Kur'ân'a göre Âdem yaratılmış ilk insandır ve ismi 25 kere geçer. Allah onun
yalnızlığına çare olması için daha sonra ona eş olsun diye Havva'yı yaratır.
Sonra Âdem ve Havva çocuk yaparak insan soyunu başlatırlar. Fakat Kur'an'da
Havva ismi geçmez.
İnsanlığın iki kişinin üremesi ile çoğalması ensest ilişki demek olduğundan bunu
kabul etmek istemeyen birçok kişi Kur'an'da asla bahsedilmemiş olan sav ve
çıkarımlarda bulunmuştur. Tıpkı "birçok Âdem ve Havva yaratılmıştır" demeleri
gibi. Diğer yandan kimileri "Allah bir süreliğine ensest ilişkiye izin vermiş
olabilir" diyerek İslam geleneğindeki anlatıyı kabul etmiştir. Fakat bu görüş
bilimsel yönüyle sorunludur.
Bazı kesimler Âdem'e kitap, daha doğrusu 10 sayfalık bir suhuf inmiştir deseler
de İslam alimleri bu olaya kaynak olarak belirtilen rivayeti "zayıf" olarak
nitelendirmektedirler. Söz konusu rivayette Muhammed, Ebû Zer el-Gıfârî’nin
"Allah resullerine kaç kitap gönderdi" sorusuna 104 cevabını vermiş, bunlardan
on sayfanın Âdem’e, elli sayfanın Şît’e, otuz sayfanın İdris’e, on sayfanın
İbrahim’e verildiğini, ayrıca Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’ın indirildiğini
belirtmiştir. [1]
Babil Talmudu ve Mezmurlar'daki anlatıya göre Tanrı meleklere "yeryüzünde bir
halife yaratacağım" dediğinde melekler Âdem'in yaratılmasına karşı çıkmış, Tanrı
"ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek yaratmıştır. Kurân, Bakara suresi
otuzuncu ayette bu anlatıya yer vererek Yahudi geleneğindeki bu türden metinleri
bünyesine katmıştır. [2]
Âdem İbrânîcede "toprak (yer)" anlamına gelen "adamah" kelimesinden
türetilmiştir. "Topraktan oluşan" anlamına gelir. Dini bağlamından dolayı aynı
zamanda "insan" anlamına da gelir ve Âdem anlatısının kökeni Mezopotamya
efsaneleridir. Yediği kaptan taptığı tanrı heykellerine kadar her şeyi topraktan
yapan antik dönem toplumları insanın da toprağa şekil verilerek yaratıldığına
inanmıştır. Gılgamış destanındaki Aruru'nun topraktanᴬ, Enki ile Ninhursag
(Ninmah) efsanesindeki Nammu ile Ninhursag'ın ve Atrahasis Destanı'ndaki
Nintu'nun (Ninhursag) karıştırdıkları kan ve balçıktan insan yaratmaları bunun
örneklerindendir. Tarım ve çömlekçiliğin olduğu toplumlarda bunun onlarca örneği
vardır. Greklerde Prometheus insanı topraktan yaratıyor, Mısırlılarda çömlekçi
tanrı Khnum çocukları balçıktan yarattıktan sonra annelerinin karnına
yerleştiriyordu.
A : Enkidu'yu da topraktan yaratır.
Mısır, Tell Amarna'da bulunan ve MÖ. 1400 dolaylarına tarihlenen Sümer
tabletinde anlatılan Adapa efsanesi ile İbrahimi dinlerdeki Âdem hikayesi
arasında ciddi benzerlikler vardır. İkisi de yaratıldıktan sonra Tanrı
tarafından hesaba çekilmiş ve sonrasında yeryüzüne sürülmüşlerdir.
Yaşayıp yaşamadığı konusunda herhangi net bir bilimsel bilgi bulunmamasına rağmen kutsal kitaplarda anlatılanlarla İbrahim hakkında bilgi sahibi olabildik. Ancak kutsal kitaplarda yazılanların da mantık açısından destekleyici kaynakları olmaması İbrahim’i daha gizemli bir hale getirmektedir.
İbrahim hakkında bilinenlerin bir kısmı Sümerlerin Ur kentinde putperest bir anne-babadan dünyaya geldikten sonra gençliğinde Nemrut isimli bir kral ile arasında anlaşmazlık olduğu ile başlar. Ancak İbrahim’in yaşadığı varsayılan tarihte ortada Nemrut isimli bir kral bulunmamaktadır. İbrahim daha sonra babası Terah’tan kavgalı bir şekilde ayrılıp bugünkü Harran’a göç ettiği bilinir. Atalarının yaşadığı Habur ovasından dolayı onlara Haburi ya da Habiru deniyordu. Harran’da kız kardeşi Sare ile evlilik akdini gerçekleştirerek hayvancılık işlerine girmiş yani celep olmuştu. Bu tarihten sonra yetiştirdiği küçükbaş hayvanların üretimini ve ticaretini yapmaya başladı. Tabii ki bundan dolayı da sürekli yeni taze otlaklar bulmak amacıyla göçebe bir hayat yaşıyordu.
İbrahim’in yaşadığı MÖ 2000’li yıllarda bölge coğrafyasında (Asur ve Babil) varlığını sürdüren Sümerlerin tanrısı Enlil ve Enki liderliğinde diğer tanrılardı. Sümer tanrılarının ikametleri gökler olduğu için yıldızlar ve gezegenler onların sorumluluk alanına girmekteydi. Zaten Enlil diğer anıldığı Baal ya da El gibi farklı isimlerde de olduğu gibi Boğa görüntüsü ile resmedilirdi ve bunun asıl sebebi de göklerde Boğa Burcunu temsil etmesiydi. Göklerin tanrısı olmasına rağmen yerden yani dünyadan sorumluydu ve bu yüzden de grubu toprak idi. Kardeşi Enki de yine göklerin tanrısı olmasına rağmen o suyu kontrol ediyordu bu yüzden de Kova (Aquarius) burcu ile simgelenmekteydi. Diğer Sümer tanrıları da her biri bir yıldızı temsil ediyordu bu yüzden Sümer tanrılarına inananların bir kısmı kendilerine “Mandaye” ve “Nasuraye” adını vermişlerdi. Aslı Aramice Mandaye kelimesinin kökeni olan Manda kelime anlamı itibarı ile “Bilgi”, “Hikmet” demekti. Batılı bilim insanları bu yüzden bu inancın adı için “Mandeizm” tanımlamasını kullandılar. Cemaat üyelerinde de Mandaye, Mandenler “Bilenler”, “Arif” adını verdiler. Araplar ise bu inanca sahip olanlara “Sabiî” adını vermişlerdi. Arapçada Sabiîlik “Yıldız içinden çıkıp yükselmek” gibi bir anlam içeriyordu. İbranilerde ise bu kelimenin Sub (Vaftiz için suya daldırmak) kelimesinden türetilen “İsabba” ile ilişkili olduğu iddia edilir. Bu kelimeden çıkartılan anlam ise yıldızların meleklerin yurdu olması ile ilgili olduğundan yıldızlara saygı duyulmasını ifade eder.
Sabiîlik genel olarak Sümer tanrılarının inanç şekline dönüştürülmüş bir oluşumudur. Doğrudan yıldızlara tapınmak şeklinde de ifade edilebilir. Bu konuda Yahudi bir filozof ve baş haham olan Musa bin Meymun, yıldızların birer tanrı ve güneşin de en büyük tanrı olduğunu söylüyordu. Ondan sonra ay ve diğer yıldızlar geliyordu. Sabiîler günlük ibadetlerini güneşin gökyüzündeki konumuna göre planlayıp ibadet öncesi su ile temizlenirlerdi.
Sabiîlik bir anlamda Zerdüşt inancına benziyordu. Onların da Zerdüştlerde olduğu gibi karanlık ve aydınlık tanrıları vardı. Gündüz 3 kez gece 2 kez kuzeye dönerek Işık Kralı’na ibadet ederlerdi. Temizlenme ile ilgili işlemin kesinlikle bir akarsuda yapılması zorunluydu ki bunun adına “Rişama” derlerdi. Sabiîler kökenlerinin Adem’e dayandığını iddia ediyorlardı.
Her ne kadar MÖ 2000’li yıllarda Sabiîlik yaygın bir din olarak kullanılıp daha sonra terk edilmesine rağmen sonraki yıllarda birçok uygulaması Yahudilerde, Hristiyanlarda ve Müslümanlarda ortaya çıkmıştır. Örnek vermek gerekirse Hristiyanlarda Yahya ile ortaya çıkan göllerde ve akarsularda başın ve gövdenin suya daldırılıp çıkartılmasıyla yapılan vaftiz uygulaması aslında Sabiîlerden kalmıştır. Müslümanlarda da namaz öncesi alınan abdest yine Sabiîlerden alıntıdır. Buna benzer başka uygulamalar da vardı.
İbrahim’in genel karakter yapısı duruma ve ortama göre davranmak şeklinde tanımlanabilir. Zamanın sert yaşam ortamında İbrahim’in oldukça mülayim bir yapısı vardı. Bu karakter yapısını yıllar sonra Firavun ile karısı Sare’nin de katıldığı sorunlu bir ilişkiden anlayabiliyoruz. İbrahim ölüm korkusu sebebiyle karısı Sare’ye karşılaştıkları başka kişilere eşi yerine kardeşi olduğunu söyletmesi bunun bir delilidir.
İslam, Hristiyanlık ve Musevilik gibi bir çok dinin kökenlerinin Sümer, Babil,
Akad ve Antik Mısır dinlerine dayandığı, bu efsanelerin, efsaneyi alan
toplumlar tarafından değiştirilerek kendi din ve kültürlerine uyarlandığı
açıktır. Bunların en büyük delilleri elde edilen arkeolojik kanıtlardır.
Tabletler, kabartmalar, mezar metinleri, parşömenler, büyü kapları, put ve
heykeller, tapınak metinleri gibi yüzbinleri geçen elle tutulur deliller bu
durumu kanıtlamaktadır.
Kendinden önceki çok tanrılı toplumların dininden alınan ve uyarlanan bu
efsanelerin en önemlilerinden biri de kaburgadan yaratılış efsanesidir. Kur'an
ve kutsal olarak görülen diğer kitaplara Havva'nın Adem'in kaburgasından
yaratıldığı şeklinde geçen söz konusu efsane insanları değil de tanrıları konu
edinen bir cennet mitidir. Olayın geçtiği yer Sümer tanrılarının cenneti ve
İbrahimi dinlerdeki Aden bahçesinin öncülü olan Dilmun'dur. Nuh Tufanı
efsanesinin kökeni olan Gılgamış Destanı'nda Sümerlilerce cennet bahçesi
olarak tanımlanan bu yer aynı zamanda Sümer halkının kutsal topraklarıdır.
[1][2]
Dilmun öyle bir ülkedir ki temizlik, saflık ve aydınlık hakimdir, hayvanlar
birbirlerine saldırmaz, zarar vermez, insanlar yaşlanmaz, kimse hasta olmaz.
Dünyanın her yerinden ahşap, taş, değerli mineraller, yün, baharat gibi
zenginliklerin bulunduğu kentsel bir alışveriş merkezi gibidir. Tahılları,
hurmaları ve konutlarıyla övünülmektedir. Hiçbir genç kız yıkanmaz çünkü
kirlenmek yoktur, hiçbir erkek nehre yelken açmaz çünkü avlanma, yemek için
uğraşma ihtiyacı yoktur, hiçbir haberci dolaşmaz, ne sevinç şarkısı ne de
feryat vardır. [3] Fakat tüm güzelliklerine rağmen Dilmun diyarının bir kusur
vardır, içme suyundan mahrumdur. Enki, Dilmun tanrıçası Ninsikila'nın (=
Ninhursag) yakarması üzerine içme suyu (tatlı su) getirilir.
Enki üreme organıyla bataklıkta kanallar kazar ve sazlıkları “sular-döller”.
Öyle ki organı elbisesinden dışarı çıkar (Güç, verimlilik göstergesi). Daha
sonra Enki, bu bataklıklara girmeyi yasaklar ve Ninhursag'ı onunla yatmaya
davet eder. [14]
Ninhursag (Nintu, Ki, Ninmah, Damgalnuna) ile Enki birleşince bitki tanrıçası
Ninsar, diğer adıyla Ninmu'ya hamile kalır. Zaman tanrıların katında farklı
akmaktadır; tıpkı İbrahimi dinlerde olduğu gibi. Ninhursag'ın hamileliği şöyle
anlatılır:
Ninhursag’a “yürek suyu”nu akıttı,
O da “yürek suyu’nu, Enki’nin tohumunu aldı.
Bir gün ona bir aydır,
İki gün ona iki aydır,
Üç gün ona üç aydır,
Dört gün ona dört aydır,
Beş gün (ona beş aydır,)
Altı gün (ona altı aydır,)
Yedi gün (ona yedi aydır,)
Sekiz gün (ona sekiz aydır,)
Dokuz gün ona dokuz aydır, “kadınlık” ayıdır,
... kaymak gibi, ... kaymak gibi, leziz tereyağı gibi,
Ülkenin anası Nintu, ... kaymak gibi, (... kaymak gibi, leziz tereyağı
gibi,)
Ninsar’ı doğurdu.
Ninsar "Yeşilliğin Kadını" demektir. Kızı Ninsar dünyaya gelip büyüdüğünde
Enki karaya çıkarak onu gebe bırakınca Ninkura, onu da gebe bırakınca başka
bir bitki tanrıçası Uttu dünyaya gelir (Dikkat: Güneş tanrı Utu değil; Uttu.
Uttu giysi tanrıçasıdır.). Tüm bu birleşmeler için Enki'nin kayığa binip
karaya çıktığı yazar. Dolayısıyla bunlar suyun karaya taşıp bitkilere
temasının, setler oluşturmasının ve tarımsal verimliliğin devam etmesinin
erotik anlatılarıdır. Bu doğumların ve cinsel birleşmelerin tümünün ağrısız
olduğuna özellikle vurgu yapılmış, hatta kaymak gibi oldu, yağ gibi oldu gibi
ifadelere yer verilmiştir.
Farklı bir arkeolojik eser parçasında yazan 20 satırlık metine göre ise
Ninkura'yı gebe bırakınca Ninimma doğmuş, Ninimma'da gebe bırakılınca Uttu
dünyaya gelmiştir. Yani Enki "cennetteki hileci" tabletine göre 3 kızıyla
birlikte olmuştur. Bağımsız parçacıkta yazan da eklenirse bu sayı 4 olur. [4]
Hal böyle olunca Enki'nin Uttu'yu da gebe bırakacağını öngören Ninhursag onu
uyararak Enki ona yaklaşırsa nasıl davranacağına dair öğütler verir. Bu
tavsiyeler sonrası Uttu, Enki'den elma, üzüm ve salatalık gibi bazı hediyeler
ister. [5] Bu istenenler muhtemelen düğün hediyeleridir. Enki hediyeleri
hazırlayıp getirir ve Uttu ile birleşirler. Fakat diğer tanrıçaların aksine
Uttu ile birleşmelerinde Uttu'nun ağrıları olmuş, canı yanmıştır:
Uttu munus sag-ga a ḫaš-ĝu im-me a bar-ĝu a ša-ba-ĝu im-[me]
Güzel kadın Uttu "oy uyluğum" dedi, "oy dışım (bedenim)" dedi, "oy içim
(rahmim)" dedi.
Tanrıça ah vah edince Ninhursag gelip Enki'nin menisini/sularını onun
uyluğundan siler ve ortaya sekiz adet bitki çıkarır. [6] Bu kısım okunamaz
durumda olduğundan 8 bitkiyi nasıl yarattığı bilinmese de Uttu'dan aldığı
Enki'nin suları ile kendi toprağını suladığı kuvvetle muhtemeldir. Özellikle
böyle söylüyorum çünkü unutmayın ki cinsel görünen bu ifadeler doğanın
canlandırılması, suyun toprakla buluşması ve bitkilerin yeşermesini
anlatmaktadır.
Bataklıktaki Enki, Ninhursag'ın yarattığı yasaklı bitkileri gözetler ve onlar
hakkında ulağı tanrı İsimud'a danışır. İsimud her bitkiye isim verir,
köklerinden keser veya çeker ve sırayla her birini yiyen Enki'ye verir.
Metinin bir kısmına bakalım:
Bu şekilde Enki, her bitkinin “kalbini bilir” ve “kaderini belirler”. Bunun
sonucunda Ninhursag çılgına döner ve "hayat veren gözünü" ondan çekerek
Enki'yi lanetler. [13]
Tanrıçanın lanetini duyan tanrılar dehşete kapılırken lanetlenen Enki 8 farklı
yerinden hastalığa yakalanır ve adeta ölüye dönüşür. Sonra efsanede bir tilki
belirir. Tilki, Enlil'e Ninhursag'ı geri getirmeyi teklif edince Enlil'de
karşılığında ona şehrinde bir ağaç ve şöhret vaat eder. Tilki zanaatıyla
kendini süsler ve kurnazca Ninhursag'a yaklaşır. Ninhursag iyileştirmeye ikna
olunca Enki'yi vulvasının (dişilik organı) yanına oturtur. Enki'ye
ağrıyan-hastalanan yerlerini sorar. Bunlar baş, saç, burun, ağız/diş, boğaz,
kol, kaburga ve kalçasıdır. Tanrıça ağrı içindeki her bölge için şifa
tanrıları doğurur; bu tanrı ve tanrıçalar Enki'yi sağlığına kavuşturur, yaşama
döndürür. Bu tanrılar özünde Enki'nin ağrıyan yerlerine atıfta bulunmaktadır.
İsimleri doğrudan bu bölgelerin ismidir.
Önemli olan kısım da işte tam burasıdır. Hastalanan yerlerden biri kaburgaydı.
Hasta olan her bölge için tanrıların çağrıldığı şiirin kaburga ile ilgili
kısmı şöyledir:
šeš-ĝu a-na-zu a-ra-gig
"Kardeşim, neren hastalandı?"
ti-ĝu ma-[gig]
"Kaburgam hastalandı."
nin-ti im-ma-ra-an-[tu-ud]
Ninti’yi orasından doğurdu. / Ninti'ye yaşam verdim senin için.
Ti (𒋾) "kaburga", Nin (𒊩𒌆) ise "hanım, kadın" demektir. Yani Ninti (𒊩𒌆𒋾)
"Kaburga Hanımı" demektir. [7] Kaburga kemiği ile var olmuştur. [11] Tevrat'ta
Adem'in eşinin Adem'in kaburgasından, Kur'an'da ise Havva'nın Adem'den
yaratıldığı anlatılır. Kur'an'da yaratılan kadının adı geçmezken Tevrat'taki
adı Havva'dır (חַוָּה). Diğer adı Eve'dir.
Yaratılış 2: 21-25:RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun
kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem’den aldığı
kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.
Adem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, Etimden alınmış
ettir” dedi,
“Ona ‘Kadın’ denilecek,
Çünkü o adamdan alındı.”
Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi
tek beden olacak. Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir
bilmiyorlardı.
Nisa 1:Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan,
ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten
sakının...
A'raf 189:Sizi bir tek candan yaratan, kendisiyle mutlu olsun diye
ondan da eşini yaratan O’dur...
Nisa 1:"...Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan,
ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten
sakının."
İbranilerin onca organ varken kadının yaratılışı anlatılarında kaburgayı
tercih etmişlerinin nedenlerini biraz açalım. Kitab-ı Mukaddes'e göre Havva
adı anlam olarak aşağı yukarı "yaşatan dişi", "yaşam kaynağı" gibi anlamlara
gelir.
Tevrat'a göre herkesin annesi olduğuna inanılan ve Adem'e eş olarak
kaburgasından yaratılan kadına Havva ismini veren kişi Adem'dir.
Tekvin 3:20'de şöyle yazar:
Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi.
Kitab-ı Mukaddes yazarı Havvâ adını "yaşamak, yaşatmak" anlamına gelen "hâyah"
ın kökünden türediği ile [8] veya "hayat" anlamına gelen "hayya" [9]
kelimesine dayandığı şeklinde açıklar.
Sümercede kaburga kemiğine de "ti" denir ve Dilmun şiirinde Enki'nin hasta
organlarından biri kaburgasıdır. Fakat Sümercede "ti" aynı zamanda "yaşatmak"
anlamına geldiğinden kaburga kemiğini iyileştiren kadın sadece "Kaburga
Kemiğinin Hanımı" değil aynı zamanda Kitabı Mukaddes'teki gibi "Yaşatan Hanım"
anlamına da gelir. [10] Yani Sümer dilinde bu iki anlam özdeş hale gelmiştir;
-ti hem yaşam hem kaburgadır.
Enki'den bahsedilen söz konusu Dilmun şiiri Tevrat'taki Havva kıssasının
temelini oluşturmuş [12], buradan da diğer dinlere geçmiştir. İbrahimi dinler
üzerindeki etkisini oldukça fazladır. Birkaç örnek vereyim.
Efsanede güneş tanrısının* topraktan tatlı su çıkarmasını anımsatır şekilde
Tekvin 2:6'da şöyle yazar:
"Ve yerden buğu yükseldi ve bütün toprağın yüzünü suladı".
* Enki'nin ricası üzerine içme suyunu getiren Güneş-Tanrı Utu'dur.
Efsanede yazana göre tanrıçalar ağrı ve sancı çekmeden, yağ gibi doğum
yapmaktadır. Bu durum İbrani geleneğinde Havva'ya edilen lanetin arka planına,
kaderinde çocuklarını çile çekerek taşıyıp ağrı içinde doğurmak olduğu
inancına ışık tutar.
Enki yasak olan 8 bitkiyi yediği için lanetlenirken Adem ile Havva bilgi
ağacının yasak meyvesini yediklerinden dolayı lanetlenmişlerdir.
Ulağı İsimud 8 bitkiye isim verip yemesi için Enki'ye uzatırken Enki onun
bitkileri isimlendirmesine engel olmamış, onaylamış dolayısı ile yeni
yaratılan bitkilere birlikte isim vermişlerdir. Benzer şekilde Tevrat'ın
yaratılışı anlatan Ruhban metnine ait bölümünde (Tekvin 1:27; 5:2) ilk
insanın erkek ve dişi olarak yaratıldığı, Yahvist metne ait başka bir
bölümde (Tekvin 2:18-23) önce erkeğin, daha sonra kadının yaratıldığı
vurgulanır. Buna göre ilk olarak yaratılan erkek aynı zamanda varlıkların
isim babasıdır. Tanrı'nın onun için yarattığı kır hayvanlarına ve kuşlara
isimlerini verir. Tıpkı Enki ve İsimud'un bitkilere isim vermesi gibi.
Havva'yı kaburgasından yaratmadan önce Adem'e derin bir uyku verildiğinden
bahsedilir. Aynı şekilde Ninti yaratılmadan önce Enki de derin bir uyku
halindedir.
Kısacası Enki ve Ninhursag efsanesinin değişime uğrayarak Tevrat'a oradan da
ufak değişiklikler ile Kur'an'a geçtiği açıktır. Sümer efsanesinde
kaburgadan yaratılan tanrıça figürü İbrahimi dinlerin tek tanrıcı
ilkelerinin etkisi ile sıradan, ölümlü bir insan haline getirilmiş
ve çamurdan yaratılan Adem'e eş yapılmıştır. Tüm bunların ışığında,
tanrısal mesajlar denen bu metinler gerçekten de eskilerin masallarıdır.
KAYNAKLAR
Rice, Michael (1991). Egypt's Making: The Origins of Ancient Egypt
5000-2000 BC, p. 230.
Edward Conklin (1998). Getting Back Into the Garden of Eden. p. 10.
P. Attinger, "Enki and Ninhursage: Zeitschrift für Assyriologie 74,"
1984:13-28
Attinger, a.g.e., 19
Attinger a.g.e. 21n41 and 23n46
Attinger 1984:25n48 and 49
Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, Çev: Alaeddin Şenel, s. 158
La Sainte Bible: La Bible de Jérusalem, s. 12; Ligier, s. 222
Ancien Testament (Traduction œcuménique de la Bible), Paris 1980, s. 49
Kramer, Samuel Noah (1963). The Sumerians: Their history, culture, and
character. p. 149.
Coulter, Charles R.; Turner, Patricia (2012). Encyclopedia of Ancient
Deities. p. 348
Lerner, Gerda (1986). History of Women vol. 1 : The Creation of
Patriarchy. p. 184-185.; Meagher, Robert Emmet (2002). The meaning of
Helen: In search of an ancient icon. Wauconda, III. p. 153, note 51.
Samuel Noah Kramer : Sümer Mitolojisi
Jean Bottero, Samuel Noah Kramer, Mezopotamya Mitolojisi, sayfa 170 (Enki ile Ninhursag); Keith Dickson, Enki and Ninhursag: The Trickster in Paradise (2007).
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
İzlediğimiz birçok Hollywood filmi ve okuduğumuz sayısız kitap çeşitli melek
türlerine ev sahipliği yapsa da insanların yüzyıllardır inandığı birçok
melek ve bunların kökenleri çoktan unutulmuştur. Bu tür varlıklara olan
inanç her ne kadar öznel olsa da, sorgusuz sualsiz inanılıyor olması
ilginçtir.
Bu makalede meleklerin ve insanın doğasını, insanlığın neye inandığına ve
İbrani metinlerinin neye işaret ettiğini irdeleyeceğiz. Yani hem bu
varlıkların gerçek olup olmadığına, hem de kökenlerine odaklanacağız.
Melek kelimesi, "haberci" anlamına gelen Eski İngilizcedeki "engel" den, bu
terim de Latin kiliselerinde kullanılan Yunanca "angelos" teriminden gelir.
Orta İngilizcedeki kullanımını da Eski Fransızca terim olan "angele" den
almıştır. [1]
İbranice'de ise melek için kullanılan terim "măl'k" (מַלְאַ֧ךְ) yani
bildiğimiz melektir (İbranice okunuşu "melah" ya da "malakh"tır).
Melek ve ruh kelimeleri zaman zaman birbirinin yerine geçebilir. Ancak melek
teriminin ruhsal bir varlıkla hiçbir ilgisi olmadan kullanıldığı birkaç duruma
da dikkat etmek gerekir. İncil'de bağlamına bağlı olarak "melek" aynı zamanda
bir insan yani ilahi olmayan sıradan bir "haberci" de olabilir. Örnek olarak
Malaki 1:1'e bakabiliriz:
RAB’bin Malaki aracılığıyla İsrail halkına bildirisi.
Fakat bu ayrı bir konu. Ele alınması gereken soru şudur: Bu kadar insanın
inandığı bu göksel varlıklar esasında nedirler? Nereden gelmişlerdir ve neye
benzerler?
Cevap aramaya Tevrat'tan İslam'a geçen melek anlatılarından yani "Rabbin
meleği" sözünün yer aldığı ve insanlara göründüğünün anlatıldığı İbrani
metinlerinden başlamak gerekir. Önce bu meleklerin İbrahimi dinlerdeki
hatlarınızı çizmeliyiz ki ilerleyen süreçte mitolojik kökenlerini daha kolay
bulalım.
Yaratılış 16:7–14'de Hacer'e, 22:11–15'de İbrahim'e, Mısırdan
Çıkış 3:2–4'de ateşin içinden Musa'ya, Çölde Sayım 22:22–38'de Yahudi
peygamberi Balam'a, Hakimler 2:1–3'de İsrailliler'e, 6:11–23'de
Gidyon'a, 13:3–22'de Manoah ve karısına görünür.
Mısır'dan Çıkış 3: 2-4'ü bir okuyalım:
RAB’bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde ona göründü. Musa
baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor. “Çok garip” diye düşündü, “Gidip
bir bakayım, çalı neden tükenmiyor!”
RAB Tanrı Musa’nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!”
diye seslendi.
Musa, “Buyur!” diye yanıtladı.
Yani metne göre, yanan çalıdan önce bir melek Musa'ya görünür, akabinde Rab
konuşmaya başlar. Ne kadar insani bir fikir olduğunun farkında mısınız? Hani
kral, kraliçe halkın veya başka bir liderin önüne çıkmadan önce onun gelişini
duyuran haberciler vardır ya, işte buradaki durum da tam olarak budur.
Keruvlara dair sayısız tasvir vardır ki bunlar arasında "Cennet Bahçesinin
Girişini" korumak ta yer alır. [2]
Tanrı, Adem'le karısını yasak meyveden yedikleri ve artık iyiyle kötüyü
bildikleri için ölümsüz olmalarına izin vermez. Adem ve karısını Aden'den kovar
ve tekrar giremesinler diye Yaşam Ağacı'nın yolunu denetlemeleri için bahçenin
doğusuna Keruvlar ve her yana dönebilen alevli bir kılıç yerleştirir. (Yaratılış
3:21-24)
Yaratılış 3:21-24: RAB Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler
yaptı, onları giydirdi. Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri
gibi oldu” dedi, “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz
olmasına izin verilmemeli.” Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı
işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı. Onu kovdu. Yaşam ağacının
yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana
dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.
Ayrıca Tevrat'ta, Ahit Sandığı üzerine altından yapılmış iki adet Keruv
figürü koyulduğu anlatılır. (Çıkış, 25:17-22; 37:6-9). Buna benzer şekilde,
bazı bölümlerde Keruvlardan cansız varlıklar, figürler olarak bahsedilir.
Keruvlar, Yahudi melek hiyerarşisinde, Musa bin Meymun'un Mişna Tora'sında
dokuzuncu ve Berit Menuşah gibi Kabalistik eserlerde üçüncü sırada yer alır.
De Coelesti Hierarchia adlı eser Keruvim meleklerini Serafim ve Thron
(Throne) melekleri ile birlikte en üst sıraya yerleştirir. [3]
Keruvim adlı bu melekler Hezekiel Kitabı'nda ve bazı Hristiyan
ikonlarında, tanrının tahtını tutan (Hezekiel 10:1-20), dört kanatlı ve dört
suratlı varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Bu dört surat, tüm vahşi
hayvanların temsilcisi olan aslan, yerli ve evcil hayvanların temsilcisi
olan öküz, muhtemelen gökselliği simgeleyen kartal ve son olarak insanlığın
temsili olan insandır. [4][5] Bacakları düzdür ve ayak tabanları tıpkı
parlatılmış pirinçten yapılmış boğa toynakları gibi ışıltılıdır.
Hezekiel'in vizyonlarında bu meleklere dair metinlere bakalım.
Hezekiel 1:4-14:
4 Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş
saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan
madeni andırıyordu.
5 En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu;
6 her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı.
7 Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç
gibi parlıyordu.
8 Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de
yüzleri, kanatları vardı.
9 Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa
sola dönmüyordu.
10 Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne,
sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada
dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.
11 Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her
yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki
kanatla da bedenlerini örtüyordu.
12 Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye
yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı.
13 Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale
gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve
içinden şimşekler çakıyordu.
14 Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip
geliyorlardı.
Hezekiel 10:1-20:
Baktım, Keruvlar'ın başı üzerindeki kubbenin üzerinde
laciverttaşından tahta benzer bir nesne gördüm.
2 RAB keten giysili adama, "Keruvlar'ın altındaki tekerleklerin
arasına gir. Avuçlarını Keruvlar'ın arasındaki ateş közleriyle
doldurup kentin üzerine közleri saç" dedi. Adamın oraya girdiğini
gördüm.
3 Adam oraya girdiğinde, Keruvlar tapınağın güney tarafında
duruyordu. Bulut tapınağın iç avlusunu doldurdu.
4 RAB'bin görkemi Keruvlar'ın üzerinden ayrılıp tapınağın eşiğine
gitti. Tapınak bulutla doldu. Avlu RAB'bin görkeminin parıltısıyla
doluydu.
5 Keruvlar'ın kanatlarının sesi dış avludan bile duyuluyordu; tıpkı
Her Şeye Gücü Yeten Tanrı'nın sesi gibiydi.
6 RAB keten giysili adama, "Keruvlar'dan ve tekerleklerin arasından
ateş al" diye buyurunca, adam oraya girip bir tekerleğin yanında
durdu.
7 Sonra Keruvlar'dan biri aralarındaki ateşe elini uzattı, biraz ateş
alıp keten giysili adamın avuçlarına koydu. Adam ateşi alıp oradan
ayrıldı.
8 Keruvlar'ın kanatları altında insan eline benzer bir şekil
göründü.
9 Baktım, her Keruv'un yanında birer tane olmak üzere dört tekerlek
gördüm. Tekerlekler sarı yakut gibi parıldıyordu.
10 Dördü de birbirine benziyor, iç içe girmiş bir tekerleği
andırıyordu.
11 Hareket edince Keruvlar'ın baktıkları dört yönden birine doğru,
sağa sola dönmeden ilerliyordu. Ön tekerlek nereye yönelirse, öbür
tekerlekler de onun ardınca gidiyordu.
12 Keruvlar'ın bedenleri - sırtları, elleri, kanatları - ve dördünün
de tekerlekleri çepeçevre gözlerle doluydu.
14 Her Keruv'un dört yüzü vardı: Birinci yüz öküz yüzüne, ikincisi
insan yüzüne, üçüncüsü aslan yüzüne, dördüncüsü kartal yüzüne
benziyordu.
15 Keruvlar yukarıya doğru yükseldi. Bunlar daha önce Kevar Irmağı
kıyısında gördüğüm canlı yaratıklardı.
16 Keruvlar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket
ediyor, Keruvlar yerden yükselmek için kanatlarını açınca, tekerlekler
de yanlarından ayrılmıyordu.
17 Keruvlar durduğunda onlar da duruyor, Keruvlar yerden
yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu
tekerleklerdeydi.
18 RAB'bin görkemi tapınağın eşiğinden ayrılıp Keruvlar'ın üzerinde
durdu.
19 Ben bakarken Keruvlar kanatlarını açıp yerden yükseldi,
tekerlekler de onlarla yükseldi. RAB'bin Tapınağı'nın Doğu Kapısı'nın
girişinde durdular. İsrail Tanrısı'nın görkemi onların
üzerindeydi.
20 Kevar Irmağı kıyısında, İsrail Tanrısı'nın altında gördüğüm ve
Keruvlar olduğunu anladığım canlı yaratıklar bunlardı.
Mezmurlar 18:6-10'da ise keruv meleği tanrı için binek görevi görmektedir:
Sıkıntı içinde RAB’be yakardım,
Yardıma çağırdım Tanrım’ı.
Tapınağından sesimi duydu,
Haykırışım kulaklarına ulaştı.
O zaman yeryüzü sarsılıp sallandı,
Titreyip sarsıldı dağların temelleri,
Çünkü RAB öfkelenmişti.
Burnundan duman yükseldi,
Ağzından kavurucu ateş
Ve korlar fışkırdı.
Kara buluta basarak
Gökleri yarıp indi.
Bir Keruv’a binip uçtu,
Rüzgar kanatlar takarak hızla geldi.
Hezekiel anlatılarının dışında bir başka gelenek onlara farklı fiziksel
görünümler atfetmiştir. [4] Bu melekler batı Hristiyan geleneğinde, Klasik
mitolojideki ve Yunan mitolojisindeki aşk tanrıları Cupid/Eros'dan türetilen
"putto" adlı melekler ile ilişkilendirilince, küçük, tombul, kanatlı
çocuklar-bebekler olarak tasvir edilmeye başlandılar. [6]
İslam'da Kerûbiyyûn adlı bu melekler Tanrı'ya en yakın meleklerdir. Doğu
bilimleri uzmanı Joseph von Hammer-Purgstall, İslam'daki Ruḥü'l Kudüs'ü (روح
القدس), Keruvim meleklerinin en asillerden biri olarak ele almıştır.
Diğerleri ise Allah'ın tahtını taşıyanlar veya baş meleklerdir [7] ve Kur'an
ayetlerindeki Allah'ın tahtını taşıyan melek motifleri Hezekiel'deki
anlatılarla paralellikler gösterir. Fakat mealciler Kur'an'daki bu pagan
inanışın izlerini örtmek için taht anlamına gelen "arş" kelimesini [8] "gök"
diye tercüme etmişlerdir. Halbuki göğün Arapçası "sema"dır ve çoğulu
"semavati"dir.
"Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir. Melekler onun
çevresindedir. Ve o gün Rabbinin Arş'ını, onların da üstünde sekiz
tanesi yüklenir." (Hâkka 16,17)
Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek Arş'ın
etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve
«alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun» denilmiştir. (Zümer 75)
Bu ayetlerdeki arş (عَرْشَ) bizim gök anlamında kullandığımız, kullanmaya
alıştırıldığımız anlama sahip değildir. Arş (عَرْشَ) tahttır. [8] Meleklerin
taşıdığını anlattığı şey Allah'ın tahtı değil de gök olsaydı o halde
kullanması gereken kelimeler "sema" سماء ya da "semavati"
olmalıydı.
"Arş'ın" taht anlamına geldiğinin onlarca örneğinden biri de Neml 41'dir:
Dolayısı ile burada da tahtı taşıyan melekler inanışının izleri açık bir
şekilde ortadadır fakat insanları İslam dininde tutmak isteyenler ısrarla
kelime oyunları yaparak taht anlamına gelen kelimeyi arş yada gök olarak
çevirmiştir. Halkımızdan Kur'an'ı Arapça okuyarak anlayabilen kişi sayısı
elin parmakları kadar olduğundan, bunlardan anlayanlar da dini kurumlarda
üst mevkilere sahip olduğundan bu pagan inanışın izlerini kasıtlı olarak
örtmektedirler.
Hatta bu inanışı destekleyen rivayetler de vardır.
Peki Yahudiliğe, Hristiyanlığa ve İslam'a geçen bu Keruvim meleklerinin
İbrahimi dinler öncesi kökenleri neye dayanıyordu?
Mitolojik melez varlıklar, Mezopotamya sanat ve inancında yaygındır. Bu tür
varlıklara örnek olarak, Sümer-Akad mitolojilerinde kartal kanatlarına,
aslan vücuduna ve kral başına sahip, görünüşüyle sfenkse benzeyen, koruyucu
bir ruh olan Lamassu veya Şedu verilebilir.
Bu tür varlıklara olan inanış Fenikeliler tarafından da benimsenmişti.
Kanatlar, sanatsal güzelliklerinden dolayı kısa sürede popüler hale geldi ve
çeşitli hayvanlar kanatlarla resmedildi. Sonucunda insanlara da kanatlar
verilince [2] melek figürünün kabataslak şekli de oluşmuş oldu. [9] William
F. Albright gibi araştırmacılara göre Fenike ve Kenan'da, Geç Tunç Çağı'nda
bulunan "insan başlı kanatlı aslan" figürünün diğer kanatlı yaratıklardan
çok daha yaygın olduğunu, bu yüzden Kerub melekleriyle özdeşleşmesinin kesin
olduğunu" savunur. [4]
Kerubim meleklerinin griffonlar ile, özellikle de Hitit griffonları ilgili
olduğu düşünülür. Hitit griffinleri diğer griffinlerin aksine genellikle
yırtıcı olarak görünmeyen ve koruyucu bir yapıya sahip gibi sakin ve asil
şekilde oturan insan gövdeli bir yaratıktır. [2][9]
Griffin (γρύψ) kelimesinin Keruvim ile aynı kökenli olabileceğini iddia
edenler olmuştur. [10][11] Yahudi geleneğinde bu meleklerin Cennet
Bahçesi'nin Girişini koruduğuna dair kavrayış, görevi tanrıları temsil etmek
ve davetsiz misafirleri geri püskürterek tapınak gibi kutsal alanları
koruduğuna inanılan, insanüstü güçlere sahip ve insan duygularından yoksun
Semitik varlıklara dair eski inanışlar tarafından desteklenmiştir. Bu
kavramlar Musul'un 30 km, Salamiyah köyünün 5 km güneyinde yer alan antik
Süryani kenti Nimrud'da bulunan 9.tablet metinlerindeki anlatıma oldukça
benzer. [2]
Büyük olasılıkla, Kerubim meleklerine fırtına rüzgârları olarak inanılmış
olması, Hezekiel'in vizyonlarında, daha sonraki Samuel Kitaplarında [12],
onlarla paralellik gösteren Tarihler Kitaplarında [13] ve Mezmurlar'ın erken
bölümlerindeki [2] metinlerdeki: "bir melek üzerine bindi ve uçtu: ve
rüzgarın kanatlarında görüldü." şeklinde bahsedilen Yahve'nin göksel
arabasına dair anlatıların kaynağıdır. [14][15]
İsrail'in Megido Bölgesi'nde Nasıra'nın güneyinde bulunan ve yaklaşık 25
metre yüksekliğe olan Medigo Dağı'ndaki bir metinde Hezekiel'in rüyasına
oldukça benzeyen, melek benzeri melez kanatlı yaratıklar tarafından tahtına
taşınan isimsiz bir kral tasvir edilir. [9]
Delitzch (Asur Elyazmaları Kitabı), eski Asur'daki kanatlı varlık Şedu'nun
adlarından biri olan "kirubu" ile "büyük, güçlü" anlamlarına gelen "karabu"
terimlerini birleştirir. Karâbu adını "güçlü" yerine "merhametli" olarak
nitelendirenler olduğu gibi [2][16] İbranice Kerubim adını, insanlık adına
tanrılara yalvaran şefaatçi varlıklara ve bu tür varlıkların heykellerine
atıfta bulunmak için kullanılan bir Asur terimi olan kāribu'ya bağlayanlar
da vardır. [17] Tanrının savaş arabasını yada tahtını taşıyan Keruvim ile
Asur'un boğa ve aslandan oluşan devi aynıdır. [16]
Eşaraddon, metinlerinde kapsamlı bir şekilde tapınağı yeniden inşa edişini
anlatır. Tavana seferlerden elde ettiği sedir kirişleri koyduğunu ve bu
süslü kapıların altın tokmaklı, hoş kokulu kapıları olduğunu, ve içerde yer
alan küçük tapınak alanını komple altınla kaplattığını söyler.
Sonra kral şöyle devam eder:
(il) Laḫ-me (il) ki-ru-bi ša za-ri-ri ru-uš-šu-u idi anu idi ulziz.
'Her iki tarafına da pirinçten yapılmış kutsal bir Laḫmu ve Ku-ri-bu diktim.'
Agumkakrime heykelinin tapınağa dikildiği Lahmu kutsallığı, Anu, Enlil ve
Ea'nın öncülerinden biriydi. Dolayısıyla kutsallıktan söz ederken bahsettiği
Kuribu da büyük ihtimalle Babil dininde benzer bir yere sahipti.
Musul'daki Fransız Konsolosu Botta ilk Asur sarayını ortaya çıkarmıştı. Bu
saray İşaya Kitabı'nda bahsedilen, Sanherib'in babası olan güçlü hükümdar
Sargon'un ikametgahıydı. Dikkat çekici bir unsur vardır. O da buradaki
kapıların üzerlerinde, önlerinde ve saray duvarları gibi çok sayıda yerde
kanatlı aslan ve boğa figürlerinin yer alıyor olmasıdır. Bu figürler
öylesine yapılmamıştır, sahip oldukları muazzam boyutları onların tanrılar
veya ilahi kahramanlarla ilişkili olduklarını anlamak için yeterlidir.
Sargon kalesi Horsabad'daki (Dur-Şarrukin) kanatlı boğalar 1 ila 5 metre
yüksekliğindeydi. Asurlular özellikle kapı girişindeki kanatlı boğaları
çoğaltmışlardı ve bazıları kapı köşelerine kemer alnını desteklemek için
konuyordu.
İkisi duvar düzleminde, kapının iki yanında birbirine bakacak şekilde, diğer
ikisi ise içeri giren ziyaretçilere yüzleri dönük olacak şekilde
yerleştirilmişlerdi. Böylece içeri girecek olan biri hem ilk iki heykelin
yan açıdan vücudunu hem de diğer iki heykelin ön cepheden yüzünü görüyordu.
Bu da bir yanılsamaya yol açıyor; sakallı, göğsünde kalın yelesi olan, boynu
saç tutamları ile kaplı, tüy dizilerinden oluşan dev kanatları kemer alnına
kadar yükselerek bir yelpaze gibi uzayan yaratık görüntüsü
oluşturuyordu.
Asurluların kanatlı boğalarının farklı formları vardı. 1845'de Ninova'da
yapılan kazılarda insan şeklinin bele kadar devam ettiği, insan kollarının
olduğu, kanatlı, insan başlı aslan heykelleri keşfedilmişti. Giriş
alanlarında kullanılan 3,5 metre yüksekliğindeki bu figürlerin gücü
simgeleyen abartılı kasları, geniş omuzların arkasından çıkan devasa
kanatları, bellerinde düğümlenmiş püsküllü kuşakları vardı. [17]
Keruvların biçimi hakkında belirsiz olan pek çok şey olsa da temelinde yatan
şeyin vahşi kara hayvanları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Erken Semitik
dinlerde, Musevilikte animizme dair izler görmek mümkündür (Örn:
Yeşaya,13:21; 34:14; Luka, 11:24).
Hangi yönden ele alınırsa alınsın bu meleğin kökenlerinin Mezopotamya
topluluklarının antik dinlerine, efsanelerine, animizme ve Asur, Akad ve
Babil'in dev yapıtlarına dayandığı ortadadır. Üzerlerinde yapılan ufak
oynamalarla İbrahimi dinlere geçmişlerdir.
KAYNAKLAR
Texas Jewish Post. 2020-09-24
"The High Holidays". My Jewish Learning.
Davies, N. de G., The Rock Tombs of El Amarna (1908) : Part I, The Tomb of
Meryra, Plate XXVII.
A.g.e. : Part IV, Tombs of Parennefer, Tutu, and Aÿ, Plate XIX.
Ertman, Earl L., “Images of Amenhotep IV and Nefertiti in the Style of the
Previous Reign,” University of Akron, In Causing His Name to Live, Studies
in Egyptian Epigraphy and History in Memory of William J. Murnane, (Brill,
Leiden, 2009)
Israel in Egypt, The Evidence for the Authenticity of the Exodus
Tradition, 1996
Akhenaten and His Daughter Offering to the Aten, ca. 1353-1336 B.C.E.
Limestone, pigment, 8 15/16 × 20 5/16 × 1 1/4 in., 14.5 lb. (22.7 × 51.6 ×
3.2 cm, 6.58kg). Brooklyn Museum, Charles Edwin Wilbour Fund , 60.197.6.
Papyrus of Hunefer, British Museum
Lichtheim 1976. Miriam Lichtheim. Ancient Egyptian literature: a book of
readings. Vol.2. The New Kingdom. Berkeley/London: 96-100
Davies, A.g.e., Mahu-North Thickness, plate XV (The Royal Family
Worshipping Aten); A.g.e., plate XVI; A.g.e., plate XVIII (Mahu Visits the
Temple); A.g.e., plate XX (The Royal Chariot Leaving the Temple); A.g.e.,
plate XXII (The Royal Chariot Passing the Sentries); A.g.e., plate XXXI
(The Royal Family Make Votive Offerings to the Sun); plate
XXXV;
Inconsistency in the Torah, Ancient Literary Convention and the
Limits of Source Criticism, p. 38
Boundary Stelae Of Akhentaten, W. J. Murnane, p. 39
Pritchard, James B., ed., The Ancient Near East - Volume 1: An Anthology
of Texts and Pictures, Princeton, New Jersey: Princeton University Press,
1958, pp. 227-230.
C.D. Warner, et al., comp. The Library of the World’s Best
Literature. An Anthology in Thirty Volumes. 1917.
(Trans. Llewellyn Griffith)
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
"Yanan biri" anlamına gelen Seraf'tan İncil'in Kral James versiyonunda Serafim
şeklinde bahsedilir. Arapçadaki karşılığı مشرفين musharifin'dir. En yüce
meleklerdendir. Eski Yahudi kaynaklarında göksel varlıklar (melekler)
olarak geçerler. Bu varlıklar daha sonra Musevilik, Hristiyanlık ve İslam'da da
rol oynamışlardır. [1] "Seraf " İbranicedeki çoğulu olan "Serafim"den
türetilmiştir. Halbuki İbranicedeki tekili "śārāf (שָׂרָף)"tır. [2]
Hristiyanlık
Serafları'ı melek sıralamasında en yüksek seviyeye koyarken, 12. yy'da yaşamış
olan Sefaradi Yahudisi, filozof, başhaham, Talmud bilgini ve çoğaltıcısı Musa
bin Meymūn (30 Mart 1135 – 13 Aralık 1204) Musevilikteki melek hiyerarşisinde 10
melek statüsünün yer aldığı Musevi melek hiyerarşisinde onları beşinci sıraya
koymuştur. [3][4][5]
Yeşaya Kitabındaki bir bölüm bu terim hakkında oldukça farklı bir anlatıya
sahiptir. Onları tanrı'nın tahtı etrafında uçan altı kanatlı varlıklar olarak
tanımlar.
Yeşaya 6: 1-7:
Kral Uzziya’nın öldüğü yıl yüce ve görkemli Rab’bi gördüm; tahtta
oturuyordu, giysisinin etekleri tapınağı dolduruyordu. Üzerinde Seraflar
duruyordu; her birinin altı kanadı vardı; ikisiyle yüzlerini, ikisiyle
ayaklarını örtüyor, öbür ikisiyle de uçuyorlardı.
“Vay başıma! Mahvoldum” dedim, “Çünkü dudakları kirli bir adamım,
dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum. Buna karşın Kral’ı, Her
Şeye Egemen RAB’bi gözlerimle gördüm.”
Seraflar’dan biri bana doğru uçtu, elinde sunaktan maşayla aldığı bir kor
vardı; onunla ağzıma dokunarak, “İşte bu kor dudaklarına değdi, suçun
silindi, günahın bağışlandı” dedi.
Gördüğünüz üzere bu metinler "Seraflar"ı, Tanrı'nın işlerini yapmak konusunda
tutkulu olan kanatlı göksel varlıklar olarak tanımlar. [8] Fakat metindeki bu
ifadelere rağmen Tevrat'ta yüksek melekler statüsünün bulunmadığını ve bu
durumun yalnızca De Coelesti Hierarchia veya Summa Theologiae gibi sonraki
kaynaklarda ortaya çıktığını ve ilahi elçilerin bir bölümü olarak kabul
edildiğini iddia eden bir İbrani bilgin de olmuştur. [9]
Seraflar'dan Hanok (Enoch) Kitabı'nda ve Vahiy Kitabı'nda da göksel varlıklar olarak
bahsedilir. MÖ 2. yüzyıla tarihlenen Hanok Kitabı'nda [10] Tanrı'nın tahtına
en yakın duran göksel yaratıklar olarak Kerub'lardan (çoğulu Kerubim yada
Keruvim) bahsedilen bölümde Seraflar yani yüksek meleklerden de birlikte
bahsedilir. Buradaki Keruvim'ler İslam'a Kerubiyyun melekleri olarak
geçmişlerdir. [20] İslami teolojide bazen cennetin 6. katında bazen ise
Allah'ın tahtının yanında bulunan melekler olarak tanımlanırlar.
İncil dışı kaynaklarda bazen Akyəst olarak adlandırılırlar. Eritre ve Kuzey
Etiyopya'da konuşulmuş eski bir Sami dili olan Geez (Ge'ez) dilinde
"yılanlar", "ejderhalar" anlamına geldiği gibi cehennem için kullanılan
alternatif bir terimdir. [11][12][13]
Kenan'da yüksek melekleri sergilemek için kullanılan motiflerin orijinal
kaynaklarının antik Mısır'daki Uraeus ikonografisine dayandığı konusunda
fikir birliği vardır. [6]
Seraf, Serafim kelimesi İşaya Kitabında dört kez geçmektedir (6: 2–6, 14:29,
30: 6). Fakat enteresan olan şudur ki İşaya 6: 2–6'da bir tür göksel varlığı
veya meleği tanımlamak için kullanılan bu kelimenin diğer kullanımları
yılanlarla ilgilidir, yılanlara atıfta bulunur. [7]
Dolayısı ile yılan = "melek"tir. Bazen düşmüş melek efsanelerinin etkisi ile şeytan-iblis ile ilişkilendirilmiştir. Bunun örneklerinden biri Şeytan'ın cennette, Aden bahçesinde Adem ve Havva'ya yılan kılığında görünmesi efsanesidir.
Hanok'un İkinci Kitabında Seraf ve Kerub meleklerin yanında iki göksel varlık
sınıfından daha bahsedilir. Bunlar feniks ve chalkydri'dir (khalkýdrai). Her
ikisi de 4. veya 6. cennette bulunan, on iki kanadı olan, gün doğumunda şarkı
söyleyen, "güneşin uçan ögeleri" olarak tanımlanır. [14]
Yeşaya'da 6 kanatlı Seraflar'ın tanrının üstünde durduğu söyleniyordu. Vahiy
kitabında bahsedilen 6 kanatlı melekler ise tanrının tahtının çevresinde
bulunmaktadır ve kanatları gözlerle kaplıdır.
Vahiy Kitabı 4: 4-8:
Tahtın çevresinde yirmi dört ayrı taht vardı. Bu tahtlara başlarında
altın taçlar olan, beyaz giysilere bürünmüş yirmi dört ihtiyar
oturmuştu. 5 Tahttan şimşekler çakıyor, uğultular, gök gürlemeleri
işitiliyordu. Tahtın önünde alev alev yanan yedi meşale vardı. Bunlar
Tanrı’nın yedi ruhudur. 6 Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir
deniz vardı. Tahtın ortasında ve çevresinde, önü ve arkası gözlerle
kaplı dört yaratık duruyordu. 7 Birinci yaratık aslana, ikincisi danaya
benziyordu. Üçüncü yaratığın yüzü insan yüzü gibiydi. Dördüncü yaratık
uçan bir kartalı andırıyordu. 8 Dört yaratığın her birinin altışar
kanadı vardı. Yaratıkların her yanı, kanatlarının alt tarafı bile
gözlerle kaplıydı. Gece gündüz durup dinlenmeden şöyle diyorlar:
“Kutsal, kutsal, kutsaldır,
Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrı,
Var olmuş, var olan ve gelecek olan.”
Bu varlıklardan ayrıca Dünya'nın Kökeni Üzerine (On the Origin of the World)
adlı gnostik metinlerde de bahsedilmektedir. [15]
Seraf'lar Yahudi Kabalasında, Beriah (Briah) Alemi'nin yüksek melekleridir. Beriah ise
"Yaratılış", ilk yaratılmış alem, ve ilahi anlayıştır. [16]
İnanışa göre Beriah alemi Kabaladaki Yaşam Ağacı'nın tepesinde yer alan 4
alemden ikincisidir. Bu 4 alemin en tepesindeki alem ise Atzilut'tur. İşte
Kabala'ya göre 2. alemde bulunan Seraf meleklerinden 1.alemi görüp onun mutlak
tanrısallığından uzak olduğunu fark edenler yanmaya başlar. Bu yanma öyle uzun
ve süreklidir ki melek kendini geçersiz kılar. Böylece Tanrı'ya yükselir ve
yerine geri döner.
Bunların altındaki 3. alem Yetzirah'dır. Burası "Oluşum", arketipsel yaratılış
ve ilahi duygular alemidir. Bu alemde Hezekiel'in vizyonlarında bahsedilen,
kendisinin farkında olan ve içgüdüsel duygularla Tanrı'ya hizmet eden aslan,
öküz ve kartal suratlı Hayyot melekleri vardır.
Serafim, modern Ortodoks Yahudiliğin melek hiyerarşisinin bir parçasıdır.
Seraf'lardan İşaya'nın vizyonu, Yahudilerin ayinlerde okudukları temel dua
olan Amida ve onun bir parçası olan Keduşah da dahil olmak üzere günlük Yahudi
hayatında ve birkaç başka duada bahsedilir.
Muhafazakâr Yahudiler meleklerle ilgili geleneksel öğretileri korur ve
ayinlerde onlardan bahseder. Fakat bu meleklere olan inanç tüm Yahudilerde
aynı değildir. Reform Yahudileri ve Yeniden Yapılandırılmış Yahudiliğinin
inananları meleklerin tasvir ve görüntülerini genellikle sembolik işaretler
olarak ele alırlar.
MÖ 8. yüzyıldan kalma eski bir Yahudi mührü melekleri bir peygamber olarak
görevlendirirken diğer yandan onlardan tıpkı İşaya'nın vizyonlarındaki gibi
uçucu ama insani özelliklere sahip varlıklar olarak bahseder. [17]
MS beşinci yüzyıl ortalarında yaşamış olan ve gerçek kişiliğini gizlemiş olan
Hristiyan düşünürü Sahte Dionisos (Pseudo-Dionysius the Areopagite) kendi
Göksel Hiyerarşisini oluştururken (vii) yüksek meleklerin ortaçağ
tahayyülündeki ateşli doğasını tespit etmek için İşaya Kitabı'ndan yararlandı.
Onun görüşüne göre Seraf melekleri yalnızca tanrıyı öven ilahiler-sözler
zikretmiyor aynı zamanda tanrının kurduğu düzenin korunmasına da yardım
ediyorlardı. Haham geleneğindeki metinlerden yararlanan Sahte Dionisos,
Serafim kelimesine "tutuşanlar veya ateş sağlayanlar" gibi etimolojik anlamlar
verdi. [18]
Ne kadar tanıdık değil mi? Sizce Muhammed'e boşuna mı eskilerin masalları
demişler?
Musevilikteki sürekli Rabbi öven, tespih eden, onun işlerine
yardım eden melek inanışı İslam'a aynen geçmiş. Bu inanıştan dolayı her şeye
kadir, istediğini anında yapabilen, ol deyince olduran dedikleri Allah'a, Cebrail, Mikail gibi melekler yardım ederler. Halbuki her şey ol dediğinde
olan bir gücün hiçbir şeyi yaptırmak için başka varlıklara ihtiyacı olmaması
gerekir.
Seraf'lar Hristiyan teolojisinde ayrıca İsa ile de ilişkilendirilmişlerdir.
İskenderiye'li Kilise Babası Origenes, İlk İlkeler Üzerine (On First
Principles) adlı çalışmasında Yeşaya Kitabı'ndaki Serafim'in, Mesih ve Kutsal
Ruh'un fiziksel temsilleri olduğunu yazmıştır. Gerekçesi ise "Tanrı dışında
hiçbir gücün bir şeyin başlangıcını ve evrenin sonunu tam olarak bilemeyeceği"
görüşüdür. Bu yüzden Origenes, Serafim'i tanrının ilahi bilgeliğinden verdiği
tanrısal bilgilerle yükselen varlıklar olarak tanımlamıştır. Yazısında şöyle
der:
Yine de, bu güçler, Tanrı'nın Oğlu'nun ve Kutsal Ruh'un vahyiyle öğrenmiş
olsalar da - kesinlikle büyük miktarda bilgi edinebilecekler ve daha
yüksekte olanlar, daha aşağıda olanlardan çok daha fazlasını elde
edebilecekler - yine de onların her şeyi (bilgiyi) kavramaları
imkansızdır; çünkü şöyle yazılmıştır: "Tanrı'nın işlerinin çoğu gizlidir".
[19]
Origenes daha sonra Seraflar'ın bu bilgilere sahip olma nedeninin onların
Tanrının Oğlu ve Kutsal Ruh tarafından mesh edilmiş (kutsal yağ ile yağlanmış)
olmalarına bağladı. Bu tür iddialarda bulunduğu için eleştirilere maruz
kalarak Hristiyan kilisesi tarafından kafir ilan edildi. Bununla birlikte
Yeşaya'da da bahsedildiği üzere, onun Serafim hakkındaki teorisinin
yansımaları diğer erken Hristiyan literatüründe ve ikinci yüzyıl boyunca erken
Hristiyan inancında yansıtılacaktır.
Rahip Thomas Aquinas, Summa Theologiae adlı eserinde Serafim yani yüksek
meleklerin doğasına ilişkin şöyle bir açıklama sunar:
"Serafim" adı sadece hayırseverlikten değil, şevk ya da ateş kelimesiyle
ifade edilen aşırı hayırseverlikten gelir. Dolayısıyla Dionisos (Coel.
Hier. Vii) "Serafim" ismini aşırı ısı içeren ateşin özelliklerine göre
açıklar. Şimdi ateş ile ilgili üç ihtimali düşünebiliriz.
Birincisi, yukarı doğru ve sürekli olan hareket. Bu onların inatçı bir
şekilde Tanrı'ya ulaşma isteği taşıdıklarını gösterir.
İkincisi, ateşe bakıldığında gözle görülemeyen ancak belli bir
keskinlikle, en nüfuz edici eylem olarak var olan ve en küçük şeylere bile
büyük bir coşkuyla ulaşabilen, delici etkileri olan "ısı"dır. Bu
meleklerin kendilerine tabi olanlar üzerinde güçlü bir şekilde
uyguladıkları, onları benzer bir şevkle uyandıran ve onları ateşleriyle
tamamen temizleyen eylemleri anlamına gelir.
Üçüncüsü, ateşin netliği veya parlaklığının kalitesidir. Bu meleklerin
kendi içlerinde sönmez bir ışığa sahip olduklarını ve aynı zamanda
başkalarını da mükemmel şekilde aydınlattıklarını gösterir.
Birçok makalemde neredeyse her dinin temelinde Işığa tapınmanın olduğunu,
sadece her toplum ve dinin bunu farklı şekilde, farklı isimler, ayinler
altında uyguladığını belirterek bazı toplum ve dinlerde bunun Güneş yada Ateş
olabileceğini ifade ettim.
Ateşe, ışığa ilahi anlamlar yüklenen bu anlayışın izlerini çoğu kez bu
makalede, Seraf melekleri konusunda da görmek mümkün.
KAYNAKLAR
Britannica Concise Encyclopedia, 2008. Encyclopaedia Britannica. p. 1722.
The American Heritage Dictionary of the English Language.
S. R. Simon (1999). "Moses Maimonides: medieval physician and scholar".
159 (16): 1841-5.
"A Biographical and Historiographical Critique of Moses Maimonides"
T. N. D. Mettinger (1999). "Seraphim". In Karel van Der Toorn; Bob
Becking; Pieter W. Van Der Horst (eds.). Dictionary of Deities and Demons
in the Bible. p. 743.
"Strong's H8314 - Saraph". Blue Letter Bible.
Dictionary of deities and demons in the Bible. 1999. p. 746.
Kosior, Wojciech. "The Angel in the Hebrew Bible from the Statistic and
Hermeneutic Perspectives. Some Remarks on the Interpolation Theory". pp.
56–57.
Enoch, xx. 7, lxi. 10, lxxi. 7.
Sola, David Aaron. Signification of the Proper Names, Etc., Occurring in
the Book of Enoch: From the Hebrew and Chaldee Languages, 1852.
Rev. X.Y.Z. Merry England, Volume 22, "The Story of a Conversion" 1894.
pg. 151
Enoch 1 68:9-16
Davidson, Gustav. (1967) A Dictionary of Angels, Including the Fallen
Angels, Entries: 'Chalkydri', p. 84; 'Phoenixes', p. 224.
The Nag Hammadi Library in English. Harper & Row. 1977. p. 166.
Angels 2: Wings on Fire, kabbalaonline.org: "Beriah aleminin bu
yaratıkları en yüksek seviyeli meleklerdir, onlara serafim denir. İsimleri
İbranice yanmak anlamına gelen "saraf"tan gelir.
Berlin, Adele; Brettler, Marc Zvi; and Jewish Publication Society. (2014).
p. 779.
Dionysius the Areopagite. "Celestial Hierarchy".
Origen. De Principiis: On First Principle. pp. Chapter III section 14.
Calia, Michael "The Bastard Executioner" Recap: Episode 4, 'A
Hunger/Newyn'".
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Sabiilik de diğer onca din gibi temelde "Işığa Tapınma"dır. Bu dinin
mitolojik kısmını başka bir makalede ayrıca ele alacak ve bu makalede
yalnızca teolojik kısmına, kısa tarihine ve benzerliklerine odaklanacağım.
Sâbiîlik, diğer adıyla Mandeizm beden ve ruh gibi zıtlık
ilkelerinin temelini oluşturduğu kozmolojiye sahip tek tanrılı ve gnostik
bir dindir [1]
Sabiiler, Doğu Aramice'nin bir lehçesini konuşurlar ve bu dil Mandence
olarak bilinir. Aramice'de "mande" bilgi demektir ve Mandeizm'deki "Mande"
teriminin buradan geldiği söylenir. [4][5] Bu terim İbranice'de מַדַּע
maddaʻdır.
Bu din esas olarak İran'ın Güney Irak ve Huzistan Eyaleti'nin bir parçası
olan Şatt'ül-Arab su yolunu çevreleyen nehirlerde; Aşağı Karun (İran),
Fırat-Dicle çevresinde ve nehirlerde uygulanmıştır.
Sabiiler Adem, Habil, Şit, Enoş, Nuh, Nuh'un oğlu Sam ve Sam'ın oğlu Aram'a,
özellikle de Vaftizci Yahya'ya büyük saygı duyarlar. Sabiilik karmaşık,
birçok farklı dinden, özellikle de Hristiyanlıktan ögeler içeren bir dindir.
Ağırlıklı olarak İbrahimi dinlerle bağlantılı olduklarından Sami ırkından
sayılmışlardır.
Kur'an'da 3 yerde onlardan bahsedilmiştir:
Hristiyan ve Yahudilerle birlikte Sabiilere de seslenilen
Bakara 62, Maide 69 ve Hac 17'de "ve-ssâbi-îne
(va-ssâbi-ûne) [وَالصَّابِـ۪ٔينَ]" olarak geçerler. Muhammed'in
yaşadığı coğrafyada Yahudi ve Hristiyanlardan sonra azımsanamayacak bir
Sabi toplumu olduğundan bu ayetlerle onları da dinine çekmek istemiştir:
Bakara 62:Şüphesiz, iman edenlerden, Yahudilerden, Hristiyanlardan ve
Sâbiîlerden Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanmış, doğru ve yararlı işler
yapmış olanların tümü Rablerinden hak ettikleri mükafatları
alacaklardır; Onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
Maide 69:İnananlar, Yahudilerden, Sâbiîlerden ve Hristiyanlardan Allah'a ve
Ahiret Günü'ne inanan ve iyi işler yapanlara korku yoktur. Onlar
üzülecek de değillerdir.
Hac 17:Gerçek şu ki inananlar, Yahudi inancına bağlı olanlar ve Sâbiîler,
Hristiyanlar ve Mecusiler ve bir de Allah'tan başka varlıklara
tanrısal nitelikler yakıştıranlar arasındaki hükmü Kıyamet Günü Allah
verecektir. Çünkü Allah her şeye şahittir.
Fakat bazı eleştirel bilim insanlarına göre burada "Sâbi-ûn" diye
bahsedilenler Sabiiler değil, aşağı Mezopotamya'daki eski bir
Yahudi-Hristiyan mezhebi olan Elkesai'ler ve Mani'yi takip eden
Maniheizm dini mensuplarıdır.
Çoğu akademisyene göre Mandeizm, Mezopotamya'nın güneybatısında, MS ilk üç
yüzyılda ortaya çıkmıştır. [3]
Sabiiliğin daha eski olduğunu, hatta Hıristiyanlık öncesi
döneme dayandığı görüşünde olan akademisyenler de vardır. [8] Süryani
yazar Thedoros Bar Konai, Güney Mezopotamya'da bir "Sabii mezhebi"
bulunduğunu belirtir. [22] Ülkemizde bu görüşe sahip olan tanınmış
isimlerden biri Turan Dursun'dur. Turan Dursun'a göre Sabiilik dünyanın en
eski dinlerindendir. Turan Dursun İslam'daki ibadetlerden çok sayıda
örnekler göstererek Sabiiliğin Müslümanlık üzerinde azımsanamayacak etkileri
olduğunu belirtir. Hatta İbrahimi dinlerin babası İbrahimin bir Sabii
olduğunu ve Muhammed'in ilk zamanlar Sabii olarak tanındığını söyler. [2]
Sabiiler Orta Doğu'da, kendi topluluklarının dışında Arapça Ṣubba (صُبَّة)
olarak bilinirler. Bunun tekil hali "Ṣubbī"dir. "Ṣubba" Aramice'de vaftizle
ilgili bir terimin kökünden türemiştir, Neo-Mandence'deki karşılığı
Ṣabi'dir. [6] Yani açıkça anlaşılıyor ki "Sabi" aynı zamanda "vaftiz
edilmiş" , "vaftiz olmuş" anlamına da gelmektedir, terimin kökenleri bunu
gösterir. Hatta bazılarınca Sabiilere "Aziz Yuhanna Hristiyanları" denir.
[7]
Sabi teriminin vaftizle ilgili bağlantısını İncil'de görmek mümkün.
Elçilerin İşleri kitabının 19. bölümünde "Kutsal Ruh" inancından
haberleri olmadığı halde vaftiz olduklarını dile getiren topluluk ile
bahsedilenlerin Sabiiler olduğu ve Pavlus'un Efes'e gittiğinde onlarla
karşılaşmış olduğu görüşü hakimdir.
Hristiyanlığa göre Yuhanna, Yahya'nın öğrencisidir. İlgili metinlere
bakarken bunu aklınızın bir köşesinde tuttuğumuzda Sabiilere neden "Aziz
Yuhanna Hristiyanları" dendiğini daha iyi anlamış olacağız:
1-2) Apollos Korint'teyken Pavlus, iç bölgelerden geçerek Efes'e geldi.
Orada bazı öğrencileri bularak onlara "İman ettiğiniz zaman Kutsal Ruh'u
aldınız mı?" diye sordu. "Kutsal Ruh'un varlığından haberimiz yok ki!"
dediler.
4) Pavlus, "Yahya'nın yaptığı vaftiz, tövbeyle ilgili bir vaftizdi"
dedi. "Halka, kendisinden sonra gelecek Olan'a, yani İsa'ya inanmalarını
söyledi."
5) Onlar bunu duyunca, Rab İsa'nın adıyla
vaftiz oldular.
Sabiiliğin İbrahimi dinler içinden en çok Hristiyanlıkla benzeştiğinden
bahsetmiştim. Şimdi bunu biraz daha detaylandıralım.
Mandeizm'deki en önemli iki tören "maşbuta" yani vaftiz ve ölüler için
yapılan bir ayin yada 'ruhun yükselişi' merasimi "masikta"dır. Bu dindeki
vaftiz diğer İbrahimi dinlerden farklı olarak tek seferlik bir olay
değildir. Sabiilerin kutsal günü de Hristiyanlarınki gibi Pazar'dır ve
vaftizleri her Pazar günü yapılır. Vaftizleri genellikle akan suya tamamen
girmeyi içerir ve vaftiz için uygun olduğu düşünülen tüm nehirlere Yardena
denir. İbadet eden kişi sudan çıktıktan sonra kutsal yağ ile mesh edilir,
ekmek ve sudan oluşan bir komünyondan pay alır. Gördüğünüz üzere
Hristiyanlığa oldukça benzer.
Ruhun yükselişi töreni çeşitli şekillerde gerçekleşse de genellikle ölülerin
anısına verilen bir yemeği içerir. Tıpkı bizlerin ölülerin arkasından yemek
vermesi gibi.
Yapılan bu törenin dünyadan ayrılanların ruhlarının Araf'tan Işık Dünyasına
yolculuklarında yardım ettiğine inanılır. Bu dinin mensupları günde üç kez
dua ederler. [17][18]
İbadet yerlerine Mandī veya Mişkan denir. [19] Mişkan'ın
İbranicesi משכן "mesken, yerleşke", Latincesi ise Tabernaculum yani
"çadır"dır.
Suyun temizleyici, ruhu arındırıcı etkisi olduğuna
inanıldığından İslamiyet öncesi Türkler, Kızılderililer gibi birçok
toplumda, dünya dinlerinin birçoğunda, özellikle de İbrahimi dinlerde önemli role sahip olmuştur. Su Mandeizm inancında da temel unsurlardandır; bu yüzden
Mandi adı verilen bu ibadethaneler vaftiz (maşbuta) yapılabilmesi için bir
nehrin yanına inşa edilmelidir. Her mandi bir darfaş ile süslenir. Darfaş,
üzerine bir parça beyaz saf ipek kumaş ve yedi mersin dalı tutturulmuş,
zeytin ağacından bir haçtır. Sabiilik'teki bu haç Hristiyan haçı ile
tanımlanmamıştır. Bu inanışa göre haçın dört kolu evrenin dört köşesini, saf
ipek kumaş Tanrı'nın Işığını, [20] mersin ağacının yedi dalı yaratılışın
yedi gününü temsil eder. Fakat tüm bunlara rağmen Hristiyanlıkla ciddi
oranda benzerlikleri göz önüne alındığında bu haçın aynı zamanda
Hristiyanlıkta haç ile ilişkisinin olmadığını söylemek dürüst bir tutum
değildir.
Sabiiler evliliğe, üremeye ve bu dünyada etik ve ahlaki bir yaşam tarzına
sahip olmanın önemine inanırlar. Barış yanlısı ve eşitlikçidirler. MS 2.
yüzyılda Sabiilerin kutsal kitabı Ginza Rabba'nın (Büyük Hazine) Sol
Ginza'sını (Ginza Smala) kopyalayan en eski Sabii katibi Sehlama Bet Kidra
(Shlama Beth Qidra) adlı bir kadındır. [21]
Sabiiler sofuluk-çilecilik yapmazlar ve aile hayatına büyük önem verirler.
Sert içeceklerden ve kırmızı etten uzak dururlar.
Sünnet geçmişte bir dönem Hristiyan dini mensuplarınca bile uygulanan bir
eylemdi ancak kısa süre sonra bu uygulama terk edildi ve Hristiyanlarca
sünnete karşı bir nefret doğdu. Benzer şekilde Sabiiler de sünnetten nefret
ederler. [16]
YAKIN TARİH
Dünya çapında 60.000 ila 70.000 Sabii olduğu düşünülmektedir.
[9] Irak Savaşı gerçekleşene kadar neredeyse tamamı Irak'ta
yaşıyordu. [10] 2003'de yaşanan Irak işgali ve ardından ABD silahlı
kuvvetlerinin işgalinin yarattığı kargaşa ve buna bağlı olarak aşırı
mezhepçilerin şiddet olaylarındaki artış nedeniyle ülkelerini terk etmek
zorunda kaldılar. [11] Öyle ki 2007'yılında Irak'taki Sabiilerin nüfusu
yaklaşık 5.000'e kadar düşmüştü. [10]
Bu durumlardan dolayı Sabiiler ve Sabiilik bir şekilde daha kişisel, özel
ve ayrık kaldı. Hatta onlara ve dinlerine ilişkin raporlar bile öncelikli
olarak dışarıdan, özellikle doğubilimci Julius Heinrich Petermann'dan
[12], 1887'de Musul'da Fransız konsolos yardımcılığı yapan ve Suriyeli bir
Hristiyan olan Nicolas Siouffi'den [13][14] ve İngiliz antropolog E.S.
Drower'dan gelir. Bunlara ek olarak Fransız gezgin Jean-Baptiste
Tavernier'in [15] çok daha erken dönemden,1650'lerden kalma bir anlatımı
vardır.
KAYNAKLAR
Buckley, Jorunn Jacobsen (2002), The Mandaeans: ancient texts and modern
people
Turan Dursun - Din Bu 2, s. 28-48
https://www.britannica.com/topic/Mandaeanism
Rudolph, Kurt (1978). Mandaeism. BRILL. p. 15
The Light and the Dark: Dualism in ancient Iran, India, and China Petrus
Danker John Williams
Häberl, Charles (2009). The Neo-Mandaic Dialect of Khorramshahr. p. 1
Edmondo, Lupieri (2004). "Friar of Ignatius of Jesus (Carlo Leonelli)
and the First "Scholarly" Book on Mandaeaism (1652)". ARAM Periodical.
16 (Mandaeans and Manichaeans): 25-46
Etudes mithriaques 1978 p545 Jacques Duchesne-Guillemin "The conviction
of the leading Mandaean scholars – E. S. Drower, Kurt Rudolph, Rudolph
Macuch – that Mandaeanism had a pre-Christian origin rests largely upon
the subjective evaluation of parallels between Mandaean texts and the
Gospel of John."
Iraqi minority group needs U.S. attention. Kai Thaler, Yale Daily
News, 9 March 2007
"Save the Gnostics" by Nathaniel Deutsch, 6 October 2007, New York Times
Iraq's Mandaeans 'face extinction', Angus Crawford, BBC, 4 March 2007
Foerster, Werner (1974). Gnosis: A Selection of Gnostic texts. 2. Oxford
University Press. p. 126
Lupieri, Edmundo (2001). The Mandaeans: The Last Gnostics. Wm. B.
Eerdmans Publishing. p. 12
Häberl, Charles (2009). The Neo-Mandaic Dialect of Khorramshahr. Otto
Harrassowitz Verlag. p. 18
Tavernier, J.-B. (1678). The Six Voyages of John Baptista Tavernier.
Translated by Phillips, J. pp. 90–93
Drower, Ethel Stefana. The Mandaeans of Iraq and Iran. Oxford At The
Clarendon Press, 1937
Baker, Karen (September 28, 2017). The Mandaeans—Baptizers of Iraq and
Iran
"The Edinburgh Review". A. and C. Black
Secunda, Shai, and Steven Fine. Secunda, Shai; Fine, Steven
(2012-09-03). Shoshannat Yaakov
"Iraq: Old Sabaean-Mandean Community is Proud of Its Ancient Faith"
Buckley, Jorunn Jacobsen. The Mandaeans: Ancient Texts and Modern
People. Oxford University Press, 2002. p4
Chwolsohn, Die Sabier, 1856, I, 112; II, 543, cited by Salmon
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Deccal, Hristiyan eskatolojisinde (dünyanın sonu ile ilgili konular) Mesih
karşıtı, Musevilikte ise Armilos (Armilus) olarak bilinir. İslam'a göre Deccal,
ahir zamanda ortaya çıkıp insanları saptıracak, fitne yayacak, kendini önce
peygamber olarak tanıtacak, daha sonra ise tanrı olduğunu iddia edecek olan
kişidir. Tabi bazı İslam alimlerince bir kişi değil de, bir ideoloji yada akım
olduğu görüşü de ortaya atılmıştır. İnanışa göre Deccal, Mesih tarafından
öldürülecektir fakat Şia'ya göre onu öldürecek olan Mesih değil Mehdi'dir.
[1][2]
Deccal'in ortaya çıkacağı yerle ilgili farklı rivayetler
vardır ancak genellikle doğudan ortaya çıkacağı söylenir. Tek gözü kör olarak
tanımlansa da hangi gözünün kör olduğu tartışmalıdır. Fakat ağırlıklı olarak sağ
gözünün kör olduğuna dair rivayet ve görüşler hakimdir. Kusurlu bir göze sahip
olmanın, genellikle kötü hedeflere ulaşmak için daha fazla güç verdiği
düşünülür. [4]
İnanışa göre Deccal, Mekke ve Medine hariç her şehre girerek tüm dünyayı
dolaşacaktır. [5] Sahte bir Mesih olarak insanları kandıracağına, aralarında
Yahudiler, Bedeviler ve sihirbazlar da dahil olmak üzere birçok kişinin onun
tarafından aldatılıp safına katılacağına ve bir iblis ordusunun ona yardım
edeceğine inanılır.
Rivayetlere göre yine de onun en güvenilir destekçileri Yahudiler olacaktır.
Deccal'in takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan bu Yahudiler kavramı muhtemelen
Hristiyanların Deccal efsanelerinden bir kalıntıdır. [6]
Deccal, hastaları iyileştirerek, ölüleri dirilterek, bitki örtüsünün aşırı
büyümesine, çiftlik hayvanlarının daha çok üremesine ve ölmesine neden olarak
ve güneşin hareketini durdurarak bazı mucizeler gerçekleştirecektir. [6]
Onun mucizeleri, İsa'nın gerçekleştirdiğine inanılan mucizelere benzer. İkisi
arasındaki ilişki belirsizdir. Bir rivayette İsa'nın Kabe'yi tavaf derken
Deccal'in onu takip ettiği ve ondan İsa'nın kötü, karanlık bir kopyası olarak
bahsedildiği görülür [45]
Pek çok versiyonda anlatılanlara bakıldığında Deccal İsa'nın kötü bir varyantı
gibidir. [7] İsa'nın Kuran'daki muğlak statüsüne benzer şekilde, ilahî olmayan
ama yine de bir insandan daha fazlası olan Deccal, görünüşe göre alışılagelmiş
birçok peygamberden daha niteliklidir. Bazı kesimler onu daha çok bir insan
olarak görse de İslami geleneklerde insan formunda bir şeytan-iblis olarak
tanımlanmaktadır. [8]
●►Sünniler İsa'nın safranla
hafif boyanmış iki elbise giymiş ve elleri iki meleğin omuzlarına dayanır
vaziyette Şam'daki Emevi Camii'sinin (Şam Ulu Camii) Doğu Minaresine
ineceğine inanırlar.
Başını eğdiğinde, saçından su akıyormuş gibi görünecek, başını kaldırdığında
ise saçları incilerle donatılmış gibi parıldayacaktır. Onun nefesi gözünün
görebileceği yere kadar uzanacak ve kokusunu koklayan her inançsız
ölecektir. [15]
Deccal, daha sonra Meryem oğlu İsa tarafından yakalanıp
öldürüleceği, Tel Aviv'in 15 kilometre güneydoğusundaki Arap-Yahudi
şehri Lod'un kapısına kadar kovalanacaktır.
Daha sonra Mesih'in haçı kıracağına, domuzu öldüreceğine, cizyeyi
kaldıracağına ve tüm uluslar arasında barışı sağlayacağına inanılır.
İsa'nın kuralı adil olacak ve herkes tek gerçek dine dahil olmak için ona
akın edecek. [16]
Haç'ın kırılmasının Hristiyanlığın sahte bir din olarak ilan edilmesini ve
Haç'a duyulan saygının sona ereceğini sembolize ettiği söylenir.
Domuzun öldürülmesinin ardındaki anlam din adamları tarafından hala
tartışılmaktadır. Bazıları, domuzun üç İbrahim inancının öğretilerine aykırı
olduğunu ve Hristiyanların, Yahudiler ve Müslümanların aksine domuz eti
tüketmeyi yasaklayan Kutsal Kitap kurallarına aykırı davrandıklarını
düşünerek domuzun öldürülmesinin Hristiyanların bu yanlışını işaret edip
ortadan kaldırdığını söylemektedir.
Şimdi hadislerdeki anlatılara bakalım:
1)
"Ben, Deccal ile beraber olanı ondan daha iyi bilirim. Onun yanında
akar iki nehir vardır. Onlardan biri dış görünüş itibarıyla beyaz bir
sudur, diğeri alevlenmiş bir ateştir. Sizden biri ona yetişirse ateş
olarak gördüğü nehre gelsin. Sonra başını daldırıp ondan içsin, çünkü
o, soğuk bir sudur. Deccal’in sol gözü yoktur, üzerinde kalın bir
perde vardır. İki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okuması olan olmayan
her Müslüman o yazıyı okur."
[3]
2) Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den: o da
Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Ben bu gece ru'yâmda kendimi Ka'be'nin yanında buldum.
Ve ben orada esmer bir adam gördüm ki, o görmekte olduğun esmer
erkeklerin en güzeli idi, onun kulak memelerine geçmiş bir saçı
vardı ki, o da görmekte olduğun saçların en güzeli nev'inden olup,
bunları taramış idi. Ve bu saçlar su damlatıyordu. Bu zât iki adam
üzerine -yâhud: İki adamın omuzları üzerine- dayanarak Ka'be'yi
tavaf ediyordu. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum.
— Bu, Meryem 'in oğlu Mesih 'tir, denildi.
Bu sırada ben, düz değil çok kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat, sanki
salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi olan
bir adamla karşılaştım. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum. Bana:
— Deccâl Mesih'tir, denildi" [45]
3)
“Ebû Saîd el–Hudrî’den rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle
buyurdu:
“Deccâl ortaya çıkınca, mü’minlerden biri onun bulunduğu tarafa
doğru gider. Deccâlin silâhlı adamları onun önüne çıkarak:
– Nereye gitmek istiyorsun? diye sorarlar.
– Şu ortaya çıkan adamın yanına, der. Deccâlin adamları:
– Sen bizim Rabbimize inanmıyor musun? diye sorarlar. O da:
– Bizim Rabbimizin gizli bir yanı yok ki onu bırakıp başkasına
inanalım, der. Deccâlin bazı adamları:
– Öldürün şunu, derler. Bir kısmı ise:
– İlahınız deccal, haberi olmadan bir kimseyi öldürmeyi yasaklamadı
mı! derler ve o mü’mini deccâlin yanına götürürler. O mü’min deccâli
görünce diğer mü’minlere:
– Ey mü’minler! Bu adam Resûlullah’ın kendisinden bahsettiği
deccâldir, diye seslenir. O zaman deccâl adamlarına:
– Bunu iyice bir dövün, der. Onu dövmek üzere tutarlar. Deccâl
tekrar, “Yakalayın şunu, yarın kafasını”, der. Onun sırtını, karnını
dayaktan geçirirler. Bu defa deccâl, “Bana iman etmiyor musun?” diye
sorar. O mü’min:
– Sen yalancı Mesîh’sin, der.
Deccâlin emri üzerine onu testereyle baştan aşağı ikiye biçerler.
Deccâl o zâtın ikiye bölünen cesedinin arasından yürüyüp geçtikten
sonra ona:
– Ayağa kalk! der. O da doğrulup kalkar. Deccâl tekrar:
– Bana iman ediyor musun? diye sorar. O da:
– Senin hakkındaki kanaatim iyice pekişti, dedikten sonra halka
dönerek, ‘Ey insanlar! O benden sonra artık kimseyi öldürüp
diriltemez’, der. Deccâl onu kesmek için yakalar. Fakat Allah Teâlâ
o mü’minin boynundan köprücük kemiğine kadar olan kısmı bakır haline
dönüştürür; bu sebeple deccâl ona bir şey yapamaz. Bunun üzerine
deccâl onun ellerinden ve ayaklarından tutup fırlatır. Halk onu
cehenneme attığını zanneder. Halbuki o cennete atılmıştır.”
Resûlullah sözünü şöyle tamamladı:
“İşte bu mü’min, âlemlerin Rabbine göre insanların en büyük
şehididir.”
[41]
4) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl
zikrolundu. Bunun üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize
gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi
gözüne işaret etti. "Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki
onun gözü, salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi
gibidir" buyurdu.
[42]
5)
Bana İbrâhîm ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn İbrahim'den; o da dedesi
İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf tan; o da Ebû Bek-re(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S):
"Medine'ye Deccâl Mesih'in (değil kendisi) korkusu (bile)
giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi kapısı olacak, her
kapı önünde (koruyucu) iki melek bulunacaktır" buyurmuştur.
[43]
6)
Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Kıyametin üç
alameti vardır, onlar zuhur edince, "daha once inanmamış olanların artık
inanmaları da onlara fayda vermez" (En'am, 158) Güneşin battığı yerden
doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz."
[44]
●►Kadıyânîlik'te (yada Ahmedîyye / Kadıyânîyye) Deccal'in ortaya
çıkışına ilişkin kehanetlerdeki Deccal tek bir kişi olmaktan ziyade
Hristiyanlık gibi sahte bir dine odaklanmış olan spesifik bir gruptur.
Ahmedîler Deccal'i özellikle İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra,
15.yy'da Keşif Çağı ile başlayan ve Sanayi Devrimi ile hızlanarak dünya
çapında yayılan Avrupa ülkeleri ve Hristiyanlık dini ile özdeşleştirir. [17]
[18] [19] [20] [21]
Diğer eskatolojik temalarda olduğu gibi Ahmedîye hareketinin kurucusu Mirza
Gulâm Ahmed'de bu konu hakkında kapsamlı yazılar yazdı.
Deccal'in özellikle Gulâm Ahmed tarafından kolonici misyonerlerle
özdeşleştirilmesi, Deccal'in Adem'in yaratılışından bu yana ortaya çıkan en
büyük musibet olarak anlatıldığı hadisindeki anlatımlar ve Kehf, Fatiha gibi
belirli Kur'an ayetleri ve hadislerle ilişkilendirerek ortaya çıkmıştır.
Böylece Deccal'in hükümdarlığının Hristiyanlığın hakimiyetine denk geldiğini
söylemiştir. [24] [22]
Deccal'in hadis literatüründe anlatılan sıfatları, sembolik temsiller olarak
ele alınıp, Kur'an ayetleriyle uyumlu hale getirilerek Allah'ın taklit
edilemez sıfatlarından ödün vermeyecek şekilde yorumlanır. Örneğin Deccal'in
sol gözü aşırı büyük iken sağ gözünün kör olması onun (onların) dini ve manevi
anlayıştan yoksun, ancak maddi ve bilimsel başarıda mükemmel olduğunun
göstergesi olarak yorumlanır. [23] Aynı şekilde
Deccal'in Mekke ve Medine'ye girmeyecek olması da kolonici misyonerlerin bu
iki yere ulaşmadaki başarısızlığının işareti olarak yorumlanmaktadır.
[24]
●►Şia'da ise peygamber evinden on ikinci imam olarak gördükleri
Mehdi'nin yeniden ortaya çıkışının alametlerinden biri Deccal'in gelişidir.
[25]
Bir Şii hadisi şöyledir:
"Mehdi'yi inkar eden Allah'ı inkâr etmiş, Deccal'ı kabul eden de
Allah'ı inkâr etmiş (kâfir olmuştur)."
Muhammed'e atfedilen bu Şii hadisi Deccal'in dönüşünü ve Mehdi'nin yeniden
zuhur etmesi olayını vurgulamaktadır. [26]
Bir başka hadiste şöyle yazar:
Deccal ile ilgili soru sorulduğunda Ali şu açıklamayı yaptı:
Deccal'in adı Said bin Said'dir. Dolayısıyla ona destek olan
talihsizdir. Ve onu inkar edenler şanslıdırlar. İsfahan'ın Yahoodiya
köyünden çıkacak. Alnında okuma yazma bilmeyenlerin bile okuyabileceği
şekilde şöyle yazacak: "Kafir".
Denizlere atlayacak. Güneş onu takip edecek. Önünde bir duman dağı
olacak ve onu beyaz bir dağ izleyecek, ki bu dağ kıtlık zamanlarında bir
yiyecek (ekmek) dağı zannedilecek. Beyaz bir eşek üzerine monte
edilecek. O eşeğin bir adımı bir mil olacak. Hangi kaynak veya kuyuya
ulaşırsa ulaşsın onu sonsuza kadar kurutacak. Cinlerden, insanlardan ve
şeytanlardan doğuda ve batıda herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle
seslenecek.
[28][29]
Şii'lere göre Deccal, insani ihtiyaçları olan tek gözlü bir adam olmasına
rağmen takipçilerine kendisinin tanrı olduğunu söyleyecektir. Muhammed
Deccal'in bu aldatıcı iddiasıyla ilgili olarak sahabeyi ve müminleri
şiddetle uyarmıştır.
Bir hadise göre "Deccal, gerçekten de annesi tarafından Mısır'da doğurulacak
ve doğuşu ile ortaya çıkışı arasından otuz yıl geçecek.
Şam'ın doğu kapısına inecek ve ardından halifeliğin verileceği Doğu'da
görünecek."
Müslim'in bir rivayetine göre Deccal'in, Yemen Denizi'ndeki bir adada, bir
manastır veya sarayda hapsedildiği söylenir. Bazı hadisler onun
Horasan'dan çıkacağını bildirirken, bazıları Şam ile Irak arasında bir
yerde görüneceğini söylüyor.[27]
İnsanlar onun sihri ve büyücülüğü tarafından aldatılacak ve onun Mesih
olduğu iddia edilecek.
Ortaya çıktığı ilk gün 70.000 Yahudi onu takip edecek.
Yeşil başlık takacaklar. Onu kendilerine vaat edilen kurtarıcı, kutsal
kitaplarında anlatılan kişi olarak kabul edecekler. Bu inançlarının
asıl nedeni de Müslümanlara düşmanlıkları olacaktır.
İnanışa göre Deccal Müslümanlara karşı savaşacaktır ki bu aslında
siyonistlerin ve Yahudilerin asıl amacı olacaktı. Bu yüzden Deccal'in
Siyonizm uğruna terörü ve yıkımı artırmaya devam edeceği söylenir.
Cafer el-Sadık, Hz.Muhammed'den, Deccal'in takipçilerinin çoğunun gayri
meşru ilişkiden doğan insanlar, alkolikler, şarkıcılar, müzisyenler,
bedeviler ve kadınlar olacağını aktarır.
Mekke, Medine ve Kudüs dışında tüm dünyayı dolaşacak. Yeryüzü öylesine
kontrolünde olacak ki harabeler bile hazineye dönüşecek ve onun emriyle
yeryüzü bitki örtüsü filizlenecektir. İner inmez bir nehrin akmasını ve
sonra geri dönmesini ve son olarak kurumasını emredecek ve nehir onun
emrini takip edecektir.
Dağlar, bulutlar ve rüzgar bile onun tarafından kontrol edilecek. Bundan
dolayı takipçileri giderek artacak ve sonunda kendisini Tanrı ilan edecek.
[25]
Bir hadis dünyanın dönüşeceği durumunu şöyle anlatır.
"Deccal'in gelişinden beş yıl önce kuraklık olacak ve hiçbir şey
ekilmeyecek. Öyle ki tüm toynaklı hayvanlar yok olacak". Onun ortaya
çıkmasından sonra dünya şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalacak.
Yanında yiyecek ve su olacak. Pek çok kişi onun taleplerini sadece
yiyecek ve su için kabul edecek, tüm dünyaya zulüm edecek ve onu kabul
etmeyen öldürülecektir.
[30][31][32][33]
Deccal'in asıl amacı halkın fitnesi ve imtihanıdır, ona uyan İslam'dan
çıkar, onu inkar eden mümin olur ve müminlere en kötü şekilde işkence
edilir. [25]
Mehdi tekrar ortaya çıktığında İsa'yı temsilcisi olarak atayacaktır. İsa
Deccal'e saldıracak ve onu Lod kapısında yakalayacaktır. Ali'nin rivayetlerine
göre Mehdi döndüğünde namaz kıldıracak ve İsa onu takip edecek. [34][35][25]
Ali, bir vaazında Deccal'in yenilgisinden bahsederek Deccal'in Hicaz'a doğru
yola çıkacağını ve İsa'nın Harşa geçidinde onu durduracağını söyler.
İsa ona korkunç bir şekilde haykıracak ve sağlam bir darbe indirecek. Deccal
tıpkı ateşte eriyen kurşun gibi yanan bir ateşte eriyecek. [36][25]
Muhammed el-Bekir, Deccal'in doğacağı zamanda insanların Allah'ı
bilmeyeceklerini, dolayısıyla Deccal'in kendisinin Allah olduğunu iddia
etmesinin kolay olacağını anlatmıştır. İsa bu sırada göklerden inecektir.
Mehdi'nin önderliğinde dua edecek ve Deccal'i öldürecek böylece Mehdi'nin tüm
dünyaya barış ve sükunet yaymasına yardımcı olacaktır. [37]
●►Musevilikte Deccal'in adı Armilus'tur (Hebrew: ארמילוס). Armilus
(Armilos veya Armilius) [9] Orta Çağ Yahudi eskatolojisinde Mesih karşıtı bir
figürdür.
Adının Roma'nın kurucularından biri olan Romulus'tan veya Zerdüştlükteki
şeytani ilke Ahriman'dan (Arimainyus = Armalgus) türetilmiş olabileceği
düşünülür. [12]
Armilo'dan bahseden ilk metin, VII. Yüzyıldan kalma Zerubbabel Kıyametidir.
1519'da Konstantinopoli'de yayınlanan ve 11.yüzyıldan kalma midraşik bir metin
olan Midraş Vayoşa, Armilus'u kel, kısmen sağır, sakat ve cüzzamlı olarak
tasvir eder. [13] [14] Zerubbabel ise onu fiziksel olarak insanlık dışı,
muazzam bir boy ve kırmızı gözlere, altın rengi saçlara, yeşil tene ve iki
başa ait olarak tanımlamaktadır. [38][14]
Bu figür, tüm Dünya'yı fethedecek ve Kudüs'ü merkezi haline getirerek Allah'ın
Elçisi veya gerçek Mesih tarafından yok edilene kadar inananlara zulüm
edeceğine inanılan Hristiyan ve İslam'daki Deccal'in ortaçağ yorumlarıyla
karşılaştırılabilir. Onun kaçınılmaz sonu ise Mesih Çağı'nda iyinin kötüye
karşı nihai zaferini simgeler.
Zerubbabel Kitabı veya Zerubbabel Kıyameti olarak da adlandırılan Sefer
Zerubabel MS 7. yüzyılın başında yazılmış bir ortaçağ İbranice kıyamet
kitabıdır ve Zerubbabel'in görülerine, rüyalarına dayanır. Tıpkı Daniel Kitabı
gibi. [9] İsrail tarihinde önemli bir rol alan Zerubbabel [10] [11] MÖ 6.
yüzyılda İkinci Tapınağın temelini atan ve Davud'un neslinden olan son
kişidir. [9]
Armilus'un Bizans imparatoru Herakleios için bir kriptogram (şifreli yazı)
olduğu ve Sefer Zerubbabel'de anlatılan olayların Herakleios'a karşı
gerçekleştirilen Yahudi isyanına denk geldiği düşünülmektedir. [10]
Midraş Vayoşa (Midrash Vayosha) Zerubbabel ve diğer metinlerde kendisinden
bahsedilen Mesih karşıtı Armilus, zamanın sonunda ortaya çıkacak ve İsrail'e
büyük sıkıntı çektirip daha sonra İsrail'i fethedilecek bir kraldır.
Armilus Yahudilere sırt çevirir ve kendini Tanrıları olarak tanımaya zorlar.
Fakat Musa'nın mucizelerini gösteremeyince insanların gözünde şeytan
konumuna düşer. [39][40] Canavar daha sonra Yecüc ve Mecüc de dahil olmak
üzere bir putperest ordusunun başında Yahudilere savaş açar ve bir
Nehemya'lının önderliğinde savaşmaya giden 30.000 Yahudi ile yüzleşir. [38]
Armilus ve güçleri galip gelerek Yahudileri katleder ve onları çölde büyük
sıkıntıların ortasında yaşamaya zorlar, ta ki Tanrı mesih Davut'u ve
peygamberi İlyas'ı melekleri ile birlikte gönderene kadar. Bu sefer kötüler
Tanrı ile yüzleşir ve yenilirler. Mesih nefesinin gücüyle Armilus'u yok
eder Zerubbabel'de Mecüc'ün yerini alır ve Mesih ben Joseph'i yener.
[11]
Şeytan ve bir bakirenin ya da Şeytan ve bir heykelin soyu olduğu söylenen bu
figürün kökeni, Hristiyan öğretisi, efsanesi ve kutsal metinleriyle olan
çeşitliliği ve açık ilişkisi nedeniyle Yahudi Ansiklopedisi tarafından
sorgulanabilir olarak kabul edilir. ] [12]
●►Hristiyanlıktaki Deccal, yani Mesih karşıtı tek bir kişidir fakat
aynı zamanda Hristiyanlığa karşı olan ve İsa'ya inanmayanlardan da Mesih
karşıtı diye bahsedilir ve
onlar tıpkı Müslümanlar gibi "Rab Mesih değildir" diyecektir.
Bazıları Vahiy 13'deki denizden çıkan canavar veya yerden çıkan canavarın da
Deccal olduğunu, sadece burada ondan canavar olarak bahsedildiğini söylese
de bu anlatılar Deccal değil de Dabbe'tül-Arz tanımına daha yakındır.
Deccal anlatımları için İncil'e göz atalım.
1.Yuhanna 2:18: "Çocuklar, bu son saattir. Mesih Karşıtı’nın
geleceğini duydunuz. Nitekim şimdiden çok sayıda Mesih karşıtı türemiş
bulunuyor. Son saat olduğunu bundan biliyoruz."
1.Yuhanna 4:3: "İsa’yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı’dan değildir.
Böylesi, Mesih Karşıtı’nın ruhudur. Onun geleceğini duydunuz. Zaten o
şimdiden dünyadadır."
2.Selanikliler 2:3-4: Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü
imandan dönüş başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya
çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her
şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı
ilan ederek Tanrı’nın Tapınağı’nda oturacaktır.
2.Selanikliler 2:9-12: Yasa tanımaz adam, her türlü mucizede,
yanıltıcı belirtilerle harikalarda ve mahvolanları aldatan her türlü
kötülükte sergilenen Şeytan’ın etkinliğiyle gelecek. Mahvolanlar, gerçeği
sevmeye ve böylece kurtulmaya yanaşmadıklarından mahvoluyorlar. İşte bu
nedenle Tanrı yalana kanmaları için onların üzerine yanıltıcı bir güç
gönderiyor. Öyle ki, gerçeğe inanmayan ve kötülükten hoşlananların hepsi
yargılansın.
Markos 13:5-6; Matta 24:4-5: İsa onlara anlatmaya başladı: “Sakın
kimse sizi saptırmasın” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ diyerek benim adımla
gelip birçok kişiyi saptıracaklar.
Luka 21:8: İsa, “Sakın sizi saptırmasınlar” dedi. “Birçokları, ‘Ben
O’yum’ ve ‘Zaman yaklaştı’ diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından
gitmeyin.
KAYNAKLAR
Essence of Life, A translation of Ain al-Hayat by Allama Mohammad Baqir
Majlisi | location=Qum |chapter=6 | page=105}}
The Life of Imam al-Mahdi Peace Be Upon Him | location=Qum | page=343}}
Hamid, F.A. (2008). 'The Futuristic Thought of Ustaz Ashaari Muhammad of
Malaysia', p. 209, in I. Abu-Rabi' (ed.) The Blackwell Companion to
Contemporary Islamic Thought, pp.195-212
A.g.e, p. 100
A.g.e, p. 104
A.g.e, p. 102
In the Apocalypse of Pseudo-Methodius (Greek redactions), Armalaos and
Armaleus: A.C. Lolos, Die Apokalypse des Ps.-Methodios. Beiträge zur
klassischen Philologie 83. Meisenheim am Glan: Hain, 1976. Chapter IX.
Jewish Martyrs in the Pagan and Christian Worlds. Cambridge university
press. Cambridge , New York, Melbourne, Madrid, Cape Town, Singapore,
Sao Paulo. 2006. p. 108-109. ISBN 9781139446020. Retrieved 2014-01-10.
John C. Reeves. Trajectories in Near Eastern Apocalyptic: A Postrabbinic
Jewish Apocalypse Reader
Armilus in the Jewish Encyclopedia
Midrash Vayosha
Elaine Rose Glickman, Judith Z. Abrams, Ph.D. Rabbi, Neil Gillman, The
Messiah and the Jews: Three Thousand Years of Tradition, Belief, and
Hope
The Book of Tribulations and Portents of the Last Hour (كتاب الفتن
وأشراط الساعة) - Sahih Muslim - Sayings and Teachings of Prophet
Muhammad, Reference: Sahih Muslim 2937 a; In-book reference: Book 54,
Hadith 136; USC-MSA web (English) reference: Book 41, Hadith 7015
"Hadith - Book of Tribulations - Sunan Ibn Majah - Sunnah.com - Sayings
and Teachings of Prophet Muhammad (صلى الله عليه و سلم)" Reference:
Sunan Ibn Majah 4077; In-book reference: Book 36, Hadith 152; English
translation: Vol. 5, Book 36, Hadith 4077
Glassé, Cyril; Smith, Huston (2003). The New Encyclopedia of Islam.
Altamira Press. p. 33. ISBN 0-7591-0190-6.
Jonker, Gerdien. The Ahmadiyya Quest for Religious Progress:
Missionizing Europe 1900-1965. p. 77
Valentine, Simon. Islam and the Ahmadiyya jamaʻat: history, belief,
practice. P. 148.
Malik Ghulam Farid, et al. Al-Kahf, The Holy Quran with English
Translation and Commentary Vol. III, p.1479
Muhammad Ali. The Antichrist and Gog and Magog, Ohio: Ahmadiyya
Anjuman-i Ishāʿat-i Islām
A.g.e, pp.12-14
A.g.e, pp.19-20
Mirza Ghulam Ahmad, The Essence of Islam, Vol. III, Tilford: Islam
International, p.290
Al-Masih ad-Dajjal, Pg. 248; A.g.e, Pg. 249; Müslim
2944/124; Sahih-i Müslim, cilt:8, s. 500; Mevsuatu’s Sunne,
El-Kütüb’s-Sitte ve Şüruhuha 22, Müsnedu, Ahmed B. Hanbel 3-4, 22.c.,
sf.224;
https://www.al-islam.org/life-imam-al-mahdi-baqir-shareef-al-qurashi/signs-reappearance-imam-time-0
İbn Hacer, el-Fetâva'l-kübrâ; al-Imam al-muntazar of al-Sayyid Muhammad
al-Kazimi al-Qazwini, p.60
Armilus en Jewish Encyclopedia
: http://jewishencyclopedia.com/articles/1789-armilus
John C. Reeves. Trajectories in Near Eastern Apocalyptic: A Postrabbinic
Jewish Apocalypse Reader.
Müslim, Fiten 113; Buhârî, Fezâilu'l-Medine 9; Abd b. Humeyd,
Müsned, 897
Sahih Buhari, Yüce Allah'ın: "Sana Karşı (Ey Mûsâ) Gözümün Önünde
Yetiştirilmen İçin Kendimden Bir Sevgi De Bırakmıştım" (Tâhâ: 39) Kavli
Babı (17.Bab), 36.Hadis
Sahih Buhari, Deccal Medine'ye Giremez Bab'ı (9.Bab), 13.Hadis
Müslim, iman 249, (158); Tirmizi, Tefsir, En'am (3074); Kütübü Sitte,
2.Cilt, Sf.367, 609 numaralı hadis
Sahih Buhari, Geceleyin Görülen Ru'yâ (Gündüzleyin Görülen Ru'yâya
Musâvî Olur Mu Yâhud Bunlar Farklı Olurlar Mı?) Babı (11.Bab), 18.Hadis;
Buhari, Ta'bi 33, 11, Enbiya, 42, Libas 68, Fiten 26, Müslim, İmam 275,
(169); Sahih-i Buhari, 50.Bab, 110.Hadis, Muvatta, Sifatu'n-Nebi 2, (2,
920)
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON