Ünlü Fransız matematikçi Blaise Pascal 19 haziran 1623 tarihinde
Fransa'nın Auvergne-Rhône-Alpes bölgesindeki Clermont-Ferrand şehrinde doğmuş.
Matematiğin yanı sıra fizikle ve müzikle ilgilenen yazar ve Katolik bir
ilahiyatçıydı. İlahiyatla ilgilenmeye başlamasının nedeni babasının başına gelen
talihsiz bir kazaydı. 1646 yılının soğuk bir kış günü Pascal'ın babası sokakta
yürürken kayarak düştü ve kalça kemiğini kırdı. Dönemin tıbbını göz önünde
bulundurursak bu çok ciddi bir kazaydı. O dönemde Rouen, Fransa'nın en iyi iki
doktoruna ev sahipliği yapıyordu: Dr. Mösyö Deslandes ve Doktor de La
Bouteillerie. Bu iki ünlü doktor onun babasını 3 ay boyunca tedavi ettiler ve
Pascal'la samimi bir arkadaşlık kurdular. Fakat bu iki doktor Jansencilik olarak
bilinen Katolik öğretisinden parçalanmış bir grubun savunucusu olan Jean
Guillebert'in takipçileriydi. Pascal onlardan Jansenist yazarların eserlerini
ödünç aldı. Kısa zamanda katı bir Augustinizm'i benimsedi.
Babasının
ölümünden ve kız kardeşinin Port-Royal'in Jansenist manastırına bir postulant
olarak katılmasından sonra 1656 ve 1657 yılları arasında takma isimle “Louis de
Montalte” isimli kitabını yayınladı. Dönemin Katolik ilahiyatçılarının ahlaki
felsefesini sert bir dille eleştiren bu kitap Kral XIV Louis'i o kadar çok
sinirlendirmiştir ki 1660 yılında kitabın toplatılarak yakılmasını emretmişti.
Pascal, argümanlarında mizah, alaycılık ve kısır hiciv kullanarak milleti
derinden etkilemişti. Bunun yanı sıra kendi görüşleriyle Hristiyanlığı ve
İncil'i çok tutkulu bir şekilde savunmuştur. Teolojide en ünlü eseri, asıl ismi
Apologie de la din Chrétienne ("Hıristiyan Dininin Savunması") olan 1662 yılında
henüz 38 yaşında ölümünden sonra yayınlanan ve çokları tarafında Pensées
("Düşünceler") olarak bilinen eseriydi. Pascal'ın Pensées'i bir başyapıt ve
Fransız nesirlerinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir . Sainte-Beuve eser
hakkında yorum yaparken onu Fransızca'nın en iyi sayfaları olarak över. Will
Durant da Pensées'i "Fransız nesirindeki en etkili kitap" olarak
nitelendiriyordu.
Pascal Pyrrhonism ve Stoicism (şüpheciler,
inanmayanlar) felsefi akınlarına katılan insanları Tanrıyla buluşturmak için bir
tez üretiyordu. Günümüz modernist Müslümanlarında sıkça kullandığı ve sonraları
Pascal'ın Kumarı olarak isimlendirilen bu teolojik tez özetle şu şekildedir:
“Tanrı'nın yokluğuna dair olasılıklar ne kadar yüksek olursa olsun, bu
konudaki yanlış bir varsayımda bulunmanın cezası devasa boyutta olacaktır.
TANRI'ya inanırsanız bu sizin için iyi olacaktır. Çünkü eğer haklı iseniz;
sonsuz mutluluğa sahip olacaksınız. Ancak eğer yanılmış iseniz; zaten bir
şey değişmeyecektir. Diğer yandan, eğer TANRI'ya inanmayıp haksız çıkarsanız
sonsuza kadar lanetleneceksiniz. Ama haklı iseniz; yine bir şey
değişmeyecektir.”
Müslümanlar bu tezin hilafetin son halifesi olan Ali bin Ebu Talibe
ait olduğunu savunuyorlar. Genellikle bu tezi Agnostik ve Ateist felsefeye sahip
insanlara karşı kullanıyorlar. Şimdi bu tezi daha detaylı bir şekilde
inceleyeceğiz ve gerçekten Tanrıya inanmanın bir artı mı yoksa eksi mi olduğunu
hep birlikte göreceğiz.
Öncelikle söylediğim gibi bu tez
Hristiyanlığı ve İncil'i savunmak için ortaya atılmış. Bu durumda sormamız
gerek: Pascal Tanrıya inanları bu kumarda kazanan taraf olarak görüyorsa o zaman
Hristiyanlığın tam olarak hangi tanrısını kast ediyor? Zira Hristiyanlıkta
Tanrının 3 kimliği var. 1-Baba (Peder). 2- Oğul ve 3-Kutsal Ruh
Müslümanlar
bu tezi kendi Allahlarına uyarlamışlar ve “Allah'a inanmazsam cehennemde yanma
riskim var o yüzden benim için Allah'a inanmak daha karlı” diyorlar. Yani
cehennem korkusu olmasa Allah'a inanmaları için de bir neden kalmayacak. Biz
yıllardır Müslümanlar cehennem korkusuyla dinde kalıyor derken bize kızanlar bu
gün bunu kendi dilleriyle bu gerçeği itiraf ediyorlar. Kusura bakmayın da ben
Tanrıyla kumar oynamam. Sizin gibi menfaatlerim çıkarlarım için de inanmış gibi
rol yapmam.
Öncelikle şunu belirtmem gerek ki Ateistler “Ben Tanrıya
inanmıyorum” derken mevcut dinlerdeki yaratıcı sıfatı taşıyan Tanrılardan
bahsediyorlar. Mevcut dinlerin Tanrı anlatımlarına bakarak bunu mantık
süzgecinden geçiren Ateister bu anlatımların doğru olmadığını düşündükleri için
Tanrıya inanmıyoruz derler.
Şimdi sizinle küçük bir hesap kitap
yapalım. Bakalım siz Tanrı olsanız Müslümanları yoksa ateistleri mi cennetinize
alırsınız?
ALLAH
MÜSLÜMANLAR
ATEİSTLER
Cehennem korkusuyla inanmak
Dürüstçe, kanıt olmadığı için inanmamak
Cehennem korkusuyla iyi işler yapmak
Hiç bir baskı olmadan iyilik yapmak
Doğduğu toplumun ona dayattığına inanmak
Özgür düşünceyle, kendi mantığıyla karar vermek
Allah'tan gelmiş denilen kitapların içinden körü körüne birini seçmek ve
diğerlerini okumadan dahi reddetmek
Kur'an'ın da diğerleri gibi nakil yoluyla geldiğini ve toplumların
çıkarlarının yazılı metinleri şekillendirdiğini bildikleri için kesin
kanıt olmadan hiç birine inanmamak
Kötülük yaptığında şeytanı günah keçisi yapmak
Tüm yaptıklarının sorumlusu olarak kendini görmek ve işlediği suçları
başkalarına yüklememek
Kendi gibi düşünmeyenleri kafir ilan edip malını canını kendine helal
saymak
İnsanlara insan olduğu için değer verip yalnızca ahlaki değerler
üzerinden ayrım yapmak
Küçük çocuklarla evliliğe din kılıfı giyindirerek sübyancılık yapmak
Çocuklara tecavüzleri önlemek için protestolar yapmak
İslamı siyasallaştırarak toplumu kafir-mümin diye ayırıp kutuplaştırmak
Eşit haklara sahip toplumlar inşa ederek kardeşçe yaşamak için elinden
ne geliyorsa yapmak
Dinini kutsalını eleştirenleri kafir ilan ederek öldürmek
Eleştirel toplumların yaranması için her türlü fedakarlığı yapmak
Kadını çarşafa kapatarak kocasına kul yapmak
Kadınlarında en az erkekler kadar toplumsal haklarının olduğunu savunmak
Hayatını camilerde namaz kılarak oruç tutarak zekat vererek yaşamak.
1000 senedir eli açık mı kapalı mı namaz kılınır diye bir birinin
kafasını kesmek Üniversiteleri kapatıp imam-hatip açmak. “Ben cahil
halkın ferasetine güveniyorum” “Bilim insanları fuzuli işlerle
uğraşıyor” demek.
Bilimde, teknolojide dünya lideri olmak için kaliteli eğitimin şart
olduğunu savunmak. Çocuklara küçük yaşlarında din dersi dayatarak
onların özgür düşüncelerini kısıtlayanlara karşı çıkmak. Hayatın her
alanında en iyisi olmak için elinden geleni yapmak. Yaptıklarıyla içinde
bulunduğu topluma yararlı birer vatandaş olmak.
Bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Fakat meselenin önemli kısmı bu
değil. Pascal kendi tezini üretirken zaten kazanan tarafa Hristiyanlığı
kaybeden tarafa ise inançsızlarla beraber diğer dinlere inanan insanları da
koymuş oluyor. Buna İslam'a iman etmiş Müslümanlar da dahil.
Pascal Hristiyanlığın tarif ettiği Tanrıyı kabul edenleri kumarın kazanan
tarafı diğerlerini ise kaybeden olarak nitelendiriyor. Bunu nereden
anlıyoruz? Çünkü siz bir kumar oynarken kazanırsanız eğer bu
elinizde olan kartların sayesinde oluyor. Dolayısıyla Pascal'ın kumarında
her bir inançlı insan kendi inandığı Tanrı kavramını doğru kabul ederek bu
kumar masasına oturuyor. Pascal'da zaten öyle yapmıştı. Hristiyanlığın
anlattığı Tanrı kavramını doğru diye kabul ederek kendini kazançlı, farklı
tanrıları kabul eden yahut hiç inancı olmayanları da kaybeden olarak
gösteriyordu.
Hiç bir dini inancı olmayan bir kuruluş olan Adherents'a göre dünyada
yaklaşık 4.300 din vardır. Şimdi siz Müslüman olarak Pascal'ın kumar
masasına oturduğunuzda elinizde olan Allah kartıyla diğer 4299 Tanrıya karşı
kumar oynamış oluyorsunuz. Ve bu 4299 Tanrının çeyreği hakkında bile doğru
düzgün bilginiz yok. Ya bu 4299 Tanrının içinden biri veyahut bir kaçı
doğruysa? Kumarda yalnız biri kazanacak diye bir kural yok değil mi?
Aslına bakarsak bu kumar masasında Ateistlerin, Agnostiklerin, Deistlerin
vs. şansı daha fazla. Zira Tanrı hakkında kesin bilgi olmadığı için bizim
dinlerin dayattığı tanrıyı veya ona atfedilen din, sıfat ve ideolojileri
inkar etmemizin mantıklı bir gerekçesi olmuş oluyor. Biz yarın ahirette
Allah'ın karşısına çıkarsak kesin bilgi olmadığı için onunla beraber hiç bir
Tanrıya inanmadığımızdan veya sadece tanrının varlığına inanıp ona çeşitli
sıfatlar ve insani özellikler yükleyen dinlerin tanrılarına inanmadığımız
için bağışlanma şansımız vardır. Ya siz Müslümanlar yarın ahirette Allah
değilde Zeus ile karşılaşırsanız ne olacak? O zaman onu değilde başka bir
dinin tanrısını kabul ettiğiniz için cehennemde yanacaksınız. Veya 4300
Tanrı içinde Allah yalancı ve geri kalan 4299 Tanrı doğruysa? O zaman
cehennemde o 4299 Tanrının azap fantezilerini deneyeceksiniz. Fakat ben bir
Tanrıyı inkar ettiğim için o cehennemden çıkma şansım var.
Gözünüzün önünde daha iyi canlanması için şöyle bir örnek vereyim.
Örneğin siz 10 kişilik bir kumar masasına oturdunuz. 9 kişinin hepsi
size resti çekmiş. Herkes resti çekmişse demek ki herkes elindeki kartların
kazanma şansı olduğuna emin durumda. Şimdi başkalarının elindeki kartların
ne olduğunu bilmeden “restinize rest ulan” demek mi daha mantıklı
yoksa kazanacağına dair kesin bilgi olmadığı için “pass” demek mi?
Sizi bilmem ama ben “gereğinden fazla cesaret aptallıktır” diye
düşünenlerdenim.
Burada şöyle bir itirazda bulunabilirsiniz: “Allah'a inanırsam en fazla ne
kaybedebilirim ki?” Çok şey kaybedersin. Kaybedeceğin şeylere bir tane örnek
vereyim.
Karamanda çocuklarını yatılı Kur'an kursuna bırakan ebeveynler de
ellerindeki Allah ve cennet kartlarıyla Pascal'ın kumar masasına
oturmuşlardı. Ama çocuklarının yüzündeki tebessümü, sevinci kaybederek
kalktılar o kumar masasından. Ne kazandılar biliyor musunuz? Ömürleri boyu
hiç unutamayacakları psikolojik travmalar.
İşte bu gibi nedenlerden dolayı bizler elimizde kazanacağımıza dair kesin
bilgi olmadığı sürece kumar masasına oturmamalıyız diyoruz.
"RICHARD DAWKINS "TANRI YANILGISI" (The God Delusion) isimli yazısında
şunları aktarıyor:
"Eğer Tanrı'yı hoşnut etmek istiyorsan yapmak zorunda olduğun tek şey ona
inanmaktır" fikrini neden bu kadar kolay kabul ederiz? İnanmayı bu kadar
özel yapan şey nedir? Tanrı'nın iyiliği, cömertliği ya da alçak
gönüllülüğü ödüllendirmesi de inanmayı ödüllendirmesiyle aynı olasılıkta
değil midir? Ya da dürüstlüğü? Ya eğer TANRI gerçeği içtenlikle aramayı en
yüksek erdem sayan bir bilimci ise? Cidden, evrenin tasarımcısı bir
bilimci olmak zorunda değil midir? Bertrand Russell'a öldükten sonra
karşısında TANRI'yı bulduğunda ve onun Russell'a neden ona inanmadığını
sorduğunda ne cevap vereceği sorulmuştu. "Yeterli kanıt yoktu TANRI,
yeterli kanıt yoktu," cümlesi Russell'ın (neredeyse ölümsüz diyebileceğim)
cevabıydı. Ödlek bahisçiliği için TANRI'nın PASCAL'a duyacağından çok daha
fazla saygıyı cesur kuşkuculuğu için (hapse düşmesine neden olan, Birinci
Dünya Savaşı'nda gösterdiği cesur vicdani reddi bile boş verirsek)
Russell'a göstermesi daha olası değil midir? Ve TANRI'nın ne karar
vereceğini bilemesek bile Pascal'ın Bahsini çürütmek için TANRI'nın hangi
yönde karar vereceğini bilmeye ihtiyacımız yoktur. Unutmayın ki bir
bahisten bahsediyoruz ve Pascal bu girişiminin yalnızca ve yalnızca çok
düşük olasılıklarda işe yarayacağını iddia etmiyordu. TANRI'nın ahlaktan
yoksun, sahte inancı (ve hatta dürüst inancı) açık yürekli kuşkuculuktan
daha değerli bulacağına bahse girer miydiniz?
Siz nasıl düşünüyorsunuz? Eğer bir Tanrı varsa o Tanrı cehennem korkusuyla
ona iman edeni mi yoksa dürüstçe kesin bilgi sahibi olmadığı için iman
etmeyen birisini mi ödüllendirirdi?
Fakat size yani Müslümanlara yalnız bir şey söyleyebilirim. Dua edin de
Allah'ın her şeyden haberi olmasın. Zira sizin kendi çıkarlar ve
kaygılarınız yüzünden ona inandığınızı öğrenirse haliniz perişan
olabilir..
Jansencilik bir Katolik teolojik harekettir. Fransa'da gündemde
olmuştur. Günahın kaynağı, yani günahların insanın dünyaya gelmesiyle
oluştuğunu savunan görüşü benimsemiştir. İlahi lütuf ve Mukadderat
ilkelerini savunur. Hareket Hollandalı teolog Cornelius Jansen'in
eserinden ileri gelmiştir.
Augustinizm kurtuluş için ilahi lütfun, inançla akıl arasında bir
uzlaşmanın gerekliliği ve Tanrı'nın kendiliğinden tabi bir bilgisi ve
kötünün olumsuzlanması tezini içerir.
Pyrrhonism- Milâttan dört yüzyıl evvel Yunan filozofu Pyrrho'nun yaydığı
şüphecilik felsefesi(Aşırı septisizm)
Stoicism(veya Stoacılık) Helenistik felsefenin en önemli
akımlarındandır. Stoacılar için insanın temel amacı mutluluktur.
Mutluluğa ulaşmak içinse doğaya uygun yaşamak gerekir. Dolayısıyla
doğaya uygun yaşamayı felsefi olarak benimsemişler ve dünya
vatandaşlığını savunmuşlardır. "Mutluluk, dış koşullara bağlı
olmamalıdır" önermesini dile getirmişlerdir.
●►Üye olarak platforma destek
olabilirsiniz:
KATIL ●►Patreon üyeliği için:
PATREON
Kanaldaki videolardan ve internet sitesindeki makalelerden de bildiğiniz üzere
zaman zaman Hristiyanlık ve Musevilik hakkında da eleştirel yayınlar
yapıyorum. Tıpkı en son hazırladığım İncildeki Çelişkiler videosu gibi. O
yüzden lütfen takacağınız etiketleri ve atacağınız iftiraları kendinize
saklayınız.
Benim gözümde tüm dinler ve peygamberler aynıdır, hiçbirine inanmam. O yüzden
dini metinlerden bildiğimiz 2 farklı karakter olan İsa ve Muhammed'i yine
kendi dinlerine ait metinler üzerinden tarafsızca kıyaslayacağım.
İsa ve Muhammed’in hayatlarını genel olarak biliyoruz. Bazı hatırlatmalar
yaparak konuya giriş yapalım.
İsa’nın hayatı İncillerde anlatılır. Matta ve Luka hem Hz.İsa’nın soy kütüğünü
verirler, hem de doğum öncesi olayları ve doğumunu anlatırlar, çocukluğundan
bahsederler. Markos ile Yuhanna da ise İsa’nın şeceresi yoktur, doğumundan ve
çocukluğundan bahsedilmez.
İsa’nın gençlik yılları ile ilgili hiçbir bilgiye de yer verilmez.
Benzer durumu Muhammed’in hayatında görsek de, az da olsa gençlik yılları ile
ilgili bilgiye rastlayabiliriz. Çocukluk yıllarında bolca mucizelerden
bahsedilirken gençlik yılları sade anlatımlıdır. İsa’nın ise hemen hemen tüm
hayatı mucizelerle doluymuş gibi anlatılır.
Hem İncillerde hem de Kur’an’da İsa’nın annesi Meryem’in hiçbir erkekle ilişki
kurmaksızın bakire iken Allah tarafından melek vasıtasıyla döllendirilerek
İsa’ya hamile kaldığı ifade edilir.
Muhammed’e cinsel yönden sıkıntıya düşmemesi için ayetle evlilik serbestliği
getirilmişken, İncilde İsa’nın cinsel hayatı ile ilgili olarak hiçbir ifadeye
rastlanmamaktadır.
Muhammed’in 15-16 eşi ve cariyeleri bilinirken, 6 çocuğu ve küçük yaşta ölen
oğulları hakkında bilgi mevcutken, İsa’nın evliliği ve çocuğu olup olmadığı
hakkında bilgi mevcut değildir.
İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı dahi tartışmalıdır. Yaşamı ile ilgili tek
kaynak İncillerdir.
Muhammed’in yaşadığı ile ilgili olarak ise dönemin Hristiyan kayıtlarında
bilgi bulunmaktadır.
Kur’an ve Muhammed İsa’yı doğruladığına göre, yani İslam’a göre İsa’yı da
Muhammed’i de elçi olarak gönderen aynı Allah olduğuna göre yaşam
tarzlarındaki bu uçurumun nedeni nedir?
Neden Muhammed çok eşli bir yaşam sürmüşken, İsa hiç evlenmemiştir?
İsa hiç evlenmemişse, yaşamı boyunca cinsel ilişkide bulunmamış mıdır?
Cinsel ihtiyacı olmamış mıdır? Yoksa iradesiz midir?
İsa 33 yıl yaşar. Sahneye çıkışı ise takriben 30 yaşındadır.
20’li yaşlarda İsa ne yapmıştır?
30 yaşında iken “Hadi başla!” emri mi almıştır da bayrak açmıştır?
Bunlar İncillerde belirtilmez.
Muhammed’e vahiy ise Kur’an ve hadislerde belirtilmiştir.
Ama efsanevi anlatımlarda benzerlik vardır.
Muhammed’in annesi Amine’ye de, İsa’nın annesi Meryem’e de müjde verilmiştir.
Her ikisinin de doğumlarında mucizevi olaylar öne sürülür.
Fakat belli bir yaşa kadar ikisi de ortaya çıkmaz.
İsa 30’unda, Muhammed de 40’ında çağrıya başlar.
İsa’nın cinsellikten uzak oluşunun etkisi Hristiyan din adamlarına da yansımış
ve onlar da İsa gibi cinsellikten ve evlilikten el çekmişlerdir.
Bu ne derece doğrudur?
Mesele dünya zevklerinden kaçınmaksa Muhammed neden tersini yapmıştır?
İsa gerçekten cinsel yaşamdan ve kadınlardan kopuk muydu?
İsa kadınlardan pek kopuk değildir aslında.
Örneğin İncillerde Mecdelli Meryem olarak anlatılan günahkar fahişe kadın için
İsa ile evli olduğu, ondan hamile kaldığına dair kurgular da vardır. Bir başka
Meryem’in İsa’nın ayaklarını yıkadığı, saçlarıyla kurladığı, öpüp okşadığı
yazılıdır. Daha sonra bu kadın İsa’nın öğrencileri arasına katılır.
Luka / 7. 36-39:
Ferisiler’den biri İsa’yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi’nin evine gidip
sofraya oturdu.
O sırada, kentte günahkâr olarak tanınan bir kadın, İsa’nın, Ferisi’nin
evinde yemek yediğini öğrenince kaymaktaşından bir kap içinde güzel kokulu
yağ getirdi. İsa’nın arkasında, ayaklarının dibinde durup ağlayarak,
gözyaşlarıyla O’nun ayaklarını ıslatmaya başladı. Saçlarıyla ayaklarını
sildi, öptü ve yağı üzerlerine sürdü.
İsa’yı evine çağırmış olan Ferisi bunu görünce kendi kendine, “Bu adam
peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın
olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı” dedi.
İncillerde İsa’nın dirildikten sonra Mecdelli Meryem’e göründüğü yazılır.
Bu kadın Da Vinci’nin kurgusundaki Maria Magdalena’dır ve İsa’dan Sarah
isminde bir kız çocuğu doğurur. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra çocuğunu
korumak amacıyla Fransa’ya kaçar ve oradaki yahudilere sığınır.
Fransa’da 22 temmuz Meryem günü olarak kutlanır ve ilk olarak onun
manastırında yapıldığına inanılan Madeleine çörekleri o gün kutsal bir
yiyecekmiş gibi tüketilir.
Yuhanna 11-2:
Meryem, Rab’be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen
kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi.
Bu kadınla İsa’nın dostluğu daha sonra ilerledi öyle ki başbaşa bile
kalıyorlardı:
40. Marta ise işlerinin çokluğundan ötürü telaş içindeydi. İsa’nın yanına
gelerek, “Ya Rab” dedi, “Kardeşimin beni hizmet işlerinde yalnız bırakmasına
aldırmıyor musun? Ona söyle de bana yardım etsin.”
41. Rab ona şu karşılığı verdi: “Marta, Marta, sen çok şey için kaygılanıp
telaşlanıyorsun.
42. Oysa gerekli olan tek bir şey vardır. Meryem iyi olanı seçti ve bu
kendisinden alınmayacak.”
Bu noktada İsa’nın bu kadar çok kadına ayaklarını yıkatmış, okşatmış olması
düşündürücü gelebilir.
İsa ile Maria Magdalena’nın evliliğinin kurgu olarak ileri sürüldüğünü
yazmıştım.
İncil’de Mecdelli Meryem olarak geçen Magdalena fuhuş suçu nedeniyle
recmedilirken İsa tarafından kurtarılan kadın olarak sunulur.
Buna karşın bu kadının ezoterik bir tarikat üyesi olduğu öne sürülür.
Şimdi gelelim karşılaştırmaya. Siz karar verin İsa ile Muhammed’in tanrısı
aynı olabilir mi?
6 Asırda Bu Ne Değişiklik:
İsa Diyor ki: ( Tanrıdan esinlendiği rivayetiyle)
Matta 5/ 39:Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat
atana öbür yanağınızı da çevirin.
Muhammed diyor ki: (vahiy rivayetiyle)
Bakara 178:Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle,
kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı
bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir.
Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun
arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır.
Merhamet Farkı
İsa, Yahudilerin recmetmek istedikleri bir kadını taşlanarak öldürülmekten
kurtarır.
Muhammed ise, aralarındaki zina yapan kadın ve erkeğe dayak cezası vermek
isteyen Yahudilere recmi emreder ve taşlatarak öldürtür.
İsa’nın Recmi Önlemesi:
Yuhanna 8:3-9:
3. Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın
getirdiler.
4. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken
yakalandı” dediler.
5. “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne
dersin?”
6. Bunları İsa’yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için
bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu.
7. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “İçinizde kim
günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi.
8. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı.
9. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı
çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar.
Muhammed’in Recme Zorlaması:
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
“Yahûdilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: ‘Bizi şu
peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir.
Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O’nun hükmünü
kendimize delil kılarız ve: ‘Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği
fetvâlar(la amel ettik, hevâmıza uymadık) deriz’ dediler. Mescidde ashâbıyla
birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelerek: ‘Ey Ebû’l-Kasım,
zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?’ dediler. O, onlara tek
kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak: “Hz. Mûsâ
(a.s.)’ya Kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ
yapacak olursa bunun Tevrat’taki hükmü nedir?” diye sordu. “Yüzü siyaha
boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır.”
Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir
eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır.
Râvi devamla der ki: “Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayap)
susmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti.
Bunun üzerine genç: “Madem ki sen bize Allah’ın adına yemin veriyorsun
(gerçeği söyleyeceğim): “Biz Tevrat’ta recm emrini görüyoruz” dedi.
Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl
oldu?” diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi: ‘Krallarımızdan birinin bir yakın
akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup
bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi
buna mâni olup: ‘Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın
recmedilmesine müsâade etmeyeceğiz!’ dediler. Bunun üzerine, aralarında
şimdiki cezâyı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.’ (Bu açıklama üzerine)
Rasûlullah (s.a.s.): “Ben Tevrat’taki âyetle hükmediyorum!” dedi ve onların
recmedilmelerini emretti ve recmedildiler.
(Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4450, 4451)
Hümanist İsa’ya karşın Savaşçı Muhammed
Muhammed, Müslüman olmayanların yurtlarını, mallarını yağmayı, onlara karşı
savaşı, cihatı, fethi emretmiş, teslim olmayanların öldürülmesini istemiştir.
Ahzab 27:Allah sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak
basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah her şeye hakkıyla gücü
yetendir.
Saff 11:Allah’a ve Resulüne inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda
cihat edersiniz. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur.
Fetih 1:Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.
Tevbe 5:Haram aylar çıkınca putperestlerin gelip geçecekleri bütün yolları tutun,
onları kuşatın, bulduğunuz yerde öldürün, yakalayın hapsedin. Fakat tövbe
ederler, namaz kılarlar ve zekat verirlerse bırakın onları, şüphe yok ki
Allah suçları örter, rahimdir.
İsa’nın ise şiddetten uzak durduğu, savaş, cihat, fetih çağrısı yapmadığı,
yayılmacı bir din anlayışında olmadığı görülür.
Buna karşın “Ben barış değil, kılıç getirdim”, ” Abanızı satın, kılıç alın”
dediği gibi,
“Kılıç kullanan kılıçtan geçirilir” sözleri mecazi anlamları itibarıyla
tartışmalıdır.
Bir genelleme yapacak olursak İsa’nın daha barışçı ve hümanist, Muhammed’in
ise daha savaşçı ve daha katı olduğunu söyleyebiliriz.
Muhammed Çalışmayı Öğütlerken İsa Tersini Söylüyor:
Muhammed, ayet ve hadislerde boş durmamayı, çalışmayı, ticareti öğütlemiştir.
İsa’nın ise çalışma, üretme konusunda bir teşviki olmadığı gibi tersini ima
eden söylemleri vardır.
Necm 39-40:İnsan ancak çalıştığını elde eder, şüphesiz karşılığını da görecektir.
“Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et.”
“Çalışmak ibadetin yarısıdır.”
“Çalışanın hakkını alın teri kurumadan verin.”
“Ticaret yapın! Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettedir.”
Hadislerde çalışma ve ticaretle ilgili başka örnekler de çoktur.
İncil'de ise İsa kaygılanmamayı öğütleyerek şöyle der:
Matta 6:25-26:
25. Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyip ne içeceğiz?` diye canınız
için, `Ne giyeceğiz?` diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten,
beden de giyecekten daha önemli değil mi?
26. Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek
biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha
değerli değil misiniz?
İsa Komüncü, Muhammed Sadakacıydı
İsa, Muhammed’e göre dünya nimetlerine, zenginliğe, ganimete, mala-mülke
düşkün değildi.
İsa, insanların tasarruf etmesine, mal ve para biriktirmesine kesinlikle
karşıydı.
Bu mülkiyet karşıtı dünya görüşüyle onu bir komünist olarak tanımlayamasak da
o döneme göre dinsel bir komün yaşamını savunan biri olarak görebiliriz. Zaten
içinde yetiştiği Esseniler bu yapıdaydı.
Söylemlerinden bazı örnekler:
Markos 10:21-25:
21 Ona sevgiyle bakan İsa, “Bir eksiğin var” dedi. “Git neyin varsa sat,
parasını yoksullara ver; böylece gökte hazinen olur. Sonra gel, beni
izle.”
22 Bu sözler üzerine adamın yüzü asıldı, üzüntü içinde oradan uzaklaştı.
Çünkü çok malı vardı.
23 İsa çevresine göz gezdirdikten sonra öğrencilerine, “Varlıklı
kişilerin Tanrı Egemenliği’ne girmesi ne güç olacak!” dedi.
24 Öğrenciler O’nun sözlerine şaştılar. Ama İsa onlara yine, “Çocuklar”
dedi, “Tanrı’nın Egemenliği’ne girmek ne güçtür!
25 Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne
girmesinden daha kolaydır.”
Muhammed ise Müslüman olmayanlara karşı yayılmacı, Müslümanlar için de sosyal
adaletçiydi. Sadaka ve zekatı, yoksulların doyurulmasını, komşusu açken tok
olunmamasını Müslümanlığın şartları arasına koymuştu.
Ama zenginlere, zenginliğe karşı değildir. Der ki “Allah zengindir, dilediği
kullarına da zenginlik verir.” Muhammed, Halil İbrahim zenginliğine erişmek
ister ve bunun için Müslümanlardan kendisi için salavat ister. Hala
Müslümanlar bunun için dua eder, salavat getirirler.
Necm 39-40
Tevbe 5
Bakara / 178
Luka / 7. 36-39
Yuhanna 11-2
Luka 10:39-42
Matta 5/ 39
Yuhanna 8:3-9
Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4450, 4451
Ahzab 27
Saff 11
Fetih 1
Matta 6:25-26
Markos 10:21-25
W. A. Sibly, M. D. Sibly, The History of the Albigensian Crusade: Peter of
les Vaux-de-Cernay's "Historia Albigensis" (Boydell, 1998).
Christian Churches of God. "The Treatise of Ermengaudus (No. B8)".
Ccg.org.
Anne Bradford Townsend, The Cathars of Languedoc as heretics: From the
Perspectives of Five Contemporary Scholars, page 147 (UMI Microform,
ProQuest, 2008). Ph.D. dissertation
Walter L. Wakefield, Austin P. Evans, Heresies of the High Middle Ages:
Translated with Notes, page 234 (New York: Columbia University Press,
1991). ISBN 0-231-02743-5. The authors speculate on page 230 that this
could have been the source used by Peter of Vaux de Cernay.
Carr, Flora (March 30, 2018), "The Real Reason Why Mary Magdalene Is Such
a Controversial Figure", TIME
Ehrman, Bart D. (2004), Truth and Fiction in The Da Vinci Code: A
Historian Reveals What We Really Know about Jesus, Mary Magdalene, and
Constantine, Oxford, England: Oxford University Press
Casey, Maurice (2010), Jesus of Nazareth: An Independent Historian's
Account of His Life and Teaching, New York City, New York and London,
England: T & T Clark
Sam Masters (April 11, 2014). "Jesus had a wife, say scientists, as
ancient papyrus scroll verified – Americas – World". The Independent.
Witcombe, Christopher L. C. E. (June 2002), "The Chapel of the Courtesan
and the Quarrel of the Magdalens", The Art Bulletin, 84 (2): 273–292,
doi:10.2307/3177269, JSTOR 3177269
Casey 2010, pp. 25–26, 544–545.
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Masonluk veya farmasonluk , kökenlerini 14. yüzyılın sonlarından itibaren taş ustalarının niteliklerini ve yetkililer ve müşterilerle etkileşimlerini düzenleyen yerel taş ustalarının kardeşliklerine kadar izleyen kardeş örgütlerden oluşur . Masonluk, yıllar boyunca çok sayıda komplo teorisinin konusu olmuştur . [1] Modern Masonluk genel olarak iki ana tanıma grubundan oluşur:
Düzenli Masonluk , çalışan bir kulübede bir kitap kitabının açık olması, her üyenin bir Yüce Varlığa inandığını iddia etmesi ve hiçbir kadının kabul edilmemesi konusunda ısrar eder (ancak bazı yargı alanlarında, başlatıldıktan sonra kadına geçiş yapanlar kalabilir din ve siyaset tartışmasının yasaklanmasıdır.
Kıta Masonluğu artık bu kısıtlamaların bir kısmını veya tamamını kaldıran yargı bölgeleri için genel bir terimdir. Masonluğun temel, yerel organizasyon birimidir loca . Bu özel Localar genellikle bölgesel düzeyde (genellikle bir eyalet, il veya ulusal sınırla aynı anda) bir büyük loca veya büyük organizasyon tarafından denetlenir . Tüm Masonluğu denetleyen uluslararası, dünya çapında bir Büyük Loca yoktur; her Büyük Loca bağımsızdır ve birbirlerini meşru olarak kabul etmeleri gerekmez.
Masonlar dünya üzerinde farmasonlar olarak ta bilinir mason ismini almalarının sebebi rivayete göre Süleyman tapınağının yapımında bulunan taşçı ustalarıdır.
Masonluk; pek çok ülkede dışa kapalı bir örgüt olarak etkinlik gösteren, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve dayanışma temeline dayalı, ilkeleri ve kuralları ancak üyelerince bilinen, üyeleri arasında büyük bir dayanışma bulunan, 6 veya 7 üyeden oluşan ve lonca denilen bölümlere ayrılan, üyelerinin birbirlerini masonluğa özgü imlerle, simgelerle tanıdığı, gizliliğe önem veren bir tür örgüt, dernektir.
Masonlar gizli bir örgüt değildir aksine mason olan biri mason olduğunu rahatlıkla dile getirebilir fakat her tarikatta olduğu gibi onlarında sırları vardır ve bu sırların dışarı sızdırılmaması gerekir
Masonluğun en bilinen ve eski sembolü budur;
Görüldüğü gibi bir pergel ve cetveldir. En eski sembolün bu şekilde olmasının sebebi ise tanrının muhteşem bir düzenle yaratmış olduğu evrenin yüce mimarı sıfatına vurgu yapmak istemeleridir.
Ayrıca asla tanrı inancı olmayan biri mason olamaz zira bir mason kendisinden daha üstün bir güce inanmak zorundadır. Dini önemli değildir. Yahudi Müslüman yada Hristiyan olması önemli değilken ilahi varlığa, kutsal saatçiye inanması yeterlidir. Mason felsefesi bu biçimiyle deizmle de benzerlik gösterir. Tanrıya inanırlar fakat bir ibadet biçimleri yoktur.
Masonluğun 33 kademesi vardır ve her kademenin de kendi selamlaşma biçimi vardır. Masonlar dini inançtan çok kardeşlik sevgi saygı gibi erdemlere önem verirler.
Mason olmanın şartları şunlardır;
Katılmayı özgür iradeyle istemek.
Evrenin bir yaratıcısı olduğuna inanmak.
18 yaşından büyük olmak. (Bazı durumlarda masonların çocukları daha erken yaşlarda kabul edilmektedir.)
Ahlaklı olmak ve iyi bir itibara sahip olmak.
Zihinsel ve bedensel olarak sağlıklı olmak. (Bu, eskilerde daha çok rastlanan kurallardandır.)
Özgür bir insan olmak. (Bu da köleliğin hüküm sürdüğü eski dönemlere ait bir kuraldır.)
Bir ya da birkaç masonun referansına sahip olma
Bunlar üstünden yapılacak yorum şudur ki masonlar yoldan geçen avare insanı almazlar. Bir iyi itibarı ve zihnen ergin olması gerekir tabi birde yaratıcıya inanması var garip mason yeminleriyle bunu tescillerler. Gerçekliği bilinmeyen zira masonlar açık tarikat olmasına rağmen gizlidir bir ayine göre bir kasede şarap vererek yalancılık yada öteki suçların içinde olup tarikata girmek isteyenlere şarabın içen ve tarikata yeni katılmak isteyen kişiye zehir olmasını dileyip şarabı içmesini buyuruyorlar. Gelelim kuzey Amerika ve masonluğa.
Kuzey Amerika Masonluğu
Masonluk tahmin edilebileceği gibi Kuzey Amerika'ya İngiltere'den gelmiştir, koloniler mason geleneklerini taşımış ve localar oluşturmuştur.
1700'lerin başında Britanya çok hızlı bir şekilde büyüyordu. Önce iç savaştan başarı ile çıktı. Bunu kralın tahttan indirilmesi izledi ve başarılı bir devrim gerçekleşti. 1714'de Hanover'li George'un tahta çıkışı ile Britanya hızlı bir dinamizm yakaladı. Devrin süper gücü Fransa bu büyümeyi engellemek için 1800'lerin sonuna kadar ne kadar uğraştıysa da başarılı olamamıştı. Bütün bu gelişmeler Londra'yı dünyanın merkezi haline getirmişti.
Daha sonra ise masonluk bu bölgeden kolonicilerle birlikte Amerika'ya taşınmış ve Amerikan kültürü özellikle kuruluş döneminde masonlukla oldukça kaynaşmıştır.
Amerika'nın kurucusu George Washington'ın masonik anıtına dair tarihsel resimler bulunmaktadır. Fakat sadece Washington değil Jefferson Ulysses S. Grant gibi büyük
Amerikan başkanları da masondur. Hatta Amerika kongre binasının tavanında Washington’un göğe yükselişinin resmi vardır ve resmin içinde Latince olarak
çoğun birliği yazar. Çoğun birliği çok derin bir kavramdır, yani hepimiz
tanrının tecellisiyiz ve tüm insanlık tanrıyı oluşturur anlamı taşır. Tanrıdan geldik
tanrıya döneceğiz şekliyle İslam'da bile bulunan bu kavramın bizdeki adı kötüye
çıkmış olsa da bu bir devir kuramıdır. Eski Ahit'te insanı kendimize
benzer yaratalım diyen tanrı fizikselliği kastetmiyordu, aklen insanı kendine
benzer yaratmak ona kendinden bir şeyler katma anlamında
kullanılmıştı. Masonlarda ve Türk tasavvufunda olan bu kavramın demin
bahsettiğim gibi bizim tanrıdan parça olduğumuzu savunması şirk gibi
karşılanır. Hatta bir örnek vermek gerekirse Hallac-ı Mansur bir gün
tasavvufa dalmışken şiirinde şu sözleri kullanır: "En el hak" yani "tanrı, Allah
benim". Abbasi halifesi bu sözün içindeki devir kuramından habersiz olduğundan ne
demek istediğini bile anlamadan Hallac-ı Mansur'u astırmıştır.
Masonların illuminati gibi örgütlerle ilişkisi yoktur, onlar gibi yer altı
örgütü de değildir. Defalarca dile getirdiğimiz gibi elbette sırları vardır
fakat gayet meşrudur. Masonlar mistisizme, özellikle de rakam, biçim ,geometri mistisizmine
düşkünlerdir. Bunun üyelerinin çoğunun bilim insanı olmasından ve evrenin
ilahi düzenine saygı duyuyor olmalarından ileri geldiğini düşünebiliriz. Bu sayı
mistisizminin en güzel örneği ise büyük usta Dürer'in Melankolya 1 adlı eseridir.
Bu eserde düşünen bir karakter ve etrafında sayısız bilgi unsuru vardır. Bu, insanlığın derin sırları ve mistisizmi anlamada zorlanmasını temsil eder. En önemli unsur ise düşünen meleğin tam kanadının üstündeki karedir.
İşte bu kare de bulunan metaforlar şunlardır;
En alt satırdaki 15 ve 14 eserin tarihidir.
Sihirli sabitimiz 34'tür ve 86 farklı kombinasyon vardır.
Örnek
Saat yönünde: (3 + 8 + 14 + 9)
İlk satır soldan sağa: (16 + 3 + 2 + 13)
Son satır yukarıdan aşağı: (13 + 8 + 12 + 1)
Köşeler: (16 + 13 + 4 + 1)
İki dış sütun ve sıranın ortadaki iki girdisi: (5 + 9 + 8 + 12)
Dörtlülerin her biri, merkez dört kareler, köşe kareleri, dört dış sayı ve aynı şekilde: (2 + 8 + 9 + 15 ve 3 + 5 + 12 + 14)
Ancak burada bulunacak daha fazla şifre var. Bu kareyi dört hücrenin dört grubuna bölmek için on üç farklı yol vardır. Dört hücrenin her bir grubunun toplamı 34'dür.
Dürer karesindeki pozisyonlar sonlu vektör uzayı olarak görülebilir; burada dört hücrenin dört grubunun her biri bir dizi paralel afin düzlemdir.
Bunlar üstünden anlatmak istediğim ana konu masonluğun çok eski tarihlere dayanan, meşru ve açık olduğu kadar gizemli ve köklü bir tarikat olduğudur. Her bir kolu bir köktür ve incelemeye çalıştığımızda Dürer'in gravüründeki düşünen kişi gibi kalırız ve yüzeyden ileri geçemeyiz.
Paganizm ilk kez dördüncü yüzyılda erken Hristiyanlar tarafından Roma
İmparatorluğu'nda çok tanrıcılığı uygulayan insanlar için kullanılan bir
terimdir. Bunun nedeni ya Hristiyan nüfusuna göre daha kırsalda yaşayan
taşralılar olmaları ya da Mesih'in askerleri olmamalarıdır. [1] [2] Hristiyan
metinlerinde aynı grup için alternatif olarak Helen yani Yunan, gentile yani
Yahudi olmayan ve putperest terimleri de kullanılmıştır. [3] Kurban törenleri
eski Yunan-Roma dininin [4] ayrılmaz bir parçasıydı ve bu yüzden bir kişinin
pagan mı yoksa Hristiyan mı olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilirdi.
[4]
Paganizm aslen çok tanrıcılığı aşağılayıcı, küçültücü bir terimdi
ve bu inancın aşağılık olduğunu ifade ediyordu. Paganizm geniş anlamda
"köylülerin dini" anlamına gelmektedir. [3] [5] Orta Çağ boyunca ve sonrasında
paganizm terimi alışılmadık dinleri anlatmak için uygulanıyordu ve bu terim
sahte tanrı veya tanrılara inancı varsayıyordu. [6] [7] Günümüzde var olan
modern yani neopaganizm gibi modern pagan inançlarının çoğu [8] [9] panteist,
çok tanrılı veya animist bir dünya görüşünü ifade eder; ancak bazıları tek
tanrılıdır. [10]
Pagan teriminin çok tanrıcılığa uygulanmasının kökeni tartışılmaktadır. [11]
19. yüzyılda paganizm antik dünyadan esinlenen çeşitli sanatsal grupların
üyeleri tarafından kendilerini tanımlamakta kullanıldı. 20. yüzyılda ise
Modern Paganizm, Neopagan hareketleri ve çok tanrılığı yeniden yapılandıranlar
tarafından kendilerini tanımlayıcı bir terim olarak uygulanmaya başlandı.
Modern pagan gelenekleri çoğunlukla büyük dünya dinlerinden farklı olan doğaya
tapınma gibi inançları ve uygulamaları içerir. [12] [13]
Pagan inançlarına ait sahip olduğumuz bilgiler antropolojik saha araştırma
kayıtları, arkeolojik eserlerin kanıtları ve Klasik antik çağda bilinen
kültürlerle ilgili eski yazarların tarihi kayıtları dahil olmak üzere çeşitli
kaynaklardan gelir.
İsimlendirme ve Etimoloji
Pagan
"Başlangıçtan itibaren 20. yüzyıla kadar insanların (paganların)
uyguladıkları dini tarif etmek için kendilerine putperest demediklerini
vurgulamak çok önemlidir. Bugün genel olarak anlaşıldığı şekliyle Paganizm
kavramı ilk olarak Hristiyan Kilisesi tarafından yaratılmıştır. Bu,
Hristiyanların kendini tanımlama sürecinde zıttı olan diğerlerine
uyguladığı bir etiketti. Bu nedenle de tarih boyunca genellikle
aşağılayıcı anlamda kullanılmıştır."
- Owen Davies, Paganism: A Very Short Introduction, 2011 [14]
Pagan terimi Rönesans döneminde canlanan Geç Latin paganus teriminden
türetilmiştir. Başlangıçta 'işaretlerle sınırlandırılmış bölge' anlamına gelen
klasik Latince pagustan türetilen paganus terimi aynı zamanda 'kırsallıkla
ilgili', 'taşra sakini', 'köylü', 'cahil', 'hödük' anlamları kazanmıştı ve
Roma askeri jargonunda 'savaşçı olmayan', 'sivil', 'vasıfsız asker' anlamında
kullanılıyordu. [15]
Paganus teriminin Latin Hristiyanlar tarafından müşriklere dair her şeyi
kapsayan aşağılayıcı bir terim olarak benimsenmesi, dini bir grup içinde
başlangıçta dini anlamdan yoksun olan bir Latin argo kelimesinin garip bir
biçimde uzun süreli ve öngörülemeyen biçimde kalıcı kullanımı bu terimin
zaferini temsil eder. Kelimenin bu evrimi yalnızca Latin batıda ve Latin
kilisesi ile bağlantılı olarak gerçekleşti. Helen ve gentile (etnikler
[ethnikos]) terimleri bazı yerlerde pagan kelimesinin yerini alırken
paganos sözü 'aşağı ve sıradan' olanı ima eden tamamen seküler bir terim
olarak kullanılmaya devam etti.
- Peter Brown, Late Antiquity, 1999 [16]
Bazı ortaçağ yazarlarına göre paganus sözcüğü Hristiyan terminolojisindeki
anlamını daha çok Roma askeri jargonu aracılığıyla kazanmıştır. İlk
Hristiyanlar askeri motifleri benimsemiş ve kendilerini Milites Christi
(Mesih'in askerleri) olarak görmüşlerdir. [15] [17] Hristiyanların paganus
yani 'sivil' olarak anıldığı Tertullian'ın De Corona Militis'inde (XI.V)
paganusu hala dini bağlamda kullananlar için iyi bir örnek vardır [17] :
Apud hunc [Christum] tam miles est paganus fidelis quam paganus est miles
fidelis.[18]
O'nun (mesihin) yanında sadık vatandaş da askerdir, tıpkı sadık askerin de
vatandaş olması gibi. [19]
Paganus dini çağrışımlarını 4. yüzyılın ortalarında edinmiştir. [17] 5.
yüzyılın başlarında paganos sözcüğü mecazi olarak Hristiyan cemaatinin
sınırları dışındaki kişileri belirtmek için kullanılırdı. I. Theodosius
döneminde Hristiyanların bayramlarını yasaklamak, tapınaklarını yıkmak gibi
çeşitli eylemlerle paganlara karşı uyguladığı zulümden 15 yıl sonra Roma
Vizigotlar tarafından yağmalanınca hemen ardından [20] insanlar arasında eski
tanrıların şehri Hristiyan tanrısından daha çok koruduğunu söyleyen mırıltılar
yayılmaya başladı. Augustinus bu duruma cevap olarak 'De Civitate Dei Contra
Paganos' u ('Paganlara Karşı Tanrı'nın Şehri') yazdı. İçinde, düşmüş "İnsan
şehri" ile tüm Hristiyanların nihai olarak vatandaşı olduğu "Tanrı şehri" ni
karşılaştırdı. Bununla yabancı işgalcilerin şehirden veya kırsaldan olmadığını
vurguluyordu. [21] [22] [23]
İngiliz dilinde ise pagan terimi 17. yüzyıla kadar onaylanmamaktadır. [24]
Hristiyanların kullandığı gavur ve kafir sözcüklerine ek olarak Yahudilikte
gentile (גוי / נכרי) İslamiyet'te kafir (كافر, 'inançsız') ve müşrik (مشرك,
'putperest') gibi birkaç aşağılayıcı terim kullanılmıştır. [25]
Helen
Yeni Hristiyanlaşan Roma İmparatorluğunun Latince konuşan Batı Roma
İmparatorluğu'nda, Koini Grekçesi Antik Yunan'ın geleneksel çok tanrılı
diniyle ilişkilendirildi ve batıda yabancı bir dil (lingua peregrina) olarak
görüldü. [26] 4. yüzyılın ikinci yarısında Yunanca konuşulan Doğu
İmparatorluğu'nda paganlar genellikle Helenler (Ἕλληνες, lit. 'Yunanlılar')
olarak adlandırılıyordu. Kelimenin kültürel anlamda kullanılmasına neredeyse
tamamen son verildi. [27] [28] Fakat bu anlamını aşağı yukarı Hristiyanlığın
ilk bin yılı boyunca korudu.
Bu terim Hristiyanlığın Yahudi olan ilk üyelerinden etkilendi. Zamanın
Yahudileri kendilerini yabancılardan etno-kültürel standartlardan ziyade din
açısından ayırıyorlardı ve ilk Yahudi Hristiyanlar da aynısını yapardı.
Roma'nın doğusundaki baskın pagan kültürü Helen kültürü olduğu için
paganlara Helen adı verdiler. Hristiyanlık Yahudi olmayanlar için Yahudi
terminolojisini miras aldı ve temas halinde oldukları Hristiyan olmayan
toplumlara atıfta bulunmak için bunu uyarladı. Bu kullanım Yeni Ahit'te de
kayıtlıdır. Pavlus'un mektuplarında gerçek etnik kökene bakılmaksızın
neredeyse Yahudi olmayan herkes için kullanıldığı görülür. [28]
Helen'in dini bir terim olarak kullanılması başlangıçta yalnızca Hristiyan
terminolojisinin bir parçasıydı ancak bazı Paganlar meydan okurcasına
kendilerini Helen olarak adlandırmaya başladılar. Hatta diğer paganlar
kelimenin dini gruplaşmaya yönelik geniş kapsamlı kültürel anlamı yerine daha
spesifik olan dar anlamını tercih ettiler. Bununla birlikte terminolojinin
evrimine şiddetle karşı çıkan birçok Hristiyan ve pagan da vardı. Örneğin
Konstantinopolis Başpiskoposu Nazianzus'lu Gregory, Helen kültürünü (özellikle
sözlü ve yazılı Yunanca konusunda) bastırmak için uğraşan imparatorluğa karşı
çıkarak imparatoru açıkça eleştirdi. [27]
Helenizmin dini yönden damgalanmasının artışı 4. yüzyılın sonlarında Helen
kültürü üzerinde caydırıcı bir etki yaptı. [27]
Bununla birlikte geç antik çağda kendini Helen olarak algılamadan da ana dil
olarak Yunanca konuşmak mümkündü. [29] Yunancanın hem Doğu Roma
İmparatorluğu içinde hem de çevresinde uzun süre boyunca ortak dil olarak
kullanılması ironik bir şekilde Hristiyanlığın yayılmasını sağlamada merkezi
hale gelmesine olanak tanıdı. Örneğin Pavlus'un Mektuplarında Yunanca
kullanımının görülmesi gibi. [30 ] 5. yüzyılın ilk yarısında piskoposların
iletişim kurduğu standart dil Yunanca idi [31] ve "Kilise Konseylerinin
İşleri" (Acta Conciliorum) orijinal olarak Yunanca dilinde hazırlandı ve
daha sonra diğer dillere çevrildi. [32]
Kafir
Kafir, eski İngilizcede Hristiyan veya Yahudi olmayan anlamındaki hæðen'den
kelimesinden gelir ve eski İskandinav dilinde bu kelime heiðinn'dir. Terimin
bu anlamı İncil'in Cermen diline ilk çevirisi olan Wulfila'nın İncil'indeki
Helen'i (çapraz başvuru Markos 7:26) tercüme etmek için kullanılan ve
Gotların Yahudi olmayan kadın anlamında kullandığı haiþno teriminden
kaynaklanıyordu. Paganlar için kullanılan bu kelime zamanın Yunanca ve
Latince terminolojisinden etkilenmiş olabilir. Eğer öyleyse Got dilindeki
haişi'den (fundalıkta ki mesken) türetilmiş de olabilir. Ancak bu
kanıtlanmamıştır. Hatta Yunancadaki etnik (ἔθνος - ethnos) kelimesi Ermeni
dilindeki hethanos ödünç alınmış bile olabilir. [33]
Bir süre sonra bu terim, taraftarlarının kendilerini Kafir olarak
tanımlayabilecekleri Germen neo-pagan hareketinin alternatif isimleri olan
Heathenry ve Heathenism olarak yeniden canlandırıldı.
TANIM
[Devrin] başlangıcında (yani Milattan Sonra) paganizm gibi bir din
olduğunu söylemek belki de yanıltıcı olabilir... Putperestlerin
Hristiyanlıkla rekabet etmeden önce hiçbir dine sahip olmadıklarını
söylemek de daha az kafa karıştırıcı olabilir. Aileleri ve siyasi
bağlamları dışında ritüel veya dini konular hakkında söylem gelenekleri,
kendilerini adamaları istenen organize inanç sistemleri, dini alana özgü
otorite-yapıları, her şeyden önce belirli bir grup insana veya fikir
kümesine bağlılıkları yoktu. Eğer pagan yaşamı hakkındaki doğru görüş
buysa paganizme oldukça basit bir şekilde MS 2. ve 3. yüzyıllar arasında
Hristiyanlar, Yahudiler ve diğerleriyle rekabet ve etkileşim için icat
edilmiş uyduruk bir din olarak bakmamız gerektiği sonucu ortaya çıkar.
- North 1992, 187–88, [34]
Putperestliği tanımlamak sorunlu olduğu gibi ilgili terminolojinin bağlamını
anlamak da önemlidir. [35] İlk Hristiyanlar kolaylık olması nedenleriyle
çevrelerindeki çeşitli tarikatlardan tek bir grup olarak bahsetmişlerdir. [36]
Paganizm genellikle çok tanrıcılığı ima ederken, klasik paganlar ile
Hristiyanlar arasındaki temel ayrım tektanrıcılığa karşı çoktanrıcılık
değildi. Putperestler genellikle tarih boyunca yüce bir tanrıya inandı. (Bununla birlikte bu tür putperestlerin çoğu ikincil
tanrılar / iblisler sınıfına - bkz. Henoteizme - ya da ilahi varlıklara
inanıyordu.) [10] Hristiyanlar için en önemli ayrım kişinin tek gerçek
Tanrı'ya tapıp tapmadığı idi. Bunu yapmayanlar ister çok tanrılı veya tek
tanrılı olsun ister ateist, kiliseye yabancı olmalarından dolayı
putperestlerdi. [37] Benzer şekilde klasik paganlar grupları takipçilerinin
saygı duyduğu tanrıların sayısına göre ayırmayı garip bulurlardı. Rahip
heyetlerini (Pontifler Koleji veya Epulones gibi) ve kült uygulamalarını daha
anlamlı ayrımlar olarak değerlendirirlerdi. [38]
Paganizme Hristiyanlık öncesi yerli dinler olarak değinmek de aynı derecede
savunulamazdır. Tüm tarihsel pagan gelenekleri Hristiyanlık öncesine ya da
onların ibadet yerlerine özgü değildi. [35]
Paganizm, terminolojisinin tarihi nedeniyle geleneksel olarak klasik
dünyanın içinde ve çevresindeki Hristiyanlık öncesi ve dışı Greko-Romen,
Kelt, Germen, Slav kabilelerininkiler de dahil olmak üzere kolektif
kültürleri kapsar. [39] Bununla birlikte folklorcuların ve özellikle çağdaş
paganların dili, ilk Hristiyanlar tarafından kullanılan asıl dört bin yıllık
alanı tarih öncesine kadar uzanan benzer dini gelenekleri içerecek şekilde
genişletmiştir. [40]
Paganizm Hristiyanlar tarafından şehvetli, materyalist, kendine düşkün,
geleceğe ilgisiz ve daha ana akım dinlere ilgisiz olanları temsil eden bir
hedonizm duygusuyla eşitlendi. Paganlar genellikle dünyevi klişeleri
tanımlamak için de kullanılmıştı. [41]
Bu nedenle G. K. Chesterton şöyle yazmıştır: "Pagan, takdire şayan bir
duyguyla kendisinden zevk almaya koyuldu. Uygarlığının sonunda bir insanın
kendisinden zevk alamayacağını ve başka bir şeyden zevk almaya devam
edemeyeceğini keşfetti."
J. J. O'Donnell (1977), Paganus: Evolution and Use, Classical Folia, 31:
163–69.
Augustine, Divers. Quaest. 83.
Peter Brown (1999). "Pagan". In Glen Warren Bowersock; Peter Brown; Oleg
Grabar (eds.). Late Antiquity: A Guide to the Postclassical World.
Harvard University Press. pp. 625–26. ISBN 978-0-674-51173-6.
Jones, Christopher P. (2014). Between Pagan and Christian. Cambridge,
Massachusetts: Harvard University Press. ISBN 978-0-674-72520-1.
Owen Davies (2011). Paganism: A Very Short Introduction. Oxford
University Press. pp. 1–2. ISBN 978-0-19-162001-0.
Kaarina Aitamurto (2016). Paganism, Traditionalism, Nationalism:
Narratives of Russian Rodnoverie. Routledge. pp. 12–15. ISBN
978-1-317-08443-3.
Owen Davies (2011). Paganism: A Very Short Introduction. Oxford
University Press. pp. 1–6, 70–83. ISBN 978-0-19-162001-0.
Lewis, James R. (2004). The Oxford Handbook of New Religious Movements.
Oxford University Press. p. 13. ISBN 0-19-514986-6.
Hanegraff, Wouter J. (1006). New Age Religion and Western Culture:
Esotericism in the Mirror of Secular Thought. Brill Academic Publishers.
p. 84. ISBN 90-04-10696-0.
Cameron 2011, pp. 28, 30.
Davies, Owen (2011). Paganism: A Very Short Introduction. New York:
Oxford University Press. ISBN 978-0191620010.
Paganism, Oxford Dictionary (2014)
Paganism, The Encyclopedia of Religion and Nature, Bron Taylor (2010),
Oxford University Press, ISBN 978-0199754670
Davies, Owen (2011). Paganism: A Very Short Introduction. New York:
Oxford University Press. ISBN 978-0191620010.
Harper, Douglas. "pagan (n.)". The Online Etymology Dictionary.
Retrieved 18 July 2013.
Peter Brown, in Glen Warren Bowersock, Peter Robert Lamont Brown, Oleg
Grabar, eds., Late Antiquity: a guide to the postclassical world, 1999,
s.v. Pagan.
Cameron 2011, pp. 14–15.
De Corona Militis XI.V
Ante-Nicene Fathers III, De Corona XI
"Theodosius I", The Catholic Encyclopedia, 1912
"The City of God". Britannica Ultimate Reference Suite DVD, 2003.
Orosius Histories 1. Prol. "ui alieni a civitate dei..pagani vocantur."
C. Mohrmann, Vigiliae Christianae 6 (1952) 9ff; Oxford English
Dictionary, (online) 2nd Edition (1989)
The OED instances Edward Gibbon's Decline and Fall of the Roman Empire,
Vol. II, "Chapter XXI: Persecution of Heresy, State of the Church. Part
VII" (1776): "The divisions of Christianity suspended the ruin of
Paganism."
Eisenstadt, S.N. (1983). “Transcendental Visions – Other-Worldliness –
and Its Transformations: Some More Comments on L. Dumont. Religion“
13:1–17, at p. 3.
Augustine, Confessions 1.14.23; Moatii, "Translation, Migration, and
Communication," p. 112.
Cameron, Alan G.; Long, Jacqueline; Sherry, Lee (1993). "2: Synesius of
Cyrene; VI: The Dion". Barbarians and Politics at the Court of Arcadius.
University of California Press. pp. 66–67. ISBN 978-0520065505.
Cameron 2011, pp. 16–17.
Simon Swain, "Defending Hellenism: Philostratus, in Honour of
Apollonius," in Apologetics, p. 173.
Treadgold, A History of the Byzantine State, p. 5.
Millar, A Greek Roman Empire, pp. 97–98.
Millar, A Greek Roman Empire, p. 98.
Harper, Douglas. "heathen (n.)". The Online Etymology Dictionary.
Retrieved 18 July 2013.
Cameron 2011, pp. 26–27.
Davies 2011, Defining paganism.
Cameron 2011, p. 26.
Cameron 2011, pp. 27, 31.
Cameron 2011, p. 29.
Cameron 2011, p. 28.
Davies 2011, Chapter 1: The ancient world.
Antonio Virgili, Culti misterici ed orientali a Pompei, Roma, Gangemi,
2008
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Tanrı(Allah) her şeyi yaratmadı mı? İyiliği, kötülüğü, sevgiyi, acıyı.
Peki nasıl olur da iyi şeylerin Tanrıdan olduğunu kötü şeylerinde kendi
nefsimizden olduğunu iddia edebiliriz? Gerçi bizim de neden olduğumuz çok büyük
kötülükler vardır fakat o kötülüklerin nedenlerinin köküne indiğimizde hep bir
cevapla karşılaşıyoruz: “Tanrı”
Din adamları genellikle mensubu
oldukları dinlerin hep iyi tarafını anlatırlar. Tanrı iyilerin en iyisi,
merhametlilerin en merhametlisi, cömertlerin en cömerti gibi. Kötülüklerden
kimse konuşmaz. Ancak Tanrı iyilerin en iyisi ise o zaman kötülerinde en kötüsü
olmuyor mu? Zira var olan her şeyin sahip olduğu özelliklerin binlerce kat daha
fazlasına sahiptir Tanrı. Biri bize tuzak kurduğunda ona nasıl bir tavır
sergileriz? Peki ya o kurnazların kurduğu tuzaklardan daha iyisini kuran ve
kurduğu tuzakların hiç boşa çıkma ihtimalinin olmadığı birinin olduğunu söylesem
size? Evet var öyle biri. İsmi de Allah..
Enfâl Suresi 30. Ayet:
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ
يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ
الْمَاكِر۪ينَ Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların
en iyisidir.
Müslümanlar bu ayeti eleştirilerden kurtarmak için ayetin sonunu
“Allah hilekarları cezalandıranların en hayırlısıdır.” diye çeviriyorlar. Oysa
ayet (خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ tuzak kuranların en iyisidir) şeklindedir. Nitekim
bu kelime (خَيْرُ en iyisidir) başka ayetlerde de "en iyisi" şeklinde
kullanılmıştır.
Araf 87. …O hakimlerin en iyisidir. ( خَيْرُ) Araf
155 … Sen bağışlayanların en iyisisin! ( خَيْرُ)
Bilmeyenler için
söyleyeyim bu ayet Muhammed'in hicret ettiği dönemi anlatan bir ayettir.
Muhammed hicretinden kısa süre önce Dâru`n-Nedve`de toplanan Mekke müşrikleri
Muhammed'i ya yakalayıp bir yere bağlamak ya Mekke dışına çıkarmak ya da
öldürmek üzere görüşler ortaya atmışlardı. Abdullah bin Abbas`ın bildirdiğine
göre şeytan da, tecrübeli bir ihtiyar görünümünde Mekke müşriklerinin
karşısına çıkarak kendisinin Necidli olduğunu ve toplantılarına katılmak
istediğini bildirir. Müşrikler bunu kabul ederler. Necidli ihtiyar,
Muhammed'in yakalanıp bağlanması veya Mekke dışına çıkarılması görüşlerine
itiraz ederek bunların olumsuz sonuç getireceğini söyler. Bu sırada Ebu Cehil
şöyle bir fikir ortaya atar: "Her kabileden güçlü bir genç alın. Sonra her bir
gence keskin bir kılıç verilsin. Sonra onlar bir tek adamın öldürmesi gibi onu
öldürürler. Böylece onun kanının sorumluluğu bütün kabilelere dağılmış olur.
Bu durumda Haşim oğullarından şu küçük mahallenin bütün Kureyş halkıyla savaşa
gireceğini sanmıyorum. Onlar bu durumu görünce diyet almayı kabul ederler.
Böylece rahata kavuşmuş ve bize verdiği sıkıntıyı gidermiş oluruz."
Necidli ihtiyar da bu görüşü kabul eder. Sonuçta bu görüşü kabul edip
dağılırlar. Ancak Cibril Muhammed'e gelerek planı kendisine haber verir ve
ondan, o gece daha önce yattığı yatağında yatmamasını ister. Muhammed bunun
üzerine o gece (yatağında Ali`yi bırakarak) hicret için yola çıkar. Böylece
müşriklerin tuzaklarından kurtulmuş olur.
[İbn-i Hişâm, II, 93-95; İbn-i Hişâm, II, 95; İbn-i Hişâm, II, 95, 98;
Belâzürî, 2011, I, 220; İbn Hişâm, ts, I-II, 480-481; İbn sa’d, 1990, I,
176-177; Taberî, 1997, I, 565-566; İbnü’l-Esîr, 1979, II, 102-103; İbn Sa’d,
1990, I, 175-176; Belâzürî, 2011, I, 220; Taberî, 1997, I, 566-567;
İbnü’l-Esîr, 1979, II, 102; İbn Kesîr, 1994, III, 218-219]
Allah tuzak kuranların en iyisidir ayetini bu şemayla daha iyi anlayacağınızı
düşünüyorum.
Yani Allah bir kader yazıcı olarak müşriklere Muhammed'i öldürme eylemini
kader olarak yazıyor, sonra Muhammed'i haberdar ederek o müşriklerin günah
işleme özgürlüklerini elinden alıyor. Üstelik Muhammed'i koruyarak ona
torpil yapıyor (imtihan dünyasında bu ne kadar doğru siz düşünün) Son olarak
kendini kader olarak yazıp yine kendinin bozduğu tuzaktan müşrikleri ve
şeytanı sorumlu tutuyor. Bunu makalenin ilerleyen kısımlarında daha iyi
anlayacaksınız.
Konumuza dönecek olursak dindarların kendi dinlerini insanlara daha şirin
daha cezbedici göstermek için sürekli kullandığı ve madalyonun sadece bir
yüzü olan İyilikler Tanrısının öteki yüzünü sizlere göstereceğim:
Kötülüklerin Tanrısını.
NOT: Eski bir Müslüman olduğum için bu yazımda da İslam üzerinden eleştiri
yapacağım.
İslam dininde iyilik ve kötülük kavramı kimler için geçerli ona bakacağız ve
onları belli kategoriler halinde detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Kur'an'a
baktığımızda iyilik ve kötülük yapmaya muktedir varlıkları şu şekilde
sıralayabiliriz.
1.Mutlak olarak hayır işleme üzerine yaratılmış (özgür iradesi olmayan)
kötülük işleyemeyen Melekler ve özgür iradeye sahip kötülük işleyebilen
İblis.
Yalnız burada küçük bir sorunumuz var. Melekler özgür iradeye sahip
değillerse ve Allah'ın söylediklerini yapmakla yükümlüler ise o zaman
meleklerin Allah'ın hiç bir kararını sorgulayamaması gerek. Yalnız Kur'an'a
baktığımızda bunun tam aksini görüyoruz:
Düşün ki, Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife tayin
edeceğim." dediği vakit, "Biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada
fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak bir yaratık mı yaratacaksın?"
dediler. "Her halde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!" buyurdu.
Ayette melekler Allah'ın verdiği bir kararı sorguluyorlar. Meleklerin bu
sorgulamasına gösterdiği toleransı her ne hikmetse şeytana göstermiyor. Zira
şeytan Adem'e secde etmeyerek böbürlendiği zaman o da tıpkı meleklerin
yaptığı gibi gerekçesini anlatmıştı.
Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç
bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış,
büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Şeytan Adem'e secde etmekten imtina ediyor ve buna gerekçe olarakta şunları
söylüyor.
İblis: "Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan
yarattın" dedi.
Fakat Allah meleklerin sorgulamasını ve gösterdikleri gerekçeleri olgunlukla
karşılarken İblisin sorgulamasına sert tepki gösteriyor ve onu cennetinden
(kendi katından) kovuyor. Enteresan ve bir o kadarda doğru olan şu ki İblis
kendi isyanından Allah'ı sorumlu tutuyor ve ondan bir şey istiyor.
(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde
onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!
Hicr Suresi 36-37. Ayetler
36- قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
(İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar
bana mühlet ver, dedi.
37- قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
(Allah) buyurdu ki: “Öyleyse, sen vakti (yalnızca benim tarafımdan)
bilinen (kıyamete) gün(ün)e kadar mühlet verilenlerdensin.”
Ayetten göründüğü gibi İblis bu azgınlığından Allah'ı sorumlu tutuyor. Peki
nasıl?
Burada iki seçenek var. Ya Allah İblisin secde etmekten imtina edeceğini
bilmiyordu yada bunu bildiği halde secde etmesini istedi.
Çünkü Allah her şeyi bildiği için İblise secde et dediğinde secde etmeyerek
büyüklük taslayacağını önceden biliyordu. İblis de bunu bildiği için Allah'ı
sorumlu tutuyor. Sorumlu tutmakta da hakkı var tabi ki. Örneğin siz bir
arkadaşınıza bir şeye karşı tikinizin olduğunu söylersiniz ve o arkadaşınız
sürekli olarak bu zafınızı size karşı kullanır. Bir süre sonra bu bir şaka
olmaktan çıkar ve kasıtlı olarak yapılan, sizi küçük düşürmeye yönelik bir
hareket algısı yaratır. İşte İbliste Allah'ın bilerek ondan secde etmesini
istemesinden dolayı bu isyanından Allah'ı sorumlu tutuyor. Ve Allah'tan
bu karşılığında bir şey istiyor. “Bana mühlet ver diyor”
Allah'ta bunu kabul ediyor ve kabul etmesiyle de bir nevi İblisin
azmasındaki sorumluluğunu kabul etmiş oluyor. Bunu bir örnekle daha iyi
anlatmamız gerekirse örneğin patronunuz size borç para veriyor ve ertesi gün
sizi işten kovuyor. Kovarken de yarın borç verdiği parayı geri vermenizi
istiyor. Fakat siz parayı veremeyeceğiniz için ondan mühlet istiyorsunuz ve
buna gerekçe olarak ta işten kovulduğunuzu, dolayısıyla çalışmadığınız için
paranızın da olmadığını söylüyorsunuz. Fakat patronunuzun size mühlet
vermesi demek aynı zamanda onun sizi işten kovarak parasız bıraktığı
gerekçesini de kabul etmesi demektir.
2. Ne hayır işlemeye nede kötülük yapmaya kabiliyeti olmayanlar: HAYVANLAR
Kur'an'a baktığımızda vahşi hayvanların ahirette mahşere çıkarılacağı
belirtilmiş (Tekvîr Suresi 5 ayet) fakat onların sorgu sual olunacağı yahut
cennet ve cehenneme gideceği yönünde her hangi bir şey yoktur. Bunun için
İslam alimleri hayvanların her hangi bir şeyde sorumluluk taşımadığı
üzerinde ittifak etmişler. Buna gerekçe olarak ta hayvanlarda aklının
olmadığını göstermişler. Oysa bugün hayvanlar alemine baktığımızda (biz
insanlarda biyolojik olarak taksonomi sınıflandırmasındaki hayvanız) sevgi,
gazap, merhamet gibi duyguların olduğunu ve hatta kendilerine karşı yapılmış
bir saldırının karşılığını aldıklarına dair çok enteresan gözlemler var.
Bununla ilgili çok ilginç belgeseller dahi yapıldı, izlemenizi tavsiye
ederim.
Meselenin bir başka tarafıysa hayvanların, insanların hayatına direk
müdahalesinin olmasıdır. Örneğin bir yaban hayvanı bir insanı öldürdüğünde
Allah karşısında her hangi bir sorumluluk taşımıyor. Hukuki ve ahlaki
bakımdan da bir sorumluluğu yok. Ama aynı şeyi insanlar yaptığında hem
ahlaki hem hukuki hemde Allah karşısında günahkar pozisyonuna düşüyor.
3.Hem iyilik hemde kötülük yapma kabiliyetine sahip olan ve bilinçli olarak
yaratılan İnsanlar.
O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı
yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
Bu ayeti esas alan İslam alimleri Allah'ın insanı yaratma sebeplerinden
birinin de güzel amel işlemesi olduğunu söylüyorlar. Fakat bu güzel amel
işlemenin yanı sıra insanlara günah işleme özgürlüğü de verilmiş.
39/ Zümer, 53 “De ki: Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına
kötülük etmede ileri giden kullarım!...
24/ Nur 31 “Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki, felaha
edesiniz.”
Ayetlerden insanların günah işleye bileceği fakat tövbe ederlerse
affedilebilecekleri belirtilmiş. Fakat burada küçük bir sorunumuz var.
Sorun şu ki işlenen günahlar önceden belirlenmiş: Kader
Yunus Suresi, 49. ayet: De ki: "Allah'ın dilemesi dışında, kendim
için zarardan ve yarardan (hiçbir şeye) malik değilim…
Kamer Suresi, 52. ayet: Onların işlemiş oldukları her şey
kitaplarda (yazılı)dır.
Kamer Suresi, 53. ayet: Küçük, büyük her şey satır satır
(yazılı)dır.
Ayetlerde belli oluyor ki bizim yarar (iyilik) ve zarar (kötülük) dediğimiz
şeyler Allah'ın dilemesi üzerine oluyor ve yine zararlar ve yararlar
önceden yazılmış durumda. İyiliklerin Allah'tan olması takdire şayan fakat
kötülükler kimden geliyor? Bu konuda Kur'an'da iki cevap var ve ilk
bakışta cevaplar birbiriyle çelişkili durumda.
1. Nisâ Suresi - 78: …bir iyilik dokunsa "Bu Allah’tan" derler,
başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi
Allah’tandır" de…
Ayette hem iyiliğin hemde kötülüğün Allah'tan geldiği söyleniyor. Fakat bir
sonraki ayette bunun tam aksi söz konusu.
2. Nisâ Suresi - 79: Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen
kötülük ise nefsindendir.
Burada da iyiliğin Allah'tan kötülüğün ise kendi nefsimizden kaynaklandığı
söyleniyor. O zaman sormamız gerek. 5 yaşında küçücük bir çocuğun hangi
günahından dolayı başına tecavüze uğrama ve öldürülme musibeti geliyor?
Müslümanlar genellikle bu ayetlerin Muhammed'e ait olduğunu iddia ediyorlar.
Bunu söylerken de kendi peygamberlerini günahkar çıkardıklarının farkında
değiller. Zira Muhammed'in başına gelen kötülükler kendi nefsinin sonucuysa
o zaman Mekke'li müşriklerin Muhammed'e yaptığı kötülüklerin sorumlusu da
Muhammed'in kendisi olmuş oluyor. Bu ayetler her ne kadar çelişkili olsa da
Kur'an'ın diğer ayetlerine baktığımızda insanların başına gelen her
musibetin önceden yazıldığını görüyoruz.
Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet
yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.
Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.
Bu şu anlama geliyor. Yani 5 yaşında bir çocuk tecavüze uğruyorsa bunun
olacağı önceden Allah tarafından yazılmış. O zaman tecavüz edenin bir suçu
kalmıyor ki. Nitekim Kur'an'da küçük çocuklara tecavüz etmeyle ilgili her
hangi bir ceza belirtilmemiş. Müslümanlar genellikle zinayla ilgili
ayetlerin çocuk tecavüzlerini kapsadığını söyleseler de zinanın taciz
olmadığını biliyoruz. Zina genellikle birbirine mahrem olmayan kadın ve
erkeğin cinsel birlikteliğine verilen isimdir. Kur'an'da da bunun cezası 100
sopa olarak belirtilmiş. Şimdi çocuğa tecavüzü zina kabul edip 100 sopa
atarak o sapıkları bırakacak mıyız? Gerçi bu tecavüz olaylarıyla ilgili
medeni kanunların da pek yeterli olduğunu söyleyemeyiz.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Allah her şeyi biliyorsa o zaman İblisin
Ademe secde etmeyeceğini ve isyan edeceğini bildiği halde bunu ondan
istemiş. İblisi yaratan kendisi, ona isyan edecek kaderi yazan da kendisi.
Bu durumda kötülüklerden dolaylı olarak iblis sorunlu olsa da direk olarak
Allah sorumludur. Zira iblisin Adem'e secde etmeyerek kötü olmasının nedeni
onun secde etmeyeceğini bildiği halde ona bu emri veren Allah'tır.
Dolayısıyla Şeytanı başımıza musallat ederek bizi doğru yoldan saptırmasına
neden olan da Allah'tır. Yani Allah ne kadar iyiliklerin Tanrısıysa bir o
kadar da kötülüklerin Tanrısıdır diyebiliriz. İskoç filozof David Hume
kötülük kavramını Din Üstüne Diyaloglar adlı eserinde Philo’nun ağzıyla
şöyle ifade ediyor:
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse o güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyleyse o iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var
oldu?
Müslümanlar (ve neredeyse tüm inançlı insanlar) kötülük problemini Tanrının
imtihanının bir parçası ve iyiliğin anlaşılması için bir vasıta olarak izah
ediyorlar. Bir Tanrı imtihan etmek için yahut iyilik anlaşılsın diye küçük
çocuklara tecavüz ettirir mi? Bunun cevabını sizlere bırakıyorum..
Uyarı: Bu yazıda yer alan tüm fikirler benim kendi mantığıma
dayalıdır. Katılmak zorunda değilsiniz. Benim düşüncelerim Din ve Mitoloji
sitesinin yahut Ateistlerin genel görüşünü ifade etmemektedir.
İnançlı insanlar, dini inancı olmayan insanlarla
tartışmalarında hep muhteşem tasarım, hassas ayar gibi argümanlar
getiriyorlar. Eleştirel düşünmüyorlar. Bunun nedeni de çocukluklarından beri iliklerine kadar
işlemiş cehennem korkusudur. Zaten karşılarında “Allah vardır” diyen bir
insan varsa eleştirmek dahi ebedi cehenneme gidiş bileti almak anlamına
geliyor. Şimdi kusursuz tasarım ve hassas ayar konusunu ele alalım.
Muhteşem tasarım
Bazı Müslümanlar şöyle der: “İnsan bildikleri şeyler üzerinden kıyas yaparak yeni şeyler
anlar” Aslında bu cümle bile tek başına muhteşem tasarım hipotezini
çürütmüş oluyor. Peki nasıl? Şimdi öncelikle bu söylemi matematiksel bir düzeye getirelim.
“İnsan bildikleri şeyler üzerinden kıyas yaparak yeni şeyler
anlar”
Burada insanların bildikleri şeylere – x ve yeni anlayacağı şeylere de
–y diyelim.
Yeni gördüğümüz bir “y”i anlamak için önceden gördüğümüz ve
bildiğimiz “x” üzerinden kıyas yapmamız gerek. Örneğin biz yeni bir
arkadaş edindiğimizde onu eski arkadaşımıza anlatmak için eski arkadaşlar
üzerinden kıyas yaparız ve “senden bir az uzun” “senden bir az kilolu” gibi
cümleler kurarız ki yeni edindiğimiz arkadaş hakkında eski arkadaşımızda bir
fikir oluşsun. O bizim yeni arkadaşımız daha önce hiç görmediği için ona
bildiği bir şeyler üzerinden örnek vererek anlatmamız gerek. Bu evren içinde
geçerli. İnançlı insanlar muhteşem yaratılmış evren dediğinde aslında yalan
söylüyorlar. Çünkü muhteşem olmayan başka bir evren görmediler ki bunun
üzerinden kıyas yaparak bu evrenin daha muhteşem, en muhteşem olduğunu
anlaya bilsinler. Aslında burada sorun bir azda son ürüne bakarak bir sonuca
varmaktan kaynaklanıyor. Bunun kafanızda daha iyi canlanması için bir
örnek verelim. Örneğin biz günümüz akıllı telefonlarına bakarak muhteşem
diyoruz. Bide bu olmadığı dönemde insanlar ne yapıyordu diye eleştiriyoruz.
Fakat telefon olmadığı dönemde insanlar atlı ulaklarla haberleştiği zaman
bunun başka bir alternatif yoktu ki ona bakarak ne kadar geri olduklarını
anlayabilsinler. Aksine atlı elçilerle bir günde ulaştırdıkları haberi yaya
olarak bir haftada yapıyordular. At üstündeki ulaklarla haber göndermeye bakıp bu
sefer kendinden öncekileri yaya olarak haberleştikleri için eleştiriyordular.
Kısacası bu yaklaşım aslında yanlış. Yani siz bu gün elinizde olana bakıp
muhteşem tasarım dediğiniz şeyin yarın bir gün daha iyisi olacağını hiç
düşünmüyorsunuz.
Bu düşünceyi evren için de geçerli sayabiliriz. Evren için örneklememiz
gerekirse, biz şimdi gördüğümüz evrene bakıp muhteşem yaratılış derken
önceleri her şeyin patladığı, yüksek sıcaklıkların olduğu dönemleri göz ardı
ediyoruz. Derler ya tamamına bakmak gerek. İşte tamamına bakarak bir sonuç
çıkarmak daha mantıklı olacak. Burada inançlı insanlar “iyide şimdi var olan
koşullar bizim yaşamamız için en ideali” diye eleştiri yapabilirler. Peki
nereden biliyorsun en ideal evrenin bu olduğunu? Hiç insan olmayan ve olması
için hiç bir olumlu koşulların mevcut olmadığı başka bir evren gördün mü?
Hayır. Veya bu evrende yalnız olduğumuzu nereden biliyorsun? Zira sonsuz
dediğimiz evrenin tamamını bilmediğimiz için bizden başka kimse yok dememiz
mantık hatası olur. Sonsuz evrende yalnız olmadığımızı iddia etmek ne kadar
mantıksızsa yalnız olduğumuzu iddia etmek o kadar mantık dışıdır. Ancak her
hangi bir farklı canlı türleriyle karşılaşmadığımız için yalnız olduğumuzu
varsayıyoruz. Burada “peki biz neden varız, niçin buradayız” gibi
sorular sorula bilir fakat bunlar başka bir yazımızın mevzusu.
İnançlı insanlar bizim bu argümanlarımıza karşı genellikle “Hassas Ayar”
gibi eleştiriler getiriyorlar. Örneğin Caner Taslaman ve birçok Müslüman bunu
sıklıkla kullanıyor. Fakat bu hassas ayarlar argümanının Allah'ın sonsuz
kudret sahibi sıfatını inkar ettiğinden haberleri yok. Tam olarak haberleri
yok dememizde mantıklı olmaz. Şimdi bu hassas ayarlar argümanının neden sıkıntılı olduğunu
daha detaylı bir şekilde inceleyelim.
Hassas Ayar
Mevcut evrenin ve yaşamın hassas ayarlar üzerine kurulu olması ve bu hassas
ayarların azıcık oynaması sonucu canlılığın var olamayacağı fikri Allah'ın
sonsuz kudretini belli bir sınır içine sokmak demektir. Ben buna “Kırılgan
Tanrı” tezi diyorum. Nedir bu Kırılgan Tanrı tezi. Yani belli hassas ayarlarla
Tanrının canlılık yaratması ve bu hassas ayarların dışında Tanrının hiç bir
şey beceremediği anlamına geliyor. Dolayısıyla Tanrının canlıları (insanlarda
buna dahil) yaratabilmesi için hassas ayarların olması gerek. Bu neye
benziyor biliyor musunuz? Allah hiç bir şeye benzemiyorsa o zaman hiçliğe
benziyor demek gibi bir şey aslında. Yani hassas ayarlarla yarattı demek, Tanrı
hassas ayarları bilmeseydi hiç bir şey yaratamazdı demekle aynı. Bunlar genel
bir biçimde paradoks olarak nitelendirilebilir. Hassas ayarlar gibi argümanlar
üretenlerin yanılgısı da aslında mevcut olana bakarak sonuca varmaktır.
Örneğin Caner Taslaman
“Evrenin Oluşumundaki Hassas Ayarlar ve Tasarım Delilleri” isimli
videosunda şunları söylüyor:
Big Bang'de çok düzenli bir patlama olduğunu görüyoruz. Eğer ki BigBang
patlaması çok hızlı olsaydı madde o kadar hızlı bir şekilde yayılırdı ki
gezegenlerin, galaksilerin oluşması mümkün olmazdı. Bu çok hızlı olmasıyla
patlamanın çok yavaş olması arasındaki kritik ayar çok çok ince bir dilim.
Katrilyon çarpı katrilyon çarpı katrilyon çarpılarla, birlerle ifade edile
bilecek bir olasılık….
Şimdi burada Caner beyin düştüğü iki felsefi yanlış var.
1.Caner bey hızlı patlamayla (aslında bu hızlı genişleme) ortaya çıkan Big Bang
sonucu galaksiler ve gezegenler oluşturamayan bir evren modeli görmediği için
bizim evrenimiz bu hassas patlama ayarı sonucu oluştu diyemez. Yani var olanın
muhteşem olduğunu söylemesi için bunun zıttını görmesi gerek. Örneğin gece
(karanlık) diye bir şey yok fiziksel olarak. Ama biz onu algılaya biliyoruz.
Peki nasıl? Çünkü ışığın fiziksel varlığından haberdarız ve ölçebiliyoruz.
Örneğin öğretmen öğrencilerinden Ahmet'in yazısının kötü olduğunu
diğer öğrencilerinin düzgün bir şekilde yazdıkları metinlere bakarak anlıyor.
Kısacası canlılara ev sahipliği yapan bu evrenin hassas ayarlar üzerine kurulu
olduğunu anlamak için hassas ayarlarla yaratılmamış ve canlılık oluşması için
ortam mevcut olmayan bir alt modeli (buna kötü taslakta diyebiliriz) görmüş
olması gerek. Aslında hassas ayarın mevcut olduğunu görmek için hassas
ayarın olmadığı bir evreni görme zorunluluğu bir tek felsefi açıdan
gerekmiyor. Bilimde bunu emrediyor. Peki nasıl? Bunu anlamamız için “Pareidolia”
terimini bilmemiz gerek.
Örneğin siz gece aya dikkatlice bakarken onun
yüzeyinde farklı şekiller gördünüz mü? Genellikle bunu insan yüzüne benzetiriz
değil mi?
İşte buna Lunar Pareidolia deniliyor. Bunun
nedeniyse önceden insan yüzünü gördüğümüz ve insan yüzüyle alakalı bilincimiz
olduğu için ayın görüntüsü gözlerimizin yardımıyla beyine ulaştırıldığında
bilinçaltımız bunun aydan başka neye benzediği konusunda çıkarımlar yapıyor ve
en uyumlu şekli size gösteriyor. Bu şekiller insanlara göre değişir. Genellikle
insan yüzü ve tavşan siluetleri şeklinde algılanıyor. Yani daha önce hiç insan veya tavşan görmeseydik ayın yüzeyindeki bu karanlık ve gölgeli bölümleri
birleştirerek bilinçaltımız bir insan veya tavşan silueti çizemezdi.
Dolayısıyla hassas ayarları ve muhteşem tasarımları olmayan evrenleri görmedikçe
evrenimiz hakkında muhteşem tasarlanmış yahut hassas ayarlarla yapılmış şeklinde
argümanlar söyleyemeyiz.
2. İkinci yanılgısıysa mevcut evrendeki olasılıklara kendi
algılaya bildiği mekan ve zaman diliminde bakması ve kıyas yapması. Bu ne anlama
geliyor? Yani sonsuz bir evrende katrilyon kez katrilyon üzeri bir olasılık, aslında bizim yazı tura atarken yazı ya da tura gelme olasılığının %50-%50
olmasıdır. Bunu daha iyi anlayabilmeniz için bir örnek vereyim.
Örneğin zaman ve mekan sınırlarını algıladığımız dünyada önceden randevulaşmadığın halde her gün aynı arkadaşını görme olasılığın, atıyorum 30/1. Dünyadan
çıkıp samanyolu galaksisi kadar bir mekanda aynı olasılığın olma ihtimali, atıyorum milyon çarpı milyon çarpı üzeri bir. Samanyolundan çıkıp Andromeda'ya
geçtiğinizde bu olasılığın payı milyar kere milyar kere milyar kerede bir. Yani
mekan büyüdükçe olasılıkların olma ihtimalleri küçülüyor. Fakat sonsuz evrende
olamayacak diye bir ihtimal söylemeniz mümkün değil. Caner beyin söylediği
olasılığı 10 kere kendiyle çarparak mega bir sayı alsa dahi, bu olamayacağı
anlamına gelmiyor.
Meselenin diğer tarafıysa bu hassas ayarlar
argümanını söyleyerek Allah'ın sonsuz kudretini sınırlamış olması. Yani Allah
Big Bang patlamasını hızlı yapsaydı bugün bu galaksiler ve gezegenleri
oluşturamayacaktı. Bu neye benziyor biliyor musunuz. Yani 2+2=4 ise Allah bunu 5
yapamaz. Dolayısıyla Allah her şeyi hassas ayarlarla yaptı, bu ayarların
dışında hiç bir şey yapamaz anlamına gelir. Burada “Allah her şeye kadir, istediği gibi yaratabilirdi” gibi bir eleştiri yapa bilirsiniz. Üzgünüm bu da
mantık dışı oluyor. Zira bildiğimiz bir tane evren olduğu için ve farklı
yöntemlerle yaratılan başka evrenler görmediğimiz için "Allah her türlü yaratırdı" diyemeyiz. Çoklu evrenler teorisine hiç girmeyin zira o evrenlerin nasıl
olduğunu kimse bilmiyor, üstelik bu kesin olarak kanıtlanmış değildir.
Hassas ayarların Allah'ın sonsuz kudret sıfatıyla
çeliştiğini umarım anlayabilmişsinizdir. Hassas ayarlar tezini Allah'ın
sonsuz kudret sıfatlarını inkar etmeden (sınırlamadan) doğru çıkarmanın üç yolu
vardır.
1.Allah canlılığı yaratmak için sürekli evrenler yarattı ve en sonunda ancak şuan içinde bulunduğumuz evrende canlılığın oluşabileceği hassas ayarları
tutturabildi.
Bu teori kendisi dahi sıkıntılı. Albert Einstein'in dediği gibi “Tanrı zar
atmaz” Deneme yanılma yöntemiyle yaratılan bir canlılığı kabul etmeniz
demek evrimi kabul etmeniz demektir. Üstelik Tanrının her şeyi bilmediğini,
her şeye gücünün yetmediğini de kabul etmeniz gerek.
2.İkinci teoriyse Tanrı sürekli bu hassas ayarları tutturabilmek için
faaliyette. Yani olan biten her şey Tanrının iradesiyle oluyor, bu makaleyi yazmam, sizin onu okumanız Tanrının devamlı
kontrol ettiği hassas ayarın bir parçası.
Yalnız bu teoriyi kabul etmek ise özgür irade kavramını inkar etmek
demektir. Zira her an her şeye müdahale eden Tanrı demek benim bir özgür
irademin olmadığı anlamına gelir. Tanrı zar zor tutturabildiği hassas
ayarları koruyabilmek için ve benim bir sakarlık yaparak o ayarları bozmamam
için her an bana müdahale ediyorsa o zaman yaptığım her şey Tanrının
iradesidir ve ben hiç bir şeyden sorumlu değilimdir. Dolayısıyla imtihan
edilmem için de bir neden bulunmamaktadır.
3.Tanrı BigBang'i (Büyük patlamayı) yaptı ve gerisine karışmadı. Maddeye
mevcut evreni düzenleyecek bilinci verdi.
Bu teoride aslında pek mantıklı değil. Zira ilk önce her şeyin kendi kendine
var olduğunu kabul etmeniz gerektir ki buda Tanrının varlığını gereksiz
kılıyor. Üstelik bu gün peygamber, kutsal kitap diye kabul ettiğiniz
şeylerin gereksiz olduğunu da kabul etmeniz gerek. Bu teori imtihan ve özgür
iradeyi geçerli kılsa da bu sefer benim insan olarak bu dünyada, bu evrende
var olmamı gereksiz hale getiriyor. Zira beni oluşturan maddeler bir bilince
sahipse o zaman benim bilincimin kendisi o bilinçli maddelere dayalı olduğu
için karar verip, eylem yapanın ben olup olmadığım tartışma konusu
oluyor.
Gördüğünüz gibi muhteşem yaratılış, hassas ayar gibi argümanlar Tanrının
varlığını, yahut evrenin Tanrı tarafından yaratıldığının kanıtlayacak
kesinliğe sahip bilgiler, görüşler değillerdir. Burada
yapılabilecek bir eleştiriye daha cevap vermek istiyorum.
“BigBang” dan önce ne vardı?
Bilim insanları evrenin oluşma sürecini izah ederken genellikle büyük
patlama üzerinde dururlar. Fakat inançlı insanlar Big Bang'den önce ne vardı ve Big
bang'in olmasına neden olan şey neydi gibi sorular üretiyorlar. Bunun nedeni
de kendilerini Tanrıya inanma üzerine programladıkları için nihai nedenin
olduğuna ve onunda Tanrı olduğuna inanıyor olmaları. Gerçi bu konuda tam
bilgimiz olmasa da teorik olarak bazı öngörülerimiz mevcut. Ancak big
bang'den önce ne vardı sorusu zaten mantıksal olarak yanlış. Yanlış olma
nedeni de zamandır. Önce sonra kavramları zamanla ilgilidir. Fakat zaman
maddeye bağlı ve maddenin hareketi sonucu ortaya çıkan bir şey. Zaman
fiziksel bir şey değildir. Zaman bizim maddenin hareketini algılama şekline
verdiğimiz matematiksel bir isimdir. Tabi zamanın ne olduğunun bilimsel
tarifleri var fakat ben meseleyi zorlaştırıp kafanızı karıştırmamak için
zamanı şu şekilde tarif edeceğim. Kendinizi bir madde olarak düşünün. Farz
edelim ki Siz A noktasından B noktasına gitmek için 60 adım attınız. İşte
zaman dediğimiz şey o 60 adımdır. Fakat bunu algılayan siz değil sizi
gözlemleyen başka birisidir. Zira zaman bir gözlemcinin referans noktasına
bağlıdır. Bu nedenle zamanı madde kendisi değil onu gözlemleyen bizler
algılıyoruz. Dünyamızda zaman tek yönlü geleceğe doğru akar. Zamanda ileri
sıçrama olayı doğada gerçekleşen bir şey olsa da geçmişe gidemememizin
sebebi ışık hızına ulaşamadığımızdan kaynaklanıyor. Örneğin Uzay
istasyonundaki astronotlar, dünyaya döndüklerinde ve istasyondaki
durumlarına göre daha yavaş hareket ettiklerinde zamanda ileri atlamış
olurlar. Bir madde teorik olarak ışık hızına ulaştığında zaman durur ve ışık
hızını aştığında zaman geriye (geçmişe) doğru akar.
Zamanın maddeyle ve hareketle alakalı olduğu anladığımıza göre gelelim
bunun büyük patlamayla olan ilişkisine. Önce ve sonra
kavramlarının zamansal kavramlar olduğunu belirttim. Zamanın varlığı
maddenin ortaya çıkması nedeniyle olan bir şeyse ve evrenimizdeki madde Big
Bang ile ortaya çıktıysa o zaman Big Bang'den önce ne vardı diye sormak
mantık hatası olur. Zira Big Bang'den önce madde olmadığı için "önce" diye
tabir ettiğimiz zamansal kavram da geçersiz oluyor. Bu her şeyi Allah
yarattı peki Allah'ı kim yarattı demeye benziyor. Yani siz Big Bang'den önce
ne vardı sorusuna cevap bekliyorsanız önce Allah'ı kim yarattı sorusuna
cevap vermeniz gerek. Dolayısıyla bilim insanları Big Bang'den önce ne vardı
sorusuna kesin olarak cevap veremiyor diyemezsiniz çünkü sorunuz zaten
yanlış.
Fakat bugün Big Bang'den önce ne vardı sorusuna deneysel olmasa da teorik
cevaplar vardır. Konuyla alakalı Aleksandr Fridman, Georges Lemaitre gibi
bilim insanları bazı matematiksel formüller geliştirmesine rağmen tam olarak
bunu izah edememişlerdir. Benim kendi düşünceme göre bu konuyla ilgili en
mantıklı açıklamalardan birini George Gamow, 1950’li yıllarda yayınladığı
“Evrenin Yaratılışı” (Creation of the Universe) adlı kitabında yapmıştır.
Sonuç olarak muhteşem tasarım hassas ayarlar argümanları kendi içlerinde bir
sürü tutarsızlıklara sahip. Ve bu tutarsızlıkların hem felsefi hem de bilimsel açıdan bir sürü nedeni vardır.
Caner Taslaman “Evrenin Oluşumundaki Hassas Ayarlar ve Tasarım
Delilleri” - https://www.youtube.com/watch?v=pXgG1_MOTrc