç bu.

Barış tanrı anlayışına bir yenisini eklemiştir. Çocuğun durumunu merak etmektedir. Lider eve gelerek Riya ve Barış’ı dışarı çağrır, köyün ortasında büyük bir ateş yaktırmış, insanların hazırlandığını anlatır. Riya bu gece eğlence olacağını söyler kendileri için. Riya kumsala giderek kayıkçıya yarın akşam kendilerini almasını söyler. Barış köyde gezerek nasıl bir yaşam sürdürüldüğünü daha iyi anlamaya çalışır. Liderin evinin arkasında iki, üç metre uzunluğunda taştan heykel vardır fakat heykeli bir şeye benzetemez, heykelin yanlarında elle işlenmiş süs eşyaları, takı, renkli taşlar, hayvan ve insan kafa tasları ilgisini çekmiştir, dikkatlice bakarken hiç bir şeye elini sürmez kötü bir olay daha yaşanmaması için.

Riya yanına gelerek:
- Burası ibadet yerleri.

Barış bir anda korkar, eliyle göstererek:
- İnsan kafa tasları var.

Riya sakince:
- Evet, bazıları insan, bu da bir inanç, tanrı anlayışı, lider bizimle çok ilgilendi yanına gidelim.

O sırada lider yanlarına gelir, Riya o taşın etrafında bulunan kafatası ve eşyaları sorar, lider Barış’ın elini tutarak taşa dokunmasını sağlar, gururla anlatır.

Lider:
- Taşı bizi buraya yerleşmemiz için tanrılarımız işaret olarak bıraktı, yaptığımız değerli eşyaları bırakır ve dileklerimizin yerine gelmesini bekleriz, beslenmemizi sağlayan canlıları onurlandırmak için kafataslarını buraya bırakır ve tanrılar onları yer yüzüne başka bir canlı olarak yeniden yaratır. Tanrılar benim ailemi seçmiş, insanlarla konuşmak için, bana babam öğretti ona da babası bende oğluma öğretecem tanrıyla konuşmayı. Size bir mucize anlatmak istiyorum uzun zaman önce köyde herkes aç kaldı avcılar bir şey bulamıyordu, herkes bana gelerek dua etmemi ve yardım edilmesini istiyorlardı, dua etmeye başladım tanrılarımız bir anda yağmur yağdırmaya başladı o anda köyün ortasından domuzların koştuklarını gördük bir çoğunu avcılarımız öldürürken iki tane de canlı yakaladılar, tanrılarım benim dualarımı kabul etti halkımı açlıktan kurtardı, bizlerde onlara şükranlarımızı sunuyoruz.

Lider farklı hikayeler anlatırken, köyün ortasına doğru yürürler, büyük bir ateş üzerinde domuzların pişirildiği, ateşin az olan yerlerinde patatesler bırakıldığını, ateşin etrafında çocukların özgürce oynadığı, kadın ve erkeklerin birbirlerine güvenle baktığını, Barış orada olan insanların yüzlerinde sıkıntı, sitres olmadığının farkına varır, içinden bu yaşam daha güzel mi, diye düşünür.

Bir süre sonra domuzlar pişer, lider herkese eşit olarak dağıtır yanında patateslerle yerler, yemekten sonra erkekler kadınlar ateşin etrafında danslar, şarkılar söyleyerek gecenin ilerleyen saatlerine kadar eğlenirler. Riya ve Barış liderin evinde uyumuşlardır, sabah çocuk sesleriyle uyanırlar, evden dışarı çıktıklarında liderin yanında yılan sokan çocuğun babasının olduğunu görürdüklerinde yanlarına doğru giderler, lider sürekli adama bağrarak bir şeyler söylüyordu, geldikten kısa bir zaman sonra adam ayrılır, Riya olup biteni liderden öğrendikten sonra üzülerek:
- Çocuk hayatını kaybetmiş.

Barış üzülür.
- Çocuğun babası acı içindeyken lider neden bağrıyordu?

Riya:
- Tanrılar çocuk için yardım edeceklermiş fakat çocuğun babası domuzlardan birini öldürürken çok acı çektirdiğinden tanrılar yardım etmemiş, lider de o yüzden bağrıyordu, lider her zaman lider.

Barış:
- Liderin elinde bir de tanrı varsa.

Akşam yaklaşmaktadır, Riya ve Barış köyde insanlarla vedalaşır, Barış liderle vedalaşırken lider Barış’ın elinin içine bakar, Riya liderin söylediklerini anlatır:
- Aradığını bulacaksın sakın durma sonsuzluğa gittiğinde korkma, aslında sen ordasın.

Lider beklemelerini söyler ve oradan ayrılır bir süre sonra gelir, Barış’a kolye hediye eder.

Lider:
- Bu kolyeyi sana tanrılarımız hediye etmemi söyledi.

Barış teşşekkür eder, kolye çok hoşuna gitmiştir, Riya ve Barış şaşırarak köyden ayrılırlar, kayığa binerek Riya’nın köyüne doğru giderler. Riya kabileler hakkında bilgi verir inançları nasıl ve değişkenlik gösterdiğini anlatırken, Afrikada bulunan kabilelerin inançlarının çok daha değişik olduğunu söyler, inançlar üzerine konuşarak Riya’nın evine gelirler, kaptanın meraklandığı her halinden bellidir, Barış kabile yaşamının daha özgür olduğunu düşünmeye başlar.

Beşinci günün sabahında bahçede kahve içerlerken, Barış gülerek:
- Riya sence gelecekler mi ?

Riya emindir kendinden:
- Kahveni soğutma.

İçeri yaşlı kadın ve oğulları gelir, yaşlı kadın Riya’nın elini öpmeye çalışır, oğulları sepetlerle meyve ve sebzeler bırakırken diğer oğlu bir poşet içerisinde madeni paraları masaya bırakır, bir süre sohbet ederler yaşlı kadın ve oğullarının sevinç göz yaşları sel olmuştu, yaşlı kadın Barış’ın yazdığı kağıdı da masaya bırakır, Barış içinde kadının iyileşmesine sevinirken olan bitene şaşırmış nasıl iyileştiğini düşünür, kadın ve oğulları giderlerken Riya kadına para poşetini geri verir.

Riya Barış’a bakarak:
- İyileşmiş senin kağıdın sayesinde.

Barış şaşkın bir haldedir:
- Bu nasıl olur.

Riya güler hafifce:
- Asıl soru şu olmalı, ben elma versem iyi olacak mıydı?

Barış'ın verecek bir cevabı yoktur, kafasının içinde bir çok soru oluşmuştur. Riya’ya bakarak:
- Senden tüm kalbimle özür dilerim, seni yanlış değerlendirmişim.

Riya:
- Seni anlıyorum, insan beynini kullanarak nasıl havaya yükseliyor.

Barış anlamaya başlar:
- Peki neden parayı geri verdin.

Riya:
- Onların parası işe yaramaz, iyi düşündüğünde bu insanlar senin parayla yapamıyacağın reklamı yapar.

Barış lafını keser heyacanla:
- Çok zekisin fakat anlamadığım bir nokta var neden bu işi yapıyorsun.

Riya:

- Burada yaşayanlar nasıl yaşama tutunduklarını gördün, yaşlı kadının zar zor bir araya getirdiği paraları bir başkası alırdı, insanlar arasında sınıflandırma var, ben olmasam bu çaresiz insanlara ne olur.

Barış:
- Evet ya sonra.

Riya:
- Uygarlık gelişiyor, beni gelişmiş topluluklarda hayal etsene.

Barış:
- Psikolog olurdun galiba.

Yüksek sesle gülerler. Kaptan Riya’nın elini tutarak:
- İkimiz bu bölümü okuduk.

Riya:
- Ya sen nasıl bir yaşam isterdin.

Barış düşünür:
- Bilmiyorum, bilginin sosnsuz olduğu bir ülkede yaşamak isterdim.

Barış artık sorularına yanıt bulmaya başlamıştır. Kaptan ve Barış, Riya’nın yanından mutlu olarak ayrılırlar. Barış Riya’dan çok cevaplar bulmuştur. Kaptan ve Barış limana geldiklerinde:

Kaptan:
- Sevinçlisin aradığın cevapları bulabildin mi ?

Barış huzurlu bir halde:
- Senin tanrın daha gerçekçi.

Kaptan, merakla:
- Kimler, neden yarattı tanrıları.

Barış, gülerek:
- Senin tanrını yönetenler tanrını beslemek için.

Barış huzurlu ve sevinçli olmasına rağmen içini tırmalayan bir şeyler vardır, kabile hayatında stres olmadığı, güvenin çok olduğunu, yaşamını bu şekilde sürdürmenin daha mutlu olacağını düşünürken aklına Riya’nın anlattığı Afrika kabileleri gelir kendisini çağrıldığını hisseder. Kaptana anlatır ve yardım etmesini ister. Kaptan Afrika'da kabileye yakın yerde rehber ayarlar, Barış sevinçle eşyalarını toparlar.

Kaptan:
- Ne kadar kalacaksın.

Barış.
- Bilmiyorum belki yıllarca belki de sonsuza kadar.

Kaptan üzgündür:
- Tanrıyı buldun neden gidiyorsun?

Barış:
- Şimdi kendimi bulmaya gidiyorum.

Barış kaptana dostlarına bilgi vermesini ve kendisini bir dost olarak görmesini ister. Barış Afrika'da bulunan kabilelere doğru gider.

Diğer sayfalar:
◄ [15]

Yazan: Zübeyde Savaş

HESAT

A,mitoloji, mısır mitolojisi, Hesat,Heset,Hesahet,Hesaret,Hesahat,Besinlerin yaratıcısı,Heset birası, Mısır Tanrıçaları, Ra'nın karısı
Hesat (Heset, Hesahet veya Hesaret), Hathor'un dünyevi tezahürü olarak kabul edilen Eski Mısır'daki bir inek tanrıçasıydı.

"Tüm besinlerin yaratıcısı" olarak adlandırıldı ve adı, "Heset birası" olarak bilinen süt ile ("hesa") aynı köke sahipti. Boynuzları arasında bir güneş diski ile ya da boynuzları üzerinde bir yiyecek tepsisi ve memelerinden gelen süt ile ilahi bir beyaz inek olarak resmedildi.

Hesat, diğer tanrıların, emziren annelerin ve hamile kadınların süt annesi olarak görülüyordu. Ayrıca Anubis'in annesi olduğu düşünülüyordu. Böylece bütün besinlerin yaratıcısı, ölülerin tanrısını da (daha sonra mumyalama tanrısı) doğurmuştu. Erken zamanlarda dünyasal tezahürü Mnevis Boğası olan Ra'nın karısıydı. Mnevis, Hesat ve Anubis üçlüsüne Heliopolis'te ibadet ediliyordu.

Yazan & Çeviren: A.Kara

HATMEHYT (HATMEHİT)

A,mitoloji, mısır mitolojisi, Mısır Tanrıçaları, Balık tanrıçası,Balık tılsımı
Hatmehyt (ya da Hatmehit), Eski Mısır'ın deltası bölgesinde, özellikle de Mendes'de (Per-banebdjedet ya da Banebdjed'in yeri) ibadet edilen bir balık tanrıçasıydı. Sembolü bir balıktı ve Hatmehyt'nin bölgenin en önemli tanrısı olduğu araştırmacılarla doğruladı. Ancak, daha sonraki zamanlarda onun pozisyonu Banebdjed (Osiris'in bir yönü) tarafından gasp edildi. O, İsis tarafından (Isis'ın bir yönü olarak) Harpakhına'nın annesiydi (Harpakhred, “Çocuk Horus”) olarak görülüyordu.

Hatmehyt'in Balık Tılsımı
Onun adı "balıkların önünde olan" veya "balıkların en başında" olarak tercüme edilebilir. Onun (küçük) balık kültlerinin en önemlisi olduğu ya da en eski balık tanrısı olduğu düşünülmektedir. Bazen bir balık (ya bir yunus ya da lepidotus balığı) ya da kafasında "Balık" amblemi olan bir kadın olarak tasvir edilmiştir.

Yazan & Çeviren: A.Kara

AGARTHA VE ŞAMBALA

N.Kara, Açıklanamayanlar, Agartha ve Shambhala,Agartha ve Şambala,Yer altındaki gizemli dünya,mitoloji,Kayıp dünya teorisi,Amiral Byrd,Amiral Byrd'ın günlüğü,Kayıp dünya ve Hitler
AGARTHA: YER ALTINDAKİ GİZEMLİ DÜNYANIN SIRLARI
Agartha tarih boyunca önemli bir yere sahip olmuş Kayıp Dünya veya İç Dünya teorisi ; yer kabuğunun altında başka dünyaların da var olduğunu ,oraya gidilebilecek yolun kutup noktalarındaki delikler ve yer altındaki tüneller aracılığı ile girileceğini iddia ederler. Size bu tuhaf efsanenin tarihini ve teorinin gizemli noktalarını aktaracağım. Bu efsane Eski Mısır'dan Budizm'e,Hitler’e ve oradan da uzaylılara kadar uzanıyor.

Bende uzun yıllardır bu efsaneyi çok merak etmişimdir. O yüzden şimdiden söylememde fayda var yazım hayli uzun olacak. Ama emin olun bu efsane size çok ilginç gelecek.

AGARTHA VE SHAMBHALA (ŞAMBALA)
Gizemli ve Kayıp Dünya'nın teorisini anlamak için önce Agartha ve Şambala'yı kısaca anlatalım. Efsaneye göre ; çok eski zamanlarda Himalaya Dağları'nın altında yer alan sonsuz mağaralar ülkesi bulunmaktaydı. Buraya uzaysal kökenli üstün bir ırk yerleşti.Bu uzaylı ırkın insanları bir süre sonra ikiye ayrıldılar. Bu iki bölüm Agartha ve Şambala'dır. Yani Agartha sağ el (iyilik,dürüstlük yolu) Şambala sol el (karanlık yol ) 'dur. Şambala dünyayı ele geçirmek istese de , Agartha  dünya toplumlarından uzak kalmayı tercih etmiştir. Ayrıca bu efsaneyi Budizm de kabul etmiştir.

MİTOLOJİDE KAYIP DÜNYA
Agartha Kayıp Dünya ! Hyperborea olarak geçen bu ülke Kuzey Trakya’da bulunan hayali bir bölgededir.  Antik Yunan mitolojisinde bu şekilde geçmektedir. Bu ülkede her şey mükemmeldir. Hiç akşam olmamakta ve  günde 24 saat güneş parlamaktadır. Onlara göre Dünya’nın içinde bulunan bir Güneş’tir. Bu Güneş bizim Dünyamızdaki Güneş’imiz değil. Ayrıca İç Dünya’ya Mısır, Tibet, Yucatan, Bermuda Üçgeni, Rusya ve Afrika’dan girişler vardır.
Budistler de Agartha'nın ilk kez kolonileştiğini şöyle anlatmaktadır. Onlara göre binlerce yıl önce kutsal bir adam kabilelerini yerin altında kaybettiğinde Agartha kolonileşti. Budistler yeraltı krallığının nüfusunun milyonlarca olduğuna inanır. Ve krallıktaki insanların Dünya’nın yüzeyinde bulunan bilimlerden çok daha üstün bir bilime sahip olduğunu iddia ederler. Bu bilimsel iddiaya örnek olarak yeraltı tünellerinde muazzam hızlarla ilerleyen arabalar da vardır.

Diğer uygarlıklarda Navajo efsaneleri yazıları şöyle geçmektedir:
Eskimo ,Mısır ve Çin yazılarında onların atalarının Dünya’nın içindeki cennet topraklardan geldiği söylenir. Kuzeyde bulunan büyük bir açıklıktan ve Dünya kabuğunun altında yaşamakta olan insan ırkından bahsederler.

Pueblo Yerlilerinin mitolojik hikayelerinde kendi tanrılarının kaynağının da iç dünyadan geldiğini söylenmektedir. Ayrıca hikayeye göre İç Dünya Kuzey'deki bir delik ile yeryüzünde bulunan insanlara bağlanmaktadır.

Yerli Amerikalı halklar arasında olağanüstü güçleri olan bu kadim insanların büyük bir tufan tarafından büyük mağaralardan dışarı sürüldüğü de anlatılmaktadır. Ayrıca bu efsaneler insanın atalarının Dünya'nın altından geldiğini öğretir. Daha sonra yüzeye çıktıklarında ise , kendi tapınaklarını aramadan önce büyük bilgilerini insan ırkına aktardıkları söylenir.

Tolteklerin ve Azteklerin büyük lideri olan kadim Quetzalcoatl efsanelerinde, onun sekiz gün boyunca bir uçan dairede gözden kaybolduğu ve yeraltı dünyasını ziyaret ettiği anlatılır.
İslâm’da da Kehf olarak geçen inanç (yeraltı mağaralar şebekesi)olarak geçmektedir. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de geçen Ye’cüc-Me’cüc, Tevrat ve İncil’de Gog, insana benzeyen yeraltı ırklarıdır. Bir örnek verilecek olursa özellikle bu üstün ırkın Himalaya dağları altındaki geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadıklarına inanılır.


DELİKLER VE TÜNELLER
Onlara göre yeraltı ülkesinin giriş yolu Kuzey ve Güney Kutbu'ndaki büyük deliklerdir (bunlar uydu fotağrafları ile kanıtlanmıştır). Dünyanın birçok noktasına bu tünel ve deliklerle varılabileceğini söylerlerler. Tibet’in başkenti Lhasa’nın İç Dünya’ya bir tünel ile bağlandığı ve Giza’daki Büyük Piramit’in tabanındaki gizli odaları Agartha’ya bağladığına inanılır. Tibetdeki tünelin sırrını saklamak için yemin eden Lamalar ya da Tapınak Şövalyeleri tarafından korunduğu söylenir. Ülkemizde de Nevşehir, Niğde, Göreme gibi bölgelerdeki mağaralar ve tüneller ağının bu teoriyi desteklediği düşünülmektedir.

EFSANENİN TEK TANIĞI AMİRAL BYRD
1947 yılında yaptığı Kuzey Kutbu seyahatinde burayı gördüğünü iddia eden Amiral Richard Byrd oldu.Binlerce yıllık Kayıp Dünya teorisini doğrulayan tek isimdi. Yaşadıklarını da günlüğüne detaylı bir şekilde kaydetti.

Amiral Byrd bir telsizci ile birlikte 19 Şubat 1947 günü Kuzey Kutbu’na bir uçuş yapmak istedi ve görev aldı. Karlı bir hava içinde süzülürken uçağıyla 7000 metre yüksekliğe çıktığında her şey yolundaydı. Ancak karşılaştığı bir türbülans sonucunda 1000 metreye kadar inmeye karar verdi. Uçağıyla indiği o yerin hemen altında dümdüz uzanan bir buz alanı gördü. Amiral inanılmaz bir manzara ile karşılaşmıştı. Kar yağıyordu ve gökyüzü kırmızıdan mora kadar tüm renklere bürünmüştü. Ardından kısa bir uçuştan sonra dağlık bir bölgeye geldi. Yarım saat kadar sıra dağlar üzerinde uçtu. Byrd uçağıyla 8900 metreye çıkmıştı. Ancak bu dağları tanımlayamıyordu, haritada yer almamışlardı. Sonra birden dağların arasında ve tam ortada akan bir nehir gördü. Tuhaf olan bi şey vardı. Normalde buz ve kar olması gerekirken o yerde yeşil ormanlar vardı.

Amiral Byrd hemen oraya inmeye karar verdi. 4000 metreye kadar indiğinde altında tamamen yemyeşil bir alan vardı. Güneşi göremiyordu çünkü ışık çok farklıydı. Biraz daha aşağıya indiğinde ise, garip hayvanlar gördü. İlk baktığında gördüğü şeyin fil olduğunu düşündü. Ama daha da yaklaşıp hayvanlara baktığında bunların birer mamut olduğunu fark etti. Ardından Amiral bu gördüklerini üsle paylaşmak istedi ama olmadı... Çünkü artık telsiz bağlantısı kuramıyordu.

Bulunduğu yerde sıcaklık 23 dereceydi. Amiral uçakla yol almaya karar verdi. Daha ileride yer alan kent benzeri bir yer olduğunu farketti. Uçak hafifledi, tüy gibi dalgalanarak uçuyordu. Uçak adeta bilinmeyen bir güç tarafından kontrol altına alınmıştı. Bu ağır uçuş sırasında Amiral karşıdan kendisine doğru yaklaşmakta olan bir başka uçan cismi gördü. Bu disk biçiminde parlak bir nesneydi. Ve uçan cismin üzerinde bir gamalı haç işareti vardı.

Amiral bir süre sonra Alman ya da İsveç aksanıyla konuşan birinin telsizden kendisine hitap eden sesini duydu. Bu ingilizce konuşan biriydi.“Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvendesiniz rahat olun.” Ardından uçağın motorları durdu ve sanki garip bir gücün etkisi altındaymış gibi uçak kendi çevresinde dönüyordu. Amiral inişe geçmişti ama o an kendisini görünmeyen dev bir asansörün içindeymiş gibi hissetti. Uçak şiddetle titremeye başladı ve kısa bir süre sonra hafifçe yere temas etti. Amiral büyük bir heyecan içindeydi. Bulunduğu yer gereğinden fazla huzurluydu. Ardından kendisini karşılamaya gelen çok uzun boylu ve  sarışın insanları gördü. Uzakta büyük parlak binaların olduğu bir kent vardı. Amiral ve yanındaki mürettebat, bu garip yerin ev sahipleri tarafından son derece kibar ve dostça tavırlarla karşılandılar.

Amiral, mürettebatı ve Agarthalılar şehre girmek için önce tekerlekleri olmayan düz bir platforma çıktılar ve hızla parlak şehre doğru hareket ettiler. Sanki binalar kristalden yapılmış gibiydi. Amiral gördüklerini hayretle izliyor 'Ancak bunlar öncü mimari eserler ya da bilim kurgu filmlerinde olabilir' diyordu. Amiral Byrd kendilerine ikram edilen içecekleri içtikten sonra iki hostes tarafından başka bir yere götürüldüler . Burası upuzun bir koridordu. Koridor çok aydınlıktı çünkü duvarların içinden gelen gül kurusu rengine benzer ışık her yeri eşit derecede aydınlatıyordu. Sonra bir kapının önünde durdular. Bu kapının üzerinde anlayamadığı derece karmaşık yazılar vardı ve ardından kapı sessizce açıldı. Yanında bulunan hosteslerden biri Amiral’e endişelenmemesi gerektiğini O'nu Üstad’ın huzuruna çıkaracağını söyledi.


AMİRALİN GÜNLÜĞÜNDEN ÜSTADLA KONUŞMASI
Konuşma şöyle geçiyor :
''İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; ''Yerimize hoş geldiniz Amiral''

''O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; ''Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.'' Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; ''Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara 'Flugelrad' diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.''

''Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor;''Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var'' Başımı sallıyorum ve devam ediyor; ''1945'de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?''Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beş yüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; ''Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin''

Döndükten sonra Pentagon’daki bir toplantıda bildiklerini anlatan Amiral'e yetkililer 'Bildiklerini kimseye anlatma ve sakla' diye bildirimde bulundular. Tabi yetkililer tarafından söyledikleri de kayda alınmıştı.

KAYIP DÜNYA TEORİSİNİN GELİŞİMİ VE HİTLER
1818’de Ohio’da bulunan Eski piyade yüzbaşısı Cleves Symnes ‘den yüzlerce önemli insana bir mektup gitti.
“Bütün dünyaya: Yeryüzünün içi boş ve yaşanılır durumda olduğunu beyan ediyorum. İçice konulmuş bir çok katı küreden meydana gelip kutuplarda bir girişi vardır. Bu söylediklerimin gerçek olduğunu ispat etmeye hazırım. Dünya bana yardım ederse yeryüzünün içini keşfedeceğim.”

Cleves Symnes‘e göre beş ayrı dünya vardı. Yani dünya iç içe geçmiş beş küreden meydana geliyordu. Cleves bu dünyalarda yaşayan insanların iç dünyadan dış dünyaya çıkabilmek için ; tünelleri kullanarak diğer katlara geçtiklerini hem de kutuplarda yer alan çıkış kapılarını kullandıklarını söylemiştir. Belki de tüm yaşamını bu teoriyi kanıtlamaya adayan Symnes’in yaptığı bu keşfi kimsenin dikkatini çekmeyi başaramadı.

1870 yılında aynı teoriden yola çıkarak bir örgüt kuran kişi yine bir Amerikalı olan Cyrus Read Teed ‘di. Teed bir süre sonra bir dergi yayımlamaya karar verdi. Sonrasında ise çevresinde kendisine inanan binlerce kişi toplamayı başardı. Bu yeraltı dünyası görüşü aradan geçen zamandan sonra sadece gizemciler ve gizli örgütler değil, politikacılar tarafından da benimsendi. Bunların başında gelen isimlerden biri de Adolf Hitler’di.

Bilindiği gibi o dönemlerde Almanların dünya dışından gelen beyaz tenli, mavi gözlü ve sarışın olan üstün bir ırktan geldiğine inanılıyordu. Binlerce yıldır tüm dünyada Kayıp Dünya’yı anlatmak için kullanılan evrensel bir sembol olan gamalı Haç (Svastika) Nazi Partisi’nin de sembolüydü. Birçok Nazi subayının Agartha’nın girişini bulmak üzere Tibet’i ziyaret ettiği de biliniyor ve bu da Hitler döneminde olmuştu. Burdan yola çıkarsak Amiral Byrd’in Nazi Almanyası devri sona erdikten sadece iki yıl sonra yaşadığı bu tecrübe manidar ve çelişkili görünüyor.

Günümüzde de hala yeraltı ülkelerine ulaşmak için yapılan çalışmalardevam etmektedir. New York Central Park’ın altında ve Afganistan’da da yeni karmaşık tüneller bulunduğu söyleniyor. Mısır’da piramitlerin altındaki tünellerin uzun süredir araştırıldığı da bilinmektedir.

Dünyada bu konuyla ilgili yapılan araştırmalar devam etmekte olup verilen örnekler de ilginçtir. Örneğin bir araştırma sonucunda coğrafik deneylerde 10 km derinliğe inildiğinde Dünya’da sıcaklığın artması gerekirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmiş. Bir diğer örnek ise ; 7 km’den fazla derinde bulunan fosillerde mikro organizmalara rastlanmıştır. İlginç olan bugüne kadar Dünya’mızın yapısı ile ilgili ortaya atılmış olan bütün teorilere ters düştüğüdür. O halde şunu diyebilir miyiz ? Dünya’nın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şey, ya da içi sanıldığı gibi çok sıcak değil.

Kolombiya Üniversitesinde çalışan iki sismog Paul G. Richards ve Xiao- dong Song . Onların tespitlerine göre, dünyanın içi, gezegenin geri kalan kısmından daha hızlı hareket ediyor. Araştırmalarına göre, dünyanın içindeki katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyor. Onlara göre iki seçenek çıkmıştı ortaya. Dünya’nın çekirdeği daha hızlı hareket edebiliyorsa ya onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyor ya da yer çekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde salınabiliyordu. Yani bu çekirdeğin İç Dünya teorisine göre, İç Güneş olabileceği düşünülüyor.
Ayrıca bugüne kadar geçerli olan bir teori de yıkılmıştır. Bu teori dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakasının mevcut olduğu ileri sürülen teoridir.  Bir deprem analizi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastlayan California’lı ve Illinois’li Jeofizikçiler de olmuştur.

Yazan & Derleyen: N.Kara

GILGAMIŞ

mitoloji, sümer mitolojisi, din ve mitoloji, A,Gılgamış hakkında,Gılgamış kimdir?, mezopotamya mitolojisi, Tummal yazıtı,Gılgamışın mezarı
Çoğu yazar ve akademisyen binlerce yıl önce yaşamış olabileceğini iddia etse de, Gılgamış genellikle Sümer mitolojisinin efsanevi bir karakteri olarak kabul edilir. Yeryüzündeki ilk kahraman olarak anılır ve Gılgamış Destanında merkezi bir figürdür.

Sümer Kraliyet Listesi'ne göre Gılgamış, tanrıça Ninsun'un ve Kulab ilçesinin kralı ve Uruk kentinin beşinci kralı Rahip-Kral Lugalbanda oğludur (Irak'taki İncil'deki metinlerde, şimdiki Warqa'da). [Yıl MÖ 2750]

Büyük olasılıkla MÖ 2800 ile 2500 arasında hüküm sürdü ve ölümünden sonra tanrılaştırıldı.

Gilgamış Lugalbanda'nın kralı olmayı başardı. O, 126 yıl boyunca hüküm sürdükten sonra tahtı 30 yıl boyunca hüküm sürecek olan oğlu Ur-Nungal'a vermiştir.

Uruk'un kralı olan Gılgamış, genellikle bir insan olarak anılırken üçte ikilik bir tanrı ve üçte biri kadar insan olduğu söylenir.

Gılgamış'ın tanrılar tarafından güç, cesaret ve güzellikle kutsanmış olduğuna ve var olan en güçlü ve en büyük kral olarak adlandırıldığına inanılmaktadır.

Sümer dili okuyan ilk araştırmacılar, ismini hatalı şekilde "İzdubar" şeklinde okumuşlardır.
O belki de en çok Gılgamış Destanı olarak da anılan Gılgamış Şiirinin kahramanı olarak bilinir.

Gılgamış Destanı dünyanın en eski edebi eseri olarak kabul edilir ve dünyada bilinen en eski edebi yazılar arasında yer alır. Çalışma, 3. veya 2. binyıl sonlarına dayanan çivi yazılarında bir dizi Sümer efsanesi ve şiiri olarak ortaya çıkmıştır.

Tarihçiler, Gılgamış Destanı'nın İlyada ve Odise üzerinde önemli bir etki yaptığını kabul ederler.


Gılgamış Destanı, bir dizi tehlikeli görev ve maceraya başlarken, arkadaşı Enkidu ile birlikte seyahat eden tanrıça Nnisun'un oğlunu takip eder.

Karşı konulamaz bir kral olan Gılgamış yeni evli Uruk kadınıyla yatmıştı. Bu insanları mutsuz etti.
Yaratılış tanrıçası olan Aruru, Gılgamış'a karşı koyabilecek bir güç olarak Enkidu adlı güçlü bir vahşi adam yaratır.

Gılgamış ve Enkidu, Gılgamış'ın kazanan olarak çıktığı büyük bir savaşla mücadele eder. Sonrasında Gılgamış Enkidu’nun hayatını değiştirir ve arkadaş olurlar. Birlikte maceralara devam ederler. Humbaba'yı (Huwawa'nın Doğu Semitik adı) ve Cennetin Boğasını birlikte yenerler.

Gılgamış Destanında Enkidu, Tanrıların bir ceza olarak indirdiği bir hastalık yüzünden ölür. Bu olay Gılgamış'ın ölümünden korkmasına neden olur. Büyük tufandan kurtulan Utnapiştim adasını ziyaret etmeye karar verir çünkü ölümsüzlüğü aramaktadır.

Fakat Gılgamış ölümsüzlüğün sırrını bulamaz. Birçok kez başarısız olur ve sonunda Uruk'a döner. Ölümsüzlüğün onun ulaşabileceğinin çok ötesinde olduğunu fark eder.

Edebiyatın eski eserlerinde Gılgamış'ın ismi birçok yerde gerçeğine rağmen, günümüz araştırmacıları onun gerçekten yaşadığına dair kesin bir kanıt bulamadılar..

Gılgamış, Gılgamış'ın yaşamı boyunca ya da yanında yaşamış olduğuna inanılan, bilinen tarihi bir figür olan Kish Kralı Enmebaragesi'nin hükümdarı olarak anılır.

İşbi-Erra döneminde meydana gelen otuz dört satırlık bir tarih yazımı olan Tummal Yazıtı, Urg surlarının inşası sırasında Gılgamış'tan şöyle bahseder: "Tummalık 2.kez yıkılır, Gılgamış Enlil için Kununurra evini inşa eder. Gılgamış'ın oğlu Ur-lugal, Tummal'ı yüce ilan eder ve Ninlil'i Tummal'a getirir."

Me-Turan'da (modern Tell Haddad) bulunan destansı metnin parçaları, ölümünden sonra Gılgamış'ın nehir yatağının altına gömüldüğünü gösterir.

Kaynaklar:
Sümerler: Tarih, Kültür ve Karakter — Samuel Noah Kramer,
Gılgamış Destanı: Akademi ve Sümerdeki Babil Destanı ve Diğer Metinler - Andrew George,
Mezopotamya'dan Efsaneler: Yaratılış, Sel, Gılgamış ve Diğerleri (Oxford Dünyası Klasikleri) - Stephanie Dalley,
Aramızda Gılgamış: Antik Epik ile Modern Buluşmalar - Theodore Ziolkowski

Yazan & Derleyen & Çeviren: A.Kara

AZINLIK CEMAATLERİNİN ORTAK AÇIKLAMASI

Haberler, Dini Haber, Azınlık cemaatleri, Azınlık cemaatlerinin liderlerinin bildirgesi, Rum Ortodoksları, Ermeni Patrik Vekili, Türkiye Hahambaşı,
Türkiyedeki azınlık cemaatlerinin önde gelenleri, bir bildirge yayınlayarak farklı dindeki topluluklara baskı yapılmadığını, bunun bir yalan olduğunu ilettiler.

Ülkede farklı dinlere mensup olanlara karşı bir baskı olmadığına dair bildirge yayınlayan temsilcilerden bazıları şöyle: Patrik 1. Bartholomeos (Rum Ortodoksları Patriği), Başpiskopos Aram Ateşyan (Türkiye Ermenileri Patrik Vekili) ve Rav İsak Haleva (Türkiye Hahambaşısı).

Kamuoyundaki bazı siyasi ifadelerde konuşulan, farklı inançtan insanların özgürlük ve ibadetlerine dair kısıtlamalar olduğu yönündeki iddialar için şu yanıt verildi:

"Ülkemizde asırlardan beri yerleşik farklı din ve inanç mensubu kadim toplumların dini temsilcileri ve vakıf yöneticileri olarak inancımızı özgürce yaşamakta ve geleneklerimize göre ibadetlerimizi özgürce yerine getirmekteyiz. Baskı olduğunu iddia eden ve/veya ima eden beyanlar tamamen asılsızdır ve maksadını aşmaktadır.   

Geçmişte yaşanılan birçok sıkıntı ve mağduriyet zaman içinde çözüme kavuşturulmuştur. Geliştirilmesini arzu ettiğimiz konular hakkında ise karşılıklı iyi niyet ve çözüm iradesi ile devletimiz kurumları ile devamlı istişare etmekteyiz. Kamuoyuna doğru yönde bilgilendirme yapmanın sorumluluğu ve bilinci ile bu ortak açıklamayı yapmaktayız."

Haber tarihi: 31.07.2018

CAFERİLİK NEDİR ?

Yazan: N.Kara

İslam dininin dördüncü halifesi Hz.Ali’nin torunlarından Cafer-i Sadık'ın etrafında toplanan ve onun söylemlerine inanan Müslümanların bağlı oldukları siyasi ve fikhî mezheptir. Bu yazıda  Caferiliğin anlamını ve içeriğini daha kapsamlı açıklayacağız. Bilindiği gibi Dünya üzerinde, belirli mensupları bulunan birçok mezhep vardır. Bu mezheplerden  birisi de Caferiliktir ve Ehl-i Beyt mektebinin ortak ismidir.

Caferilik, Hz. İmam Cafer-i Sadık 'ın mezhebine mensup olmak demektir. Hz. Muhammed 'den sonra İslam camiasının önderliğinin ilki Hz. Ali'dir.  Ali'nin önderliğinde onun söylemlerini ve fıkıhlarını dinleyen ve uygulayan on iki imam(ve ehlibeyti) bulunmaktaydı. Kısaca bunlar :
1. Hz.Ali, 2. İmam Hasan, 3. İmam Hüseyin, 4. Zeynel Abidin, 5. Muhammed Bakır, 6. Cafer Sadık, 7. Musai Kazım, 8. Ali Rıza, 9. Muhammed Taki, 10. Ali Naki, 11. Hasan Askeri, 12. Muhammed Mehdi 'dir.

Caferilerin Türkiye'de sayıları 3-4 Milyon civarıdır.  Çoğunluğu Iğdır ve Kars kökenlidir. Caferilik, günümüzde İran’ın büyük bir çoğunluğu tarafından benimsendiğinden dolayı devletin resmi mezhebi olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de mensubu fazla değildir. Bu mektebe aynı zamanda İsnaaşeriyye, İmamiyye ve Şiilik de denmektedir. Ancak bu mektep, Türkiye'mizde daha çok Şiilik(Alevilik) isimiyle tanınmaktadır. Ayrıca Irak, Azerbaycan, Lübnan,Arabistan,  Bahreyn, Suriye, İran,Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve Hindistan gibi aynı inancı paylaşan Ehl-i Beyt dostlarının yoğun olduğu ülkelerde Şiilik ve Caferilik isimleriyle meşhur olmuştur.

Bu konuyla ilgili dikkat etmemiz gereken nokta şudur ki, bu da Caferiliği diğer mezheplerden ayıran büyük bir özelliktir. Bu mektebe Caferi mezhebi denildiğinde onun da islam camiası içerisinde ortaya çıkan diğer islami mezhepler türünden bir mezhep olduğu düşünülmektedir. Hayır bu şekilde anlaşılmamalıdır. Caferilik Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli Zahiri, Sevri gibi mezheplerden ayrıdır. Çünkü mezhep, belli bir ilmi kariyer ve şartlara, içtihat derecesine ulaşan bir alimin, islam dini üzerinde ortaya koyduğu yorum ve fetvalar mecmuasına denir. Oysa bu mektep, kendisini ilgili kıldığı İmam Cafer-i Sadık ve diğer imamları müçtehit (Kuran ayetlerine ve hadislere dayanarak, onları yorumlayarak yargıya varan din düşünürü.) olarak kabul etmiyor. Aksine; imamların Allah Teala'nın emri ve Hz. Resulullah'ın açıklaması ile tayin edilen birer ilahi delil olduklarına inanıyor. Dolayısıyla da İmam Cafer-i Sadık da dâhil olmak üzere, on iki imamın din konusunda yaptıkları açıklamaların, onların kendi kavrayışları (içtihat) sonucu vardıkları şahsi fetva ve yorumları değil de, bizzat Allah 'ın Muhammed'e indirdiği dini öğretinin özü olduğuna inanılıyor.







CAFERİLİK MEZHEBİNİN DİNİ ESASLARI
Aslında bu mektebe mezhep ismini verenler bu mektebin kendi mensupları değildir. Bu mektebe mezhep ismini yakıştıranlar , İslam camiasında her hangi bir müçtehidin fetvalarına uyan diğer İslami fırkalardır. Caferilik daha çok ülkemizde ve Şiiliğin yoğun olduğu yerlerde Alevilik'in bir mezhebi olarak görürler. Çünkü bu mezhebinin dini esasları tevhid, nübüvvet, imamet, ahiret ve adalettir. Şer’i hükümleri ise, kitap, sünnet, icma ve akıldır.

Tevhid: Allah birdir. Eşi benzeri ve kimseye benzer bir tarafı yoktur.(anlamına gelir)

Nübüvvet: Peygamberliğin, Allah tarafından seçilen kullarının vahiy yoluyla yetkili kılınmasıdır. Peygamberler, Allah’ın emirlerini halka doğru yolu buldurmak için onlara iletirler. Halka ilettikleri her emrin, doğruluğu kesindir. Peygamberlerin eylemlerinden kesinlikle şüphe edilemez. Hz. Muhammed ise peygamberlerin en üstünüdür. İnsanlara verdiği en büyük hediye ise, Kur’an’dır. (anlamına gelir)

İmamet: İman etmeyi tamamlamanın tek yolu, imamlara inanmaktır. İmamlar, her dönemde, insanların doğruyu bulmaları için görevlendirilmiş kimselerdir. (anlamına gelir)

Ahiret: Ölümden sonra ahiret hayatının kabul edilmesidir. Hiçbir şekilde bilenmeyen ahiret hayatına inanç kesindir. Ahiret yaşamını, sorgusuz sualsiz ve yorumsuz olarak kabul etmek esastır. (anlamına gelir)

Adalet: Allah’ın tüm kullarına adil oluşuna dair inançtır. Kullar, her eyleminde özgürdür. Onların iyi eylemlerine iyilik, kötü eylemlerine kötülükle cevap vermek de, dinin bir gereğidir.(anlamına gelir)

Her ne kadar Alevilerden çok Sünnilerden oluşsa da caferilik mezhebi belirli noktalarıyla sünnilikten ayrılmaktadır. Temelde, inançları sünnilere benzeyen caferilik, şii  mezhebinin bir koludur. Alevilik, kapsamlı bir mezhep olmakla birlikte, caferilik de aleviliğin değişik inanç ve geleneklerden oluşan mezhebidir. Örneğin ; Caferilik mezhebi mensupları, ibadete başlamadan önce birtakım temizlik kurallarını yerine getirirler. Ancak, ayaklarını tamamen yıkamazlar. Islak ellerini ayaklarına sürerek mesh ederler. Günlük ibadetlerini de, sünniler gibi beş vakit namaz şeklinde gerçekleştirirler yalnız; öğlen ve ikindi, akşam ile yatsı namazını birleştirirler.

Caferilikte üyelerden hums adı verilen bir vergi toplanmaktadır. Bu vergi, zekatla aynı değildir. Caferi mensubunun dini liderleri, toplanan gelirin yarısını, peygamberimizin soyundan gelenlere ve fakirlere, yarısının da hüküm verebilecek derecede önemli dini bilgiye sahip olanlara dağıtılması uygun görülmüştür. Bu vergi halkın gelirlerinin beşte birinden alınır.  Ancak, din adamlarının bu parayı kendileri için kullanması kesinlikle yasaktır. Para, mezhebin dini buyrukları için harcanır.

İBADETLERİ
Caferiler Hz. Hüseyin ve yanındakilerin Kerbela’da yezid tarafından şehit edilmesini anmak için kendilerini zincire vuranlar olarak tanınmaktadır. Kerbela olayını inanan herkes ansa da Caferiler gibi o anı yaşayarak anan yoktur. Hz. Hüseyin ve beraberindeki 71 kişinin Kerbela’da şehit edilmesi nedeniyle, Muharrem ayında başlayıp iki ay süren yas tutulur. Muharrem ayının 10.gününde yapılan aşure etkinliği nedeniyle, bölgedeki caferi camileri, ibadetlerini gerçekleştirmek isteyen Caferilerle dolup taşmaktadır. O gün caferi camilerinde yakılan ağıtlar, hoparlörden dışarıya verilir . Olayın üzerinden 1338 yıl geçmesine rağmen acıların hala taze olduğu gösterilmektedir. Mezhebin genç üyeleri, tamamen siyah giyinir ve sinelerini (göğüslerini) yumruklayarak kendilerini zincire vururlar. Caferi mezhebinin kadın üyeleri ise, ” Kasım Otağı” dedikleri beşiğin altından geçerler, dilek dileyip beşiğe başörtü bağlarlar.

Caferilerin ibadetleri temelde sünnilerle aynı olsa da, bazı yönleriyle ayrılmaktadır. Caferiler namaz kılarken, önlerine taş koyarlar ve secde ederken başlarını bu taş üstüne getirirler. Onun için, camilerde bulunan seccade ve kilimlerin üzerine secde yapılamaz. Onlar evlerinde ya da herhangi bir camide namaz kılacağı zaman, önlerine bir taş koyarlar ve bu taşın üzerine secde ederler. Bunun nedeni ise, Caferilerin namaz kılarken secdenin yalnızca taş ve toprak gibi cisimlerin üzerine yapılması gerektiğini düşünmeleridir.

Bu inançları dolayısıyla sünni halktan büyük tepki görmektedirler. Hatta, zaman zaman bu inanca dair tartışma ve saldırılar da yaşanmıştır. 2014 yılında, İstanbul Büyükçekmece’de yapılan ve Hz. Ali Camii adı verilen camiye, inşaat döneminde yaklaşık 30 kişilik bir grup tarafından saldırı düzenlenmişti. Caferilerin taşa taptığını ve onların camisini bölgede istemediğini belirten gurubun başlattığı ve caferilerin de karşılık verdiği olaylar, siyasi mercilerin araya girmesiyle sonlandırılmıştı.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 15

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 15, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 15

Barış’ın içinde olan tanrı neden yaratıldı sorularını bulmaya çalışır. Gemiye gitme zamanı gelmiştir, dostlarıyla vedalaşarak ayrılır köyden, içinde olan sıkıntı ve korku devam eder, nedeni bir türlü anlam veremez, küçükte olsa bir sevinç vardır, Ramadan kaptana her şeyi anlatmış ve yardımcı olmasını istemiştir. Barış gemiye gider, kaptan ve diğer çalışanlarla kısa zamanda arkadaş olur, gemide aşçı olarak görev yapar. Yük gemisidir, sekiz çalışanı ve kaptan vardır. Kaptan Barış’ın yaşadığı olayları bildiğinden sürekli din hakkında sorular sorar. Gemi bir günlüğüne Kıbrıs Girne limanına gelir. Barış Girne’de gezerken, sokaklarda kedi, köpek gibi hayvanlara barınma ve yiyecek yerleri olduğuna çok şaşırır ve mutlu olur, insanların duyarlılığına hayran olur. Ara sokaklarda gezerken bir yanda kilise diğer yanda cami çok dikkatini çeker, hayranlıkla izlerken yoldan geçen on sekiz, yirmi yaşlarda bir genç’e sorar:

Cami ve kilise insanlara hizmet veriyor mu?
Genç gülümser:
- Evet.

Barış:
- İki dinin bir arada olması sorun olmuyor mu?

Genç:
- Çağdaş yaşamın olduğu ada, Annem islam, babam Hristiyan inancına sahip bende ikisi de yok.

Barış, meraklanır:
- Tanışmak isterdim.

Genç:
- Tabi neden olmasın evimiz de burası.
Genç anne ve babasıyla tanıştırır, Barış heyecanlanır kendini tanıtır, sohbetleri zevkli ve neşe içinde sürer.

Barış:
- Nasıl iki dini ayrı ayrı yaşarken oğlunuzun da hiç bir inanc'a sahip olmadan yaşamanız sorun olmuyor mu?

Baba:
- Kendi karar vermesini istedik, aile içinde tanrı ve din konuşmuyoruz.

Anne:
Biz sevgi içinde aile yaşantımızı sürdürürüz, din ise bizim tercih sebeplerimiz, inançlarımız, ailemizin üstünde olamaz. Dinleri ailemiz içinde yaşasak mutlu ve huzurlu olamayız ve sorunlar bitmez, bizlerin birbirimize olan güvenini kaybeder, bizler her inanç ve düşünceye saygılıyız.

Barış, çok mutlu olur bu düşünceler karşısında, bilgi ve eğitim der içinden, gençle ve ailesiyle arkadaşlıklarını devam ettirmek üzere mutlu olarak oradan ayrılır. Aileye hayran kalır, içini hastalık gibi kemiren nedenlere bir ışık olur.

Barış Akdeniz kıyı limanlarının bir çoğunu dolaşmış, her ülkenin kendine özgü yaşam geliştirdiğinin farkına varmıştır. Gittikleri ülkelerdeki tarihi yerleri kaptanın yardımıyla gezmiştir. İtalya, Almanya ve İngiltere’de insanların yaşamlarını sosyal yaşamla bütünleştiğini görmüş, insan için sosyal yaşamın ne kadar önemli olduğunu anlamıştır. Meksika’da maya uygarlığının son kalıntılarını gezerken hayran kalır Maya tapınaklarını gezerken insan kurban etme yerine geldiğinde insan kendi çıkarları için kendi türünü dahi hiç acımadan yok edebileceğini farkına varmıştır. Meksika’dan sonra uzak doğuya doğru yol alırlar. Barış her limanda dostlarına bir mektup gönderir. Bir gece yarısı güverte de gezerken kaptan yanına gelerek:
- Bir çok ülkeye gittik, tanrı nerde, nasıl olduğunu bulabildin mi ?

Barış tanrının tam olarak neden yaratıldığı sorusunu bulamadığından mutsuzdur. Yıldızların ve okyanustaki güzelliğe bakarak:
- Hayır fakat çok bilgi topladım, yaklaştığımı düşünürken sonuca uzaklaştığımı anlıyorum, her ülkede bilgi alırken bu bilgiler ise yeni sorularla karşıma çıkıyor.

Kaptan güler, çebinden para çıkarır:
- İşte benim tanrım.
Barış şaşırır.

Kaptan:
- Sana bir fıkra anlatayım biraz kafan dağılır. Adamın biri çok fakirmiş bir gün büyük ikramiye çıkmış, parayı akıllıca kullanarak, üç, dört ay sonra bir gün çebinden bir deste para alır ve paraya bakarak şunları söyler; sen tanrı gibisin kimin elindeysen onun istekleri gerçek olur.
- Bazen zor sandığımız çözümlerin arkasında bulunan basitliği de görmeliyiz.

Barış teşşekkür ederek gider. Kaptan Barış’ın kendi içinde yaşadıklarının farkında olduğundan bir çözüm bulmasını çok ister. Aradan bir yıl geçmiş uzak doğu limanlarından sonra bir sabah Hindistan limanına gelirler, kaptan Barış’ın yanına gelir:

- İşte burası bir çok dinin söylendiği, unutulduğu, bir çok dinin yaşandığı yer, hazırlan Hindistan’a geldik, ben buraya dinler diyarı diyorum.

Barış hazırlanarak, kaptanla insanların sürdüğü iki tekerlekli bir araçla şehre doğru yol alırlar, Barış gözleriyle her yeri incelemektedir.

Kaptan:
- Bu bindiğimiz rikşalardan biri. Hindistan da çok yaygın olarak kullanılır, yirmi beş gün kadar burdayız bu senin şansın olmalı.

Barış heyecanla:
- Neden.

Kaptan gülerek:
- Söyledimya dinler diyarı, otele yerleşelim, sonra şehri karış karış gezeriz, gemiden bir çanta almayı unuttum.

Geri dönerler, elinde büyük hediye paketiyle gelir kaptan:
- Bu hediye buradaki dostuma, zamanımızı değerlendirelim.

Otele yerleşirler, bir süre sonra şehri gezmeye başlarlar, Ganj nehri kenarında ölen insanların törenle yakıldığını görür.

Kaptan:
- Burda çok yaygın olarak yapılır yakma işlemi işte bunlardan biri, en büyük oğlu yakacak ölen kişiyi.

Tören sonuna kadar izlerler ve yürüyerek otele doğru giderlerken Barış yaralı yaşlı birini görevliden yardım istediğini görür, görevli yardım etmez.

Barış:
- Neden yardım etmedi görevli.

Kaptan:
- Burda dört sınıfa ayrılır insanlar, o kişi dördüncü sınıftan olmalı. Burda onlara naletlenmiş olarak bakılır hatta el bile sürmezler. Buna kast sistemi denir. Ne kadar uygulanmadığı söylense de işte buradaki bir örnek.

Barış üzülür:
- İnsanları anlamak ne kadar zor.
Kaptan ve Barış iki gün daha kaldıktan sonra yola çıkarlar.

Kaptan:
- Arkadaşımın adı Riya, İtalya’da beraber okuduk, çok zekidir, bilgedir, köyüne dönerek insanlarına yardım etmeyi seçti, dilimizi bilir rahat ol istediğini sor, gece anca varırız.

Kaptan yol boyunca sevinçle Riya ile ilgili anılarını anlatır, gece olmak üzereyken gelirler. Kaptan ve Riya çok yakın oldukları her hallerinden bellidir. Kaptan hediyeyi verir. Riya çok güzel bir kadındır. Evi tek katlı, oldukça büyük, bahçeli ve iki çalışanı vardır, bahçede otururlar.

Barış:
- Çok güzel eviniz var.

Barış lafını bitirmeden aceleyle içeri iki erkek girer telaşla bir anda erkekler diz çökerek sanki yalvarırlar, on beş, yirmi dakika sonra giderler.

Kaptan korkuyla:
- Ne oluyor?

Riya gülümser:
- Sorun yok, anneleri beş yıl önce felç geçirmiş ve yataktan kalkamıyormuş, beş yıl boyunca bir çok kez hastanelere, doktora, büyücülere, tanrı adamlarına götürmüşler fakat iyi olamamış. Anneleri dün ilk kez konuşmuş oğullarını bana göndermiş yardım etmem için, annneleri sekiz yıl önce bir hastalık geçirmiş ve ben iyileştirmişim, bende oğullarına üç gün sonra güneş doğarken tekrar ikisinin gelmesini söyledim, ben unuttum annesini bunun gibi hastalar çok gelir bana, daha niceleri.

Barış merakla:
- Sen doktor musun ?
Riya ve kaptan gülerler,

Riya:
- Hayır.

Barış daha çok meraklanır:
- Peki o zaman neden sana geldiler.

Riya:
- Kimi zaman doktor, büyücü, elçi (peygamber), kahin, bilge, bazen de tanrı, adını sen söyle.

Barış sinirlenir, gözleri yaşla dolar. Kaptan tebbessüm eder:
- Barış, senin düşündüğün gibi değil, bazen olayların oluşumunu düşünmelisin.

Barış sakinleşir, Riya’ya bakarak:
- Peki iyi olacak mı anneleri?

Riya:
- Onu zaman içinde öğreneceğiz.

Barış:
- Neden üç gün sonra çağırdın.

Riya:
- Bir günlük yoldan gelmişler, geri dönmeleri bir günü alacak dinlenmeleri için tabiki.

Barış huzursuz olur Riya’dan, kaptana dönerek:
Burda ne kadar kalacağız?
Kaptan anlamıştır Barış’ın neden burda kalmak istediğini.

Kaptan:
- En az on beş gün bu güzel bayanın yanında kalabiriz bizi isterse.

Riya sevinçten uçar kaptana sarılır, kaptanın gözlerinin içine bakarak:
- Yıllarca kalabilirsiniz.

Barış üzülerek sonuç zaten bellidir der, kaptana bir anlam veremez, bu kadar bilgili birisi, insanları kandıran kadında ne bulur diye düşünür. Barış üç gün olmasını sabırsızlıkla bekler, üç gün boyunca Riya’yı görmeye çok insan gelir, gelenlerin çoğu çok zengin insanlar yanlarında korumaları vardır, fakirler ise ellerinde ya bir meyve sepetiyle ya da küçük canlı hayvanlarla gelirler. Neden geliyorlar kim bu kadın diye sorar kendine. Bazen gelenler kapının beş metre yanında taştan yapılmış Riya’nın resmi olan duvarın yanında canlı hayvan keserler, dua ederler mum yakarlar çok dikkatini çeker, sanki duvar tapınak gibidir, baktığında insanların yaptığı duvara bu kadar ilginin ne anlamı var diye düşünür. Aklına kendi yaşadığı dua ettiği kandırıldığı yıllar gelir, sadece yer ve dualar ayrı kandırma şekli izlenen yol aynı diye düşünür. Üçünçü gün güneş doğarken yaşlı kadının oğulları gelir, Riya Barış’ı ve kaptanı uyandırır, bahçede masa etrafına otururlar. Riya bir kağıt uzatır Barış’a:
- Barış, bu kağıda düşündüklerini yaz benim hakkımda, bana gösterme, kadının oğullarına verecem.

Barış bir anlam veremez:
- Neden ? Bu ne işe yarayacak.

Riya güler:
- Sen yaz, senin yazdığın kağıtla iyileşecek kadın.

Barış hafifçe güler, bir anda büyücü olmalı düşüncesine kapılır:
- Lütfen, bunun bir anlamı yok.

Riya ısrarla:
- Sen yaz lütfen.

Barış Riya’nın hileli bir kağıt verdiğini düşünür, Barış, cebinde bulunan not defterinden bir parça koparır:
- Bu kağıda yazsam olur mu?

Riya güler:
- Evet olur, bana söyleme lütfen.

Barış Riya’nın bu kadar kendine nasıl güvendiğini anlayamaz, kağıda, sizi ancak doktor iyi eder bu saçma olaylara inanmayın sadece paranızı kaybedersiniz diye yazar. Barış kağıtı katlar ve uzatır.

Riya çok ciddi tavırlarla bir bant uzatır:
- Barış şimdi bantla bu kağıtı lütfen, kimse açmasın sonra tekrar senin açmanı istiyorum.
Barış kağıdı iyice bantlar ve uzatır.

Riya:
- Bana değil kadının oğullarına ver.

Barış kadının oğullarına üzülerek verir kağıdı, çünkü hiç bir işe yaramayacağını düşünür, Riya kadının oğullarıyla konuşur ve gönderir. Kaptan uyku haliyle izler olup bitenleri.

Kaptan:
- Kadının oğullarına ne söyledin.

Riya:
- Bu kağıdı annelerine vermelerini, üzerinde taşımasını ve her sabah bu saatte uyanarak güneşin doğuşunu izlemesini, beşinçi gün yanıma ayağı kalkarak gelmesini söyledim.

Barış gülmeye başlar sinirlenerek:
- Bu sözler beş yıl yatağa bağlı felçli konuşamayan kadını mı iyi edecek.

Barış masadan kalkar, yatmaya gider, kaptan ve Riya da giderler. Öğleye doğru uyanırlar, kahvaltı yaparlar.
Kaptan merakla:
- Riya kadın iyileşecek mi ?

Barış sert bir tavırla:
- Tabiki hayır.

Kaptan:
- Ne yazdın.

Riya, gülerek:
- Sakın söyleme beş gün sonra öğreniriz.

Barış:
- Beş yıl geçsede sonuç aynı olacak.

Gülüşürler, Riya, kaptan ve Barış bulundukları yerleri gezmek için evden çıkarlar. Riya insanların nasıl yaşadıklarını, değişik inanç ve kültürleri anlatır. Kaptan, Riya'ya Barış’la ilgili her şeyi anlatmıştır. Riya özellikle Hindistan’da yaşanılan din yapısı insanlar üzerinde baskıyı anlatır. Barış dikkatlice dinler ve araştırmasına devam eder. Barış Riya’ya gezdikleri yerlerde insanların hediyeler sunmalarına şaşırır, bulunduğu bölge lideri gibi çok seviliyor, bu nasıl olur diye düşünür. Riya kaptan ve Barış’ı alarak Buda tapınağına götürür bir Buda rahibinin nasıl havaya yükseldiğini gösterir, akşam olmadan eve gelirler, Riya akşam yaklaşırken neşeyle:
- Benimle isterseniz siz de gelin.

Kaptan:
- Nereye, ben çok yoruldum.

Riya:
- Teknolojinin olmadığı, ilkel yaşam süren insanların yanına, ben onlara tütün onlar da bana şifalı otlar verirler, takas ediriz.

Barış heyacanlanır:
- Ben gelirim.

Riya:
- Kabile uygar değildir, benim yanımdan ayrılmaman gerekli, şimdi hazırlanarak yola çıkmalıyız.

Diğer sayfalar:
◄ [14]

AYETLER KİTABI


Satanizm birçok inanç gibi içinde farklı görüşler barındırır. Kimilerine göre yalnızca bir felsefedir, kimilerine göre mitolojilerdeki hileci ve bilgi getiren karakter aslında geçmişte insanlığa yardım etmeye çalışmış olan şeytandır. Kimileri ise dini bir oluşum kurmuştur. Örneğin 1966 yılında Şeytan Kilisesi'mi kurmuş olan Anton Szandor LaVey'in "LaVeyan Satanizmi"ni oluşturmuş, kimileri onu takip etmiştir. Kimileri için ise şeytan tarafından yazdırıldığına inanılan şu 3 kitap değerlidir. Bunlar:

1) Ayetler Kitabı
2) İsa Kitabı
3) Gerçekler Kitabı'dır.

İlgili kitaplardan "Ayetler Kitabı"nı aşağıdaki görsele tıklayarak pdf formatında indirebilir yada okuyabilirsiniz.

kutsal kitap pdf, Ayetler kitabı, satanizm, Satanizm kitapları, Satanistlerin kutsal kitapları, Satanistlerin kutsal metinleri, Ayetler kitabı pdf,

İSKANDİNAV (SLAV) TANRILARI

A, mitoloji, İskandinav mitolojisi, İskandinav tanrıları, Slav mitolojisi, Slav tanrıları, Dazbog, Perun, Svarog, Rod, Stribog, Belobog, Chernobog, Veles, Stevoid, Berstuk, Triglav,
Slavlar, Baltık kıyılarından Beyaz Deniz'in kıyılarına kadar uzanan geniş bir alanda tanrılarına ibadet ettiler. Slav folkloru doğa inancına sahiptir, aynı tanrıya kabileden kabileye çeşitli şekillerde ibadet edilir. Son 200 yılda Slav dilleri, halk hikâyelerini ve geleneklerini inceleyerek, “Proto-Slav kültürünü” ve belirlenmiş olan eski mitlerini yeniden inşa etmek mümkün olmuştur. Bu çalışmalar, orijinal Slav tanrılarının yeniden kurulmasına yol açmıştır (Yunanların Olimpos tanrıları ve Slavların tanrılarından Aesir gibi).

Dažbog, Zorya'nın (Dusk) kollarından, sabah tekrar doğduğu söylenen bir güneş tanrısıdır. Onun, üç at tarafından çekilen iki tekerlekli at arabasını gökyüzüne sürdüğüne, bu atlardan birinin altın, birinin gümüş diğerinin ise elmastan yapıldığına inanılırdı. Yeraltı dünyasına girmeden önce seyahate çıkarak on iki krallıktan geçtiği ve onun yokluğunun bir işaret olarak geceyi getireceği söylenirdi. Slavlar Dažbog'u hayvan derileri giymiş ve bir kurdun eşlik ettiği olgun bir adam olarak hayal ettiler. İstenirse bir kurda dönüşebileceği söylenirdi. Onun aynı zamanda bir kurt adam olduğuna bile inanılmaktaydı.

Perun, dağlar, meşe ağaçları ve kartallarla ilişkili bir gök tanrısıdır. Keçilerin çektiği bir arabaya binen ve güçlü bir balta sahip olan, bakır sakallı, kuvvetli bir adam olarak tanımlanıyor. Baltasını şeytani varlıklara fırlatır ve baltası eline geri döner (tıpkı Thor'un çekici gibi). Perun dünyaya ve tüm yaşayan sakinlerine başkanlık etti. Gökten hükmetti ve sık sık kutsal dünya ağacının en yüksek kolunun tepesinde oturan bir kartal ile sembolize edildi. İnanışa göre buradan dünyayı izliyordu.

Svarog, demirci ve ustalığın tanrısı olan Yunan Hephaestus ile karşılaştırılmıştır. Yeniden araştırma yapanlar, babasının güneş tanrısı Dažbog olduğuna inanıldığını ve metal silahları, büyülü eşyaları ve güçlü zırhı oluşturmak için göksel güneşin alevlerini kullandığına inanıldığını belirtirler.

Rod, tanrıları (ve muhtemelen ilk insanlara) yarattığına inanılan bir yaratılış tanrısıdır. Birçok akademisyen onun Slav mitolojisinin ilk yüce tanrısı olduğuna inanıyor, fakat onun pozisyonu bir süre sonra Svarog ve Perun (ve daha sonra Mesih) tarafından üstlenilmişti. Yaradan bir tanrı olarak Rod insanların kaderini tasarlamakla da bağlantılıydı.

Stribog, rüzgarların, gökyüzünün ve havanın tanrısıdır ve sekiz yönün atası olduğu söylenir. Torunları olan rüzgarları kontrol etmek için bir savaşçı borozanına sahip, yaşlı bir adam olarak tasvir edilir.

Svetovid doğurganlık ve bolluk ile ilişkili dört başlı savaş tanrısıdır. Onun birden fazla başı her yönden her şeyi bilen bilgeliğin temsiliydi. Kudretli bir kılıç kullanıyor ve kehaneti gerçekleştirmek için beyaz bir ata biniyordu. Takipçileri savaşta zafer, yolda güvenlik ve köylülerin korunması için ona dua ettiler. Tapınaklarının beyaz atların davranışlarını gözlemleyerek kabilenin geleceğini tahmin eden bir kehanete ev sahipliği yaptığı söylenir.


Berstuk vahşi hayvanları ve ormanları koruyan bir orman tanrısıdır. Lesovik olarak bilinen orman ruhların şefi olabileceği öne sürüldü (İngiltere'deki Woodwose -vahşi adam- ile benzerlik gösterir). Berstuk, yosun kaplı sakalları ve uzun tüylü bir kıyafete sahip olarak tanımlanmıştır. İnanışa göre Lesovik, ormana gelen gezginleri kayboluncaya kadar yanlış yönle yönlendirir ve yolcuyu umutsuzluk içinde terk ederek ortadan kaybolurdu.

Triglav üç başlı bir ihtiyat, uyanıklık tanrısıdır. Başlarının, gökyüzünü, dünyayı ve yeraltı dünyasını yansıttığına, onları gözetlediğine inanılıyordu. Triglav'ın bu üç krallığı (Heimdall ile benzerlik gösterir) denetlediğine inanılıyordu. Gözleri ve dudakları üzerinde altın bir bağ ile temsil edilen nesnel bir görüşe sahipti, bu yüzden insanların günahlarını yargılayamamakta ve onlarla ilgili konuşamamaktaydı.

Veles, yeraltı dünyasıyla bağlantılı büyük Slav tanrılarından biridir. Sığır, ticaret ve druid büyüleri ile bağlantılıdır. O, orta dünya Yav, daha yüksek dünya Prav ve alt alemdeki Nav arasındaki bir bekçiydi. Aynı zamanda, ölülerin diyarında yöneten dünya ağacının kökleri etrafında dönen büyük bir yılanla da bağlantılıdır. Rakibi gök gürültüsü tanrısı Perun'dur ve bu iki tanrı arasındaki savaşlar Slav mitolojisindeki en önemli mitlerden biri olmuştur.

Jarilo, aynı zamanda savaş ve hasatla ilişkili olan, bitki örtüsü, bereket ve baharın önemli bir tanrısıydı. Perun'un kayıp oğlu olduğuna inanılıyordu. Jarilo'nun babasından çalındığı ve ölüler dünyasına götürüldüğü söylenir, burada Perun’un düşmanı Veles tarafından benimsenir ve yetiştirilir. Jarilo ve kız kardeşi Morana (kış ve ölüm tanrıçası), kış sonu ve baharın başlangıcı ile ilişkilidir.

Balmumu yılının Beyaz Tanrısı Belobog, Dazbog’un arkadaşlarından biridir. Güneş, sıcaklık ve yaşamı temsil ediyordu. Onun takipçileri karanlık ormanlarda rehberlik için ona dua ediyordu ve takipçilerinin bol hasat elde etmelerine yardım ediyordu. Belobog, parlak, beyaz cübbeli, elinde asa taşıyan, sakallı bir adam olarak hayal edilir. Sadece gündüz vakti görünür, iyi işler yapar, insanlara başarı ve mutluluk getirirdi.

Belobog'un mevsimlerin kontrolü için yılda iki kez kötü kardeşi Siyah Tanrı Chernobog ile savaştığı söylenirdi. Chernobog, soğuk, kıtlık, yoksulluk ve hastalık gibi kasvetli özelliklerle ilişkiliydi. Buna rağmen, diğer tüm tanrılar arasında saygı görüyordu. Dünyanın yaratılması sırasında, bazıları bu iki kardeşin çatışmaya girdiğini ve kutuplaşma eylemlerinin evrenin (gece ve gündüz, yaz ve kış ve yıldızların hareketleri) döngülerini yarattığını söylüyordu. Belobog'un aydınlıkla yönettiği yılın yarısına karşılık olarak kalan yarım yılı karanlık bir şekilde Charnobog yönetiyordu.

Mısır evrenine çok benzeyen Slav mitolojisi, karanlığı kozmik dengenin önemli bir yönü olarak görmektedir. Kötü tanrılar tehlikeliydi ve toprağa büyük bir sefalet getirebiliyordu, ama iyi tanrılar görevlerine başkanlık ettiği sürece karanlık her zaman ışık, umut ve refaha yol açıyordu. Doğanın karanlık tarafına saygı duyan Slavlar, hayatta kalmayı başardılar ve ışığa geri dönüş yolunu buldular.

ÇİZİMLER:
Perun: Xkirbz , Rod: Ushakov RoMan,
Dazbog & Jarilo: Igor Ozhiganov , Chernobog: Dusan Markovic

Yazan & Derleyen & Çeviren: A.Kara