ANTİK SÜMER-BABİL TOPLUMLARINDA VE İSLAM'DA CİNLER
Sümer topraklarına, kültür ve dinlerine sahip olmuş olan Samilerin, onların
efsane ve inanışlarından hiçbirini benimsemediğini düşünmek doğru
olmayacaktır. Kurulan her Sami devletinin Sümer dininden ögeler edindiği ve
kendine uyarladığı bulunan arkeolojik keşifler ile ispatlanmıştır.
Cin inanışı da bunlardan biridir. Bu bağlamda önce Sümer-Babil toplumlarında
cinlere dair anlatılara, onlardan ne şekilde bahsedildiğine sonra da bu
inanışların Arap coğrafya ve dininde nasıl yer edindiğine hadisler üzerinden
bakacağız.
Sümer mitolojisinde Galla adlı cinlerin ismi İnanna ve Dumuzi mitosunda sıkça
geçmektedir. Bunlar insanları yer altına çeken, yedi rakamı ile tanımlanan,
şekil değiştirebilen kötü cinlerdir. İnanna-Dumuzi efsanesinde Dumuzi'yi yer
altına çekenler de Galla adlı bu cinlerdir.
[19] Sümer tabletlerinde onların
yiyip içmedikleri ve sevgi barındırmadıklarına vurgu yapılır.
[20]
Enki, yer altına inip orada esir kalan doğurganlık tanrıçası İnanna'yı
kurtarmak için tırnaklarının dibindeki pislikten kurgarru ve kalaturru adında
varlıklar yaratır ve bu varlıkları yer altı dünyasına, İnanna'nın yanına
gönderir. Yani Enki cinleri kirden yaratmış ve onları cehennem ile
ilişkilendirilen yer altı dünyasına göndermiştir. Onların yaratılışındaki bu
kir ögesi Arap dinindeki "cinlerin azığı (yiyeceği)" konusu ile oldukça
ilişkilidir.
İnanna'nın yer altına inişinin anlatıldığı mitosa göre İnanna cinler
tarafından kurtarılıp yeryüzüne çıktığında etrafı cinlerle sarılmış
durumdadır. Yeryüzüne dönmüş olan İnanna'nın anlatısında cinlerden nasıl
bahsedildiğine bakalım:
İnanna ölüler diyarından çıktı;
İnanna ölüler diyarından çıkınca,
Ulağı Ninşubur ayaklarına kapandı,
Yerin dibine girdi, çaputlara büründü.
Cinler kutsal inanna’ya şöyle dediler:
“Ey inanna kentinin önünde bekle, onu sana getireceğiz” [8]
Tıpkı orta doğu dinlerinde Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar
getiren cinler gibi, Sümer dininde de cinler diğer varlıkları başka yerlere
götürebilmektedir. Öyle ki cinler, İnanna'nın huzuruna çıksınlar diye diğer
tanrıları İnanna'nın ayağına getirirler.
Yukarıda da gördüğünüz üzere cinler:
“Ey inanna kentinin önünde bekle, onu sana getireceğiz” derler fakat
cinlere dair bir diğer özellik bu mitosta İnanna'yı sürekli olarak farklı
yerlere götürebilmeleridir.
İlgili Sümer efsanesinin metninde cinler:
“Haydi onu götürelim, Umma'da Sigkurşagga’ya götürelim onu.”
“Haydi onu götürelim, Badtibira’da Emuşkalamma’ya götürelim
onu.” [8]
Gibi ifadeler kullanır ve İnanna'yı ilgili yerlere götürürler.
Sümer'i işgal eden Samiler Babil'i kurduğunda Sümer dinini kendi dillerine
çevirerek, okudu, öğrendi ve türetti. Efsanelerinde yer altı dünyasına dair
korkularının ne kadar ağır bastığı net şekilde görülür.
Babil mitolojisinde Gılgamış'ın ölen arkadaşı Ea-bani, ölüm tanrısı Nergal
tarafından diriltildiğinde Gılgamış'a yeraltı dünyasını tarif ederken
defnedilen bir savaşçı ile cesedi toprak üstünde terk edilmiş iki savaşçıyı
kıyaslayarak şöyle der:
Bir divana yattı,
Ve saf sudan içti.
Savaşta öldürülen adam... Sen de ben de sıkça gördük böylesini.
Babası ile annesi başını kollarına almış,
Ve karısı yanı başında diz çökmüş.
Öte yandan cesedi yeryüzüne bırakılmış adam,
Sen de ben de sıkça gördük böylesini...
Ruhu artık yeryüzünde istirahat etmiyor.
Ruhuyla artık kimsenin ilgilenmediği adamı,
Sen de ben de sıkça gördük böylesini...
Şişelerdeki tortular, ziyafetlerden geriye kalanlar,
Ve sokaklara saçılanlar artık onun yemeği. [9]
Dikkat edilmesi gereken yer son iki mısradır:
Şişelerdeki tortular,
ziyafetlerden geriye kalanlar,
Ve
sokaklara saçılanlar artık onun yemeği.
Yani Samilere göre cesedi gömülmeyen savaşçılar yeryüzünde dolaşıyor,
insanların ziyafetlerinden, yiyip içtiklerinden, sokaklara atılan artık
yemeklerden, mesela sıyırıp yedikleri etlerin kemiklerinden besleniyorlardı.
Onların yemeği artık buydu. Peki bu size tanıdık geldi mi? İslamdaki cinlerin
yemeği inanışı ile ne kadar benziyor değil mi?
İşte efsane ve inanışlar böyledir. Sümer ve Babil'deki kirden yaratılan, yer
altına, dolayısı ile ateşin egemen olduğu mekana gönderilen canlılar ile huzur
bulamayan savaşçıların yeryüzünde gezerek yemek artıklarını yemesi gibi
anlatılar Sami toplumları arasında yayılarak Arapların cin dediği varlığın
yaratılışına zemin hazırlamıştır. Öyle ki oldukça güçlü görünen cin
inanışlarından dolayı eski Arapların cinlere saygı duyduğu, taptığı olmuş
ve aslında insanların yarattığı bu mistik varlık gerçekmiş gibi Kur'an'da ve
kutsal denen diğer kitaplarda bile kendine yer edinmiştir.
Cinlere olan inancın kesin kökeni tam olarak bilinmese de Orta Doğu'daki bazı
bilim adamları onların çöllerde ve kirli yerlerde yaşayan kötü ruhlar olarak
ortaya çıktığını, genellikle hayvan biçimine girdiklerini iddia eder.
[7] Diğerleri ise cinlerin
başlangıçta pagan doğa tanrıları olduklarını ve diğer tanrılar daha fazla önem
kazandıkça cinlerin yavaş yavaş önemsizleştiğini iddia eder. Aslında Sami
ırkının birbirleri ile bağlantısı, inanışları, Mezopotamya'daki süreçleri ve
Sümer-Babil-Akad metinleri göze alındığında bu iki görüşe de doğru demek
mümkündür.
Eski Sümerler şişkin gözlü, köpek yüzlü, pullu vücutlu, kuş pençeli ve kanatlı
bir rüzgar cini olan Pazuzu'ya inanıyorlardı. Eski Babilliler, uzaktaki ıssız
yerlerde, çöllerde, mezarlıklarda, dağlarda ve denizde bulunduğuna inanılan
bir cin sınıfı olan utukku'ya inanıyorlardı.
Babilliler aynı zamanda Arapların çölde yaşayan, sırtlan şeklinde görünen ve
gezginleri yakalayıp yiyen Gul adlı iblis inancına benzer şekilde, tenha
yerlerde gezginlere saldırdığına inanılan bir vampir cin olan Rabisu'ya da
inanmışlardı. Adı etimolojik olarak bir Sümer yeraltı cini olan galla ile
ilişkiliydi. [7][11][12][13]
Eski Suriye kenti Palmira'da cinlere benzer varlıklar cinnayê olarak
biliniyordu. Günümüz Bedevileri arasındaki cinler gibi cinnayê'nin de
insanlara benzediği düşünülüyordu. Çöldeki kervanları, sığırları, köyleri
koruduklarına inanıldığından onların şerefine koruyucu tapınaklar kuruldu.
İnsana cin musallat olması, bedenine girmesi gibi anlatı ve inanışların temeli
bile Sümer'e dayanmaktadır. Hatta bazı Müslüman modernistlerin cinleri
hastalığa neden olan virüs olarak yorumlamasına benzer şekilde antik Sümer'de
de insan bedenine giren cinler onları hasta ediyordu.
[15]
Sümer büyücüleri yaptıkları ayinlerde cinleri kovmak için “Gökyüzünün davetine
kulak verin! Yer altı dünyasının davetine kulak verin!” gibi sözler
kullanırlardı. Kişiyi kötü cinlerin saldırılarından korumak için evinin
çeşitli yerlerine büyülü sözlerin yazıldığı muskalar konur, daha sonra kötü
cinler tasvir edilerek kovulurdu.
[16]
Sümerlerin inanışına göre bir insan hata ve günahlarında aşırılığa gidip
bunları terk etmiyorsa koruyucu tanrısı o kişinin bedeninden çıkar ve bu
boşluktan faydalanan cinler kişinin bedenine girerek ele geçirir, onu kötü
hale sokardı. Bu cinlerden kurtulmak için tanrılara yakarıp dua etmek, onlara
kurban ve adaklar vermek, böylece sevgilerini geri kazanmak gerekirdi. Bu
yolda edilen dualardan biri şöyledir:
“Koruyucu tanrım, hatalarım çok, günahlarım büyüktür.
Tanrılar, hatalarım çok, günahlarım büyüktür.
Tanrıçalar, hatalarım çok, günahlarım büyüktür.
Ey bildiğim bilmediğim tanrılar,
Ey bildiğim bilmediğim tanrıçalar,
Koruyucu tanrımın kalbindeki öfke geçsin,
Bildiğim bilmediğim tanrıların öfkesi geçsin..”
[17]
Sümer dininde tanrıların en çok sevdiği kurbanın kuzu olduğuna inanıldığından
kurban ve adaklar genellikle koyun, oğlak ve kuzulardan oluşurdu. Fakat bir
hastalığa tutulmuş kişinin tanrılardan yardım isteyebilmesi ve kötü cinleri
def edebilmesi için bir domuz kurban edilmesi ve 6 parçaya bölünerek hastanın
üzerine konması gerekirdi. Sonrasında Apsu'nun kutsal suyuyla yıkanan hastanın
kapısının önüne külde pişirilmiş 7 ekmek bırakılır ve bu eylem 2 kez
tekrarlanırdı. Devamında ise insan uzuvlarının karşısına 6 parçaya ayrılmış
olan domuzun uzuvları konarak cinlere takdim edilirdi.
[21]
Doğuma dair bazı inanışlar da vardı. Nugig veya kadiştum adlı sınıftan olan
Sümer rahibeleri aynı zamanda büyücü olarak görülüyor, genel olarak
tapınaklarda görev yapıyor olsalar da doğum yapacak kadınları koruma görevini
de üstleniyorlardı. Çünkü inanışa göre doğum yapan kadın zayıf düştüğünden onu
kötü cinlerin ve ifritlerin saldırılarından korumak gerekiyordu.
[18]
Yani İslam'da olduğu gibi antik Mezopotamya'da da cinlerin yarı insan yarı
hayvan görünümlü varlıklar olduğu, mezarlık, çöl gibi tenha yerlerde bulunup
insanlara musallat oldukları, bedenen zayıf veya günahkar insanları,
hamileleri hedef aldıkları, insan bedenine girdiklerine, şekil
değiştirebildiklerine dair inanışlar bulunmaktaydı.
Cinlerin yiyip-içtikleri konusundaki ihtilaf bile İslam'a aynı şekilde
geçmişti. Çünkü Sümer dininde cinlerden bahsedilirken bazen yiyip içmedikleri,
bazen ise tam tersi olduğundan bahsedilirdi. Bu, günümüz İslam alimleri
arasında bile hala devam eden ihtilaflardan biridir. Çünkü bir kısmı "cinler
tabi ki yer-içer" derken diğer kısmı "ateş ve dumandan olan varlıklar nasıl
yiyip içsin" demektedir.
Şimdi gelin hadislerde Cinlere dair neler anlatılıyor, Mezopotamya'daki
inanışlara nasıl benziyor kendiniz görün.
Cinlerin yemeği -1
Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:
Ebû Hüreyre, Peygamber'in beraberinde bulunuyor ve abdest için su matarasını taşıyordu. Hazreti Peygamber taharet için uzaklaşınca, Ebû Hüreyre su matarasını alarak Hazreti Peygamberi
takip etti. Bunu fark eden Hazreti Peygamber:
«Bu (peşimden gelen) kimdir?.» buyurdu. Ebû Hüreyre;
-Ben, Ebû Hüreyre,'yim, diye cevap verdi.
Resûl-i Ekrem: «Bana birkaç taş getir, onlarla temizleneyim. Ancak kemik ve tezek getirme.»
Ebu Hüreyre der ki:
-Kemik ve tezeğin nesi var? diye sordum. Peygamber bana cevaben şöyle buyurdu:
«Onlar (kemik ile tezek) cinlerin yemeklerindendir. Nitekim bana Nasibin beldesinin cinlerinden bir heyet geldi. Onlar ne iyi cinlerdi. Benden azık ve yiyecek istediler. Ben de onlar için Allah'a dua ettim ki, rastladıkları her kemik ve tezeğin üstünde behemehal bir yiyecek bulsunlar.» [3]
Cinlerin yemeği -2
Âmir'den rivayet edilmiştir:
“Alkame'ye sordum: Abdullah İbn Mes'ud, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte cin gecesinde bulundu mu?” dedim. Alkame:
“Abdullah İbn Mes'ud'a ben de bu meseleyi sorup: “Sizden birisi, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte cin gecesinde bulundu mu?” dedim. Abdullah İbn Mes'ud:
“Hayır, fakat bir gece biz Resulullah (s.a.v.) ile birlikte bulunduk. Bir ara onu kaybettik ve onu vadilerde, dağ yollarında aradık, acaba (cinler tarafından) uçuruldu mu, yoksa gizlice öldürüldü mü?” dedik. Böylece bir kavmin geceleyebileceği en kötü geceyi geçirdik. Sabahlayınca bir de baktık ki, Resulullah (s.a.v.) Hirâ tarafından çıka geldi. Ona:
“Ey Allah'ın resulü! Seni kaybettik, aradık, fakat bulamadık. Bu sebeple bir kavmin geceleyeceği en kötü geceyi geçirdik” dedik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.):
“Bana, cinlerin dâvetcisi geldi. Onunla gittim de cinlere Kur'ân okudum” buyurdu. Bizi götürerek cinlerin izlerini ve ateşlerinin eserlerini bize gösterdi. Cinler, Resulullah (s.a.v.)'e azıklarını sormuşlardı. O da, (onlara):
“Elinize geçen üzerine besmele çekilmiş her kemik olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve tezeği de hayvanlarınıza yemdir” buyurmuş. Daha sonra Resulullah (s.a.v.) bize dönerek:
“Artık siz bunlarla taharetlenmeyin! Çünkü onlar, (din) kardeşlerinizin yiyeceğidir” buyurdu. [10]
Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:
Ebû Hüreyre, Peygamber'in beraberinde bulunuyor ve abdest için su matarasını taşıyordu. Hazreti Peygamber taharet için uzaklaşınca, Ebû Hüreyre su matarasını alarak Hazreti Peygamberi
takip etti. Bunu fark eden Hazreti Peygamber:
«Bu (peşimden gelen) kimdir?.» buyurdu. Ebû Hüreyre;
-Ben, Ebû Hüreyre,'yim, diye cevap verdi.
Resûl-i Ekrem: «Bana birkaç taş getir, onlarla temizleneyim. Ancak kemik ve tezek getirme.»
Ebu Hüreyre der ki:
-Kemik ve tezeğin nesi var? diye sordum. Peygamber bana cevaben şöyle buyurdu:
«Onlar (kemik ile tezek) cinlerin yemeklerindendir. Nitekim bana Nasibin beldesinin cinlerinden bir heyet geldi. Onlar ne iyi cinlerdi. Benden azık ve yiyecek istediler. Ben de onlar için Allah'a dua ettim ki, rastladıkları her kemik ve tezeğin üstünde behemehal bir yiyecek bulsunlar.» [3]
Cinlerin yemeği -2
Âmir'den rivayet edilmiştir:
“Alkame'ye sordum: Abdullah İbn Mes'ud, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte cin gecesinde bulundu mu?” dedim. Alkame:
“Abdullah İbn Mes'ud'a ben de bu meseleyi sorup: “Sizden birisi, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte cin gecesinde bulundu mu?” dedim. Abdullah İbn Mes'ud:
“Hayır, fakat bir gece biz Resulullah (s.a.v.) ile birlikte bulunduk. Bir ara onu kaybettik ve onu vadilerde, dağ yollarında aradık, acaba (cinler tarafından) uçuruldu mu, yoksa gizlice öldürüldü mü?” dedik. Böylece bir kavmin geceleyebileceği en kötü geceyi geçirdik. Sabahlayınca bir de baktık ki, Resulullah (s.a.v.) Hirâ tarafından çıka geldi. Ona:
“Ey Allah'ın resulü! Seni kaybettik, aradık, fakat bulamadık. Bu sebeple bir kavmin geceleyeceği en kötü geceyi geçirdik” dedik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.):
“Bana, cinlerin dâvetcisi geldi. Onunla gittim de cinlere Kur'ân okudum” buyurdu. Bizi götürerek cinlerin izlerini ve ateşlerinin eserlerini bize gösterdi. Cinler, Resulullah (s.a.v.)'e azıklarını sormuşlardı. O da, (onlara):
“Elinize geçen üzerine besmele çekilmiş her kemik olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve tezeği de hayvanlarınıza yemdir” buyurmuş. Daha sonra Resulullah (s.a.v.) bize dönerek:
“Artık siz bunlarla taharetlenmeyin! Çünkü onlar, (din) kardeşlerinizin yiyeceğidir” buyurdu. [10]
Muhammed'in bir cini yakalayıp bağlaması
Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber şöyle demiştir:«Dün gece bir azgın cin, namazıma mani olmak için üzerime atıldı. Allah'ın izniyle onu kıskıvrak yakaladım. Hatta istedim ki mescidin direklerinden birine bağlayayım da, sabahleyin hepiniz onu göresiniz. Lâkin sonra kardeşim Süleyman peygamberin şu duası hatırıma geldi:
Allah'ım, beni bağışla ve benden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir saltanat bana ver.» (Cinlere hükmetme saltanatının yalnız kendisine ait olmasını dinleyen Süleyman peygamberin bu duası yüzünden o cini bağlamaktan vazgeçti.) [1][2][5]
Muska ile cinden korunma
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize, zehre karşı, göz değmesine karşı, nemle kurduna karşı rukye yapmamıza ruhsat tanıdı." [4]
Cinlerin insan kılığına girmesi
Ebû Bekir Muhammed b. Ubeyd der ki: Abdurrahman b. Abdüllah, amcası Amr b.
el-Heyseman kendisine, babası vasıtasıyla dedesinden şöyle naklettiğini
rivayet etmiştir: «Merkua gitmek üzere evden çıktım.Dört fersah kadar
uzaklaşınca, bir pınar başında oyna-şan bir güruh gördüm. Onları seyretmeye
koyuldum.Derken biri geldi, arkadaşının sırtına atladı, sonra diğeri ötekinin
boynuna atladı. Üzerlerine atımı sürmek istedim. Arka üstü yatarak gülmeye,
kahkaha atmaya başladılar. Sonra atımın başım onlardan çevirip yoluma devam
etmek istedim. Baktım ki bir ağacın altından kahkaha sesleri gelmiyor mu?
(hayret ettim, kaldım..)»
Yine el-Haysem, babasından naklediyor: «Bir arkadaşımla birlikte yolculuğa
çıktık, yolun ortasında bir kadın gördük. Haydi onu atlarımıza alalım» dedim.
Arkadaşım onu arkasına aldı. Ona bakınca bir de ne gör-sem ağzından hamam
bacasından çıkan alevler gibi alev çıkmıyor mu? Hemen ona hücum ettim. Bana
dedi ki: «Ben sana ne yaptım da bana böyle hücum ediyor-sun?» Arkadaşım da
sanki bir şey olmamış gibi:
«Yahu zavallıdan ne istiyorsun?» demez mi? Susmak zorunda kaldım. Ve yürüdük.
Bir saat sonra tekrar baktığımda yine ağzını açmaz mı? baktım yine aynı
alevler. Hücum ettim. Aramızda bu hâl üç kere cereyan etti. Üçüncüsünde
azmettim, "mutlaka bunu yere sereceğim" dedim Üzerine atladığım gibi yere
yıktım onu. Fakat yine susmadı ve şöyle söyledi: «Allah kahretsin seni, bugüne
kadar senin kadar cesur bir kimse görmedim. Amma da yürek varmış
sende!» [6]
Cinlerin akşam, tenhada çocukları kaçırması
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yiyecek içecek kaplarının üzerlerini
örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız, bütün kapıları
arkalarından kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı dışarıda
hareketten men edip eve toplayınız. Çünkü o zaman cinlerin yayılması ve bir
şeyi süratle alıp kapmaları vardır. Uyku sırasında kandilleri söndürünüz.
Çünkü fasıkçık; yani fare, bazen yanan fitili çeker de ev halkını yakar."
[14]
Cinlerin bir adamı kaçırması
Abdurrahman b. Ebî Leylâ anlatıyor: Kadının birinin kocası ortadan kayboldu.
Kadın dört yıl bekledikten sonra durumunu Ömer b. el-Hattâb’a anlattı. Ömer
(R.A.), bunu kendisine haber ettiği gün itibariyle dört sene beklemesini
emretti. Kocasının gelmemesi ve ondan haber alamaması halinde dört yıl sonra
evlenebileceğini de bildirdi. Kadın evlendikten bir süre sonra kaybolan kocası
geri döndü. Evinin kapısını çalarken veya evine giderken ona: “Karın senden
sonra başkasıyla evlendi” dediler. Adam durumu soruşturunca olanları kendisine
anlattılar. Adam Ömer b. el-Hattab’a geldi ve “Karımı elimden alan ve
beni ondan ayırana karşı bana yardımcı ol” dedi. Ömer, durumdan endişeye
kapıldı ve “Bunu yapan kim?” diye sordu. Adam “Ey müminlerin emiri! O kişi
sensin!” deyince, Ömer: “Nasıl oldu?” diye sordu. Adam: “Cinler beni kaçırdı
ve uzun bir süre başıboş bir şekilde bilmediğim yerlerde dolaşıp durdum. Geri
döndüğümde karımın başkasıyla evli olduğunu gördüm. Bunun emrini de senin
verdiğini söylediler” karşılığını verince, Ömer r.a. “İstersen karını sana
geri veririz, istersen de seni başkasıyla evlendiririz” dedi. Adam “Olur, beni
başkasıyla evlendir” karşılığını verince Ömer r.a. adama cinleri sormaya, adam
da anlatmaya başladı. [24]
Cinin insan bedenine girmesi
Ed-Darekutnî, İbn-i Abbas’dan şöyle bir hadîs nakletmiştir:
«Bir kadın oğlunu Allah'ın Resulünün (S.A.V.) yanına getirdi ve:
Ey Allah'ın Resûlü! Bunda delilik vardır, bu hastalık onu öğlen ve akşam
tutar, diye yakındı. Bunun üzerine Peygamber onun göğsünü mesh etti ve ona
dua etti. Ona istifra ettirince, karnından siyah köpek yavrusuna benzer bir
şey çıktı. Ve yürüdü.» [22]
Bu hadisi, Ed-Dârimi, Müsnedi’nin ilk kısımlarında rivayet etmiştir, orada
şu kayda rastlanır: Allah Resûlü ona: «Çık ey Allah’ın düşmanı!» dedi.
Cinlerin hastalıklara neden olması
"Bedevî bir adam Hz. Peygamber'in yanına gelip beraberinde getirdiği
kardeşinin ağrılar çektiğinden şikayet etti. Hz. Peygamber, ağrılarının
sebebini sorunca, cinlerin çarpmasından olduğunu söyledi. Bunun üzerine
Peygamberimiz Bakara suresinin ilk beş ayetini, ihlas suresi ve diğer bazı
ayetleri okudu, adam hemen iyileşti.”
[23]