Eski Mısır dininde kişi öldüğünde ölüler alemi olan Duat'a gider, burada kalbi
teraziye konur ve iyiliğin tüyüne karşı kalbi tartılırdı. İbrahimi dinlere
günah ve sevapların tartılması olarak geçen bu inanışta önemli bir detay
vardır. Ölüler Kitabında detaylıca anlatılan Kalbin Tartılması işlemi
sırasında kalbi tartılan kişi oradaki tanrıça Maat'ın yargıçlarının bakışları
altında 42 maddeden oluşan Saflık Beyanını okumalıdır. Bu, yargılanmadan önce
ölen kişiye tanınan bir fırsattı.
Maat'ın yargıçlarına karşı yapılıyordu; Çünkü Maat adaletin, doğrunun,
bilginin, yasaların, ahlakın, uyumun ve kozmik dengenin tanrıçasıdır. Kalbin
Tartılması sırasında kişinin kalbine karşı Maat'ın tüyünün konmasının nedeni
de budur.
Maat'ın yargıçlarına yapılan Saflık Beyanları kişisel olduğundan mezardan
mezara farklılık gösterse de temel itibariyle günah kavramları aynıdır. Bunlar
tanrıça Maat'ın kanunları değil de Maat'ı memnun etmek için onu okuyacak
kişinin hayattayken yaptıkları ya da yapmadıklarının beyanıdır. [4]
42 maddeden oluşmasının nedeni, Nebseni papirüsünde Maat'ın yardımcı
yargıçları olan 42 tanrıdır.[7] Bu 42 tanrı, Mısır'ın 42 eyaletini temsil eder
ve "yaşamları boyunca Maat'tan beslenen gizli Maat tanrıları" olarak
adlandırılırlar. Bunlar sunular kabul eden küçük kademeli ilahlardır. [4]
Yani aslında her bir madde ile bir tanrı ya da tanrıçaya ifade verilmekte ve
itirafta bulunulan her bir tanrı ile Mısır'ın bütünlüğü vurgulanır. Bu küçük
dereceli tanrı ve tanrıçaların adlarını Ölüler Kitabı'ndaki Nebseni
Papirüsünde görmek mümkündür.
Ölünün okuduğu 42 Saflık Beyanı Musevilikteki 10 Emir'in temelini
oluşturur şekildedir ve kutsal olduğu söylenen kitaplardaki günah kavramından
daha iyi ahlaki hatlara sahiptir. Söz konusu 42 madde şöyledir:
Günah işlemedim.
Şiddet kullanarak soygun yapmadım.
Çalmadım.
Erkek ve kadınları öldürmedim.
Tahıl çalmadım.
Sunuları çalmadım.
Tanrıların mallarını çalmadım.
Yalan söylemedim.
Yiyecekleri taşımadım.
Küfür etmedim.
Zina etmedim, erkeklerle yatmadım.
Kimseyi ağlatmadım.
Kalbi yemedim (Boş yere üzülmedim, pişmanlık duymadım)
Hiçbir erkeğin karısını ahlaksızlaştırmadım (burada önceki iddiasını
yenileyerek başka bir tanrıya hitap eder)
Kendimi kirletmedim.
Hiç kimseyi korkutmadım.
Yasayı çiğnemedim.
Kızmadım.
Kulaklarımı gerçeğin sözlerine kapatmadım.
Dine küfretmedim.
Şiddet adamı değilim.
Çekişme kışkırtıcısı ya da barış bozan biri değilim.
Acele ile yargılamadım ya da hareket etmedim.
Konuları merak etmedim.
Konuşurken sözlerimi çoğaltmadım
Kimseye zulmetmedim, kötülük yapmadım.
Kral'a karşı büyücülük yapmadım (ya da küfretmedim)
[Akması gerektiği zaman] suyun akışını hiç durdurmadım.
Asla sesimi yükseltmedim. (kibirli ya da öfkeli konuşmadım)
Tanrı'ya küfretmedim, lanet okumadım.
Kötü bir öfkeyle hareket etmedim.
Tanrıların ekmeğini çalmadım.
Khenfu keklerini ölülerin ruhlarından alıp götürmedim.
Çocuğun ekmeğini kapmadım, şehrimin tanrısını hor görmedim.
Tanrıya ait sığırları öldürmedim. [5][6][1]
Şimdi bir de 10 emire bakalım:
Tanrı YHVH'ten başka ilah(lar)ın olmayacak.
Kendine yukarıda, gökte; aşağıda, yerde; veya derinlerde, yeraltında
yaşayan put(lar) yapmayacaksın; onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet
etmeyeceksin.
Tanrın YHVH'in ismini boş yere anmayacaksın.
Haftanın altı günü çalışacak ve dünyevi işlerini yapacaksın; haftanın
son günü, yedinci gün mukaddes Şabat günündeyse bütün işlerini bırakacak
ve Tanrın YHVH'e ibadet edeceksin. O gün, Sebt'tir.
Annene ve babana hürmet edeceksin.
Öldürmeyeceksin.
Zina etmeyeceksin
Çalmayacaksın.
Komşu(ları)na karşı yalan yere şahitlik yapmayacaksın.
Fark edebileceğiniz gibi 10 emir, Mısır dinindeki 42 maddenin sayıca
azaltılmış ve Tanrı faktörünün daha ağırlık kazandırılmış halidir. Tevrat'ta
yazanlara göre Musa bir Mısırlıdır. Dolayısı ile Mısır'da büyümüş olan Musa
Mısır tanrı ve tanrıçalarına taparak büyümüştür. Bu yüzden Maat'ı ve 42 Saflık
Beyanı'nı biliyor olmalıdır.
Mısır dinindeki Saflık Beyanları birer kanun olmadığından kişiden kişiye
farklılık gösterebildiği için, farklı mezarlardan çıkan beyanlarda ölülerin
şöyle beyanları yer alır:
Hizmetkarlara kötü muamelede bulunmadım.
Kimseye benim adıma cinayet işlemesi için emir vermedim. [2][1]
Yalancı şahitlik yapmadım.
Aç olana ekmek verdim, susamışa su ve çıplak olana elbise verdim. [3][1]
Henüz ortada Musevilik, Hristiyanlık ve İslam gibi dinler yokken, çoktanrılı
eski Mısır dininin sahip olduğu ahlaki çizgi İbrahimi dinlerle neredeyse
aynıdır.
Örneğin Mısır dini insanları köleleştirmeyi ve zorla çalıştırmayı uygunsuz bir
davranış ya da günah olarak görmemiştir. Durum İbrahimi dinlerde de aynıdır.
Yahudiler dinlerini Eski Mısır dininden ve çevre topluluklardan duydukları ile
inşa ettiğinden kölelik sistemi onlara da geçmiş, buradan da Kur'an'a geçerek
varlığını devam ettirmiştir. Bu yüzden Kur'an'da köleliği ve cariyeliği
yasaklayan hiçbir ayet yoktur.
İbrahimi dinlerde ahlaklı olmanın ya da iyilik yapmanın nedeni tanrı ve
cehennem korkusudur. Cehennem korkusu içindeki kişi yaptığı iyiliklerle
tanrıyı ikna edecek seviyeye geldiğinde cennetlik olur. Yani kişi içinden
geldiği için, sadece iyilik yapmak için değil de çıkar ya da tehdit ilişkisi
içinde hareket eder.
Söz konusu dinleri etkileyen Mısır dininde de durum aynıdır. Kişiler yeraltı
diyarında tekrar doğma hakkı kazanarak cennete gitmek için iyilik yapar ve
kötülükten uzak dururlar. Yine ödül-ceza sistemine dayalı ahlak söz konusudur.
Bu yüzden kişi hayattayken olabildiğince iyi olmaya çalışır ve öldüğünde
Osiris ve 42 Maat yargıcının karşısına çıkarak onlara uzak durduğu kötülükleri
ya da yaptığı iyilikleri sıralar. Akabinde "kalbim temiz, kalbim temiz, kalbim
temiz" diye de ekler. Çünkü dönem insanının inanışına göre tüm iyi ya da kötü
eylemlere karar vermeyi sağlayan, yani beyin işlevini gören organ kalptir. Bu
inanışın yansımalarını Kur'an'da da görmek mümkündür.
Bir nokta daha var ki Antik Mısır'ın Büyük Yargılama metinlerinde kişi
yaptıklarını anlattıktan sonra diğer aşamada kalbi dile gelip konuşmaya
başlar. Bu inanış değişim geçirerek İbrahimi dinlerde kişi yargılanırken
günahlarını saklayamayıp itiraf edeceği, hatta organlarının bile onun yerine
konuşacağı inanıcına zemin hazırlamış olabilir.
KAYNAKLAR
E.A.Wallis Budge, Egyptian Literature
Ölüler Kitabı, Bab CXXV
A.g.e., 3. Kısım
Ani Papirüsü
Studio 31, The Book of the Dead (2015), pp. 97-96; 577-582.
Sir Ernest Alfred Wallis Budge (1913). The Papyrus of Ani: A Reproduction
in Facsimile, Edited, with Hieroglyphic Transcript, Translation, and
Introduction.
Budge The Gods of the Egyptians Vol. 1 pp. 418-20
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Anubis; Batılıların İlki, Kutsal Toprakların Efendisi, Kutsal Dağının
Üzerinde Olan, Dokuz Yayın Hükümdarı, Milyonları Yutan Köpek, Köpeklerin
Efendisi, Sırların Efendisi, Mumyalama Yerinde Olan, İlahi Mahfazanın En
Başı ![10][11]
Antik Mısırda Anpu veya Inpu adıyla bilinen tanrının Yunancası
Anubis'tir. [8][9] Anpu adının kökü eski Mısır dilinde "Kraliyet çocuğu"
iken Inpu'nun kökü olan "inp" çürümek anlamına gelmektedir.
Antik dönem insanlarının doğayı, hayvanları gözlemleme sonucu oluşmuş
tanrılardan biridir. Eski Mısır'da çakalların ölüler ve mezarları
etrafında dolaştığı, insan cesetlerini çıkarıp yedikleri görüldüğünden
ölüm ve ölü bedenler çakal ile ilişkilendirilmiştir.[18] Böylece Antik
Mısır'da tamamen çakal ya da çakal başlı insan biçimindeki ölüm,
cenaze, ahiret, yeraltı dünyası, mezarlıklar ve mumlayama ile
bağlantılı olan Anubis var olmuştur.
Kutsal hayvanı Mısır köpeklerinden biri olan altın Afrika kurdudur. Bu
hayvanın eski* ismi "altın Afrika
çakalıdır". [2][3][4]
Mezarların başında dolaşan çakalın ölüleri koruduğu düşünülmüş ve bu
bağlamda Anubis de ölüleri koruyan, kollayan yücelten bir tanrı halini
almış, hatta tanrı Osiris'i bile mumyaladığına dair inanç türemiştir.
Mezarları kazarak ölüleri çıkaran, parçalayıp yiyen çakal nasıl olur
da onları koruyan bir figür haline dönüştü diyebilirsiniz. Buradaki
mantık şöyle işliyordu. Cesetlerinin bir çakal ya da civardaki köpek
türleri tarafından parçalanacağından endişe eden insanlar ölülerinin
ya da öldüklerinde kendi bedenlerinin korunması umuduyla kendi türleri
ile savaşarak insanları koruyacak bir çakal seçmişlerdi. Yani endişe
duydukları çakallardan onları koruyacak olan yine bir çakaldı.
Özellikle Erken Hanedanlık döneminde, Hor-Aha, Djer ve diğer 1.
Hanedanlık firavunlarının taş yazıtlarında tamamen hayvan görünümüyle
yani büsbütün bir çakal olarak tasvir edilmiştir. [12][17]
Karısı yine kendisi gibi çakal olan Anput, kızı ise yılan tanrıça
Kebeçet'tir. Fakat Anubis'in soyu konusunda farklılıklar mevcuttur.
Örneğin erken mitolojide Ra'nın oğlu iken [14] 1.Ara Dönem'e (MÖ
2181-2055) ait tabut metinlerinde inek tanrıça Hesat ya da kedi başlı
tanrıça Bastet'in oğludur. [23] Başka bir gelenek onu Ra ve Neftis'in
oğlu olarak tasvir ederken [14] Yunan tarihçi Plutarhos, O'nun Neftis
ve Osiris'in gayri meşru oğlu olduğunu fakat Osiris'in karısı Isis
tarafından evlat edinildiğini belirtmiş ve şöyle yazmıştır: [24]
Isis, Osiris'in kız kardeşini sevdiğini ve onunla ilişki içinde
olduğunu öğrenip, bunun kanıtı olarak Osiris'in Neftis'e bıraktığı
bir yonca çelengini gördüğünde etrafta bir bebek arıyordu. Çünkü
Set'ten korkan Neftis bebek doğduktan sonra onu terk etmişti.
Köpekler büyük zorluklar içinde Isis'e yardım ederek bebeği
bulmasını sağlamışlardı. Isis onu bulunca bebeği büyüttü, [büyüyen
bebek] Anubis adıyla onun koruyucusu ve müttefiki oldu.
Köpek başlı ya da tamamen köpek şeklinde tasvir edilen ve Anubis'ten
farklı olarak gri ya da beyaz kürklü olan Vepvavet, Anubis'in erkek
kardeşiydi. Tarihçiler zamanla bu iki figürün birleştiğini
varsaymaktadırlar. [7]
Her toplumda tanrıların zaman zaman farklı roller üstlendiği ya da
rollerinin tamamen değiştiği görülür. Anubis'e de farklı roller
yüklenmiştir. Örneğin; 1. Hanedanlık döneminde (MÖ 3100-2890)
mezarların koruyucusu ve kralların mumyacısı olan çakal başlı
Anubis, Orta Krallık döneminde (MÖ 2055-1650) yer altı dünyasının
efendisi olan Osiris'in rolünü devralınca Anubis'in görevleri
arasına ruhları öbür dünyaya yönlendirmek eklenmişti. [32]
Benzer görev bazen inek başlı tanrıça Hathor tarafından uygulanmış
olsa da bu görevi yerine getiren kişi olarak daha çok Anubis tercih
edilmiştir. Firavun döneminin sonlarına doğru (MÖ 664-332) Anubis
genellikle insanları canlılar dünyasından öteki dünyaya
yönlendirirken tasvir edilmiştir. [20][33]
Böylece Anubis diğer tanrılarla birlikte bir ruhun öteki aleme
gitmeye uygun olup olmadığının test edildiği "Kalbin Tartılması"
adlı uygulamada yer alır hale gelmişti. Ahirete kimin gideceği
konusunda Osiris'e yardım ediyor ve ölülere rehberlik yapıyordu
[5][11]
İnanışa göre "İki Gerçeğin Salonu" adlı yerde, ölüp yer altına gelen
ruhun kalbi terazide tartılırdı. [11] Anubis terazinin dilini
kontrol ettikten sonra teraziye konan ölünün kalbi iyi, adaletli ve
dengeli bir yaşamı simgeleyen Ma'at tüyüne veya gerçeğe karşı
tartılırdı; ki Ma'at denge ve adalet tanrıçasıydı. Anubis'in
genellikle ayakta ya da diz çökmüş vaziyette altın bir terazi
tutarken tasvir edilmesinin sebebi bu inanıştı. [10]
Ma'at tüyü karşısında tartılan kalp eşit ya da hafif gelirse kişinin
"Ka" sı yani ruhu tekrar doğması için Duat adlı ölüler aleminden
cennete yani Aaru'ya gönderilirdi. Eğer kalp ağır gelirse, kişinin
kötülük yaptığı, dengeli, adaletli bir yaşam sürmediği anlamına
gelirdi ve kalbi, "ölü yiyici", "kalplerin yiyicisi", "insan yiyen"
sıfatları ile anılan bir yaratık olan timsah başlı Ammit tarafından
yenerek yok edilir ve kalbin sahibi Duat'ta kalmaya mahkum
edilirdi. Tanrıların katibi Thoth ise tartma işleminin sonucunu
yazardı. [6][23][24][25]
Bir diğer geleneğe göre Anubis, ruhu kalbini tartacak olan Osiris'in
önüne getirir. Kalp tartıldıktan sonra, merhumun Maat'ın
Müfettişleri ona bakarken Ani papirüsünde yazanları diğer adıyla 42
Saflık Beyanı, 42 Olumsuz İtirafı okuması gerekir. [6][5]
Antik Mısır dinindeki "Kalbin Tartılması" uygulaması ilerleyen
süreçte İbrahimi dinlere "günah ve sevapların tartılması" şeklinde
geçmiştir. Dönem insanının düşünme ve duygusal eylemlerin yöneticisi
yani akıl etmeyi sağlayan organ olarak inandığı kalp aynı şekilde
İslam'a geçmiş ve ayetlerde düşünme eylemini yapan organ olarak yer
almıştır.
Antik Mısır'da sıvılaştırılarak kafatasından dışarı akıtılan beyin
önemsiz görülürken, önemli görülen organlar çıkarılıp kanopik
kaplarda saklanırdı. Ruhun parçası olarak görülen kalp öyle
önemliydi ki asla bedenden çıkarılmazdı. Yani kalp en önemli organ
iken beyin değersiz bir çöptü.
Fakat bazen önemli görülen kalp ve bağırsaklar çıkarıldıktan sonra
ölüleri koruduğuna inanılan 4 tanrının balmumundan yapılmış kapları
içine konarak mumyanın bedenine geri yerleştirilirdi. [21][22]
Eski Mısır'dan İslam'a geçen bu inanışın izlerini ve bilimsel
yanlışının üzerini örtmek isteyenler ise "kalp" kelimesini meal ve
tefsirlerde ısrarla beyin olarak çevirmiş ve hiçbir ispatı
olmamasına rağmen "kalp burada mecaz olarak kullanılmıştır"
açıklamasını getirmişlerdir.
"Kur'an bir biyoloji kitabı olmadığından tüm organları ve
işlevlerini açıklamak zorunda değildir. Kur'an'da defalarca
akıldan, akıl etmekten bahsedilmiştir."
diyenler olsa da bu bir şeyi değiştirmemektedir. Çünkü akıl
etmekten, düşünmekten yani beynin sorumlu olduğu işlerden
bahsederken sürekli kalpten bahsedilmekte ve bir tanecik ayette bile
beyin kelimesi geçmemektedir. Bu durum tıpkı eski Mısır'da olduğu
gibi İslam'da da beynin işlevlerini yerine getiren organın kalp
olduğuna inanıldığının ispatıdır. Duygusal davranmak ya da saldırgan
bir tavır almak bu gerçeği değiştirmeyecektir.
Anubis özellikle hanedanlık dönemi başlarından siyah bir köpek
olarak tasvir ediliyordu. [12] Fakat onun siyah rengi sembolik
anlamlar taşıyordu; Mumyalamadan önce natron tuzunda günlerce
bekletilip suyu iyice çekilen insan cesetleri kararıyor, rengi
değişiyor ve mumyalama işlemi sırasında kullanılan sargılar
reçineden yapılan maddeye bulaşıyordu. [14]
Ayrıca Mısır için oldukça önemli olan ve ilahlaştırılan Nil nehrinin
bereketli alüvyonları siyahtı. Tüm bu nedenlerden dolayı siyah renk
doğurganlığı ve öbür dünyada yeniden doğma olasılığını simgeliyordu.
[28]
Mumyalama ile olan ilişkisinden dolayı ölen kişiyi
mumyalamakla görevli olan kişiler yüzlerine ölüler kentinin efendisi
ve ölülerin koruyucusu Anubis'in maskesi takarlardı.[1]
Özellikle
terazi başında diğer tanrılarla birlikte görev aldığı Orta Krallık
döneminde çakal başlı bir adam olarak tasvir edilmeye başlanmış olan
Anubis'in tamamen insan formuyla ortaya çıktığı nadir bir yer
vardır; ki bu da Abidos'ta bulunan II.Ramses'in mezarıdır.
[14][9]
Genellikle kolunda şerit, elinde bir harman
döveni tutarken tasvir edilen Anubis'in özelliklerinden biri, onun
mumyalayıcı rolünü belirten Imiut fetişiydi (jmy-vt). [29]
Eski Mısır'ın dini nesnelerinden biri olan Imiut fetişi doldurulmuş,
kafasız bir hayvan derisiydi. Bu hayvan genellikle kedi ya da boğa
olurdu. Bu fetişler kuyruk kısımlarından bir direğe bağlanır, bir
nilüfer tomurcuğu ile son bulur ve ayakta duran bir direk üzerine
yerleştirilirdi. Kökeni ve amacı tam olarak bilinmeyen bu dinin
nesnenin varlığı 1. Hanedanlığa kadar uzanmaktadır.
Cenaze
ile ilgili konularda ölünün mumyası ile ilgilenen ya da mezarının
tepesinde oturup onu korur şekilde tasvir edilen Anubis'in Yeni
Krallık müdürlerinde düşmanları üzerindeki egemenliği simgeleyen
dokuz yayın üzerinde oturduğu görülmektedir. [30]
Orta
Krallık döneminde (MÖ 2000-1700) Osiris rolünü devralan Anubis, MÖ
30'larda başlayan Roma dönemindeki mezar resimlerinde ölen kişinin
elini tutarak Osiris'e gitmesi için rehberlik ederken tasvir
edilmiştir. [20][13]
Anubis'in sıfatlarından biri olan "Kenti-Amentu" (Khenty-Amentiu)
Batılıların İlki ya da Önde Geleni anlamına geldiği gibi aynı
zamanda başka bir köpek cenaze tanrısının adıydı. Bu sıfata sahip
olmasının nedeni koruduğuna inanılan ölülerin genellikle Nil'in batı
yakasına gömülüyor olmasıydı. [14]
"Dağının Üzerinde Olan" (Tepy-djuef (tpy-ḏv.f)) sıfatı onun ölüleri
koruduğunu gösteren bir başka sıfattı ve O'nun mezarları yukarıdan
koruduğunu anlatırken "Kutsal Toprakların Efendisi" (Neb-ta-djeser
(nb-t3-ḏsr)) sıfatı Anubis'i Nekropolis çölünün tanrısı olarak
tanımlıyordu. [31][17]
Bu yönlerinden dolayı çoğu antik mezar üzerinde Anubis'e edilen
dualar yazılmıştı.
Bir Papirüs metninde yazanlar Anubis'in, Osiris'in cesedini Set'ten
koruduğunu anlatır. Bu efsaneye göre Set bir leopara dönüşerek
Osiris'in vücuduna saldırmaya çalışır. Anubis, Set'i durdurur, boyun
eğdirir ve Set'in derisini kızgın demir buçukla dağlar. Daha sonra
Set'i n derisini yüzer ve ölülerin mezarına saygısızlık edecek,
kötülük yapacak olanlara karşı bir uyarı mesajı olması için bu
deriyi giyer. [18]
Yani çakal olan Anubis'in düşmanı leopar olan Set'ti.
İşte bu yüzden ölülerle ilgilenen rahipler Anubis'in Set'e karşı
kazandığı zaferin simgesi olarak leopar derisi giyerlerdi.
Leoparların derisindeki siyah beneklerin varlığı, Anubis'in onu
(Set'i) dağladığını anlatan bu efsaneye bağlanıyordu. [19]
"Mumyalama Yerinde Olan" sıfatı Anubis'in bir Imiut ya da Imiut
fetişi olarak mumyalama ile olan ilişkisini vurguluyordu. Aynı
zamanda "tanrının kabinini yöneten kişi" olarak da anılıyordu; ki
buradaki "kabin" muhtemelen mumyalamanın yapıldığı yer ya da
firavunun mezar odası anlamlarına geliyordu. [31][17]
Osiris efsanesinde Anubis, Isis'in Osiris'i mumyalamasına yardım
eder. [20] Nitekim Osiris efsanesi ortaya çıktığında Osiris, Set
tarafından öldürüldükten sonra organlarının Anubis'e hediye edildiği
söylenmiştir. Bu efsaneden dolayı Anubis mumyalayıcıların da
koruyucu tanrısı haline gelmiştir. Ölüler Kitabı'nda Mumyalama
ayinleri sırasında genellikle dik duran mumyayı tutan çakal maskeli
bir rahip olarak yer almıştır.
Ölüler Kitabı, 151. bölümde Mumyalama odasında Anubis, Isis, Neftis
ve Horus'un 4 çocuğu bulunur. Her biri kendi sözlerini söylerler.
Bunlardan Anubis'in sözleri şöyledir:
İlahi çadırın önde gelenlerinden Anubis tarafından
konuşulan sözler [şunlardır]
O ellerini hayatın efendisinin (tabutun) üzerine koyduğu
zaman
Şu sözler söylendi:
Selam sana güzel yüzlü, görüşün efendisi, Ptah-Sokar'a
bağlı, Anubis tarafından büyütülen
Tanrılarda olan güzel yüz, kime Şu'nun (Shu)*** sütunları
verildi
Sağ gözün Akşam Teknesi, sol gözün Sabah Teknesi
Kaşların Dokuz Tanrı, kaşın Anubis
Kaşın Horus, parmakların Thoth
Saçların Ptah-Sokar
Osiris N'nin önündesin, seni görebilir
Onu doğru yola ilet ki Set'in çetesini senin için
cezalandırsın
Iunu'daki büyük tapınaktaki Ennead'ın** önünde düşmanlarını
senin için düşürsün
ve soyluların efendisi Horus'un önünde Büyük [Beyaz] Tacı
al
Aynı bölümde yer alan Anubis'in figürü şöyle der:
Uyan, izle, ey dağ olan
Anın def edildi
Saldırgan anını geri püskürttüm
Ben Osiris N'nin koruyucusuyum
ANUBİS + HERMES = HERMANUBİS
MÖ 350-30'da Ptolemaios döneminde Mısır, Yunan firavunlar
tarafından yönetilen Helenistik bir krallık haline gelmişti. Bu
etkileşim sonucu antik Mısır tanrısı Anubis, Yunan tanrısı Hermes
ile birleşmiş ve ortaya Hermanubis adlı tanrı çıkmıştı. [26][27] Bu
birleşimin en büyük nedeni iki tanrının da ruhları öbür dünyaya
yönlendirdiğine olan inanışa yani benzer olmalarına dayanıyordu.
[13]
Döneme ait, cenaze sanatında Anubis, Yunan kıyafeti giymiş erkek
veya kadınları, o zamana kadar çoktan yeraltı dünyasının hükümdarı
konumuna gelmiş olan Osiris'in huzuruna götürürken temsil ediyordu.
Mısırdaki Roma döneminde Yunan tarihçiler Anubis'in ruhlara yol
gösteren bu yönünü Yunan dininde de aynı rolü oynayan kendi
tanrıları Hermes'e atıfta bulunmak için kullandıkları "ruhların
rehberi" anlamına gelen bir Yunan terimi olan "psychopomp" olarak
tanımlamışlardı. [13]
Yunanlılar ve Romalılar, Mısır'ın hayvan başlı tanrılarını tuhaf
buluyor, ilkel olduklarını söyleyerek küçümsüyorlardı. Hatta
Anubis'e taktıkları alaycı bir isim vardı : "Havlayan".
Fakat Hermes ile birleşmesine rağmen çakal yönü ağır basmış
olmalıydı çünkü bu tanrının tapınma merkezi, Yunanca adı "köpekler
şehri" anlamına gelen Cynopolis'ti (uten-ha / Sa-ka) ve çakal başına
sahipti. Gökteki Sirius ve yeraltı alemindeki Cerberus ve Hades ile
ilişkilendirildiği olmuştu. [15]
İki tanrının birleşmesi ile oluşan yeni tanrı Mısırlı değil de
Yunanlı gibi giyiniyordu. Roma'da bu tanrıya tapınma 2. yy boyunca
devam ettiğinden Hermanubis'in adı Rönesans'ın simya ve hermetik
literatüründe de yer almaktaydı.
Platon yazdığı Diyaloglar adlı eserinde "köpek adına", "köpek hakkı
için", "Mısırlıların tanrısı olan köpek adına" gibi sözlerle hem
ettiği yeminlerini güçlendiriyor hem de yeraltı dünyasının hakemi
olan Anubis'e başvuruyordu [16]:
Sokrates'in Savunması:
22a: ... Atinalılar, köpek hakkı için size doğruyu söylemek
boynumun borcu, aşağı yukarı şöyle bir
durumla karşılaştım.
Gorgias:
c: Sokrates - Köpek aşkı için Polos, bana bir soru mu
soruyorsun, yoksa bir düşünceni mi söylüyorsun, anlamıyorum.
482a: Yoksa Mısırlıların tanrısı köpek hakkı için Kallikles,
derim ki, Kallikles hiçbir zaman
kendisiyle bağdaşamayacak, yaşadığınca çelişik bir durumda
kalacak.
Kratylos:
b: Sokrates - Köpek hakkı için! Adları kuran en eski çağ
kişilerinin, günümüz bilgelerinin çoğunun yaptığı gibi
davranışlarının kökten bir olduğunu düşünerek, biraz önce
gösterdiğim biliciliği hiç de kötü bulmuyorum...
DİPNOTLAR * 2015 yılında yapılan genetik çalışmalar sonrası taksonomi
güncellemesi yapılınca kurt sınıflandırmasında yer almıştır. ** Ennead, Heliopolis'te tapılan 9 tanrının oluşturduğu
gruptur. *** Şu, antik Mısır'da kuru hava tanrısıdır ve
gökyüzünün dayanağıdır.
KAYNAKLAR
Morales, Helen (2007). Classical mythology: a very short
introduction.
"Genome-wide evidence reveals that African and Eurasian golden
jackals are distinct species", Klaus-Peter Koepfli, John
Pollinger, Raquel Godinho, ..., Stephen J. O’Brien, Blaire Van
Valkenburgh, Robert K. Wayne.
The Papyrus of Ani
"Death in Ancient Egypt: Weighing the Heart". British Museum.
Gryglewski, Ryszard W. (2002), "Medical and Religious Aspects of
Mummification in Ancient Egypt", p.145, 146
Coulter, Charles Russell; Turner, Patricia (2000), Encyclopedia
of Ancient Deities. p. 58.
"Gods and Religion in Ancient Egypt – Anubis". Archived from the
original on 27 December 2002. Retrieved 23 June 2012.
World History Encyclopedia, "Anubis".
Encyclopaedia Britannica, "Anubis".
Wilkinson, Toby A. H. (1999), Early Dynastic Egypt, p. 262.; pp.
280–81; p. 262, 263; 188-90;
Riggs, Christina (2005), The Beautiful Burial in Roman Egypt:
Art, Identity, and Funerary Religion, pp. 166-67, 127.
Hart, George (1986), A Dictionary of Egyptian Gods and
Goddesses, p. 22, 23, 24, 25, 26
Hoerber, Robert G. (1963), "The Socratic Oath 'By the Dog'', p.
269; Helck, Wolfgang (1974). Die altägyptischen Gaue. L.
Reichert, p.113.
Platon, Diyaloglar.
Community and Identity in Ancient Egypt: The Old Kingdom
Cemetery at Qubbet el-Hawa. Vischak, Deborah.
Armour, Robert A. (2001), Gods and Myths of Ancient Egypt,
Cairo, Egypt.
Death as an Enemy: According to Ancient Egyptian Conceptions,
Zandee, Jan, p. 255.
Kinsley, David (1989), The Goddesses' Mirror: Visions of the
Divine from East and West, Albany, p. 178.
Maspero, "Pyramide du roi Ounas" in the Recueil de Travaux, iii.
p. 205.
The Religions of Ancient Egypt and Babylonia: A. H. Sayce.
British Museum : "Museum Explorer / Death in Ancient Egypt –
Weighing the heart".
Britishmuseum.org : "Gods of Ancient Egypt: Anubis".
Hart, George (2005). The Routledge Dictionary of Egyptian Gods
and Goddesses, Second Edition.
Peacock, David (2000), "The Roman Period", in Shaw, Ian (ed.),
The Oxford History of Ancient Egypt, pp. 437-38 (Hellenistic
kingdom).; Modonesi, G. (2010). La Lunga e Strabiliante Carriera
di una Divinità Egizia: Anubi. 2
A.g.e., 4-5; Plutarch, De Iside et Osiride
61; Diodorus, Bibliotheca historica i.18, 87.
Hart, a.g.e.; Freeman, a.g.e., p. 91.
Wilkinson 1999, p. 281.
Wilkinson 1999, pp. 188-90.
Hart, a.g.e. pp. 23-24; Wilkinson, a.g.e.
Freeman, Charles (1997), The Legacy of Ancient Egypt, p. 91.
Riggs, a.g.e., pp. 127, 166.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Uzun ömürlü ve etkili Eski Mısır medeniyetinin eşsiz özelliklerinin çoğu sanki
dünyaya değil de başka bir yere aitmiş gibi görünebilir. Eski Mısır'ın bazı
tuhaf inançlara ve ilginç geleneklere ev sahipliği yaptığı gerçeği bir sır
değildir. Fakat bunların tümü Mısır halkı için derin anlamlar taşıyordu ve dini
öneme sahipti. Bu geleneklerin en eski ve en tuhaflarından biri kesinlikle
mumyalama sürecidir. Peki eski Mısır'da ölüler nasıl ve neden mumyalanıyordu?
Yıllar geçtikçe ketenle sarılmış klasik mumya tasviri eski Mısırlıların
sembolü haline geldi. Ama gerçek "mumya" kelimesinin bununla hiçbir ilgisi
yok! Bu basit kelimenin epey zorlu bir geçmişi var. İngilizce versiyonu,
Latince "mumia" kelimesinden türetilmiştir. Latincedeki bu kelime de Farsça
"mum" anlamına gelen "mūm" kelimesinin kökünden doğan Arapça mūmiya
(مومياء) kelimesinden türetilmişti.
Mumyalanmış bir cesedi ifade eden bu terim nihayetinde İngilizceye girdi ve
1600'lerde doğal yollarla çürümeye karşı korunmuş, kurumuş insan bedenleri
için uygulanacak bir kelime olarak kullanıldı. Bu nedenle günümüzdeki mumya
kelimesi yalnızca eski Mısır'ın mumyalanmış bedenlerine atıfta bulunmaz.
"Mumya" doğal veya yapay süreçlerle korunan her tür vücuttur. Ancak elbette
tüm mumyalar eski Mısır'da bulunanlar kadar büyüleyici ve muammalı değildir.
Muhtemelen Mısır'ın keşfedilen en eski mumyaları hanedanlık öncesi Gebeleyn
(Gebelein) mumyalarıdır. Önemli bir antik Mısır şehri olan Gebeleyn, eski
Mısır'da, Nil nehri üzerinde, Teb'in yaklaşık 40 kilometre güneyinde
bulunuyordu. Seyrek mezar eşyalarının yer aldığı sığ mezarlarda bulunan bu
altı mumya, hanedanlık öncesi dönem denen eski Mısır uygarlığının en erken
evrelerinden gelmektedir. Buradaki altı ceset, içinde bulundukları kuraklık
sayesinde doğal yollarla mumyalanabilmişlerdi. Sıcak kumlar ve kuru hava bu
bedenlerin nispeten iyi korunmasına yardımcı olmuştu. MÖ 3400 civarlarına
tarihlendiklerini akılda tutmak gerek, inanılmaz eskiler. Elde edilen bu
mumyalar sayesinde cenaze törenlerinin ve mumyalamanın gelişimine de önemli
bir bakış kazandırdılar.
Çünkü mumyalardan üçünün vücudu diğerlerinden farklı malzemelerle kaplanmıştı.
Bunlar kamış hasırlar, hayvan derileri ve palmiye lifleriydi. Bu belki de
mumyalama süreçlerine yardımcı olmak için erken bir girişimdi. Hanedanlık
öncesi dönemde çoğu ceset çıplak gömülürken, bazıları yavaş yavaş daha
karmaşık bir defin ve mumyalama biçimine dönüşmüş, bu tür kumaşlarla sarılmış
veya örtülmüştü.
Tabi ki bir medeniyet geliştikçe her yönden gelişir. Özellikle önem
gösterdikleri yönleri mutlaka gelişme gösterir. Ve elbette ölümün kendisi bir
medeniyet için yaşam kadar önemli olabilir. Eski Mısırlılar için ölüm ve öbür
dünya Mısır dininin temel taşlarından biriydi. Zaman ilerledikçe artan cenaze
törenleri bir dizi kalıp ve gelenekle kültüre tamamen yerleşmişti.
Bu geleneklerden en önemlisi haline gelen uygulama, Mumyalama - bedenin
korunması - işlemiydi. Mısırlılar öbür dünyada birinin konumu güvence altına
alacaksa bunun yolunun cesedin korunmasından geçtiğine inanıyorlardı. Bunda
inanmakta oldukları "Ka" kavramının da etkisi büyüktü.
İnanışa göre kişi ölünce "ka (ruh-bedenin ikizi)" vücudu terk ediyordu ancak beden korunabilirse
ruh ona geri dönebilirdi. Böylelikle korunmuş beden öteki dünyada Osiris'in
önüne gidebilir, burada ruhuyla yeniden birleşebilir , daha sonra öbür dünyada
neşe içinde yaşayabilirdi. Ancak bir beden korunmazsa önemli olan bu yeniden
doğuş döngüsü tamamlanamayacaktı.
İnanışa göre korunan ceset ile öteki dünyada kişi sorguya çekiliyordu.
Yargılama sırasında kişilerin kalpleri tartılır ve bir Ma'at tüyü ile
karşılaştırılırdı. Erdemli bir hayat sürmüş olanlar ahiret tanrısı Osiris'in
yönettiği göksel cennet olan Aaru'da karşılanırdı. Aaru ise "sazlık tarlası"
anlamına geliyordu.
Eski Mısır'ın cenaze törenleri ve gelenekleri tuhaf görünse de karmaşık
mumyalama süreci antik Mısır halkının ölüm ve öbür dünya ile ilgili karmaşık
inanışlarının bir parçasıydı.
Öteki hayat inancı bu kadar önemli olunca Mısırlılar mumyalama sürecindeki
ustalıklarını kademeli olarak mükemmelleştirdiler. Bu konuda onlara yardımcı
olacak temel bileşenlerden biri kuzey Mısır'da çok önemli bir yer olan Natrun
Vadisi'nde bulunan ve onlar için kutsal sayılan bir tür doğal tuz olan
natron'du. Natron, az miktarda sodyum klorür ve sodyum sülfat ile birlikte
doğal olarak oluşan bir sodyum karbonat dekahidrat ve yaklaşık %17 sodyum
bikarbonattan oluşur. Bu benzersiz element kombinasyonu vücudu hızlı bir
şekilde kurutarak mumyalama sürecine yardımcı olduğu kabul edilen harika bir
doğal kurutma malzemesi haline gelmiş, vücudu zaman içinde korumanın önemli
bir yönüne zemin hazırlamıştır.
Fakat mumyalama işlemi uzun ve karmaşık bir süreçti. İşe genellikle ölen
kişinin beyninin alınmasıyla başlanırdı. Beynin çıkarılması mumyalama
işleminin en şaşırtıcı yönlerinden biri olmaya devam ediyor. Bilim insanları
bu işlemin genellikle burundan beyin boşluğuna sokulan özel bir kanca ile ya
da kafatasına yerleştirilen özel bir çubukla yapıldığı konusunda hemfikirdir.
Her iki durumda da sıvılaştırılmış olan beyin ölen kişinin burnundan dışarı
akıyordu. Akabinde sonraki aşamaya geçiyorlardı. Fakat Mısırlılar beyine hiç
önem vermiyordu. Onlar tüm düşüncelerden sorumlu olan organın kişinin kalbi
olduğuna inanıyorlardı. İşte bu inanış Mısır'dan Yahudilere, onlardan da
Muhammed ve çevresindekilere geçmişti. Bu yüzden Kur'an ve İbrahimi dinlerde
düşünme eyleminden bahsedilirken hep kalbe vurgu yapılır. Bu yanlışı kurtarmak
isteyenler ise "bunlar mecazdır" demekten başka çare bulamazlar.
Mısırlılar boşalttıkları beyin boşluğunu daha sonra özel bir koku ve ağaç
reçinesi karışımı ile doldururdu. Bu karışım hem çürüme kokularını en aza
indirmeye yarıyor hem de kafatasında kalan herhangi bir beyin
artığının-parçasının bozulma sürecini durdurdu.
İşlem daha sonra ölen kişinin karın bölgesine doğru devam ediyordu. Karın
kesilerek açılır ve ana organlar çıkarılır, tuz veya natronla kaplandıktan
sonra mumyalanmış gövdenin yanına gömülmek üzere özel kanopik kaplara
dikkatlice yerleştirilirdi. Bu süreçte çoğu zaman kalp çıkarılmazdı. Boşalan
karın bölgesi yine kötü ölüm kokularını engelleyen aromatik karışımlarla
doldurulurdu.
Bu işlem bittikten sonra hazırlanan vücut natron ile ovularak tamamen örtülmüş
gale getirilirdi. Daha sonra dehidrasyon süreci tamamlanana kadar 30 ila 70
gün arasında değişen bir süre boyunca natronda kalırdı. Bu süre sonunda ölünün
bedeni artık mumyalanabilir hale gelirdi.
Yine İbrahimi dinlerde olduğu gibi ölünün vücudu yıkanırdı. Hoş kokulu
yağlarla kaplanır* ve ardından
birkaç kat reçine ile kaplanırdı. Reçine daha sonra tüm vücudu şerit şerit
sarmakta kullanılan keten katmanları için doğal bir yapıştırıcı görevi
görüyordu. Son aşamaya gelindiğinde ölünün vücudu cenaze maskeleriyle
süslenebiliyordu ancak bu işlem yüksek sınıftan bireyler için uygulanıyordu.
Yani farklı sosyal sınıflardan insanların bedenlerinin mumyalanma süreci de
farklıydı. Kahire'deki Mısır Müzesi'nde bulunan I. Amenhotep'in mumyalanmış
gövdesi için kullanılan malzemeler daha özenli ve zaman alıcıydı. Ayrıca
mezarı maske ile süslenmişti.
Mumyalama süreci üç sınıfa ayrılıyordu: İlki, üst sınıftan soylular için iyi
ölçekli, asil, ayrıntılı bir mumyalama işlemiydi. Diğer ikisi ise yoksul ve
daha düşük sınıftan vatandaşlar için uygun görülen orta veya düşük ölçekli bir
süreçti. Benzer şekilde mumyalama işlemi büyük olasılıkla farklı memur
sınıfları tarafından yapılıyordu. Üst düzey mumyalama önemli ve soylu bir
geçmişe sahip rahipler tarafından yapılırken, diğer sınıftan mumyalama
işlemleri Mısır rahipliğindeki en düşük sınıf tarafından yapılıyordu.
Parasal yada sınıfsal gücünüze bağlı olarak mumyalama işleminde
değişiklikler yapılabiliyordu. Bazı yoksul aileler bedeni mumyalanması için
vermeden önce çürümesine izin veriyorlardı. Eğer bunu yapmazlarsa yakın
zamanda ölen genç kadınların bedenleri cinsel yönden kötüye kullanılacaktı
(nekrofili).
Süreçler de sosyal statüye bağlı olarak farklılık gösteriyordu. Orta seviye
mumyalama işlemi için uygulanan daha az işlem vardı. Karın boşluğu açılmaz,
bunun yerine onları sıvılaştıran sedir yağı ile doldurulup basitçe boşaltılır,
susuz kalan ceset aileye verilirdi. En düşük sınıf için uygulanan mumyalama
işlemi çok kabaydı. Her zaman mevcut olan nekrofili olasılığının yanı sıra,
vücut basit ve hızlı bir şekilde tüm iç organlardan yoksun bırakılır, belirli
sayıda gün boyunca natrona yatırılır ve bir kez tamamen kuruduktan sonra
aileye bu şekilde cenaze için iade edilirdi.
Mumyalama süreciyle ilgili bu ayrıntılı bilgiler eski Mısır'da var olan sosyal
bölünmeler ve kast sistemi hakkında önemli bilgiler sağlar. Sınıflara ayrılsa
da mumyalama süreci genellikle zengin ya da fakir her vatandaşın kullanımına
açıktı. Bu durum onların ölüme odaklanan önemli inançlardan kaynaklanıyordu.
Ölen kişinin öbür dünyada ihtiyaç duyduğu iç organlarını saklamak için
kullanılan kanopik kavanozların her biri çakal, maymun, şahin ve insan başlı
farklı tanrıları temsil ediyordu.
Bu kavanozlar genellikle dört taneydi ve iç organların dört koruyucu tanrısını
temsil ediyordu. Çünkü bunlar vücudun önemli parçalarıydı ve öbür dünya için
korunmaları gerekiyordu. Bu yüzden onları tanrı Horus'un dört oğlu koruyordu.
Bu tanrılar Hapi, Duamutef, Imset ve şahin başlı Kebehsenuef 'di(Qebehsenuef).
Her birinin kendi rolü vardı. Hapi, ölen kişinin ciğerlerini koruyan maymun
başlı tanrıydı. Mide, çakal başlı tanrı Duamutef tarafından korunuyordu.
Kebehsenuef şahin başlıydı, ince ve kalın bağırsakları koruyordu. İnsan
başlı tanrı Imset ise karaciğeri koruyordu. Kalp çıkarılmıyor; Yargı
Salonundaki bir tüye karşı Tanrıça Maat'ın terazisinde tartılmak üzere**
vücudun içinde kalıyordu.
Bu ayrıntılı mumyalama süreci ve onu ilişkilendiren karmaşık inançlar en iyi
şekilde birinci sınıf kişilerin, firavunların ve soyluların cenazelerinde
gözlemlenir. Buna örnek olarak 18. hanedanlığın ünlü firavunu Tutankamon'u
verebiliriz. Onun mumyalanmış bedeni yaklaşık 3.300 yaşında olmasına rağmen
yine de bu süreçleri çarpıcı ayrıntılarla sergiliyor.
Kral öbür dünyaya savurganca bir tutumla hazırlanmıştı. Mumyalanmış vücudu
üç özel tabutla korunuyordu. İç içe geçen bu tabutlar bir lahit içinde yer
almış ve dört bölmeden oluşan odaya yerleştirilmişti. Ancak mumyalanmış
beden, mumyalama sürecinin kendisi hakkında önemli bir anlayış sağladığı
için araştırmacıların ilgisini özellikle çekiyordu.
Firavunun vücudu çok sayıda keten katmanına sarılmış ve aşırı derecede özel
yağlarla kaplanmıştır. Birbirini izleyen her sargı tabakası, firavuna öbür
dünyada hizmet edecek değerli eşyaları içerir. Zengin cenaze eşyalarıyla
birlikte hazırlanan Tutankamon'un mumyası Mısır'daki en önemli keşiflerden
biri olmaya devam ediyor.
Mısırlıların sadece ölen vatandaşlarını değil hayvanları da mumyalıyordu. Bazı
hayvanlar sahiplerine eşlik etmeleri için evcil hayvanlar olarak mumyalanırken
diğerleri çoğunlukla tanrılara kurban olması yada öte alemde dirilecek olan
kişinin yemesi amacıyla mumyalanıyordu.
Mısır tanrılarının büyük çoğunluğunun hayvani tabiat ve tasvirlere sahip
olduğundan onları onurlandırmak ve beğenilerini kazanmak için bağlantılı
oldukları hayvanlar kullanılırdı. Arkeologlar, şahinler, timsahlar, ibisler,
kediler, babunlar, balıklar, firavun fareleri, çakallar, köpekler, böcekler,
yılanlar gibi çeşitli hayvan mumyalarının bulunduğu mezarlıklar keşfettiler.
Sadece Sakkara mezar alanlarında 500.000'den fazla mumyalanmış aynak (ibis)
olduğu tahmin edilmektedir. Aynı şekilde mumyalanmış kedilerin bulunduğu
alanlar da keşfedilmiştir.
Günümüz anlayışına göre kötü ve iğrenç görünebilecek bu mumyalama süreçleri
eski Mısırlılar için Mısır dininin temeliydi ve kutsaldı.
DİPNOTLAR
* Ölüyü yıkama geleneği İbrahimi dinlerde görülürken,
yağlama-tütsüleme-baharatlama gibi işlemler Yahudi-Hristiyan geleneğinde yer
almaktadır.
** Kalbin Maat tüyüne karşı tartılması inancında Maat'ın tüyü dengeli
yani iyi bir yaşamı, iyi insan olmayı simgeler. Kişinin kalbi, yani kişi
terazide bunun karşısına konarak tartılır. Bu durum İbrahimi dinlerde "günah
ve sevapların tartılması" olarak görülür.
KAYNAKLAR
Budge, Sir Edward Wallis. The mummy; a handbook of Egyptian funerary
archaeology
Brier, Bob. Egyptian Mummies: Unraveling the Secrets of an Ancient Art.
1996.
Aufderheide, A. 2003. The Scientific Study of Mummies.
Bloxam, E. and Shaw, I. 2020. The Oxford Handbook of Egyptology.
DENGENİN TANRIÇASI MA'AT
Sık sık kişileştirilmiş olmasına rağmen Ma'at bir tanrıçadan ziyade fikir-düşünce olarak anlaşılıyordu, ancak yinede Eski Mısır'daki evren, denge ve ilahi düzen kavramlarının merkezinde yer aldı. Ma´at ismi genellikle "dosdoğru olan" veya "gerçek" olarak çevrilir ancak "düzen", "denge" ve "adalet" anlamlarına da gelir. Bu yüzden Ma´at kusursuz düzen ve uyumu temsil etmişti. Ra, Nun'un (Kaos) sularından yükseldiğinde Ma'at ortaya çıktı ve bu yüzden genellikle Ra'nın kızı olarak tanımlandı. Bazen de bilgelik tanrıçası olduğu için Thoth'un karısı olduğu düşünülürdü.
Eski Mısırlılar evrenin düzenli ve rasyonel olduğuna inanıyorlardı. Güneşin doğması ve batması, Nil'i su basması ve gökyüzündeki yıldızların tahmin edilebilir seyri onlara her şeyin doğanın ortasındaki bir düzene ait olduğunu gösteriyordu. Ancak kaos güçleri her zaman mevcuttu ve Ma’at’ın dengesini tehdit ediyordu. Ma´at’ın korunması ve savunulması için birçok kişi görev başındaydı ve Firavun Ma’at’ın koruyucusu olarak algılanıyordu. Ma'at olmadan Nun evreni geri alır ve kaos en yüce haliyle hüküm sürerdi.
Mısırlılar ayrıca güçlü bir ahlak ve adalet duygusuna sahipti. İyiliğin desteklenmesi gerektiğini ve suçluların cezalandırılacağını düşünüyorlardı. Fakirleri, fakirleri savunanları ve özellikle ailelerine olan sadakatlerine yüksek değer verenleri övdüler. Bununla birlikte şunu da anlamışlardı, kusursuz olunamazdı, sadece dengeli olunabilirdi. Ma´at belirli etik kuralları aştı ve bunun yerine doğal düzene odaklandı. Bununla birlikte kaosun etkisini artırdığı ve dünya üzerinde tamamen olumsuz olan etkilerinin ve eylemlerinin Ma'at'a karşı olduğu açıktı.
Her Mısırlı'nın ruhu öldüğü zaman Ma'at'ın Salonu'nda (Ölüler Kitabı'nda ve Kapılar Kitabı'nda tasvir edilir) yargılandı. Onların kalbi (vicdanı) terazilerde denge ve adaleti temsil eden Maat'in kuş tüyüne (devekuşu tüyü) karşı tartılırdı. Eğer kalpleri tüyden ağırsa Ma'at'ın prensiplerine göre dengeli bir yaşam sürdüremedikleri için kalpleri ya bir ateş gölüne atılır ya da Ammit olarak bilinen korkunç bir ilah tarafından yok edildi. Ancak eğer Ma’at’ın tüyüyle dengelenmiş kalp testten geçerse sonsuz yaşam hakkı kazanacaktı. Belirli zamanlarda ayinde yargıç olarak oturan kişi Osiris'ti ve törende birçok tanrı daha yer alırdı, ancak yine de teraziler her zaman Ma'at'ı temsil ederdi.
Eski Mısırlılar ayrıca Ma’at’ın günlük yaşamda korunmasını sağlamak için gelişmiş bir hukuk sistemine sahipti. Ma'at Rahiplerinin adalet sistemine dahil olduğu, ayrıca tanrıçanın gereksinimlerine eğilimli olduğu düşünülürdü ve Firavunlar düzenli olarak “Ma'at'ı sunarken” (tanrıçanın küçük bir heykelini tutarken) tasvir edilirdi. Bu şekilde düzen ve adaleti sağlamaya karşı verdikleri sözü tekrar ederlerdi.
Bütün yöneticiler Ma´at’a saygı duyuyorlardı fakat tanrılara alışılmadık yaklaşımına rağmen Akhenaten Ma’at’a olan bağlılığını vurguladı. Hatshepsut, Ma´atkare adlı tahtını alarak Ma´at'a olan saygısını vurguladı. Belki de muhtemelen bir kadın yönetici olarak pozisyonunun Ma'at hattında olduğunu göstermesi gerekiyordu. Ayrıca Karnak'taki Montu bölgesinde, Ma’at’a ibadet için küçük bir tapınak inşa ettirdi.
Ma'at, üzerinde sadece bir tane devekuşu tüyü bulunan tacı giyen bir kadın olarak tasvir edildi. Bazen ise kanatlı bir tanrıça olarak tasvir edilir.
Kaynaklar:
Bard, Kathryn (2008) An introduction to the Archaeology of Ancient Egypt
Kemp, Barry J (1991) Ancient Egypt: Anatomy of a Civilisation
Pinch, Geraldine (2002) Handbook Egyptian Mythology
Redford Donald B (2002) Ancient Gods Speak
Robins, Gay (2008) The art of Ancient Egypt
Watterson, Barbara (1996) Gods of Ancient Egypt
Wilkinson, Richard H. (1992) Reading Egyptian Art
Wilkinson, Richard H. (2003) The Complete Gods and Goddesses of Ancient Egypt
Wilkinson, Richard H. (2000) The Complete Temples of Ancient Egypt
[Antik Mısır'da M.Ö. 1360 yılında 18.Hanedan 3.Amenhotep döneminde Luxor
bölgesindeki Khonspekhrod Tapınağı'nın kuzey duvarındaki kayanın üzerine
sünnetin yapılışını gösteren bir kabartma oyulmuştur.]
ERKEK SÜNNETİNİN TARİHÇESİ VE MİTOLOJİK KÖKENLERİ
Erkek sünneti hakkındaki en eski belgesel kanıtlar eski Mısır'dan gelmektedir.
6. Hanedanlık döneminden (MÖ 2345-2181) kalan sanat eseri lahitler sünnetli
penisleri olan erkekleri gösterir ve bu dönemde yapılmış olan bir kabartma
işçiliğinde ayakta durarak sünnet olan bir erkeğin tasviri ve o anki sünnet
uygulaması gösterilir. Mısır mumyalarının incelenmesi sonrasında bazılarının
sünnetli olduğu görüldü.
Sünnet, evrensel olmasa da eski Semitik halklar arasında yaygındı. Yaratılış
kitabı sünnetten, Tanrı'nın İbrahim ile olan antlaşmasının bir emri olarak
bahseder. Bu sünnetler erkek çocuğun doğumdan sonraki sekizinci gününde
gerçekleştirilirdi. M.Ö. 5. yüzyılda Yunan tarihçi Herodotus tarafından
yazılmış olan metinler Koliselileri, Etiyopyalıları, Fenikelileri ve
Suriyelileri sünnet kültürüne sahip toplumlar olarak listeler.
Ancak Büyük İskender'in fethinin ardından Yunanların sünnetten hoşlanmaması
daha önce sünnetin uygulandığı pek çok halk arasında uygulama sıklığının
azalmasına neden oldu.
Makkabiler'in yazarı, Selevkos İmparatorluğunda bulunan birçok Yahudi erkeğin
sünnetli olduğunu gizlemeye çalıştıklarını veya sünnet işlemini tersine
çevirmeye çalıştıklarını, ancak bu şekilde çıplaklığın normal olduğu Yunan
spor salonlarında egzersiz yapabildiklerini yazar. Sünnetli olduklarını
gizleme yöntemlerinden biri, deriyi penisi kapatacak şekilde çekip ucunu
bağlamaktı. Bu şekilde sünnetli gibi görüneceklerdi.
Yahudi sporcular evlerine döndüklerinde, yaşlılar onların bağlanmış derilerini
görüp öfkelendiler. Uygulamaya bir son vermek için, sadece sünnet derisinin
tamamen çıkarılmasının yerine penisin altındaki ince ve hassas zarın
(frenulum) keskinleştirilmiş bir tırnakla yırtılmasını içeren Periah
uygulamasını başlattılar. [1]
İlk Makkabiler'de ayrıca, Helenistik bir imparatorluk olan Selevkos'ların,
Brit Milah olarak bilinen Yahudi sünneti uygulamasını yasakladığını, sünnet
eden kişileri sünnet ettikleri bebekler ile birlikte öldürdüğünü anlatır.
Sünnetin alt-ekvatoryal Afrika'da çeşitli etnik gruplar arasında antik kökleri
vardır ve hala savaşçı statüsüne ya da yetişkinliğe geçişlerini sembolize
etmek için ergenlik çağındaki erkek çocuklara sünnet uygulanmaktadır. [2] Yahudilikte sünnet geleneksel
olarak doğumdan sonraki sekizinci günde erkekler arasında uygulanmaktadır.
Erkek sünneti çoğu zaman ayinlerin karmaşık bir geleneğinin bir parçası olarak
batılı gezginler ile ilk temas sonrası Avustralyalı Aborjinler ve Pasifik
adalıları arasında ortak bir uygulama haline gelmiştir. Geleneksel olarak hala
nüfusun bir kısmı tarafından uygulanmaktadır. [3]
KÖKENLERİ
Erkek sünnetinin ilk çıkış noktası kesin olarak bilinmemektedir ve çeşitli
şekillerde başlamış olabileceği öne sürülmüştür:
Dini bir fedakarlık olarak,
Bir çocuğun yetişkinliğe girmesini işaret eden bir geçit töreni olarak
(Örneğin Antik Mısır, Afrika ülkeleri vs.)
Doğurganlığı sağlamak için bir sihir formu olarak,
Cinsel hazzı azaltmanın bir yolu olarak,
Düzenli yıkanmanın mümkün olmadığı durumlarda hijyene yardımcı olarak,
Daha yüksek sosyal statülere işaret eden bir araç olarak,
Düşmanları ve köleleri aşağılama aracı olarak,
Bir topluluğu diğer komşularından ayırmanın bir aracı olarak,
Mastürbasyon veya diğer toplumsal olarak yasaklanmış cinsel davranışları
engellemenin bir aracı olarak,
Aşırı zevkten kaçınmanın bir yolu olarak,
Bir erkeğin kadınlara çekiciliğini arttırmanın bir yolu olarak,
Kişinin acıya dayanma yeteneğinin bir kanıtı olarak,
Doğuştan sünnetli olan, yani Hipospadias hastalığı olan önemli bir lider
gibi sünnetli görünmek, [4]
Şeytanları kovmak için bir yol olarak, [5]
Sünnet derisinin kıvrım yerlerinde topaklanan kirli beyaz maddeden
(smegma) iğrenme nedeni olarak.
Sünnetin farklı nedenlerle farklı kültürlerde bağımsız olarak ortaya çıkması
mümkündür.
Sünnet derisine birtakım sihirli özellikler atfedildiğini söylemiştim. Sünnet
derisi çoğunlukla sarımsak ve soğanla birlikte bir ipe tutturulur ve yarası
iyileşene kadar sünnetli çocuğun boynuna ya da ayak bileği etrafına
asılırdı. [6] Şiraz'da
(İran'da bir şehir) sünnet derisi 40 gün boyunca bekleyerek kuruması ve toz
haline gelmesi için çocuğun ayak bileğine konur. Toz haline getirildikten
sonra nabit denen bir şeker ile karıştırılır ve çocuğa verilir. [7] Benzer bir
uygulama Horasan'da yapılmaktadır. Amacının yeniden diriliş gününde çocuğun
sağlam bir şekilde dirilmesini sağlamak olduğu bildirilmektedir. [8]
Sünnet derisinin bazen tavuklara veya horozlara verildiği de görülmektedir,
sebebi ise çocuğun bir savaşçı olarak büyüyeceğine inanılmasıdır. [9]
Sünnet derisinin bir Yahudi dükkan yada evine atılmasının çocuğun üzerinde
sakinleştirici bir etkiye sahip olduğuna; onu gömmenin ise çocuğu bilge ve
ihtiyatlı yapacağına inanılmaktadır. [10]
Kadınlar sünnet derisini çok istiyorlardı çünkü yutulmasının çoraklığı tedavi
edeceğine ya da erkek çocuğa hamile kalmalarına yardımcı olacağına
inanıyorlardı. [11] Sünnet
derisinin sihirli olduğu inancı nedeniyle yutulmasına Orta Doğu'daki Yahudi ve
Arap kadınları arasında rastlandığı kanıtlanmıştır. [12]
Ayrıca kadınların sünnet olan çocuklarının kurulmuş ve toz haline
getirilmiş sünnet derilerini kocalarının yemeğine bir aşk büyüsü olarak
gizlice koydukları bilinmektedir. [13]
SÜNNETİN ANTİK DÜNYADAKİ KÖKENLERİ
Altıncı Hanedanlığın (M.Ö. 2345–2181) Mısır'daki türbesinin sünnet konusunda
en eski belgesel kanıt olduğu düşünülmüştür. Sünnete dair en eski tasvir
Sakkara'daki kabristanda bulunan (M.Ö. 2400) yarı kabartma bir antik kitabın
okunmasıyla birlikte su yüzüne çıkmıştır. Kabartmada şu gibi yazılar
bulunmaktadır:
"Merhem ona yardımcı olur."
"Onu [adamı] düşmemesi için tutun".
Mısır hiyerogliflerinde "penis" sünnetli ve dik biçimde tasvir
edilmiştir. En eski yazılı metinde toplu sünnet tarifi vardır ve burada Uha
adlı bir 23 yaşındaki Mısırlı bir adamın sünnet acısına tahammül etme
kabiliyetine sahip olduğu yazar. Bu antik metnin okunabilen kısımlarında
toplu sünnete dair şöyle bir kısım göze çarpmaktadır. Şöyle yazar: "Ben 120
adamla birlikte sünnet olunduğumda..." [14]
Ankmahor'un (Ankhmahor) mezarındaki gözden geçirilmeye değer bir
tasvir vardır. Kral Teti'nin (M.Ö. 2355-2343) hüküm sürdüğü 6.hanedanlık
döneminde eski Mısır'daki sünnet eylemlerine dair en eski tasvirdir.
Ankmahor'un mezarı küçüktür fakat yüksek rütbeli biri olduğundan mezarı
kabartma oymalar ile güzelce dekore edilmiştir. Teti'nin piramit alanında
bulunur. Onun sıfatları bütün kralların çalışmalarının gözetmenlerini ve iki
hazinenin gözetmeni olan Maat rahibi ve lektör rahibini içeriyordu. [15]
Bu kabartma sünnet olan iki adamı gösteriyor. Bu sahne önceleri farklı
şekillerde yorumlanmıştı fakat sağdaki çıplak adamın şu sözlerinin yazılı
olduğu yazıt sayesinde yanlış anlaşılmaların üstesinden gelinmiş oldu: "kesmek, gerçekten, tamamen" (sin vnnt r mnx).
Onun önünde diz çökmüş
olan adam ise şöyle diyor: "dikkatlice devam
edeceğim" (iv (.i) r irt r nDm).
Solda çıplak erkeği tutarak orada sabitleyen bir adam diğer tarafta onun
önünde sünneti gerçekleştirmek için diz çöken biri var. Diz çökmüş adamın
önündeki glifler onu bir Hm-kA yani ölüm rahibi olarak tanımlıyor.
Yazıtta ayaktaki adama sünnet olacak kişiyi sabitlemesi söyleniyor: "Çabuk tut onu. Bayılmasına-düşmesine izin verme" (nDr sv m rdi dbA.f ).
Sabitleyici şöyle cevaplıyor: "İstediğiniz gibi
yapacağım" (iri.i r Hst.k). [16]
Herodot M.Ö. 5. yüzyılda Mısırlıların “temizlik için sünnet yaptıklarını,
temizlik fikrinin alımlı olmaktan çok daha iyi olduğunun düşünüldüğü
dolayısı ile temizlik amacı gözeterek uyguladıklarını” yazmıştır. [17]
Gollaher ise eski Mısır'daki sünnetin çocukluktan yetişkinliğe geçişin bir
işareti olarak görmüştür. Vücuttaki değişimin ve sünnet ayininin çok eski
antik gizemlere erişim hakkı sağladığından bahseder. [18]
Sünnet sonrası erişim hakkı kazanılan bu gizemlerin neler olduğu yani
içeriği belirsizdir ancak büyük olasılıkla Mısır dininin merkezinde bulunan
efsane, dua ve büyülü olduğuna inanılan sözlerdir. Örneğin Mısır Ölüler
Kitabı güneş tanrısı Ra'nın kendini kestiğini ve ondan akan kanın iki küçük
koruyucu tanrıyı yarattığını anlatır. Mısır Medeniyeti Uzmanı Emmanuel
Vicomte de Rougé bunu bir sünnet eylemi olarak yorumlamaktadır. [19]
Sünnetler ayin eşliğinde taş bıçak kullanılarak halka açık bir törenle
gerçekleştiriliyordu. Toplumun üst kademeleri arasında daha yaygın olduğu
düşünülmekte olup yaygın olmasa da sosyal düzenin aşağı kısmının da sünnet
prosedürünü gerçekleştirdiği bilinmektedir. [20]
Eski Mısır'da, dulların definlerinde acımasız bir şekilde her iki cins için tören düzenlenir ve onların doğurganlık tanrılarını memnun etmek için bir kurban ayini olarak sünnet uygulaması yapılırdı.
Eski Mezopotamya'da ise genç
çocukların genital organının vahşice kesildiği ve doğurganlık tanrıçasını
memnun etmek için sunulduğu şenlikler vardı.
Sünnet ayrıca Mısır'da ve çevresinde yaşayan bazı Semitik halklar
tarafından da benimsenmiştir. Herodotus sünnetin sadece Mısırlılar
tarafından benimsenmediğini, Etiyopyalılar, Fenikeliler, 'Filistinli
Suriyeliler', 'Terme ve Bartın Çayları çevresinde yaşayan Suriyeliler ve
onların komşuları Makronlar tarafından da benimsenerek uygulandığını
bildirmiştir. Ancak “Yunanlılar Fenikeliler ile ticaret yapmaya
geldiklerinde Mısırlıların bu geleneği takip etmekten vazgeçip
çocuklarının sünnetsiz kalmasına izin verdiklerini” de belirtmektedir.
[21]
İncil'deki Yaratılış bölümüne göre Tanrı İbrahim'den kendisini, ev halkını
ve kölelerini sünnet etmesini ve bunu aralarındaki sonsuz bir antlaşma
olarak görmesini söyler. Sünnet edilmeyenlerin ise kendi halklarından
ilişiği kesilecekti.
Bakalım bu konu Yaratılış 17:10-14'de nasıl geçiyor:
“Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki
erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet
aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da
soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz
günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca
sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle
sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek
antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının
arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”
İncil'de bulunan sözleşmeler genellikle bir hayvanı parçalayarak
mühürlenmektedir; bunun anlamı, sözleşmeyi bozan şahıs veya tarafın benzer
bir kadere maruz kalacağıdır. İbranicede bir antlaşmayı mühürlemek
anlamına gelen fiilin karşılığı tam anlamıyla "kesmek"tir. Yahudi
akademisyenler tarafından sünnet derisinin kesilmesinin sembolik olarak bu
tür bir antlaşmayı temsil ettiği varsayılmaktadır. [22]
Yeşu 5:2-7'ye göre Musa sünnetli olmayabilir hatta onun
oğullarından birinin ve çölde seyahat ederken onu takip edenlerin bir
kısmının sünnetli olmadığı anlatılır.
Bu arada RAB, Yeşu’ya şöyle seslendi: “Kendine taştan bıçaklar yap
ve İsrailliler’i eskisi gibi sünnet et.”
Böylece Yeşu taştan yaptığı bıçaklarla İsrailliler’i
Givat-Haaralot’ta sünnet etti. Bunu yapmasının nedeni şuydu:
İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşabilecek yaştaki bütün
erkekler, Mısır’dan çıktıktan sonra çölden geçerken ölmüşlerdi.
Mısır’dan çıkan erkeklerin hepsi sünnetliydi. Ama Mısır’dan
çıktıktan sonra yolda, çölde doğan erkeklerin hiçbiri sünnet
olmamıştı. İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşacak yaşta
olanların tümü ölünceye dek çölde kırk yıl dolaştılar. Çünkü RAB’bin
sözünü dinlememişlerdi. RAB bize verilmek üzere atalarımıza söz
verdiği süt ve bal akan ülkeyi onlara göstermeyeceğine ant içmişti.
RAB onların yerine çocuklarını yaşattı. Sünnetsiz olan bu çocukları
Yeşu sünnet etti. Çünkü yolda sünnet olmamışlardı.
Mısır'dan Çıkış 4:21-26'da ise Tanrı, Musa'nın karısı
Sippora'yı Musa'yı öldürmekle tehdit edince tüm oğullarını sünnet
ettiriyor:
RAB Musa’ya, “Mısır’a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün
şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu
inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek. Sonra firavuna de ki, ‘RAB
şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur. Sana, bırak oğlum gitsin,
bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden
senin ilk oğlunu öldüreceğim.’ ”
RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa’yla karşılaştı, onu öldürmek
istedi. O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti,
derisini Musa’nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı
güveysin” dedi. Böylece RAB Musa’yı esirgedi. Sippora Musa’ya
sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.
HELENİSTİK VE YAHUDİ KÜLTÜRÜNDE SÜNNET
Hodges'e göre antik Yunan'da insan formunun estetiği, sünneti "zaten
mükemmel şekilli bir organın bir parçalanması" olarak değerlendiriyordu.
Dönemin Yunan sanat eserleri, Satir (yarı keçi yarı insan) ve barbar
tasvirleri hariç olmak üzere genelde penisleri sünnet derisi (bazen zarif
detaylarda) ile birlikte yani sünnetsiz olarak resmetmiştir. [23] Sünnetli penisin doğru
olan bir şeyi bozmak olarak görülmesinden dolayı Helenistik dönemlerde
daha önce bunu uygulamış olan birçok halk arasında bile sünnet sayılarında
azalma oldu.
Mısır'da ise sadece papaza ait kast sınıfı sünneti devam ettirdi ve 2.
yüzyıla gelindiğinde Roma İmparatorluğu'ndaki sünnet olan tek grup
Museviler, Yahudi Hristiyanlar, Mısırlı rahipler ve Nebatilerdi.
Nebatiler, Kuzey Arabistanlı, Ürdünlü, Kenanlı Araplardı. Fırat Irmağından Kızıldeniz'e kadar olan bölgede ve Suriye ile Arabistan
arasındaki vahalarda, Nebate adı verilen alanda yaşayan
Araplardı.
Sünnet uygulamalarının bir sürü yapılış şekli vardı. el-Asir
vilayetindeki Arapların uyguladığı sünnet işlemi gerçekten korkunçtur ve
muhtemelen yapılış nedeni acıya dayanılabildiğinin, bir savaşçı
olunduğunun göstergesidir.
Burada yapılan sünnete "kazıma" deniyordu. Bu deriyi soyma işlemiydi.
Sünnet edilen 10-12 yaşındaki genç sağ elinde bir mızrak tutarak yerden
yüksek bir alana yerleştirilirdi. Kabile üyeleri sünnet olan gencin
dayanıklılık ve cesaretini gözlemlemek için onun yanında durur ve
sünnetçi, jilet kadar keskin olan bir hançer ile işlemi
gerçekleştirirdi. Önce göbek deliğinin hemen altındaki göbek boyunca
deriyi keserek yüzeysel bir kesi yapar ve iki kasıktan aşağı doğru
benzer kesiler yaparak devam ederdi. Ardından üst deriyi kesiklerden
aşağıya doğru yırtıp testisleri ve penisi yüzerek sünnet derisini
keserdi. Önemli bir nokta vardı ki tüm bunlar olurken gencin elinde
tuttuğu mızrak titrememeliydi. [24]
İbrahimi dinlerin coğrafyasında sünnet dendiğinde akla gelen ilk toplum
Yahudilerdi. Sünnet, Yahudi olmayanlar arasında o kadar az görülen bir
durumdu ki, sünnet Roma mahkemelerinde birinin Yahudi olduğunun kesin
kanıtı olarak görülüyordu.
Romalı tarihçi Suetonius, Roma İmparatoru Domitianus'un (Domitian) biyografisinde
(12.2) 90 yaşındaki bir adamın soyulduğu bir mahkeme sürecini
anlatmaktadır. Adamın soyulmasının sebebi ise Roma'nın Yahudilere
uyguladığı kafa vergilerinden kaçıp kaçmadığına karar vermektir. Bu yüzden
adam mahkeme önünde çıplak kalacak şekilde bırakılmış, sünnetli olup
olmadığına bakılmıştır. [25]
Helenistik dünyanın kültürel baskısı altında yapılan sünnetlerde oldu:
Yehudalı Kral Yohanan Hurkanus İdilleri fethettiğinde halkı sünnet olmaya ve Museviliğe geçmeye zorladı fakat onların ataları olan Edomitler
Helenistik dönem öncesinde zaten sünneti uygulamışlardı.
Eskiden sünnet edilmiş bir penisin sünnetsiz gibi görünmesini sağlayan
teknikler M.Ö. 2. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu teknikte sünnet derisinin
kalıntılarından bir kısmı zamanla penis ucunu kaplaması için yeterince
gerilmiş hale gelene kadar bakırdan yapılmış bir ağırlıkla asılırdı. 1.
yüzyıl yazarı Celsus (Kelsos) yaptığı bilimsel incelemesi "De Medicina"da sünnet
derisi restorasyonu için 2 teknik açıkladı. [26]
Bunlardan birinde cilt penis ucunun tabanı etrafında kesilerek
gevşetiliyor, daha sonra deri penis ucunun üzerine geriliyor ve sünnetsiz
bir penis görünümünü verilerek iyileşmeye bırakılıyordu. Bu uygulama
mümkündü çünkü İncil'de (Yahudi İncili = Tevrat) Milah olarak isimlendirilen sünnet antlaşması
nispeten küçük bir sünnetti. Bu sünnete göre sadece penis ucunun ötesine
uzanan sünnet derisinin kesilmesi gerekiyordu. Buna karşılık olarak Yahudi
dinî yazarları 1. Makkabiler ve Talmud'daki İbrahim'in antlaşmasından
dolayı bu tür uygulamaları kınadılar. [27]
Bu girişimler ve diğer nedenlerden ötürü sünnet prosedürüne ikinci bir
radikal adım eklenmiştir. Bu işlem "Birit Periah" olarak adlandırılmıştır.
Bu aşamada "coronal sulcus" denen işlem uygulanarak sünnet derisi daha
geriden, penis ucunun arka sırtına kadar kesiliyor sonra birtakım
işlemlerle penis ucunun altından yeni derinin gelmesi sağlanıyordu.
[28] Daha sonra Talmud
döneminde (M.S. 500-625) Metzitzah olarak bilinen üçüncü bir yöntem
uygulanmaya başlandı. Bu aşamada, mohel, yani Yahudilerde sünneti yapan kişi, kötü olduğuna inanılan kanları çıkarmak için sarılı sünnetten ağzıyla kan
emerdi. Tüberküloz ve zührevi hastalıklar gibi enfeksiyonların gerçekleşme
olasılığını artırdığı için çok sonraki dönemlerde moheller kan emmek için bebeğin penisi üzerine bir cam tüp yerleştirip onu kullanırlardı. Birçok
Yahudi sünnet ayininde Metzitzah'ın bu aşaması ortadan kaldırılmıştır.
[28]
İlk Makkabiler "Brit milah"ın uygulanmasını yasakladığını, bunu yapanların
ve bu işleme tabi tutulan bebeklerin bile ölümle cezalandırdığını
söylüyor.
1. yüzyıl yazarlarından, İskenderiyeli, Ortodoks Yahudi bir filozof olan Filon (MÖ. 20-MS. 50), sağlık,
temizlik ve doğurganlık da dahil olmak üzere çeşitli gerekçelerle Yahudi
sünnetini savundu. [29] Ayrıca sünnetin mümkün
olduğu kadar erken bir zamanda yapılması gerektiğini düşünerek kişinin
kendi özgür iradesiyle yapılmasının mümkün olmayacağını düşünmüştür.
Sünnet derisinin spermin vajinaya ulaşmasını engellediğini ve bu nedenle
de milletin nüfusunu arttırmanın bir yolu olarak yapılması gerektiğini
iddia etmiştir. Ek olarak sünnetin cinsel hazzı azaltmak için etkili bir
yol olduğunu ve yapılması gerektiğini belirtti. [30]
Yahudi filozof Maimonides (Musa bin Meymun, 1135–1204) sünnetin imanın tek göstergesi
olduğu konusunda ısrar etti. Yapmanın çok zor olduğunu ancak “bazı
dürtüleri bastırmak” ve “ahlaki açıdan kusursuz olanı” başarmanın yolu
olarak sünneti onayladı. Zamanın bilgeleri sünnet derisinin cinsel hazzı
arttırdığını fark etmişti. Maimonides koruyucu derinin kesilmesinin ve kan
kaybının penisi zayıflattığını, böylece bir erkeğin şehvetli düşüncelerini
azaltmada ve daha az zevkli bir şekilde seks yapmada etkili olduğunu
belirtmiş ve şöyle demiştir: [31]
"Bilgelerimiz net bir şekilde "Bir kadının cinsel birliktelik yaşadığı
sünnetsiz bir adamdan ayrılması zordur" der. Sanırım sünnetin
emredilmesinin en iyi nedeni budur." [32]
13. yüzyılda, Maimonides'in, Fransız öğrencisi (Isaac ben Yediah)
sünnetin bir kadının cinsel isteğini azaltmanın etkili bir yolu olduğunu
iddia etti. Sünnet olmamış bir adamla birlikte her zaman orgazm olduğunu
ve böylece cinsel iştahının hiçbir zaman yerine gelmediğini ancak sünnetli
bir adamla "orgazmda büyük ısı ve yanma nedeniyle" hiç zevk almadığını
söyledi. [33]
SÜNNETİN HRİSTİYAN DÜNYASINDAKİ DÜŞÜŞÜ
Elçilerin İşleri 15'de Kudüs Konseyi Hristiyanlığa yeni geçenlerde
sünnetin gerekip gerekmediği konusunu ele aldı. Hem Aziz Petrus (Simon Peter, d. MS 30; ö. MS 64-68) hem de Âdil Yakup (diğer adları: James the Just, İsa'nın kardeşi Yakup, Rabbin kardeşi Yakup), Yahudi olmayanların dine geçişinde sünnete ihtiyaç olmadığını
söyleyince tüm konsey sünnetin gerekli olmadığına karar verdi.
Ancak, Elçilerin İşleri 16 ve Pavlus'un Mektuplarındaki birçok referans
uygulamanın hemen ortadan kaldırılmadığını göstermektedir. Örnek olarak
bazı ayetleri inceleyelim:
Elçilerin İşleri 16:1–3' de Pavlus'un bir Yunan'ı sünnet
ettirdiğini görüyoruz:
1. Pavlus, Derbe ve Listra’ya da uğradı. Listra’da Timoteos adında bir
İsa öğrencisi vardı. Annesi imanlı bir Yahudi, babası ise Grek’ti.
2. Listra ve Konya’daki kardeşler ondan övgüyle söz ediyorlardı.
3. Timoteos’u kendisiyle birlikte götürmek isteyen Pavlus, oralarda
bulunan Yahudiler yüzünden onu sünnet ettirdi. Çünkü hepsi, babasının
Grek olduğunu biliyordu.
Romalılar 3:1-2'de Tarsuslu Paul Yahudi sünnetini övüyor gibi
görünmektedir:
1. Öyleyse Yahudi’nin ne üstünlüğü var? Sünnetin yararı nedir?
2. Her yönden çoktur. İlk olarak, Tanrı’nın sözleri Yahudiler’e emanet
edilmiştir.
Fakat bununla çelişir bir şekilde 1.Korintliler 7:18-19'da sünnet
önemli değildir vurgusu yapılır:
18. Biri sünnetliyken mi çağrıldı, sünnetsiz olmasın. Bir başkası
sünnetsizken mi çağrıldı, sünnet olmasın.
19. Sünnetli olup olmamak önemli değildir. Önemli olan, Tanrı’nın
buyruklarını yerine getirmektir.
Galatyalılar 6:11-13'de ise sünnet ettirmek isteyenler etiyle
övünmekle suçluyor ve sünnet karşıtlığı artışa geçiyor:
11. Bakın, size kendi elimle ne denli büyük harflerle yazıyorum!
12. Bedende gösterişe önem verenler, yalnız Mesih’in çarmıhı uğruna
zulüm görmemek için sizi sünnet olmaya zorluyorlar.
13. Oysa sünnetlilerin kendileri bile Kutsal Yasa’yı yerine getirmiyor,
sizin bedenlerinizle övünebilmek için sünnet olmanızı istiyorlar.
Daha sonra ise Filipililer 3:2-3'de Hristiyanlar "bozulmaya" karşı
uyarılıyor:
2. Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet
bağnazlarından sakının!
3. Çünkü gerçek sünnetliler Tanrı’nın Ruhu aracılığıyla tapınan, Mesih
İsa’yla övünen, insansal özelliklere güvenmeyen bizleriz.
Yahudi Hristiyanlar "sünnet olanlar" veya sünnetli Hristiyanlar olarak
adlandırılırken sünnet daha çok Yahudi erkeklerle ilişkilendirilmiştir.
Sünnetli-sünnetsiz terimleri genel olarak Yahudiler ve Yunanlılar anlamına
gelmekteydi. [34]
Bununla birlikte, 1. yüzyıla ait Yehuda Eyaleti'nde artık sünnetli olmayan
bazı Yahudiler, ve bazı Yunanlılar ve Mısırlılar, Etiyopyalılar ve Araplar
gibi başkaları da vardı. Thomas'ın 53. Müjdesi'ne göre İsa şöyle diyor:
53. Havarileri ona dediler : Sünnet faydalı mı değil mi ? Onlara dedi:
Eğer faydalı olsaydı, babaları onları daha annelerindeyken sünnet
ederdi. Ama Ruh’taki gerçek sünnet çok faydalı.!
Thomas 53 ile Pavlus'un Romalılar 2:29'u, Filipililer 3:3, Korintliler
7:19, Galatyalılar 6:15 ve Koloseliler 2:11–12 arasında paralellikler
bulunmaktadır.
Yuhanna 7:23'de İsa Şabat gününde uyguladığı şifa için onu
eleştirenlere cevap veriyor:
23. Musa’nın Yasası bozulmasın diye Şabat Günü biri sünnet ediliyor da,
Şabat Günü bir adamı tamamen iyileştirdim diye bana neden kızıyorsunuz?
Kudüs İncili: Şimdi eğer bir adam Musa'nın Yasası'nın bozulmaması
için Şabat günü sünnet edilebiliyorsa bir erkeği Şabat gününde sağlıklı ve
eksiksiz yaptığım için bana neden kızgınsın?
Bu metinler penisin sünnet edilmesinin onu iyileştirdiği üzerine gelişen
Tanrısal inanca ya da sünnet uygulaması üzerine bir eleştiri olarak
görülmüştür. [34]
Avrupalılar, Yahudiler hariç erkek sünnetini hiç uygulamamışlardı fakat
silahlı seferberlik kralı Vamba'nın sivil topluma karşı zulüm yapan
herkesi sünnet ettirdiği Vizigot İspanya'sında nadir bir istisna meydana
gelmiştir. [35]
Katolik Kilisesi, Mısır'ın en eski halklarından Kıptilerin (Koptlar) ve Katoliklerin sünnet uygulamalarını sonlandırmak için sünnetin ahlaki bir günah olduğunu söyleyerek sünneti ve yaptıranları kınamıştır. 1442'de Basel-Floransa
Konseyi'nde sünnet uygulamasına karşı emir verdi. Bu karar, vaftiz edilmenin sünnetin yerine geçtiği inancına dayanıyordu (Kol. 2:11–12). [36]
Birleşmiş Milletler Aids Programı'na (UNAIDS) göre bu konseyde Papa
sünnetin Hristiyanlar için gereksiz olduğunu belirtti. [37]
18. yüzyılda Edward Gibbon sünneti yalnızca Yahudiler ve Türkler
tarafından uygulanan "tuhaf bir sakatlama-bozma" olarak ve "acı verici,
sıklıkla tehlikeli bir ayin" şeklinde nitelendirdi... (R. Darby) [38]
Londra'da 1753'te Yahudilere eşit haklar vermek için bir öneri yapıldı.
Yahudilere eşit haklar verilmesinin evrensel sünnet anlamına geldiği
korkusunu yayan zamanın broşürcüleri tarafından şiddetle karşı çıkıldı.
Erkekler korunmaya ve savunmaya çağrıldı:
"Mülkünüzün en iyisini ve onun tehdit altındaki sünnet derilerini
koruyun!" Seksle ilgili popüler inançların, erkeklikle ilgili korkuların ve
Yahudiler hakkındaki yanlış kavramların sıra dışı bir şekilde dışa
vurulması aynı zamanda dönemin erkeklerinin kendi üreme organlarını ve
sünnet konusunu nasıl dikkate aldığının çarpıcı bir göstergesiydi.
(R.Darby) [38]
Bu olumsuz tavırlar 19. yüzyıla kadar devam etti. İngiliz kaşif Sir
Richard Burton, "Hristiyan aleminin sünnet uygulamasından korktuğunu ve
nefret ettiğini" gözlemledi.
İSLAM TOPLUMLARINDA SÜNNET Kur'an'da sünnet ile ilgili herhangi bir ayet-sure GEÇMEMEKTEDİR!
Bunu okuyunca bana küfretmeye kalkacak olan dostlardan rica ediyorum
Google'a "Kur'an'da sünnetten bahsedilir mi?" yazıp arasınlar yada gidip
en güvendikleri hocalarına sorsunlar, hiç olmadı evdeki Kur'an'ı açıp
baksınlar. Görecekler ki kesinlikle hiçbir ayette sünnetten
bahsedilmemektedir.
Sünnet uygulaması sadece bazı hadislerde geçmektedir. Bu yüzden de
hadislere inanmam, güvenmem yada "benim için tek kaynak Kur'an'dır" diyen
arkadaşlarımızın içinde oldukları çelişkiyi görmeleri gerekir.
Şimdi sünnetin geçtiği bazı hadislere bakalım:
"Doğuştan insan ruhuna yakışan hususlardan bir kısmı şunlardır: Ağzı
su ile yıkayıp çalkalamak, buruna su çekmek ve temizlemek. Bıyıkları
kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk altının kıllarını
gidermek, etekteki kılları gidermek ve sünnet olmak." [39]
"Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet
olan Hz. İbrahim'dir." [40]
"Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet
olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." [41]
"Peygamberimiz (s.a.s)'e geldim ve İslamiyet'i kabul ettim. Bunun
üzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdular: 'Kendinden küfrün
kıllarını at ve sünnet ol.' " [42]
"Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için
fazilettir." [43]
Günümüzde zaman zaman doğuştan sünnetli olan çocuklarla
karşılaşırız ve Hipospadias adı verilen bu hastalık ciddi sonuçlar
doğurabilmektedir.
Bazıları Muhammed'in “Peygamber” olduğunun göstergesi olarak sünnetli
doğduğu efsanesine inanmaktadırlar. Çünkü inanışa göre Allah onu
mükemmel bir biçimde yaratmıştır.
Bu inanış ise apayrı bir çelişki içerir çünkü eğer Allah Muhammed'i
kusursuz yani sünnetli yarattı ise, Allah'ın sünnetsiz yarattığı
insanlar kusurlu mudur? Hani Allah kusursuz ve eksiksiz yaratandı? hani
hata yapmaz, eksik yaratmazdı?
Bazı Müslümanlar, Eski Ahitte yazanların geçerli olduğunu, bu nedenle
İbrahim ile Tanrı arasındaki sünnet anlaşmasına bağlı kalınması
gerektiğini düşünürler. Tevrat değiştirilmiştir diyenlerin sünnete
açıklama getirirken Tevrat metinlerini delil göstermeleri büyük bir
çelişkidir. Değiştirilen ya da hatalı olduğu iddia edilen bir kaynağın
içinden seç, beğen, al yapılamaz.
Bunca kaynak gösteriyor ki; sünnet Yahudilere antik Mısır'dan, Müslümanlara da Yahudilerden geçmiştir. Yani "sünnet" tıpkı İslamiyet'teki birçok inanış, metin ve gelenek gibi başka toplumlardan, onların dinlerinden alınmış, uygulamaya başlanmıştır.
KAYNAKLAR
Griffin G. Decircumcision. p.17 (1992)
Marck, J. "Aspects of male circumcision in sub-equatorial
African culture history" (1997); Health Transit Review. 7 Supll:
337–360.
Morrison J. "The origins of the practices of circumcision
and subincision among the Australian aborigines". The Medical
Journal of Australia. 1 (3): 125–7. (1967)
"SHEM". The Jewish Encyclopedia. 2013-12-17] , [Amin Ud,
Din M (2012). "Aposthia-A Motive of Circumcision Origin". Iranian
Journal of Public Health. 41: 84.
Alphabet of Ben Sirah, Question #5 (23a–b)
M. Dānešvar, Dīdanīhā wa šanīdanīhā-ye Īrān, 2nd ed., 2 vols., Tehran, 1327 Š./1948. I, pp. 31, 59
A.g.e., II, s. 56
E. Šakūrzāda, ʿAqāyed o rosūm-e mardom-e Ḵorāsān, 2nd ed., Tehran, 1363 Š./1984. p.167; Massé, Croyances, p. 53
M. Katīrāʾī, Az ḵešt tā ḵešt, Tehran, 1348 Š./1969. p. 41-42 | Šakūrzāda, a.g.e., p. 167 | Ṣ. Hedāyat, Neyrangestān, Tehran, 1342 Š./1963. p. 195
Katīrāʾī, a.g.e., p. 41-42
Dānešvar, a.g.e. p. 56; Katīrāʾī, a.g.e., p. 41; Hedāyat, a.g.e., p. 116;
Šakūrzāda, p. 167
Patai, 1987, p. 160; E. Westermark, Ritual and Belief in Morocco, 2 vols. 1926. II, p. 427; F. Legey, The Folklore of Morocco, 1935. p. 107, 175
Massé, Croyances, p. 53
Gollaher (2000) Circumcision: A History Of The World's Most Controversial Surgery. p. 2
Kanawati, N. and A. Hassan 1997, The Teti Cemetery at Saqqara II: The Tomb of. Ankhmahor : pp. 11-12
Mark Popovsky (2010). "Circumcision". In David A. Leeming; Kathryn
Madden; Stanton Marlan. Encyclopedia of Psychology and Religion.
pp. 153–154
Hodges, F. M. (2001). "The ideal prepuce in ancient Greece
and Rome: male genital aesthetics and their relation to
lipodermos, circumcision, foreskin restoration, and the
kynodesme". The Bulletin of the History of Medicine. 75 (3):
375–405
Arabian Nights, Sir Richard Burton, Footnote 180
Suetonius (translated and annotated by J. C. Rolfe) (c. 110). "De
Vita Caesarum-Domitianus". Ancient History Sourcebook at
fordham.edu. The Romans applied the term
curtus (lit., "cut short") to circumcised men at least in poetic
contexts, e.g. at Horace, Sermones i.9.70
Rubin, J. P. "Celsus' decircumcision operation:
medical and historical implications". Urology. 16 (1): 121–4. (1980)
Hall, R. G. "Epispasm: circumcision in reverse".
Bible Review: 52–7. (1992)
Peron, James E. "Circumcision: Then and Now". Many
Blessings (vol. III). pp. 41–42. (2000)
Philo Judaeus. "A Treatise on Circumcision"
Gollaher 2000, a.g.e., p. 13
Gollaher 2000, a.g.e., p. 21; The Guide of the Perplexed. Translated and
with an Introduction and Notes by Shlomo Pines. Chicago: Univ. of
Chicago Press, 1963, Part III, ch. 49, p. 609. Moses Maimonides
(translated by Shlomo Pines) (1963). "Guide to the Perplexed by".
University of Chicago; Maimonides, Moses (translated by Michael
Friedländer) (1885). The Guide of the Perplexed. London: Trübner
and co. pp. 267–9; Lisa Braver Moss. "Circumcision: A Jewish
Inquiry"
Maimonides Rabbi. A Guide for the Perplexed (trans. M.
Friedlander). 1956
Davis, Dena S. "Male and female genital alteration:
a collision course with the law". Journal of law-medicine. 11:
487–570. (2001); Gollaher 2000, a.g.e., p. 22
Michael Glass. "The New Testament and
Circumcision". Circumcision Information and Resource Pages (2001)
Julian of Toledo. Historia rebellionis Paulli adversus Wambam
Gothorum Regem. p. 10. reprinted in Jacques Paul Migne,
ed. (1862). Patrologiæ cursus completus, seu bibliotheca
universalis, integra, uniformis, commoda, oeconomica, Omnium SS.
Patrium, Doctorum scriptoriumque, eccliasticorum. pp. 771–774
"Eccumenical Council of Florence and Council of Basel". EWTN
Global Catholic Television Network Library
"Male Circumcision: context, criteria and culture". UNAIDS.
2007-02-26
Robert Darby. "A short history of the world's most controversial
surgery". Circumcision Information Australia. A review of David L.
Gollaher (2000), a.g.e.