Bilim adamları insan evriminin gizemini çözmek için yapay zekayı kullanıyorlar. AI'nın (yapay zeka kurumu) son raporuna göre modern insan DNA'sına ışık tutabilecek bilinmeyen yeni bir insan atası bulunmuş olabilir.
Geçen yıl da araştırmacılar beklenmedik bir şekilde Denisovan genetik karışımının iki ayrı bölümünü keşfetmişti.
İki ayrı modern insan grubunun Denisovan soyundan geldiğini, Okyanusya'dan ve Doğu Asya'dan gelen bireylerin genomlarının iki ayrı Denisovan karışımına sahip olduğunu ancak benzersiz bir şekilde farklı olduklarını belirlediler.
Bilim adamları Denisova mağaralarında bir melez bulduğunda atalarımızın hikayesi daha da karmaşık hale geldi. Yapılan incelemelerde Neandertal anne ve Denisovan babanın bir çocuğu olduğu ortaya çıktı. Bu da daha genel bir sorgulama sürecinin parçası olmuştu.
Günümüzde ise modern insanın DNA analizini yapan araştırmacılar soyu tükenmiş olan türlerin Afrika'nın dışındaki insanlardan ve Asya'daki modern insanlardan kırılarak melezleştiğini gösteriyor.
Evrimsel Biyoloji Enstitüsü baş araştırmacısı ve UPF bölüm başkanı Jaume Bertranpetit konuyla ilgili şöyle diyor:
"Yaklaşık 80.000 yıl önce,sözde Afrika dışında halihazırda modern insanlardan oluşan insan nüfusunun bir kısmı Afrika kıtasını terk edip diğer kıtalara göç ederek mevcut tüm popülasyonu ortaya çıkardı. O zamandan beri modern insanların Afrika hariç tüm kıtalarda Neandertallerle ve Okyanusya'daki Denisova'larla ve muhtemelen Güneydoğu Asya'daki insanlarla birleşip melez türleri var ettiğini biliyoruz."
Bununla birlikte üçüncü bir atanın bir zamanlar insanların yanında yaşadığı fikri şimdiye kadar sadece bir teoriydi fakat AI araştırmacılarının çalışmaları onların varlığının onaylanmasına yardımcı olabilir.
CNAG-CRG’nin baş araştırmacısı Oscar Lao şöyle diyor:
"Bu da ancak memelilerdeki sinir sisteminin çalışma biçimini taklit eden, verili bir görevi gerçekleştirmek için önemli olan kalıpları tespit etmekte uzmanlaşmış ve farklı yapay nöronlarla çalışan bir algoritmanın yardımı ile yapılabilir. Bu özelliği yüz binlerce simülasyon aracılığıyla elde edilen genomlar aracılığı ile insan demografisini tahmin etmeyi öğrenmek için algoritmayı elde etmek için kullandık. Ne zaman bir simülasyon çalıştırsak insanlık tarihinde olası bir yol boyunca ilerliyoruz. Simülasyonlardan her biri atalarımıza ait bulmaca parçalarından hangilerinin birbirine uygun olup olmadığını gözlemlememize izin verir."
(Buna derin öğrenme analizi deniyor)
Genomik Düzenleme Merkezi'ne göre "nesli tükenmiş bir insansı, insanlık tarihine açıklık getirebilir."
Derin öğrenme analizi soyu tükenmiş insansıların muhtemelen Neandertal ve Denisovan topluluklarının soyundan geldiğini ortaya koymuştur.
Tartu Üniversitesi'nden araştırmacı Mayukh Mondal bir açıklamasında şöyle diyor:
"Teorimiz Denisova'da yakın zamanda keşfedilen melez insan numunesi ile aynı zamana denk geliyor ancak henüz diğer olasılıkları ekarte edemiyoruz."
EFSANEVİ JAPON DEMİRCİ VE SAMURAY KILICININ USTASI
Eski kayıtlar modern çağın başlangıcına kadar 33.000'den fazla demirci olduğunu (silah ve zırh yapımcıları) doğrulamaktadır.
Japon silah tarihi çok eskilere dayanıyor, ancak bu tarihin efsanevi dönüm noktası efsanevi bir Japon kılıç üreticisi olan Amakuni Yasutsuna'nın MS. 700'lerde Asuka döneminde önemli bir 'tachi' olarak bilinen ilk tek kenarlı, kavisli kılıcı tasarlamasıdır. Budizm'in Çin'den Japonya'ya gelmesiyle ilişkili olan Japon güzel sanatları ve mimarlık tarihinde de tarihi bir dönemdir.
BÜYÜK DEMİRCİ AMAKUNİ HAKKINDAKİ EFSANELER
Eski bir efsane de Amakuni'yi Samuray Kılıcı'nın Babası olarak onaylar.
Amakuni ve oğlu Amakura İmparator Mommu'nun (683-707) savaşçı ordusuna kılıç yapmak için görev yapan bir zırh ekibine liderlik eden ünlü demircilerdi. Daha sonra oğlu Amakura babasının çalışmalarına devam etti.
Bir gün Amakuni ve oğlu Amakura atölyelerinin kapısında durup savaştan dönen imparatorluk savaşçılarına baktılar. Zırhların başarılarına rağmen Amakuni'ye herhangi bir takdir madalyası verilmedi yada övülmedi.
Savaşçıları izleyen Amakuni aniden savaşçıların neredeyse yarısının savaş alanından kırık kılıçlarla döndüğünü fark etti.
Birden silahlarının işe yaramaz olduğunu anladı. Hayal kırıklığı onu o kadar bitirdi ki kırılma nedenlerini öğrenmek için kılıç kalıntılarını topladı.
YİYİP İÇMEDEN 7 GÜN 7 GECE
Silah tasarımları hatalı mıydı? Bunu çözmesi zaman almıştı. Yedi gün ve gece boyunca hiçbir şey yiyip içmedi ve bu süre zarfında kılıç yapmanın daha iyi bir yolunu aradı.
Efsaneye göre bir gün gördüğü rüyada sorununa ustaca bir çözüm buldu. Yumuşak bir çelik çekirdeği daha sert bir yüzeyle kaplaması gerektiğini ve silahın kavisli bir kenarı olması gerektiğini fark etti. Bu kısım kesmek için daha uygun ve darbelere karşı daha dayanıklı olacaktı. Düz kılıçlar uygun şekilde dövülmüyordu, sert cisimlere karşı yeterince dayanıklı değillerdi hatta savaşçıların zırhları bile bu kılıçları kırmaya yetiyordu.
Amakuni "Eğer savaşçılarımız kılıçlarımı savaşta kullanmak istiyorlarsa kırılmayacak bir tane yaratmaya çalışacağım" dedi.
Lawrence Winkler'ın Samuray Yolu adlı kitabında şöyle yazıyor:
"Baba ve oğul iki demirci ustası kendilerini demirhaneye mühürlediler ve ilhan için Şinto tanrılarına dua ettiler"
"Yedinci gecede kutsal Kami bir rüyada onlara kılıcı gösterdi - tek bir kenarlı, hafif kavisli bir kılıcın parıldayan görüntüsü… Ne yapacaklarını bile tam olarak bilmeden güneşin ilk ışıkları ile birlikte en kısa sürede demirhaneye koştular. Demiri dövmeye başladılar, yaptıkları kılıç onları açığa çıkarıyordu..."
DAHA İYİ KILIÇ İÇİN AĞIR ÇALIŞMALAR
Amakuni ve oğlu 31 gün boyunca çok çalıştılar. En iyi demirler en iyi çelikler eritildi ve günlerden bir gün artık kavisli, yeni, tek kenarlı kılıçları hazırdı. Neredeyse imkansız bir iş başarılmıştı. İlahi demirci ve zanaatkar Ilmarinen'in bir Sampo yaratması gibi Amakuni de İmparatorlu Koleksiyonua ilk kavisli NipponTo olan Kogarasu Maru (Kogarasumaru) yani "Küçük Karga" yı yapmıştı.
Eski ve feodal Japonya'nın samurayları tarafından kullanılan ilk katana silahıydı. Yetenekli ve hırslı bir kılıç ustası olan Amakuni hiçbir darbenin kıramayacağı silahlar yapan ünlü Yunan tanrısı Hephaistos'u hatırlatıyor.
KILIÇLARI TEST ZAMANI
Bir sonraki baharda başka bir savaş başladı fakat bu kez savaşçılar onun atölyesinden kuşanmışlardı. Savaş sonrası tüm kılıçları hala sağlam ve mükemmel görünüyordu.
İmparator kılıç ustasının evinin önünden geçerken gülümseyerek onu takdir ettiğini gösterdi ve "Siz uzman bir kılıç üreticisisizsiniz. Yaptığınız kılıçların hiçbiri bu savaşta başarısız olmadı" dedi.
Amakuni'nin ne zaman öldüğünü kimse bilmiyor ama bir efsaneye göre o sadece kılıçların mutlu ve saygın bir ustası değildi aynı zamanda yarattığı bıçaklardan alınan çok miktarda kanla ölümsüzleşmişti.
Amhen mezarındaki bu taş blok Akhenaten'in Firavun Ay'a "Altın Şeref " ödülünü verişini resmediyor.
FİRAVUN AY GİZLİ İŞLER ÇEVİRMİŞ BİRİ Mİ YOKSA TALİHSİZ BİR KURBAN MI?
Firavun Ay'ın yaşamında olanları bir araya getirmek tarihçiler için gerçekten de kolay değildir. Firavun Ay, Keops, II.Ramses, Akhenaton, Hatşepsut kadar ünlü değildi, sadece bir kaç yerde ondan bahsediliyordu ama kesinlikle ilginç biriydi.
Kısa bir süre boyunca Mısır'a hükmetti ve firavun olduğu süre boyunca pek başarılı olamadı ama antik dönemde önem bir tarihsel dramda figürüydü.
Bu güne kadar tarihçiler ve Mısırbilimciler hala Firavun Ay'ın gizli bir gündemi olan ya da sadece talihsiz durumların kurbanı olan yalancı bir erkek olup olmadığını belirlemeye çalışıyorlar.
Firavun Ay masum olduğunu iddia etmişti ve asla tahttaki durumunu yükseltmek için kimseyi öldürmedi ancak sözlerinin birçoğu belgelenmiş tarihi olaylarla çelişiyormuş gibi görünüyor.
FİRAVUN AY KİMDİR?
Firavun Ay'ın Nil'in doğu kıyısında bulunan Ahmim kentinde Tanrı Min'e adanmış bir taş şapel inşa ettirmesi tarihçilerin Ay'ın yerli bir Mısırlı olduğunu varsaymasının nedenlerindendir. Ancak babasının adı Yuya Mısır'da nadir görülen bir isimdi ve bu durum Ay'ın Suriye kökenli olduğu yönündeki spekülasyonlara yol açtı.
Ian Shaw ve Paul Nicholson Antik Mısır Sözlüğü adlı kitabında şöyle diyor: "Ay 'kraliyet atlarının müfettişi' ve 'tanrı'nın babası' ünvanlarını aldı. Bu nedenle Tiy'in erkek kardeşi Akhenaton'un amcası ve belki de Tutankamon'un amcası ya da büyük amcası olabileceği iddia edildi. 'Tanrı'nın babası'nın olağandışı makamının Ay'ı Nefertiti'nin babası yaparak bu makamı kayınpederinin elinde tutabileceği bile öne sürüldü."
Ay tahta çıkmadan önce Firavun Akenaton'un mahkemesinin bir üyesiydi. Generalin hemen altındaki en yüksek askeri rütbeye sahipti ve kraliyet ailesi ile yakın bir ilişkisi vardı.
Ay’ın karısı Tey, Nefertiti’nin hemşiresi olarak görev yaptı. Akhenaten’ın kraliçesi ve Ay’ın, ortodoks olmayan ailesiyle yaşadığı Tell el-Amarna’da kendi büyük mezarını inşa etmesine izin verildi.
TUTANKAMON'UN REHBERLİĞİNİ YAPAN VEZİR AY
Ay'ın hayatı iyiydi ancak Firavun Akenaton'un ölümünden sonra küçük oğlu Tutankhamun'un muhtemelen sekiz, dokuz yaşındayken tahta çıkması işleri karmaşık hale getirdi.
Firavun Tutankhamun Mısır'ı kendi başına yönetmek için çok gençti bu yüzden çevresi güçlü danışmanlar tarafından kuşatılmıştı. Bunlardan biri General Horemheb diğeri de Ay idi. Her ikisi de ona yardımcı olarak görevlerini yerine getiriyorlardı. Antik Mısır'da Firavun'dan sonraki en güçlü kişi vezirdi. Vezir en yüksek devlet memuru olarak kralın hemen altındaydı ve yasal konulardan sorumluydu. B nedenle de suçlular vezirden çok korkuyorlardı.
Mahkumlar Firavun Tutankhamun'a Mısır'ı eski ihtişamına kavuşturarak babasının hükümdarlığı döneminde yapılan bazı değişiklikleri tersine çevirmelerini tavsiye ettiler. Firavun Akenaton daha önce Mısır'da yalnızca tek bir tanrıya (Aten) ibadet ederek ve rahiplerin sahip oldukları güçlere kısıtlamalar getirerek tartışmalara yol açmıştı. Firavun Tutankhamun Amun rahiplerinin gücünü kabul ederek sahip oldukları hakları yenileyerek eski tanrıların ülkeye geri dönüşünü sağladı.
Tutankhamun hayatı gerçek bir trajedi kaynağı olan üvey kardeşi Ankhesenamen ile evlenmişti.
Eski Mısır'da ensest ilişki yaygındı ve yanlış kabul edilmiyordu. Mısırlılar kız kardeş ile veya kızlarıyla evlenerek kraliyetin kan bağını korumanın mümkün olduğuna inanıyorlardı Ankhesenamen'in ilk önce kendi babası olan Akenaton ile evlendiğine inanılmaktadır.
Firavun Tutankhamun ve Ankhesenamen'in hayatta kalan hiçbir çocuğu yoktu. Arkeologlar Tutankhamun’un mezarı içinde düşük yapılmış iki kız çocuğunun kalıntılarını keşfettiler.
Bu kızları yaşamış olsaydı sonunda Kraliçe Ankhesenamen'in yerini alabilecekti. Amarna kan bağının devam etmesi eski Mısır tarihini değiştirdi.
Firavun Tutankhamun öldüğünde Kraliçe Ankhesenamen kendisini büyük zorluklar içinde buldu. Amarna kan hattına devam etme ihtiyacı olduğunu hissetti ve büyük bir umutsuzluk hissi ile Hitit Kralı I. Şuppiluliuma'ya bir mektup yazdı. Bu da tartışmalı olan "Zannanza" meselesinin başlangıcıydı.
FİRAVUN AY İKİ CİNAYET İLE DE İLİŞKİLİ MİYDİ?
Tarihçiler Ankhesenamen'ın Hitit kralına yazdığı mektubu imzalarken Dakhamunzu ismini kullandığını öne sürüyorlar. Bu mektupta Hitit kralından onunla evlenebilecek birini göndermesini istemişti.
Kral Şuppiluliuma bir başlangıç yapmak için isteksizdi ancak evlilik talebinin ve mektubun gerçek olduğunu doğrulamak için bir elçi gönderdi. Daha sonra ise sonunda oğlu Zannanza'yı Tutankhamun’un eşi ile evlenmek üzere Mısır'a göndermeye karar verdi. O zamanın şartlarına göre akıllıca bir karar gibi görünüyor çünkü Zannanza yeni firavun olabilir buu yolla da Mısır Hitit imparatorluğunun bir parçası olabilirdi.
Ancak bu plan başarısız oldu çünkü Zannanza öldürülmeden önce Mısır sınırına bile ulaşmadı. Nasıl öldüğü ve onu kimin öldürdüğü ise bilinmiyor.
Kraliçe Ankhesenamen ittifaka yönelik güçlü itirazlarına rağmen Ay ile evlenmek zorunda bırakıldı. Ay tahta geçerek firavun oldu ancak iktidardaki gücünün durumu tam olarak belli değildi.
Kral Şuppiluliuma Ay'ın Mısır'ı yönetme isteğinden dolayı oğlu Zannanza'yı öldürmekle suçladı. Ay suçlamaları reddederek masum olduğunu söyledi.
Firavun Ay daha sonra tahttaki üstünlüğünü eline aldığını hissettiği General Horemheb ile de çatışmaya girdi.
Bu eski tarihsel dramda en şaşırtıcı olan şey Firavun Ay ile evlendikten kısa bir süre sonra ortadan kaybolan Kraliçe Ankhesenamen'ın gizemli ölümüdür. Aynı derecede şaşırtıcı olan diğer şey ise Firavun Ay'ın mezarını inceleyen arkeologların duvarlarda Ay'ın karısı ve Kraliçe Nefertiti'nin yaşlı hemşiresi Tey'in adını bulmuş olmalarıydı.
Kraliçe Ankhesenamen’ın adı hiç belirtilmemişti, sanki tarihten silinmiş gibiydi.
Pek çok tarihçi Firavun Ay'ın prens Zannanza'yı firavun olmasını engelleyeceği için işlediğini ve artık ihtiyaç duymadığı için Kraliçe Ankhesenamen'i öldürmekten sorumlu olduğunu ileri sürdü.
Firavun Ay'ın ise gizli işler çeviren bir adam mı yoksa sadece talihsiz durumların çaresiz bir kurbanı mı olduğu henüz belli değil.
Kaynaklar:
Ian Shaw, Paul Nicholson - The Dictionary of Ancient Egypt
Wikipedia
John Haywood, Simon Hall - The Penguin Historical Atlas of Ancient Civilizations
ANTİK ÇAĞDA SOLAK OLMAK KÖTÜLÜĞÜN BİR İŞARETİ OLARAK MI GÖRÜLDÜ?
Eski zamanlarda sağ yön iyi demekti. Günümüzdeki birçok söylem bu anlayıştan
gelir. Güvenilen birine "falanca kişinin sağ kolu" denir. Sol kolu değil. Doğru
ve akla uygun kararlar veren birine solduyulu değil de sağduyulu deriz.
Tokalaşırken sağ elimizi kullanırız.
Çünkü insanlar solakların gerçekten kötü bireyler olduğuna inanıyorlardı.
Sağ el kullanımı Yunanistan, Roma, Çin, Mısır ve Mezopotamya genelinde
yaygındı. Ayrıca birinin sağında oturmak ya da dikilmek bir ayrıcalıktı.
Mezopotamyalılara göre solaklık Tanrıların verdiği bir cezaydı. Eski
Mısır'lılar ciddi şekilde sol karşıtıydılar. Düşmanlarını sıklıkla solak
tasvir ederken kendilerini sağ el kullanan veya sağ yönden gelen kişiler
olarak tasvir ediyorlardı. [1] Ayrıca dini figürlere dair heykellerde sağ el
sembolizmi hakimdi. Örneğin bir Mezopotamya rahibi veya herhangi bir Tanrı
sağ eli havada tasvir ediliyor, insanları sağ eliyle selamlıyordu. Tıpkı
kralların da yaptığı gibi.
Romalılar alyansları sol elin üçüncü parmağına takıyor, böylece kötülükleri
uzak tutacaklarını düşünüyorlardı. Selamlaşırken sağ ellerini kullanarak
silahsız olduklarını da göstermiş oluyorlardı. [2]
Birçok din ve inanışta solaklık kötülük, şeytan ve şeytani eylemler ile
ilişkilendirilmişti.
Yunan inancına göre Kiklop ve Titanlar Uranüs ile Gaia'nın çocuklarıydı.
Uranüs Kiklopları yeraltı dünyası Tartarus'a kapattğında anneleri Gaia
intikam almak isteyip Titanları babalarına karşı kışkırtmıştı. Gaia ile
Uranüs'ün seviştiği bir sırada en genç titan olan Kronos sol elinde
tuttuğu taştan yapılmış orak ile babasının cinsel organını kesmişti. [3]
Havva ile Adem'in yasak elmayla birlikte resmedildiği çizimlerde Havva her
zaman Adem'in solunda çizilmiştir. Çünkü elmayı alıp Adem'e veren Havva'dır.
Ayrıca unutulmamalıdır ki İbrahimi dinlere göre Havva Adem'in sol yanından
çıkmış yani sol kaburgasından yaratılmıştır. Bu yüzden yüzyıllar boyunca sol
taraf dişilik ve aşağılık-bayağılık ile ilişkilendirilmiştir.
Çoğu kültürde olduğu gibi eski Âsurlular da sağ elin yemekte, ayin ve
dini törenlerde kullanılması gerektiğine inanıyorlardı. Sanat uğruna bile
olsa bu inançlarından sapmadılar. Kabartmalarında insanlar sağ elleri ile
tokalaşıyor veya sağ elleri havada tasvir ediliyorlardı.
Sol kötüyle-cezalandırmayla ilişkilendirildiğinden Hristiyan sanatında İsa
her zaman tanrının sağında resmedilir. Aynı nedenden ötürü "tanrının sol
eli" denen Cebrail tanrının solunda yer alır.
Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte sol tarafa verilen özellikler kendi
kurucu mitleriyle harmanlandı. Hristiyanlık solu zayıflığın da ötesinde bir
yere koyarak ahlaksızlıkla ilişkilendirdi. Birçok tarihçi solun kötülükle
olan ilişkisinin ortaya çıkışını açıklamaya çalışırken Matta Kitabındaki bir
bölümü işaret eder. Hesap (Yargılanma) Günü'nde şöyle yazar:
Matta 25: 31-41:
31. “İnsanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince,
görkemli tahtına oturacak.
32. Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak, O da koyunları keçilerden
ayıran bir çoban gibi, insanları birbirinden ayıracak.
33. Koyunları sağına, keçileri soluna alacak.
34. “O zaman Kral, sağındaki kişilere, ‘Sizler, Babam’ın kutsadıkları,
gelin!’ diyecek. ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan
egemenliği miras alın!
35. Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek verdiniz; susamıştım, bana içecek
verdiniz; yabancıydım, beni içeri aldınız.
36. Çıplaktım, beni giydirdiniz; hastaydım, benimle ilgilendiniz;
zindandaydım, yanıma geldiniz.’
37. “O vakit doğru kişiler O’na şu karşılığı verecek: ‘Ya Rab, seni ne zaman
aç görüp doyurduk, susuz görüp su verdik?
38. Ne zaman seni yabancı görüp içeri aldık, ya da çıplak görüp
giydirdik?
39. Seni ne zaman hasta ya da zindanda görüp yanına geldik?’
40. “Kral da onları şöyle yanıtlayacak: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, bu en
basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz.’
41. “Sonra solundakilere şöyle diyecek: ‘Ey lanetliler, çekilin önümden!
İblis’le melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe gidin!
Solun kötü sağın iyi olduğu düşüncesi Yahudi yazarlar arasında da görülür.
Eski Ahit insan doğasını anlamlandırırken insanların “yetzer” olarak
adlandırılan iki dürtüsü olduğunu yazar. Sağa doğru eğilimi olanlar için
"Yetzer tov", sol tarafa yani kötülüğe eğilimi olanlar için "Yetzer Ra"
ifadeleri kullanır.
Mezopotamyalılardan Mısırlılara, Yunanlılara ve Romalılara kadar
dünyanın ilk büyük uygarlıklarının tümü sağ el konusunda taraflı olmuştur.
Tanrıların sağ elinin şifa verici ve faydalı olduğu düşünülürken sol
ellerini lanetlemek ya da cezalandırmak için kullandıklarına inanılırdı. Bu
kültürlerin neredeyse hepsinde törenlerde ve yemeklerde sağ el kullanılmış
ve sağ taraf her zaman tercih edilen konum olmuştur.
Tanah'da solak insanların başka bir yönlerine atıf yapılır. Birkaç
örneğe bakalım ve Ehut'un, Moav kralına düzenlediği suikasti anlatan
hikayeden başlayalım [Hakimler 3: 12-21]
12) Sonra İsrailliler yine RAB’bin gözünde kötü olanı yaptılar. RAB
gözünde kötü olanı yaptıkları için Moav Kralı Eglon’u onlara karşı
güçlendirdi.
13) Kral Eglon Ammonlular’la Amalekliler’i kendi tarafına çekerek İsrail’e
saldırdı. Onları bozguna uğratarak Hurma Kenti’ni ele geçirdi.
14) İsrailliler on sekiz yıl Moav Kralı Eglon’un boyunduruğu altında
kaldılar.
15) Ama RAB’be yakarmaları üzerine RAB onlar için Ehut adında bir
kurtarıcı çıkardı.
Benyaminli Gera’nın oğlu Ehut solaktı. İsrailliler Ehut’un eliyle
Moav Kralı Eglon’a haraç gönderdiler.
16) Ehut kendine bir arşın uzunluğunda iki ağızlı bir kama yaptı ve bunu
sağ kalçası üzerine, giysisinin altına sakladı.
17) Varıp haracı Moav Kralı Eglon’a sundu. Eglon çok şişman bir adamdı.
18) Ehut haracı sunduktan sonra, haracı taşımış olan adamlarını
salıverdi.
19) Ama kendisi Gilgal yakınındaki taş putlardan geri döndü. “Ey kral,
sana gizli bir haberim var” dedi. Kral ona, “Sus” diyerek yanındaki
adamların hepsini dışarı çıkardı.
20) Ehut, üst kattaki serin odasında yalnız kalan krala yaklaşarak,
“Tanrı’dan sana bir haber getirdim” deyince kral tahtından kalktı.
21) Ehut sol eliyle sağ kalçası üzerindeki kamayı çekti ve kralın
karnına sapladı.
Taş askılarını yani taş fırlatmak için kullanılan antik savaş aletini
ölümcül bir doğrulukla kullanabilen Benyaminoğullarından iki yerde şöyle
bahsedilir: [Hakimler 20:16]
16) Solak olan yedi yüz seçme adam da bunların arasındaydı. Hepsi de bir
kılı sapanla vuracak kadar iyi nişancıydı.
2) Benyamin oymağından, Saul’un ailesindendiler. Yay taşır ve yayla ok,
sapanla taş atmak için hem sağ, hem sol ellerini kullanabilirlerdi.
[1. Tarihler 12:2]
İncil öykülerinin Benyaminoğulları kabilesinin solak insanları içerdiğini
söylemesi önemlidir. Görünüşe göre onları tıpkı tanrının sol eli gibi zarar
verebilecek,kötü insanlar olarak görüyorlardı.
Sağ eli, sol elden üstün tutarak onurlandırmak Müslümanlar arasında da
yaygın görülür. Sağ eli tüm onurlu amaçlarla kullanırken sol el yapılacak
olan kirli işlerde kullanılır. Sağ elle yemek yenir, taharet sol el ile
yapılır, bir yere sağ ayakla girilir, sol ayakla çıkılır. Bunlar Kur'an'da
yazan şeyler olmasa bile Mezopotamya ve Mısır'dan Arap coğrafyasına
taşınan inançların kalıntılarıdır. Bu sayede rivayet ve hadislerde
kendilerine yer bulmuşlardır.
Ayrıca tıpkı Tevrat ve İncil'deki gibi Kur'an ayetlerinde de sol
tarafın kötülükle, kötü olan şeylerle ilişkilendirildiğini görebiliriz. Bir
örnek olması için Hakka suresi 25. ayete bakalım:
"Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke
kitabım bana verilmeseydi.”
İlaveten, ayetlerde ve hadislerde cariye, köle ve ganimetlerden bahsederken
"sağ elinizin sahip oldukları" ifadeleri yer alır. Yani Kur'an Müslümanların
savaşırken kullandıkları "sağ el" üzerinden vurgu yaparak savaşlarda ganimet
ele geçirmelerini, köle ve cariyeler edinmelerini ayıplamaz. Hatta sağ el
ile alınanlara ayrıcalıklar tanıyarak onları savaş ve yağmaya teşvik
eder.
Sol elin ve sol tarafın kötüyle ilişkilendirilmesi ile ilgili bazı
rivayetler de vardır:
Peygamber bana geldi ve benim sol elim sağ elimin üzerindeydi. Benim sağ
elimi tuttu ve sol elimin üzerine koydu.
[Sünen İbni Mâce 811; Kitap 5, Hadis 9. Statü: Sahih]
Her kim yemek yiyecekse sağ eliyle yemelidir ve içecekse sağ eliyle
içmelidir. Çünkü Şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer.
[Sahih Müslim 2020a; Kitap 36, Hadis 139; Sünen-i Tirmizi 1799; Kitap
25, Hadis 13. Statü: Sahih]
SOLAKLIĞI KÖTÜLÜK OLARAK GÖREN FİLOZOFLAR VE YAKIN TARİH
Plato ve Aristoteles bile hemen hemen her zaman iyi olanı sağ el ile kötü
olanı ve suç unsuru taşıyanı ise sol el ile ilişkilendirdiler. Büyük filozof
Plato uzuvların doğal olarak eşit güçte ve kabiliyette olduğuna ve bu
düşüncelerin tamamen kültürel olduğuna ikna olmuştu. Ama yinede solak olan
çocukların, sol elini kullanan bakıcılardan ve annelerin yanlış eğitiminden
kaynaklandığını söylemekten geri kalmadı. Diğer yandan Aristoteles
insanların el kullanımının doğuştan gelen bir miras olduğuna inanıyordu.
Filozof ve matematikçi Pisagor'un Zıtlıklar Tablosunun sağ tarafında hafif,
iyi, erkek, sınırlı, durgun ve heteroseksüellik gibi şeyler yer alırken sol
tarafında karanlık, kötülük, kadın, sınırsız, hareketli ve çarpıklık gibi
şeylerin yer alması şaşırtıcı değildir. Anaksagoras'ın yalnızca sağ
testisten gelen spermin erkek çocuğa gebe bırakacağını düşünmesi de
muhtemelen bu bakış açısıyla ilgiliydi. [4]
Anaksagoras'ın düşüncesi eyleme çevrilmişti. Yunan erkekler yüzyıllar
boyunca çocuklarının cinsiyetini seçme amacıyla testislerinden birini
bağlayacak kadar ileri gitmişlerdi.
Ortaçağ'da sol elini kullanan insanların karşılaştıkları sorunlar
hakkında çok az şey biliniyor. Fakat Katolik Kilisesi'nin güçlü etkisi ile
sol elini kullanan insanlar şeytani, zayıf, pis, sağlıksız ve kadınsı olarak
nitelendirilmeye başlamıştı. Engizisyon döneminde bir kadının yalnızca solak
olması bile onun cadı ilan edilip öldürülmesi için yeterliydi. Birçok masum
bu nedenle öldürüldü.
Akıl Çağı ve Aydınlanma Çağı'ndaki sınırlı reformlara rağmen 18 ve 19.
yüzyıllar özellikle solaklar için zordu. Onlara karşı uygulanan ayrımcılık
kökleşmiş ve resmen kurumsallaşmıştı.
Avusturyalı hekim ve psikolog Wilhelm Stekel 1911'de "sağ el her zaman
doğruluğu, sol el ise suça giden yolu belirtir." demişti. Böylece sol eli
kullanmak, eşcinsellik, ensest ilişki ve sapkınlık anlamlarına gelebilirken,
sağ el evlilik veya fahişe ile ilişki gibi anlamlar içeriyordu.
19. yüzyıl Avrupa'sında eşcinsellerin solak olduğu söylenirdi.
Birleşik Krallık'ın Protestan çoğunluğunun olduğu kesimlerde Katoliklere
"sol ayak" denirken İrlanda ve İrlanda’nın Katolik kesimlerinde durum bunun
zıttıydı.
Fransız sosyolog Robert Hertz, 19.yüzyılda Güney Afrika'ya yaptığı
seyahatlerde Zulu kabilelerinin bir deliğe kaynamış su döktüğünü, daha sonra
çocukların sol elini içine koyarak haşladıklarını, böylece sol el
kullanımını engellemeyi amaçladıklarını yazmıştı.
Göreceli olarak Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’nın özgür toplumlarında bile
solaklığı bastırmak ve eğitim sistemindeki düzeni empoze etmek için kasıtlı
ve acımasız girişimlerde bulunuldu. Örneğin, okulda sol elini kullanan
çocukların elleri gerilerek oturduğu sandalyenin arkasından bağlanıyordu.
Bazen ise çeşitli bedensel işkenceler uygulanıyordu. Sol elini kullanırken
yakalanan herkes için bu cezalar geçerliydi.
Çok yakın zamanda bile birçok ülkede solak çocukların eğitim kurumları gibi
alanlarda sağ ellerini kullanmayı öğrenmek zorunda bırakıldıkları
görülmektedir.
Bu anlayışa zıt kimi din ve uygarlıklar da olmuştu elbet. Örneğin İnkalar
solakların büyücülük ve şifacılık gibi özellikleri olduğuna inanıyorlardı.
Günümüzde And dağlarında yaşayan yerliler arasında aynı inanış vardır.
Ayrıca Tantra Budizminde sol el bilgeliği simgeler. [5]
KAYNAKLAR
Stanley Coren, Advances in Psychology. Cilt. 67. Left-Handedness: Behavioral Implications and Anomalies. 1990.
Coren S. The left-hander syndrome: the causes and consequences of left-handedness. 1992.
Graves R. The Greek Myths. 1963.
Corrbalis M. 1983. Human laterality. 1983
Robert Beer. The Encyclopedia of Tibetan Symbols and Motifs (2004). S.150.
Biblical Archaeology Society
Evans, Dave (2007). The History of British Magick after Crowley.
Dolan, T. P. (2004). "left-footer". A Dictionary of Hiberno-English: The Irish Use of English. p. 139. "Notes and Queries: Where does the phrase 'left footer' come from?". The Guardian; Mencken, Henry Louis (1962). The American language. A. A.Knopf. p. 745.; Partridge, Eric (May 2, 2006). "left-footer". A Dictionary of Slang and Unconventional English. Nature. 142. Routledge. p. 674.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
M.Ö. 650'de sümerlerin yıldız haritası olarak kullandıkları yuvarlak taş döküm tablet 19. yüzyılın sonlarında Irak'ın Ninova kentinde bulunan Kral Asurbanipal'ın yeraltı kütüphanesinde keşfedildi. Bunun bir Asur tableti olduğu düşünülüyordu ancak bilgisayar analizi sonrası tabletin M.Ö. 3300’deki Mezopotamya’nın gökyüzü ile eşleşti. Böylece tabletin Asurlardan çok daha eskiye dayandığı Sümer kökenli olduğu ortaya çıktı.
Tablet en eski astronomik alet olan "Usturlap" dır. Taş üzerine kazınmış, işaretlenmiş açılı ölçü birimleri olan, disk şeklindeki bir yıldız grafikten oluşur.
Ne yazık ki bu tablette bulunan gökyüzü haritasının önemli kısımları eksiktir (yaklaşık% 40). Bu da Ninova'nın yağmalanmasının sebep olduğu hasarlardan biridir. Tabletin arkasında ise herhangi bir yazı bulunmamaktadır.
Yine de modern bilim insanları tarafından incelenen İngiliz Müzesi koleksiyonundaki K8538 numaralı çivi yazısı tablet ("Planisphere (Gökyüzü haritası)" olarak bilinir) sofistike Sümer astronomisinin varlığına dair olağanüstü bir kanıt sunuyor.
2008 yılında Alan Bond ve Mark Hempsell isimli iki yazar "Kofels'in Etki Olayının Sümer Gözlemciliği" adıyla tablet hakkında bir kitap yayınladılar.
Arkeolojik çevrelerde bir fırtına etkisi yaratarak çivi yazısı metnini yeniden çevirdiler ve tabletin eski bir asteroidden bahsettiğini ve Köfels'in Etkileyenin de bu olduğunu söylediler (Bu asteroidin Avusturya'yı M.Ö. 3100 civarında vurduğunu söylediler).
Avusturya'daki Köfels'te bulunan dev toprak kayması, 500 metre kalınlığında ve beş kilometre çapındadır. Jeologlar 19. yüzyıldan beri inceliyorlar fakat hep gizemini koruyordu.
20. yüzyılın ortalarında yapılan araştırma sonucunda ortaya çıkan sonuca göre ezici baskı ve patlamaların etkisi nedeniyle buna çok büyük bir meteorun neden olabileceğiydi.
Ancak bu görüş 20. yüzyılın sonlarında geliştirilen etki alanlarının daha iyi anlaşılması ile geçerliliğini kaybedilmiştir.
Köfels'in yaşadığı durumuda hiçbir krater gözlemlenmemektedir. Bununla birlikte önceki araştırmacıları şaşırtan bazı kanıtlar bunların sadece başka bir toprak kayması tarafından gerçekleştiği görüşüyle de açıklanamayacaktır.
Öyleyse Ninova'daki yeraltı kütüphanesinde bulunan sofistike Sümer yıldız haritası ile Avusturya'da meydana gelen gizemli etki arasındaki bağlantı nedir?
Kil tabletin incelenmesi ile üzerinde takımyıldızların çizimleri olduğu ve bilinen takımyıldız adlarının bulunduğu astronomik bir çalışma olduğunu ortaya konmaktadır. Bu tablet çok dikkat çekmişti ancak yüz yıldan beri kimse ne olduğuna dair ikna edici bir açıklama getiremedi.
Araştırmacılar gökyüzü haritası tabletinin neyi ifade ettiğini bulabilmek için binlerce yıl önceki gökyüzünü ve yörüngelerin modern bilgisayar programlarıyla taklitlerini yaparak yeniden oluşturdular.
Tabletin yarısı gezegen konumlarını ve bulut örtüsünü gösterir ancak tabletin diğer yarısı hala uzayda olmasına rağmen yeterince büyük görünen bir nesneden bahseder.
Gökbilimciler yıldızlara göre yörüngeyi not edip belirlediler ve sonuçta gördüler ki bir dereceden daha az bir sapma ile Köfels'teki alanla eşleşiyordu, yani Köfels'i işaret ediyordu.
Gözlemler asteroitin bir kilometreden daha büyük olduğunu ve Dünya'nın yörüngesinde dönen bir asteroit sınıfı olan bir Aten türü olduğunu ortaya koyuyor.
Bu yörünge aslında Köfels'te neden krater olmadığını açıklıyor. Gelen açı çok düşüktü (altı derece) ve bu da asteroidin Gamskogel adlı bir dağın Längenfeld kasabası üzerinde Köfels'den 11 kilometre uzaktaki bir dağa çarpması anlamına geliyordu. Böylece asteroit nihai çarpma noktasına ulaşmadan patlamıştı. Vadiden geçerken de yaklaşık beş kilometre çapında (alandaki göçmenin büyüklüğü) bir ateş topu olmuştu.
Asteroit Köfels'i vurduğunda bölgede muazzam baskılar yarattı. Çarpma ile un ufak oldu ve toprak kaymasına sebebiyet verdi ancak artık katı bir nesne olmadığı için darbe sonucu oluşan klasik bir krater yaratmadı.
Köfels olayını inceleyen Mark Hempsell konuyla ilgili şöyle diyor: "Bu yörüngeden başka bir sonuç daha çıkarılabilir. Patlamadan kaynaklanan mantar bulutu bükülerek Levant, Sina ve Kuzey Mısır üzerindeki atmosfere yeniden girmiş olabilir. Çok kısa süreli olsa da yerin aşırı ısıınması insan saçı ve kıyafetleri de dahil olmak üzere herhangi bir yanıcı maddeyi tutuşturmak için yeterli olacaktır. Steroidin patlaması nedeniyle ölen insan sayısının Alp dağlarında ölen insanlardan daha fazla olması muhtemeldir."
Başka bir deyişle bu antik yıldız haritası Sümerlerin M.Ö. 29 Haziran 3123 sabahının erken saatlerinde Avusturya'daki Köfels'i vurarak etkileyen bir kilometreden büyük Aten asteroidinin gözlemini yaptıklarını göstermektedir.
Tek gözü vardı ama bu bir ordu toplayıp Mısır'daki Roma'ya saldırmasını engellemedi. Mısır'a saldırı başlattı. Krallığı ile Romalılar arasındaki çatışma beş yıl sürmüştü savaşın sonucunu kendi lehine çevirmişti.
KRALİÇE AMANİRENAS KİMDİR?
Amanirenas, M.Ö. 40-10 yılları arasında Kush'un iktidarındaki cesur tek gözlü kraliçeydi.
Kuş (Kush), Sudan ile güney Mısır Nil Vadisi arasında bulunan Nübye'deki (Nubia) eski bir krallıktı. Bu güzel krallık muhteşem binaları, ünlü firavunları ve piramitlerin ülkesinde ortaya çıkan şaşırtıcı antik eserleri ile Mısır tarafından gölgede bırakıldı. Ancak antik zamanlarda Nübye krallığında yaşayan sofistike bir medeniyet vardı.
Sudan'da Mısır'dakinden daha fazla piramit var ancak çok daha sanatsal olsalar da Mısır'dakilerle kıyaslanamazlar.
Napata ve Meroitik krallığın güney başkenti Meroe'nin çevresinde iki yüzden fazla piramit vardır. Meroe M.Ö. 800 ile 350 yılları arasında gelişip yükselmiş bir şehirdi.
Ne yazık ki o günlerden geriye sadece bu muhteşem piramitler kalıyor ve Nübye antik krallığı neredeyse unutuluyor ve arkeoloji tarafından ihmal ediliyor.
Ünlü bir Kandake ("kraliçe" ya da muhtemelen "kraliyet kadını" için kullanılan bir terim) olan Amanirenas Meroitik dönemde hüküm sürdü ve yirmi beşinci Hanedanlığı'ndan kalma bir kültürü Kush'da geliştirdi. Saltanatı boyunca Mısır'ı kontrol altında tutmaya çalışan Romalılarla sürekli tekrar eden çatışmalar vardı. Kocası bir savaşta ölünce ve oğlunun yardımı ile Romalılarla savaşmaya devam etti.
MÖ. 2 Eylül 31'de Roma'nın Mark Antony filosu ve Mısır kraliçesi Kleopatra'nın filosu Augustus'un (Calligula) donanmasıyla karşılaştı. Bu tarihi olay Aktium savaşı olarak bilinir.
Antony ve Kleopatra'nın ordusu yenilince geriye bile bakmadan kaçtılar. Augustus, Kleopatra’nın oğlu Küçük Sezar'ı (Caesarion) idam etti ve Mısır’ı Roma İmparatorluğu’na dahil etti.
KRALİÇE AMANİRENAS VE KUSH ORDULARININ ROMALILARA SALDIRISI
Kuş, Mısırlı Roma krallığından çok daha küçük bir krallıktı. Kraliçe Amanirenas ve ordusu ilk saldırılarını başlattıklarında sürpriz unsurunu kullanmak istediler. Vali Aelius Gallus uzakta bir bölgede mücadele yürütmekle uğraşıyordu, bunu fırsat bilerek saldırdılar. Kuş'lar Asvan ve Filai isimli iki büyük Roma kentini ele geçirdi, halkı esir aldı ve sınırlarını genişletti.
Ordusu bir ganimet ve zafer gösterisi olarak Augustus'un başının bronz tasviri ile geri döndüler, bunu da Roma imparatorunun bir heykelinden almışlardı. Kraliçe Amanirenas bu zafer göstergesini takdir etti. 100 Nesnede Dünya Tarihi kitabının yazarı Neil MacGregor'a göre Augustus'un başını aldılar ve bu başı zafere adanmış bir tapınağın basamaklarının altına gömdüler (Bu bronz baş şuan İngiliz Müzesinde sergilenmektedir).
Fakat Kraliçe Amanirenas ve Kuş savaşçıları zaferin keyfini çok uzun süremediler. Ertesi yıl başa geçen yeni Roma Valisi Gaius Petronius tarafından Asvan'dan (Syene) sürüldüler.
Petronius Kuş'lular tarafından sürekli rahatsız edildiği ve tehdit devam ettiği için öfkeliydi. Kuş Krallığının bu saldırı ve tehditlerinden dolayı İmparator Augustus çok sinirlendi ve Roma ordusundan rakip krallığı kontrol etmelerini istedi. Petronius’un ordusu M.Ö. 15. yüzyılda Nubileri fethettikten sonra Kuş Krallığını Firavun III.Thutmose tarafından kurulan antik bir şehir olan Natapa'ya ulaşana kadar sürükledi.
Romalılar binlerce Nübyeliyi esir aldı ve onları köle olarak sattı. Napata'nın büyük kısmı yok edildi geri kalan kısımda ise büyük zayiat vardı. Fakat Kraliçe Amanirenas'ın Romalılara teslim olma niyeti yoktu.
Kuş Krallığı ve Romalılar tekrar çarpıştılar fakat bu sefer Roma'nın yeni valisi Petronius, Kraliçe Amanirenas ve güçlerinin Primus'u ele geçirmeye çalıştıkları zamankinden daha hazırlıklıydı. Kuş'lar başarısız olunca her iki taraf savaşmak yerine pazarlık etmeye başladı. Zamanla her ikisinin de yararına olacak bir anlaşmaya vardılar ve M.Ö. 21/20 yıllarında Romalılar ile Kushlar aralarında bir barış antlaşması imzalandı. Kuş'ların şikayet edeceği pek bir şey yoktu. Romalılar Primus'dan ayrılınca Meroe'ler imparatora haraç ödemek zorunda kalmaktan kurtuldular.
Bu anlaşmanın bir sonucu olarak Roma ile Kuş Krallığı arasındaki ilişki uzun süre barışçıl olmaya devam etti. Kraliçe Amanirenas’ın Romalılarla olan savaşı toplamda beş yıl sürmüştü ancak bu zaman boşa harcanmış değildi.
Kraliçe Amanirenas pes etmeyerek Romalıları durumlarını yeniden gözden geçirmeye zorlamış ve bölgedeki konumlarını yeniden değerlendirmelerini sağlamıştır.
Kraliçe Amanirenas Nübye'deki tek vahşi kadın savaşçı değildi. Kraliçe Amanishakheto Roma İmparatoru Augustus'un yolladığı bir orduyu mağlup etmişti.
Nübye krallığındaki kadınlar çok güçlüydü. Mesela Amanitore de tıpkı annesi, büyükannesi, büyük büyük anneannesi gibi savaşçı bir kraliçeydi. Tarih açık bir şekilde Nübye kraliçelerinin savaştan korkmadığını göstermektedir.
Török, László (1997). The Kingdom of Kush: Handbook of the Napatan-Meriotic Civilization. Brill. ISBN 978-90-04-10448-8.
a b Jaques, Tony (2007). Dictionary of Battles and Sieges. F–O. Greenwood. pp. 713–. ISBN 978-0-313-33538-9.
a b c Robinson, Arthur E. (1928). "The Arab Dynasty of Dar for (Darfur) Part II". African Affairs. XXVIII (CIX): 55–67. doi:10.1093/oxfordjournals.afraf.a100377. ISSN 1468-2621.
Desmond J. Clark; Roland Anthony Oliver; J. D. Fage; G. N . Sanderson; A. D . Roberts; Richard Gray; John Flint; Michael Crowder (1975). The Cambridge History of Africa. Cambridge University Press. pp. 242–250.
Shillington, Kevin (2012). History of Africa. London: Palgrave. p. 54. ISBN 9780230308473.
"The Story of Africa : Nubia". BBC World Service. n.d. Retrieved 7 September 2018.
Neil MacGregor - A History of the World in 100 Objects
László Török - The Kingdom of Kush: Handbook of the Napatan-Meriotic Civilization
Huehueteotl Aztek mitolojisindeki en eski tanrılardan biri olabilir ancak insanlar Meksika Vadisi'ne ulaşana kadar onu Aztek tanrılarının arasına (panteon) eklememiştir.
Kolombiya öncesi kültürler arasında özellikle Orta Meksika bölgesinde yaşayanlar tarafından ibadet edilen Meso-amerikalı bir tanrıdır.
Aztek antik inanışlarında zamanı uyum ve dengede tutan Huehueteot'du.
Huehueteotl'un adı "eski" (Nahuatl: huēhueh) ve "tanrı" (teōtl) anlamına gelir. Bu tanrının eski Maya inançlarındaki "Mam" ("Büyükbaba") olarak bilinen Eski Tanrı ile ilişkili olduğuna inanılıyor.
Bu tanrı Meksika'nın en eski şehirlerinden biri olan Teotihuacan'ın yükselişinden önceki zamanlarda ortaya çıkar. Eski kaynaklar Huehuetéotl'a bir zamanlar Meksika'nın güneydoğusundaki önemli bir antik bölge olan eski Cuicuilco kasabasında ibadet edildiğini ancak M.Ö. 50'de tahrip edilerek terk edildiğini söylüyor.
Tarikatı oradan Teoityhuacán'a yayıldı. Bu da o bölgelerde tanrının kilden heykellerinin keşfedilmesiyle teyit edildi. Heykellerde ayaklarını çapraz bağlayarak oturan ve kafasında tuhaf bir gemi taşıyan, kambur, yaşlı bir adam olarak resmediyordu.
HUEHUETEOTL'UN ATEŞE İLİŞKİN ÖNEMİ
Aztekler için ateş çok önemliydi. Aztek dininde Huehueteotl hane halkının ocaklarının ateşini yönetirdi. Bilindiği gibi ocaklar Aztekler de dahil olmak üzere dünyadaki birçok antik kültürdeki aileler için her zaman önemli bir mekan olmuştur.
Tabi ki olay sadece yemek pişirilen ocaklar değildi. Aztekler için ateş aynı zamanda değişim ve yenilenmenin bir simgesiydi.
Aztek halkının yerleşim bölgelerinin kalıntılarında Huehueteotl'un pek çok imgesi ortaya çıkarılırken bu imgelere tapınaklarda rastlanmamıştır.
HUEHUETEOTL'UN TASVİRLERİ VE XİUTECUHTLİ İLE BENZER ÖZELLİKLERİ
Huehueteotl zamanı ve yaşlanmayı sembolize eder. Genellikle yaşlı bir varlık olarak çoğu zaman sakalları ile birlikte tasvir edilir. Xiutecuhtli olarak bilinen başka bir tanrı da Huehueteotl ile çok sayıda benzer özelliğe sahiptir ancak tek birbirlerinden ayrıldıkları en önemli nokta onun genç ve dinamik bir adam olarak tasvir edilmesidir. Xiutecuhtli ateş, gün ve ısı tanrısıdır ve volkanlara hükmeder. O soğuktaki (ateş) sıcağı ve karanlıktaki ışığı sembolize ediyordu.
Bu iki tanrının iki farklı mitolojik figürü mü yoksa tek bir tanesini mi temsil ettiği belli değildir. Bu iki tanrı gençliğin yaşlılığa dönüşümünü sembolize ediyor olabilir.
Floransa Kodeksi (el yazması kitap) muhtemelen Azteklerle ilgili bilgiler sunan birçok kodeksin en iyisidir. Bu kodeks Huehueteotl'u Xiutecuhtli için alternatif bir sıfat olarak tanımlar ve bu nedenle tanrının zaman zaman Xiutecuhtli-Huehueteotl olarak da adlandırıldığı görülür.
YENİ ATEŞ TÖRENİ
Yeni Ateş Töreni'nin Huehueteotl'a adandığı ve her 52 yıllık döngünün sonunda gerçekleştiği bilinmektedir.
Yeni Ateş ayini sırasında tüm arazi boyunca çıkan yangınlardan dolayı tüm Aztek nüfusu karanlığa gömüldü. Rahipler yıldızların hareketini izler ve kurban kurbanının kalbini sökmek için işaret ararlardı. İşaret sonrası bedenleri ateşe verecek ve bölgedeki evlere götüreceklerdi. Bu ayin Aztek tanrılarının ilk önce ateşi yarattığına inanmalarından kaynaklanıyordu.
Kaynaklar:
Susan Toby Evans, David L. Webster, Archaeology of Ancient Mexico and Central America
Ryan, Duncan. The Aztec
GÜÇLÜ VE DERİN ANLAMLARI OLAN ANTİK MISIR SEMBOLÜ: RA'NIN GÖZÜ
Konu antik efsaneler, hikayeler ve semboller olduğunda bunların nasıl yorumlandığına dikkat etmek gerekir. Bunun nedeni eski dini sembollerin bazılarının bir kereden fazla kullanıldığı ancak farklı amaçlara hizmet etmiş olmasıdır.
Bu Horus'un Gözü ve Ra'nın Gözü için de geçerlidir. Temel olarak onlar aynı sembollerdir ancak kullanımlarında farklı amaçlar yatmaktadır. Horus’un gözü daha çok koruyucu bir ruh olarak görülürken Ra’nın gözüne atfedilen farklı işlevler vardır.
Ayrıca göz simgesi Sekhmet, Wadjet ve Bastet ile de bağlantılıdır. Efsaneye göre Bastet bu gözü kullanarak insan ırkını yok etmeye çalışmış ve Tanrı Ra tarafından durdurulmuştur.
RA'NIN GÖZÜNÜN AMACI
Eski tanrıların adlarının sembolleri birlikte anılmasını etkileyen en önemli şey eskiden ona tapanların tanrılarını gözlerinde nasıl canlandırdığı ve ona ne şekilde inandığıdır. Diğer Mısır tanrılarının aksine Ra'ya ibadet onun gerçek bir Firavun olduğu görüşü ile başladı. Tam olarak Mısırlı hükümdarlar arasına girdiği yer bilinmiyor hatta Mısır'ın orijinal yöneticilerinden biri bile olabilir.
Bir efsaneye göre Ra yaşlı ve çok zayıf biridir. Güçsüz ve savunmasız olduğu için halkı onun yasalarını ve talimatlarını görmezden gelmeye başladı. Böylece Ra kızını yani Ra'nın gözünü halkını cezalandırmak için aslan biçiminde dünyaya gönderdi.
Başka bir efsanede ise bilgi elde etmek için kullanılan Ra'nın gözü vardır. Bazen bu amaç öncekiyle birlikte kullanılır ve onunla birleşerek gözünün topladığı bilgiler sayesinde adaletini sağlar ve halkı idare eder.
Ra'nın sevgi dolu bir baba gibi davranıp iki kayıp çocuğunu aramak için gözünü göndermesi gözün kullanımı için daha iyi bir amaç olarak görülebilir.
RA'NIN GÖZÜ İLE HORUS'UN GÖZÜ ARASINDAKİ FARK
Horus'un Gözü ile Ra'nın Gözü arasındaki farkı belirlemenin basit bir yolu vardır. En basit fark Horus'un gözünün irisinin mavi olması Ra’nın gözünü renklendirirken ise kırmızı kullanılıyor olmasıdır.
Ra’nın gözünün başka bir tasviri ise güneş diski etrafına sarılmış şekilde duran bir kobra sembolüdür. Bu sembolün temel sorunu onun tanrıça Wadjet'i betimlemek için de kullanılmış olmasıdır. Ayrıca kendisinin bir sembolü olarak göz sembolü ile de bir ilişkisi vardır.
Ra’nın güneş diskinin ortaya çıkış şekli de efsanelerden kaynaklanmaktadır. Ra’nın iki çocuğu kaybolduğunda onları aramak için gözünü gönderdiğine inanılır. Orijinal gözünün yokluğunda Ra'nın bir tane daha gözü çıkar. İlk göz başarılı bir şekilde çocuklarla birlikte geri döndüğünde yerine gelen gözü kıskanır ve çok üzülür.
Ra problemini çözmek için basitçe ilk gözünü bir uraeus'a (yılan figürü) çevirdi ve alnındaki diğer gözlerin üzerine koydu. Ra'nın gözünün bir başka tasvirinde ise göz bir kedi şeklinde görülür.
Bu kedi genellikle Ra'yı Apep adlı bir yılandan korumak için kullanılırdı. Bu tasvir de kedi sembolü en az farklı 7 Mısır tanrısı ile ilişkili olduğu için kafa karıştırıcı olabilir.
RA'NIN GÖZÜNÜN İBRAHİMİ DİNLERİN KİTAPLARI İLE BAĞLANTISI
Mısır hakkında edindiğimiz bilgilerin bir kısmını İncil, Kur'an ve Tevrattaki veba efsanelerinin anlatıldığı bölümlerde bulabilirsiniz. Araştırmacılar bu farklı veba hikayelerinin Mısır tanrılarının halkını korumak için yetersiz olduğunu göstermek için kullanıldığını söylemektedir.
Vebalardan biri çekirgelerin Mısır topraklarını istila etmesiydi.
Kur'an'da Mısır tanrılarının halkı korumada yetersiz olduğunu ifade eden ayete bakalım:
A'raf 132-133: Ve dediler ki: "Bizi büyülemek için ne işaret getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz." Biz de açık seçik mûcizeler olmak üzere onların üzerine tûfan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim olmakta direndiler.
Mısırdan Çıkış Bab 10, 12-15.ayetlerde aynı durum şöyle anlatılır:
12. RAB Musa’ya, “Elini Mısır’ın üzerine uzat” dedi, “Çekirge yağsın; ülkenin bütün bitkilerini, doludan kurtulan her şeyi yesinler.”
13. Musa değneğini Mısır’ın üzerine uzattı. Bütün o gün ve gece RAB ülkede doğu rüzgarı estirdi. Sabah olunca da doğu rüzgarı çekirgeleri getirdi.
14. Mısır’ın üzerinde uçuşan çekirgeler ülkeyi boydan boya kapladı. Öyle çoktular ki, böylesi hiçbir zaman görülmedi, kuşaklar boyu da görülmeyecek.
15. Toprağın üzerini öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi. Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır’ın hiçbir yerinde, ne ağaçlarda, ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı.
Efsaneye göre bu vebada o kadar çok çekirge vardı ki güneş bile lekeli görünüyordu. Ra Mısırlılar ve doğal olarak dönemin Firavunu tarafından güneş tanrısı olarak görülüyordu fakat gökyüzü kararmıştı ve Ra çekirgelerin toprağın tahrip etmesini engellemek için gözünü bile kullanamamıştı, yani güçsüzdü.
Tanrı Horus'un da İncil ile bir bağlantısı olması mümkündür. Sığırları sarmalayan veba hikayesi tanrıça Hathor'a karşı bir yıkım olarak görülmektedir (Hathor'un farklı sembolleri olsa da büyük oranda inekle sembolize edilir). Hathor adı Horus'un evi anlamına gelmektedir.
RA İLE HORUS ARASINDAKİ BİR FARK DAHA
İki gözün yani Ra’nın ve Horus’un gözünün varlığı nedeniyle amaçlarına göre bir ayrım yapılması gerekiyordu. Ra güneş tanrısı olduğundan gözü güneşi temsil ediyordu ve Horus’un gözüne ise ayı temsil etmek kalmıştı.
Çoğu Mısır bilimci için önemli meselelerden biri eski kayıtlarda Horus'un kaybettiği gözünün sağ mı veya sol mu olduğu konusunda açık ifadeler bulunmamasıdır. Bazı efsanelerde sağ gözü bulunmaktadır ve bu efsanelerde Horus’un bir gözünün kaybolmasının güneş tutulmasıyla ilişkilendirildiği görülür.
RA'NIN GÖZÜNÜN MODERN ANLAMLARI
Eski Mısır'ın dışında Ra'nın gözü popülerliğini ve modern kullanımını kaybetmiş görünüyor. Farklı gizli organizasyonlar veya başka amaçlar için olsa da yaygın olarak kullanılmaz. Öte yandan Horus'un gözü Mısır'daki amaçları dışında tarih boyunca görülmektedir.
Tabutlar üzerinde farklı göz şekilleri görülür ve bunlar ölenlerin görmelerine yardımcı olmak için kullanılır. Bu gözler Horus’un veya Ra’nın gözleri olabilir çünkü kimin gözü olduğu net değildir. Fakat antik Mısır'ın dışında kullanım söz konusu olduğunda en çok kullanılan Horus’un gözüdür.
Amerikalılar her şeyi gören gözü dolar banknotlarının arkasında kullanıyorlar. Bazı araştırmacılar onun eski Mısır'daki Horus'un gözü olduğunu söyler.
Fakat Ra'nın gözü de dahil olmak üzere herhangi bir göz sembolünü "baskının" sembolü olarak gören insanlar da vardır. Onlara göre göz simgesinin kullanılması insanlara boyun eğdirileceği, maniple edilebileceği gibi daha pek çok anlama sahiptir.
A'raf 132-133.ayetler
Mısırdan Çıkış Bab 10, 12-15.ayetler
Darnell 1997, pp. 35–37.
Wilkinson 2003, pp. 206–209.
Lesko 1991, p. 118.
Troy 1986, p. 22.
Troy 1986, pp. 21–23.
Pinch 2004, p. 130.
Pommerening, Tanja (2005). Die altägyptischen Hohlmaße. Studien zur Altägyptischen Kultur. Beiheft 10. Hamburg: Helmut Buske Verlag.
Stokstad, Marilyn (2007). "Chapter 3: Art of Ancient Egypt". Art History. Volume 1 (3rd ed.). Upper Saddle River, N.J.: Pearson Prentice Hall. ISBN 9780131743205. OCLC 238783244.
Silverman, David P. (1997). "Chapter 14: Egyptian Art". Ancient Egypt. Duncan Baird Publishers. p. 228.
David Livingston, The Plagues And The Exodus, (1991). Bible and Spade, 4(1), 4 & (1991).
Bible and Spade, 4(1), 10.
Merriam-Webster's Collegiate Dictionary, Eleventh Edition. Merriam-Webster, 2007. p. 1023
Hess, Richard S. (1993). Amarna Personal Names. Eisenbrauns. ISBN 9780931464713. Archived from the original on 2017-12-16.
The Routledge Dictionary of Egyptian Gods and Goddesses, George Hart ISBN 0-415-34495-6
Shorter, Alan. The Egyptian Gods.
Hart, George (1986). A Dictionary of Egyptian Gods and Goddesses. London, England: Routledge & Kegan Paul Inc. pp. 54–56. ISBN 978-0-415-05909-1.
BÜYÜK İSKENDER'İN FİRAVUN OLARAK TAÇLANDIRILMASI VE TANRI AMUN'UN OĞLU İLAN EDİLMESİ
Tüm firavunlar Mısır kökenli değildi. Büyük İskender (MÖ 356 - 323) olarak bilinen Makedonyalı III. İskender sonraları firavun olarak taçlandırıldı ve eski Mısır'da Tanrı Amun'un oğlu ilan edildi.
MÖ. Mayıs 334'te Büyük İskender Pers İmparatorluğu'nu işgal etmeye başladı. Biga Çayı Savaşı sırasında Ahameniş İmparatorluğu'nun son kralı olan III.Darius'u mağlup etti.
Savaş Küçük Asya'nın kuzeybatısında Truva sahasının yakınında gerçekleşti ve bu savaş Büyük İskender ile Pers İmparatorluğu arasında gerçekleşen üç büyük savaştan ilki idi.
Büyük İskender'in başarısızlığa ve ölüme yakınlaştığı bir savaştı. Ancak sağ salim kurtuldu ve zaferden sonra Mısır'a yöneldi.
Büyük İskender’in Pers’ler üzerindeki zaferi Persler tarafından daha önce fethedildikten sonra artık egemen bir krallık olmaktan çıkan eski Mısır’da memnuniyetle karşılandı. Bu yüzden Büyük İskender Mısır'a girdiğinde insanlar onu Mısırlıları Pers İmparatorluğunun ellerinde yıllarca süren acımasız baskıdan kurtarmış bir kurtarıcı olarak görüyorlardı.
MÖ. 332 Sonbaharında o zamanlar sadece 24 yaşında olan Büyük İskender Memphis'te firavun olarak taçlandırıldı. Libya sınırından çok uzakta olmayan Mısır'ın çölünün batısında bulunan Amun'un Tapınağı'nı ziyaret etti. Büyük Makedonyalı savaşçı İskender daha sonra tanrı Amun'un oğlu ilan edildi. Bu çok özel bir ünvandı çünkü Amun'a Mısır halkı yaratıcı tanrı olarak tapınıyordu. O tanrıların kralı ve tüm firavunların babası olarak kabul ediliyordu.
Mısır'ın hükümdarı olan Büyük İskender Perslerin aksine insanları kendi dinlerini uygulamaya devam etmeye teşvik etti. İlginç olan şu ki İskender Mısırlıların tanrılarına ona rehberlik etmeleri için dua ettiğini söylemiş ancak dualarında onlara ne söylediğini asla açıklamamıştır.
Büyük İskender iki ayını harcayıp sarayda tanrı gibi yaşadığı halde bir yönetici olarak görevini kesinlikle ihmal etmedi.
Bir firavun ve askeri komutan olarak görev yapan Büyük İskender ülkedeki siyasi gücü geri kazandı ve başına Mısırlıları atadı. Ancak Mısır ordusunun kendi komutası altında kaldığından emin olarak gereksiz riskler almadı.
Yeni toprakları fethetmek için ayrılmadan önce Mısır'ın kuzeyindeki Akdeniz kıyıları boyunca uzanan İskenderiye şehrini kurdu. Muhteşem deniz feneri ve ünlü kütüphanesi ile bilinen İskenderiye bir zamanlar antik Akdeniz bölgesinin Roma'dan sonraki en güçlü ikinci şehriydi.
Büyük İskender, MÖ. 11 Haziran 323'te Babil'de öldü ve ölümü Mısır tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına neden oldu.
Büyük İskender'in generallerinden ve milletvekillerinden biri olarak görev yapan I.Ptolemaios (M.Ö. 366-282) Mısır kralı oldu. Ülkeye önemli değişiklikler getiren Ptolemaios Krallığı'nı kuran da oydu.
Eski Mısır halkı kısa süre sonra Ptolemaios'u bağımsız Mısır'ın firavunlarının halefi olarak kabul ettiler. Ptolemaios hanedanlığı Mısır'ı Romalılar fethedene kadar yönetti. VII.Kleopatra Mısır'daki Ptolemaios Krallığı'nın son aktif hükümdarıydı ve oğlu Caesarion sayesinde sözde firavun olarak hayatta kaldı.
Antik Sayfalarda daha önce de belirtildiği gibi, Küçük Sezar - Sezar, 23 Ağustos 30, yalnızca 17 yaşında öldürüldü. Mısır Ptolemies'in son kralıydı, büyük olasılıkla Julius Caesar'ın oğlu ve annesi Kleopatra VII idi.
Mısır'daki Ptolemaios hanedanlığının son kralı olan küçük Sezar (Caesarion) büyük olasılıkla Julius Sezar ve VII.Kleopatra'nın oğluydu ve henüz 17 yaşında iken öldürüldü.
Antik Mezopotamya kenti Uruk'ta bulunan 5000 yıllık bu çivi yazısı tablette biraların işçilere günlük çalışmalarının karşılığı olarak dağıtımı gösteriliyor.
SÜMERLERİN İŞÇİLERE BİRA ALMALARI İÇİN MAAŞ ÇEKİ VERDİKLERİ ORTAYA ÇIKTI
Londra'daki İngiliz Müzesin'de bulunnan ve tahminen 5.000 yıllık olduğu düşünülen bir tabletteki çivi yazıları işçilere günlük paylarının (yevmiye) sıvı altın (sıvı altın dedikleri şey bira) olarak ödenişini gösteriyor.
Bira ile ilgili en eski kanıtların Mezopotamya'daki bir Sümer tabletinde bulunduğunu zaten biliyordum ama bu bira çeki olayından haberim yoktu.
Sümerler döneminde bira o kadar popülerdi antik Sümer'de işçilere emeklerinin karşılığını bira ile ödediler ve bu uygulama antik dünyada yaygın olarak biliniyordu.
Bu tablet MÖ 3100 ila 3000 arasında yapılmıştır. Tablet Fırat nehrinin mevcut yatağının doğusunda bulunan eski bir Sümer ve daha sonraları Babil kenti olan Uruk’ta yapılan kazılarda "istihkak" anlamına gelen bir kaseden yiyen insan kafasını ve "bira" anlamına gelen konik bir kabı gösterir. Kuşkusuz ki Bira'nın Mezopotamya'da bu kadar popüler olmasının birkaç nedeni var. Bira birçok içeceğe göre daha güvenliydi ve sudan daha lezzetliydi.
Bira biçiminde ödeme alan tek işçi Sümerler değildi. Bira eski Mısır toplumu için de ciddi öneme sahipti. Eski Mısır işçilerinin ve esnafının temel içeceği bira iken zengin insanların içeceği ise şaraptı.
Eski Mısır'da da işçilerin ücretleri bira ve çeşitli malzemeler ile ödendi ve Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçiler çalışmalarının karşılığı olarak günde üç kez bira alıyorlardı. Günlük istihkak miktarı ise dört ila beş litre bira kadar olabiliyordu.
Ayrıca tarihte II.Richard'dan şairlerin ve "İngiliz edebiyatının babası" olarak bilinen Geoffrey Chaucher'ın yıllık maaşını 252 galon şarap olarak aldığı da bilinmektedir.
Ücretleri alkol şeklinde almak tarih boyunca birkaç kez olmuştur ve bu eğilim bazı modern şirketler tarafından hala uygulanmaktadır.
Eski Mısırlılar da biraya çok değer verdiler ve onu sadece sarhoş olmak için değil aynı zamanda ilaç ve ödeme yöntemi olarak da kullandılar. Bira eski Mısır toplumunda büyük öneme sahipti ve varlığı kadınlara ekstra para kazanma fırsatı veriyordu.
Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçilere yevmiyelerinin bir parçası olarak günde üç kez bira veriliyordu. Mısır'da kazı yapan arkeologlar birayla yapılan ödemelerin ülkenin çeşitli yerlerinde görüldüğünü yani zannedilenden çok daha yaygın olduğunu keşfettiler.