HABERLER
Dini Haber
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TARİKAT OKULLARI VE ADNAN OKTAR’IN EVRİM KİTAPLARINDAN DİNİ TERK ETMEYE UZANAN SÜREÇ


TARİKAT OKULLARI VE ADNAN OKTAR’IN EVRİM KİTAPLARI İLE YIKANMIŞ BİR BEYNİN ARINMA SÜRECİ

Herkese esenlikler, ben Faruk,
Öncelikle sorgulama sürecimi sizlerle paylaşma nedenimi açıklayarak başlamak isterim; kurtuluşumun ardından öfke ve kandırılmışlık hissinin getirdiği hayattan bezmişlik duygusunu ben sizlerin hikayerlerini dinleyerek aştım. Benim de kendi hikayemi sizlerle paylaşarak başkalarının da kurtuluşun ardından yaşanan travmayı aşmasına yardımcı olmak istedim.

Ben de her Türk gibi aslında İslam olmayan ama Türkiye’de İslam zannedilerek yaşanan Anadolu Müslümanlığı içerisine doğdum ve büyüdüm. Gerçek islamiyetle tanışana kadar hayatım normal akışında gidiyordu. Çocukluk dönemimde sürekli namaza ve oruç tutmaya özendirilir ve para ile ödüllendirilirdim. Böylece daha küçüklükten beni müslümanlığa alıştırmışlardı. İlkokula başlamadan önce bol resimli bir ansiklopedi hediye edilmişti ve ilk defa merak etmenin, keşif ruhunun ve bilimin hazzı ile o ansiklopediyle tanışmıştım. O ansiklopediyi her gün yanımda taşır resimleri incelerdim ve yazılanları daha okuyamadığım için sürekli anneme-babama ne yazdığını sorar bana okumasını isterdim. Ama ansiklopedide evrim içeriği olduğunu yobaz dayım öğrenince ve ben daha okuma yazma öğrenemeden, iki hafta içinde onu alıp yok etmişler, tabi ben sonradan farkına varacaktım. O ansiklopedi yerine amcam, kedici hocanın “evrim yalanı” temalı kitaplarını eve soktu ve yobazlıkla daha okuma yazma öğrenemeden tanışmış oldum.

İlkokul dönemimde sınıf öğretmenimiz çok iyi bir insandı, bizlere okumanın, araştırmanın ne kadar eğlenceli olduğunu gösterirdi, sürekli müfredat dışı çeşitli matematik, türkçe ve fen ile ilgili mini oyunlar ve bulmacalarla dersleri süsler ve okul dışında da bizlerle mümkün mertebe ilgilenirdi. Bundan dolayı sorgulayan, araştırmayı seven bir çocuk olmuştum. Ortaokula geçtiğimde, sorgulayan, “uslanmaz” tavrım yüzünden olsa gerek beni dinci yurt ve okula göndererek hayırlı bir evlat yapmaya karar verdiler. Dayım yüzünden o dönem Mozambik partisinin kankilerinin okulunda ortaokula başladım. Üniversiteye kadar önce okullarında ve ardından yurtlarında kaldım. Sürekli anlamsız kitaplarını okumaya ve sohbet videosunu izlemeye zorlanıyorduk. Kendi karakterimi inşa etmeye imkan bulamadan, biraz olsun dünyayı tanıyamadan ortaokul ve lise dönemini boşa harcamama sebep oldular ve bunun ceremesini üniversite hayatı boyunca çektim.

Eğitim hayatım boyunca her şeye rağmen ortalamanın çok üstünde bir öğrenci oldum ve üniversite sınavında Türkiye’deki birkaç özel üniversitenin %100 burslu bölümleri hariç herhangi bir yere girebilecek sıralamayı elde ettim. Ancak, dinin ve dini yapılanmaların insana doğrudan ve dolaylı olarak ne kadar zarar verebileceğini üniversite tercihleriyle birlikte doğrudan tecrübe ettim.

Çocukluğumdan beri biyoloji ve genetik alanına ilgim olmasına rağmen o dönemki dini düşüncemden dolayı bu bölümleri okuyanların evrimci sapkınlar yetiştirdiğini düşünür hale gelmiştim. Evrim ve genlere müdahele islama göre yasaktı, sonuçta Allah herşeyi mükemmel yaratmıştı. Bu düşüncelerle kendi isteklerimi geri plana atarak dini ön plana almış oldum. Alternatif olarak kendimce başka bir bölüm seçerek tercih yapmaya karar vermiştim ki, ailem işe dahil oldu ve hangi ilde okuyacağımdan nerede kalacağıma kadar her şeye müdahele ettiler. Anne babaya itaat bize empoze edilen dinde çok elzem bir şey olarak anlatıldığı için vardır bir hayır diyerek kabullenmedim.

Üniversiteye dinci bir tarikatın yurdunda başlamak hayati bir hata olsada sorgulama sürecini başlatan tüm pisliklere ve insanlıkdışı fikirlere burada maruz kalacaktım. Belki de zehri sürekli azar azar yemektense aşırı doza maruz kalıp “Ben hayatımla ne yapıyorum?” sorusunu sordurması ve fikri dünyamda kurtuluş mücadelemi başlatmamı sağlaması hasebiyle hayatımın geri kalanını kurtarmamı sağlamış oldum. Beş yılımı bana adeta zindan edecek ve ardından kurtuluşa giden yoldaki tüm soruları sorduracak süreç böylece başlamış oldu.

İlk başlarda müslümanlıkla ilgili hiç bir sorunum olmadığı için yurtta verilen zorunlu din derslerini problem etmedim. Haftada 3 gün zorunlu din derslerimiz olurdu. (Kuran okuma, fıkıh ve siyer) Hatta gerçek dini öğreneceğin için mutluydum. Zamanla yurt görevlileri ve yurttaki ilahiyat ağırlıklı ve dinci öğrencilerle tanıştıkça ve onların dini görüşlerinin daha doğru olduğu düşüncesiyle kendimi dine daha fazla kaptırdım. Eskiden cumaları namaz kılar ve ramazanda oruç tutarken, artık günde 6 vakit namaz kılmaya başladım. Evet 6 vakit çünkü, teheccüd namazını da düzenlli kılardım.

Her vakit namazlarını camide kılmaya özen gösterirdim. Kılık kıyafetimi de değiştirmeye daha bol ve çirkin şeyler giymeye ve yarım çıkan sakalımı uzatmaya başladım. Gittikçe korunkunç bir tarikatçı tipine bürünüyodum. Kadınlardan korkar ve beni dinden uzaklaştırcak diye onlardan kaçar hale geldim.

Ardından bu duygular zamanla kadınlardan nefrete dönüştü. Artık, kolunu bacağını açanlar bana düşmanlık yapmak için böyle yapıyorlar düşüncesindeydim. Zamanla bu düşünceler beni okuldan da kopardı. Artık derslere pek önem vermiyordum çünkü bu dünya oyalanlama yeriydi benim için. Bundan sonra, benim için önemli olan tek şey dindi, dersleri sadece yarım yamalak takip ediyor ve geçecek kadar bir şeyler ezberliyordum. Üniversiteler küfür yuvasıydı, Atatürk hakkında da sürekli olumsuz fikirler aynı din gibi bizlere empoze ediliyordu. Günümüzde ya bu insanlar nasıl böyle saçma sapan fikirleri savunurlar dediğiniz tüm fikirlerin kaynakları işte bu tarikatlardır. Türkiye ve medeniyet düşmanlığını bana empoze etmiş oldular. Üç yılımı bu düşüncelere gönülden bağlı olarak yaşadım ta ki birgün oda arkadaşımın söylediği bir cümle kafama dank edene kadar.

Odada arkadaşlarla muhabbet ederken, bir cümle beni kendime getirdi:

“Oğlum, dedem beni küçüklüğümden beri Atatürk düşmanı olarak yetiştirdi sence ben ... “ Beni bu cümle sanki beynimden vurulmuş hale çevirdi. Tüm savunduğum fikirlerin, yaşam tarzının ve öfkenin bana ait olmadığını, bana empoze edilmiş olduğunun farkına vardım. O günden itibaren araştırmaya ve fikir dünyamı kendim inşa etmeye karar verdim. Ortaokuldan beri ilk okuduğum kitap Montaigne’den Denemler olmuştu ardından arkadaşlardan ödünç aldığım dönemin popüler kitapları olan, Hayvan Çiftliği, Saphiens, 1984 gibi kitapları okudum ve düşünce dünyamı bir anda genişletti. Hayata siyah-beyaz olarak değil de, sonsuz rengin olduğu, geçişlerin tam olarak bilinemediği bir gökkuşağı gibi bakıyorudum. Dünyayı tekrar algılamaya ve önyargısız bakmaya başlamamla beraber beraber dinin dogmalarını da sorgulamaya başlamam bir oldu. İlk başta gerçek din bu olamaz diyerek daha farklı insanları dinlemeye ve yeni bakışlar öğrenmeye başladım. Sinan Canan’ın din hakkındaki görüşleri ilk etapta oldukça uygun buluyordum. Fakat, yaklaşık bir sene sonra umreye gittiğimde sorunun çok daha derin olduğunu gördüm. Umreye gitmek bana “ümmetin” ahval ve şeraitini göstermiş ve daha derin bir sorgulama yapmam gerektiğini anlamıştım. Üniversite son sınıftaydım ve eğitim hayatım hiç iyi gitmiyordu, bundan dolayı derin sorgulama sürecimi okul sonrasına erteledim. Eğitimin son dönemini pandemiyle beraber uzaktan tamamladım.

Pandemide eve kapalı kaldığım dönemde tüm sorunlar üst üste geldiği için uzunca vakit dine geri dönmeye çalışsam da fayda vermedi ve ertelediğm derin sorgulamamı yapmanın vakti geldiğini anladım. Aşırı dindar dönemde aklıma takılıpta araştırmaya cesaret edemediğim tüm konuları tek tek masaya yatırdım.

Petra meselesini inceledim. Eski camiilerin baktığı yönler ile ilgili çalışmaları okudum. San’a yazmaları, Roma kayıtlarında her hangi bir bilginin bulunmaması, kabe ve karataş meselesi, ibadetlerin çevre inanışlardan geçmiş olması, sadece Yahudi inanışının bile bu derece İslama etki etmesi, bilimsel çelişkiler ve hepsinden de öte insan vicdanına sığmayacak kötülükleri derinlemesine inceledim.

İslamda kadına önem verilmez adeta yarı insan yarı evcil hayvan muamelesi yapılır, müslüman olmayanlara ise kelle vergisi alınır ya da öldürülürdü. Bu düşünce sistemi hiçbir insanın vicdanına sığamayacağı, kabul edemeyeceği için Türkiyede saklanır, birisine sorsanız ya o tam öyle değil, yanlış tefsire bakmış denirdi. Ancak, doğrudan kaynağın kendisine baktığınızda aksini görürsünüz. Tüm bunları araştırdım ve elimde dini savunacak hiçbir şey kalmadı. İslam inanışı elimde yavaşça parçalarına ayrıldı, neresinden tutsam orası dağıldı, temizlemek için suya tutsam suya dahi dayanamayıp eridi ve yitip gitti. Yıllarca bazen gönüllü bazen gönülsüz inşa ettiğim gökdelen yıkılmaktaydı, kolonları yamuk, malzemesi zayıf, temeli yalan üzerine kuruluydu. Biraz sallanınca desteklemek için derme çatma çıtalar kullanılmıştı. Sonunda, elimde desteklenmediğinde kendiliğinden yıkılacak ucube bir yapı kalmıştı. Ne iddia ettikleri gibi cennete uzanıyor ne de yeryüzünde insanlığa bir fayda veriyordu. Ben de yıkılışını hüzünlü bir mutluluk ile izledim. Bütüm hayatımın merkezinde olan ve sürekli yaşantımı kısıtlayan din artık vaad ettikleri ve benden götürdükleriyle beraber yok olup gitmişti. 23 yaşıma kadar sırtımda bir kambur olarak taşıdığım yükün yorgunluğu ve 23 yılımı zindan etmesinin öfkesiyle beraber kalakalmıştım.

Kurtuluş ile beraber kendimi yeniden inşa etme sürecine girdim. Artık mütevazı, doğaya ve insana saygılı bir kulübe inşa ediyorum. Sonuç olarak, kendimi dini sessizce bir kenara bırakmış birisi olarak görüyorum. Bugüne kadar yapamadığım, fırsat yakalayıp da değerlendiremediğim her şeyde dini kuralların ne kadar beni kısıtladığını, 1400 yıllık dünya görüşünün günümüz medeniyetine tarihi bir dipnottan başka hiçbir katkısının olmayacağını anlamış oldum. Sadece İslam değil diğer dini inanışlar da sadece birer inanış olduğunu, hayatta bir eğlencesi veya hobisi dahi olmayan insanlar için bir oyalanma olduğunu düşünüyorum. Zaten dini kaynaklar çevresel etkilerle beraber toplumların kültürlerinin bir harmanı olarak oluşuyor ve gelişiyor. İslam, mezopotamyada değil de kuzey bozkırlarında olsa başka, Doğu Hint adalarında ortaya çıksa başka olacaktı. Zaten oralarda oluşan dinlerin çok başka dinamiklere sahip olduğunu görüyoruz sadece İslam demiyoruz. Mütevazı bir gülümseme ile sizleri sevdiğimi söyleyerek sözlerimi tamamlamak istiyorum.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Faruk

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ZAFER D.'NİN NURCULARDAN AYRILIŞI ve DİNİ TERK EDİŞİNİN HİKAYESİ


ZAFER D.'NİN NURCULARDAN AYRILIŞI ve DİNİ TERK EDİŞİNİN HİKAYESİ

Merhabalar. "Nasıl dinden çıktım" videolarınızı ilgiyle izliyorum, bir çok defa size, ben de bu tarz bir paylaşımda bulunmaya niyet ettim ama iş yoğunluğundan fırsat bulamadım.

Bu tarz konularda hala paylaşım yapmaya niyetiniz var mı bilemiyorum ama ben Deist olduğumu aileme nasıl anlattığımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Belki İslam hakkında düşüncelerini ailelerine anlatmak isteyen arkadaşlara yardımcı olur.

Kendimden kısaca bahsedeyim, bir çoğumuzun olduğu gibi çocukluğumdan beri mutaassıp bir aile ortamında büyüdüm. Çocukken din ile o kadar haşır neşirdim ki bana büyüyünce ne olacaksın dediklerinde hoca olacağımı söylerdim.

Hiç bir zaman bir yobaz gibi sarık ve cübbe ile gezmedim ama din, her daim hayatımın merkezinde vardı. Fetöcülerin okullarında, yurtlarında ve evlerinde yıllarca bulundum. O zamanlar anlayamasak bile bugün görüyorum ki sistematik olarak bizi birer mürit olacak şekilde yetiştiriyorlarmış. Ben o zamanlarda da sorgulardım ve abilere niçin bol bol risale okuduğumuzu sorardım çünkü risalelerin Osmanlıca dilinden dolayı, ne yazdığını anlamadan sayfalarca okurduk. Abilere, biz burada yazılanları anlamıyoruz dediğimizde, bize ‘Okuyun zamanla anlayacaksınız’ derler ve bize haftalık ödevler verirlerdi, mesela 20 sayfa risale, yarım sayfa Arapça Kuran okuma gibi. Tabi sorgulayan bir birey olarak niçin Allah'ın gönderdiği kitabı Türkçe okumak varken, niye risale okuyoruz niye sadece arapça okuyoruz diye sorardım ve abilerin verdiği cevap aynıydı. ‘Risale, Kuran'ın tefsiridir, Allah tarafından Bediüzzaman’a yazdırılmıştır, o yüzden Risale okuyunca Kuran da anlatılan bilgileri öğrenebilirsin.’ Aslında daha önce biraz meal okumuş biri olarak alakaları olmadığını biliyordum ama abiler öyle diyorsa vardır bir bildikleri diyordum.

Zaten yıllarca bu dini öğrenmemizin önündeki en büyük engel hep bu düşünce olmuştur. Bize dini anlatan kişilerin bu dini gerçekten bildiklerini sandık, onların da yeterince bilgilerinin olmadığını hiç düşünmedik.

Yıllar, yıllar geçti, kulaktan dolma bilgilerle dini inançlarımı sürdürdüm, elimden geldiğince namaz kıldım, oruç tuttum ama bir gün canıma tak etti. Çünkü bir hoca çocuklarla evliliğin caiz olduğunu söylerken, başka bir hoca caiz değil diyordu. İran insanları recmederken, Kuran'da bununla ilgili bir ayet yazmıyordu. Ben de Kuran'ı baştan sona Türkçe olarak okumaya ve gerçekleri birinci kaynaktan öğrenmeye karar verdim. Artık hangi hocanın doğruyu söylediğini bilecektim. İlk başlarda her şey gayet normal gözüküyordu ta ki okuduğum ayetlerin bazılarında çelişkiler olduğunu görene kadar. Bunun üzerine internette biraz araştırma yaptım, çelişki ve bilimsel hatalar olan başka ayetlere de rastladım. Bu bulduklarımı bir arkadaşıma anlattım, O da bana bir kitap tavsiye etti. ‘Bir Bedevinin Yaveleri’ isimli kitap, hiç iki kapak arasına girip basılmamış, sadece internette el altından dolaştırılan bu Pdf formatındaki kitabı okuyunca şok oldum, benim tespit ettiğim çelişkiler haricinde onlarca çelişki, hata ve saçmalık sıralanıyordu.

Kitapta bahsedilen bazı ayetlerin meallerinde oynama yapılmış olabileceğini düşündüğüm için bu ayetlerin meallerini tek tek kontrol ettim. Hiçbir çarpıtma yoktu, kitapta yazılı mealler Diyanet veya Elmalı Hamdi’nin mealleriydi.

Tüm kitabı bitirmem 2 günümü aldı. Kitabı bitirdiğimde büyük bir rahatlama hissetmiştim ve İslam hakkında tüm parçalar yerine oturmuştu. Artık, Işid'in niye kafa kestiğini, hocaların bazılarının niye hadisleri reddettiğini veya hocaların niye hepsinin bir birinden farklı hükümler verdiğini anlamıştım, hiç kimse bu saatten sonra beni kandıramayacaktı.

İslam'ın gerçeklerini öğrenmiştim ama öğrendiklerimi hem başkalarına anlatmak için büyük bir heyecan duyuyor hem de çekiniyordum.

Çünkü, ayetlerdeki çelişkileri anlatınca bazı insanlar, ya sinirleniyor ya da orada öyle demek istememiştir diyerek kestirip atıyordu.

Ancak fark ettim ki benim gibi aklında sorular olan, sorgulayan kişiler, anlattıklarımı konuşmaktan çekinmiyor hatta memnun oluyorlardı. Bu tarz kişileri bulup konuşmaya çalışıyordum.

Kendimce şöyle bir taktik geliştirdim, karşımdaki kişiyle dini konuları konuşmaya başladığımda aşırı tepki veriyorsa konuyu kapatıyorum, baktım bu tarz konuları konuşmaya açık ona Bir bedevinin yaveleri isminde ilginç bir kitap okuduğumu dilerse kendisine Whatsapp tan PDF formatında gönderebileceğimi dilerse Din ve mitoloji sitesinden ücretsiz indirebileceğini söylüyorum. İlgisini çeken kişiler, mutlaka geri dönüş yapıyor ve onlarla derinlemesine bu konuları daha rahat konuşabiliyorum. İlgisini çekmeyen kişiler zaten okumuyor ve gereksiz yere çenemi yormuyorum.

Bu arada, bu tarz konuları başkalarına anlatmak gibi bir niyetiniz varsa, size birkaç tüyo vereyim.

-Birkaç tane ayet ezberleyerek bir yere varamazsınız. Bu konular üzerine özellikle ayetler üzerine bilginizi arttırın,

-Tartıştığınız kişiyi ayet bombardımanına tutun çünkü hadisleri anlatınca hemen sahte hadis deyip çıkıyorlar işin içinden ayetlerde bunu yapamıyorlar. Ayet bombardımanına tutun, dememin sebebi şu, bir iki tane ayet söyleyince orada öyle demek istememiştir diyerek konuyu geçiştiriyorlar ancak bir birinden farklı ayetleri peş peşe gösterince bir süre sonra cevap veremiyorlar.

-Ateist olsanız bile bunu kesinlikle söylemeyin, ben Allah’a inanıyorum deyin. Sistematik olarak yapılan propagandalardan dolayı Müslümanlar Ateistleri çok antipatik ve itici buluyor ve dinlemiyorlar.

-Tanrı kelimesini çok az kullanın Tanrı’dan bahsederken mutlaka ona Allah diye hitap edin. Özellikle Allah ile bir sorununuz olmadığını onu çok sevdiğinizi söyleyin ve Allah’ı methedin.

-Peygamberden ve sahabelerden bahsederken, sakın direk isimleriyle hitap etmeyin, Muhammed, Ali veya Ayşe demeyin, Hz muhammed, Hz ömer Hz Ayşe vs. deyin veya Muhammed’den bahsederken ona Peygamber veya Muhammed Peygamber,halifelere de Halife Ali, Halife Osman gibi hitap edin.

- Öyle ayetlerden giriş yapın ki kaçamak cevap veremesinler, yoruma açık ayetlerden uzak durun. örneğin, ben konuşmaya genellikle, dağların olduğu yerde deprem olmaz diyen Enbiya 31 ile başlarım. Dünyanın düz olduğunu anlatan Zülkarneyn ayetleriyle devam eder ardından, kendiyle çelişen ayetleri anlatırım.

-Bildiğiniz her şeyi kısa sürede anlatamazsınız o yüzden karşınızdaki kişide merak uyandırdıktan sonra onu bir kaynağa yönlendirin ki merak ediyorsa gidip baksın, anlattıklarınız havada kalmasın. Mesela ben Bir bedevinin yaveleri kitabına yönlendiriyorum, siz Din ve mitoloji gibi sitelere veya Youtube kanallarına yönlendirebilirsiniz.

Sevgili arkadaşlar yüzden fazla kişiyle bu konuları konuşmuş birisi olarak size tavsiyem şu ki sakın bu tarz konuları konuşmaya kapalı kişilere, bir şey anlatmaya çalışarak vakit kaybetmeyin. İnanın bu kişiler, anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar ve içlerine şeytan girmiş gibi köpürüyorlar. Cahilce, bilmedikleri bir dini savunmak için sizinle kavga ediyorlar.

Kavga ve gürültüye gerek yok, kimseyi ikna etmek zorunda da değilsiniz, atalarımızın dediği gibi ‘Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.’

İslam üzerine, Yabancı insanlarla konuşabiliyor ancak aileme hala İslam'dan çıktığımı söyleyemiyordum. Bana tepki göstereceklerinden korkuyordum. Bunun üzerine onlara anlatmak için de bir taktik geliştirmem gerektiğini anladım. Direk, karşılarına gidip ben Deist oldum dersem, ne tepki vereceklerini bilemiyordum, o yüzden planlı ve kontrollü gitmeliydim.

Öncelikle can alıcı ayetleri ve hadisleri tekrar gözden geçirdim.

Sonra hayali olarak karşıma aile fertlerini, tek tek koyarak onlara ayetleri anlattığım pratikler yaptım, o şöyle derse ben böyle derim, o böyle derse ben böyle derim gibi. Bunu her bir aile ferdi için en az 50 kere denemişimdir. Bir yıl çalıştım, bu arada başka kişilerle bu tarz konuları konuştuğum için pratiğim artmıştı, çünkü aynı kulak dolgunluğuyla büyütülmüş Müslümanlar hep aynı şekilde cevap veriyorlar, yeni bir cevap üretmiyorlar, çünkü bilgileri yok.

Sonra aile fertlerinin ağızlarını farklı zamanlarda yokladım, sorunlu ayetler ve hadisler hakkında konuşunca ne tepki veriyorlar gözlemledim. Artık onlara sunduğum argümanlara ne diyeceklerini biliyordum ve ona göre konuşmayı aklımda şekillendiriyordum. Sonra bu konuları konuşmaya kimlerin daha açık olduğunu tespit ettim. İlk hedefim sorgulayan ve bu konuları konuşmaya açık aile fertlerini kendi safıma çekmekti.

İlk iş olarak ablamın eşine anlatmaya karar verdim. Kendisi akıllı, sorgulayan ve benimle benzer ortamlarda büyümüş biriydi. Daha önceki muhabbetlerimizde bu konuları konuşmaya açık olduğunu görmüştüm. Onunla uzun uzun konuştuktan sonra ona Whatsapp tan Bir Bedevinin yavelerini gönderdim, kitabı okumuş ablama da göstermiş onunla da, kitap üzerine, ayetler üzerine, uzun uzun muhabbet etmişler. Onlarla birkaç gün sonra buluştuğumda ikisi de benim gibi düşünmeye başlamıştı.

Sonra küçük kız kardeşime gittim. O, bu konuları konuşmaya daha mesafeliydi ama buna rağmen ona kitaptan bahsedip whatsapptan gönderdim. Tepkisi şu oldu ‘Ben böyle kitaplar okuyarak, imanımı sarsamam’ dedi ve konuyu kapattı.

Anladım ki onunla vakit kaybetmeye gerek yok.
Sıra geldi anneme ve babama bu konuyu anlatmaya.

Özellikle ablam ve eşinin de bulunduğu bir ortamda, konuyu ayetlere getirdim ve konuşmaya başladım. Ben anlatacağım, onlarda muhalif olmayıp bana destek çıkınca annem ve babamın direncini kıracaktım. Anlattıklarımı ayetlerle destekleyip, evdeki Kuran mealinden açıp gösterdim. Ablam ve eşinin de benim anlattıklarımda haklılık payım olduğunu savunmaları, annem ve babamın anlattıklarımın dinlemeye dair olduğunu kabul etmelerini sağladı.

Kuran’da sıkıntılar olabileceğini, Dünya’da birden çok Kuran olduğunu gösterip konuya girizgah yaptıktan sonra bilimsel hataların olduğu birkaç ayet gösterdim. Sonra, bir birini yalanlayan ayetleri, bir biriyle çelişen ayetleri gösterdim. Sonra çocuklarla evliliğe ve cariyeliğe izin veren ayetleri gösterdim. Muhammed ve 4 halifenin bir birlerine kızlarını nasıl ve kaç yaşında nikahladıklarını anlattım. Cariyelerin alınıp satılabileceğini, takas yapılabileceğini, sınırsız cinsellik yaşanabileceğini ve başka erkeklere pazarlanabileceğini anlattım. Kadınların yarım insan sayıldığını, mirastan yarı pay aldıklarını, şahitliklerinin yarım insan olarak sayıldığını ifade eden ayetleri gösterdim. Sonra Allah’ın Kuran’da inanmayanlara, domuz, köpek, eşek ve piç dediği ayetleri gösterdim. Sonra şiddet içeren ve kafirlerin öldürülmesini emreden ayetleri gösterdim. Peygamberin yaptığı katliamları hadislerden anlattım. Beni Kureyza katliamını, Ureyna ve Ukeyla kabilelerinden 9 kişinin el ve ayaklarının kesilip gözlerinin oyulmasını ve dağ başında ölüme terkedilmelerini, Ümmü Kırfe’nin iki deveye bağlanıp parçalanana kadar develer tarafından nasıl çekildiğini anlattım.

Anlattığım her konunun ilgili mealini ve hadisini açıp tek tek gösterim tabi ki İslam kaynaklarından. 3 saat süren hararetli konuşmanın sonunda annem ve babam dinden çıkmamışlardı ama benim niye dinden çıktığımı anlamışlardı. Onlara da kitabı gönderdim ama okumadılar. Zaten okumalarını beklemiyordum, tek istediğim beni anlamalarını sağlamaktı.

Ben dinden çıktığımdan beri kendimi onlara hep anlatmak zorunda olduğumu hissediyordum ve bunun için 1 sene plan ve pratik yapmamın ödülünü almıştım.

Artık tamamen özgürdüm, kimseden bir şey saklamıyordum olduğum gibi yaşıyor ve inanıyordum. Umarım anlattıklarım size de ilham olur.

Yazdığın kitap için teşekkürler Yol gezer, her kimsen ve neredeysen kurduğun bu kanal için teşekkürler Bay Kara, ismin neyse ve neredeysen.

Sağlıcakla kalın.
SİZDEN GELENLER | Yazan: Zafer D.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KERGİTLİ'NİN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ


KERGİTLİ'NİN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ

Yarı muhafazakar yarı alevi, minik tatlı bir şehirde doğdum. Annem Diyanette Kur'an kursu öğretmeni, babam çok dindar biri ve dedem emekli imamdı... Evet böyle başladı hayatım. 4 yaşında Kur'an kursuna gönderildim ve gayet kendimden memnun bir şekilde 5 yaşına kadar Kur'an okumayı güzelce öğrenmiştim. İlkokul bitene kadar dinle ilgili çok yoğun bir şey yaşamadım. Ortaokulda arkadaşlarımdan koparılıp imam hatibe gönderildim. Bu süreçte bayağı dindarlaştım, yurtta kalıp hafızlığa başladım. Hatta molla olmak istiyordum :) Babam yüzünden Atatürk'e karşıt yetiştirildim, tipik bir muhafazakar çocuğuydum.

İmam hatipte fazla dayanamadım. Ailemin durumu iyiydi ve o çevredeki insanlar sırf bu yüzden beni dışlarılar, bolca kavga ettik. Bu yüzden tekrar arkadaşlarımın yanına döndüm. 6. sınıfta dindarlıkla alakam kalmamıştı; namaz kılmıyordum fakat hala İslam bilgim oldukça fazlaydı. Hafızlık yapmasam da Osmanlıca İlmihal ezberlemiştim ve bolca ilmihal bilgim vardı. Daha sonra Alevi ve çağdaş arkadaşlarımla çokça zaman geçirmiştim. Artık kafam daha da rahatlamış, sıradan bir Türk vatandaşı kadar dindardım :) Alkol ve sigara ile beraber ailemden oldukça soyutlandım ve kendi çizgimi oluşturdum.

Liseye geçiş döneminde büyük şehre taşındık, benim hikayem de burada şekillenmeye başladı. Yaz tatilinde yine muhafazakar bir toplumda diksiyon, hitabet ve liderlik gibi dersler aldım. Tekrar ailemin istediği yöne doğru evrildim ama çok uzun sürmedi... 1. sınıf bitmiş, bu yıllarda benim siyasi algım da iyice değişmişti. Artık felsefe kitapları okuyor, düşünüyor ve her türlü eleştiriye açık yaklaşıyordum.

Bir gün üyesi olduğum oyun grubunun yöneticisi ile sohbet ederken konu dinlere geldi. Yönetici bana kendisinin Tengricilik inancına sahip olduğunu söylediğinde oldukça şaşırdım. İlk defa bu inanca mensup birini gördüm ve sorular sordum. Altın soru şu oldu: "Seni İslam'dan çıkaran şey neydi?". Cevap olarak "sana kesin bir şey söyleyemem fakat şunlara bir göz at." dedi. Bana çok uzun bir metin gönderdi ve metinde şüpheli, ilginç ayetler vardı. Oturdum ve bu ayetleri farklı birçok meallerden inceledim. Hem diyanetten hem de birçok siteden araştırıp ve okudum. Sonucunda ayetlere saf gibi inandıklarını, bazen bu uğurda can çekiştiklerini gördüm.

Bir gün ailecek sofrada yemek yerken şu soruyu sordum. "Diyelim ki bir insan var, Avrupa'da yaşıyor. Bu insan görebileceğiniz en iyi insan, hep ince düşünen, kimseyi incitmeyen, çok zengin olduğu halde gelirinin yarısını düzenli olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtan birisi; fakat Müslüman değil. Şimdi bu adam cehenneme mi gidecek ?" bu soru karşısında "inançsız ise cehenneme gidecek" cevabını aldım. Zaten imansız insanlara ne olacağını Allah da acımasızca anlatıyordu.

Tabi ki dinden hemen soğuyamadım, hep araştırma içinde oldum. Yalnızca Sözler köşkü, Hayal hanem gibi kanalları izleyen ben artık başka kanal ve kaynaklara da bakmaya başlamıştım. İlk başta 2 ay içerisinde etrafımdaki iki insan sayesinde Tengricilik inancını benimsedim. Tabi ki bu inancın gerçek olmadığını biliyordum fakat beni bu dönemde oldukça rahatlattı ve bu inancın 3 kuralı çok hoşuma gitmişti; Doğaya saygı duy, Kimseye boyun eğme (bazen Tanrı bile olsa), Atalarına ve geleceğine sahip çık... İşte bu kurallar beni kendine hayran bırakmıştı. Doğaya, evrene farklı bir gözle bakmamı sağladı. Bana kattığı en önemli görüş ise Tanrının bizim ibadetimize muhtaç olmadığıydı. Üç ay kadar bu inancı benimsedim ve artık kendimi cehennem korkusundan arındırmıştım.

İslam'ın tamamen çıkar ve korku üzerine kurulu olduğunu gördüm. Deist olarak hayatıma devam ettim ve daha sonra Panteizm'i mantıklı buldum. İslamiyet'in bize anlatılanlardan çok farklı olduğunu öğrenince kendimi çok kötü hissetmiştim. Var olduğuna inanılan bir tanrı yüzünden atalarımın öldürülmesi, kadınlara tecavüz edilmesi ve cariye olarak alınmaları, Türklerin İslam dinini bu şekilde zorla kabul ettiğini öğrendiğimde çok kötü oldum. Çünkü annem bu dine inanıyordu. İçimden herkese nefret kustum ve hep bu durumu düzeltebilmek için hayaller kurdum. Şimdi aynı doğrultuda ilerliyorum. 17 yıl enayi olarak yaşamışım, bu yüzden kendimi kandırılmış hissettim. Bu durum beni hala çok üzüyor. Kafama taktığım çok şey var ve halkın şu anki durumundan hiç hoşnut değilim. Evrimin derslerden kaldırılması, küçük yaştaki çocukların beynine zorla İslam inancının sokulması, başka hiçbir dinden veya felsefi akımdan bahsedilmiyor olması beni üzüyor. Bunu söylediğimde bana "İslam tarafsız anlatılıyor" diyorlar. Kimi kandırıyorsunuz? Ben "Allah'ın delillerine mantıksal örnek verin?" sorusuna "delil yoktur" yazdığım için eksi puan aldım.

Emin olun milyarlarca gezegen ve onca galakside, sadece Dünya üzerinde, özellikle de Arabistan'da çıkan bir din, hak değildir. Zaten hak din bile olsa, ben böyle acımasız ve egoist bir Tanrıya secde etmektense yanarım daha iyi.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Kergitli

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ESKİ BİR HRİSTİYAN'IN DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ


VAFTİZLİ BİR HRİSTİYAN'IN DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYESİ

Tatlı su Müslümanı diye tabir edebileceğimiz bir ailede büyüdüm. Anne ve babam ilkokul terkti. Okuma yazmaları yok denecek kadar azdı. Sorsan Müslümandılar ama namazı bayramdan bayrama kılarlardı, annem namaz kılmayı da bilmezdi.

İlkokul ikinci sınıfta arkadaşımın isteğiyle okul çıkışı camiye giderdik. Nasıl abdest alınır, nasıl namaz kılınır bilmez çevremdeki insanlara bakarak tekrar ederdim. Birkaç defa camiye gittikten sonra cami imamı bir kitap vermişti, İslam inancını anlatıyordu kitap, daha çok abdest ve namaz ile alakalıydı. Sevinçle eve gidip okumamın yettiği kadarıyla okumuştum o kitabı. Oradan taşındıktan sonra başka bir okula kaydım yapıldı ve camiye sadece arkadaşlar gidelim dediği vakit giderdim. Bir de annemin zorladığı zamanlarda. Kur'an kursuna gitmem için de zorlardı annem ama ben kaçardım. Nedense sevmemiştim o kursu. Dilimin dönmediği bir dili anlamını bilmeden ezber yapmaya yönelik olduğu için olsa gerek. Tabi biraz imamın davranışının da etkisi vardı bunda.17 yaşıma kadar soran olursa Müslümandım işte ama Muhammed'i değil de İsa'yı sevmişimdir daha çok. Nedendir bilmem iki şey ilgimi çekerdi, bunlardan biri İsa diğeri ise Şeytan. Hristiyan temalı filmlerden etkilendiğimi sanmam. Televizyon geç geldiği gibi internette geç gelmişti bizim eve. Belki de çarmıh hikayesi idi beni etkileyen ve diğerlerine göre daha hümanist oluşu. Ama ben yine de Müslümandım, tatlı su Müslümanı işte.

17 yaşımda bir işe girdim. İki ustam vardı kardeşti onlar. Biri Alevi diğeri Deist. İş yerinde mola saatlerinde ara ara siyasi bazen de dini muhabbetler olurdu. Ne siyasetle ilgim vardı ne de dinle. O zamanlar tatlı su Müslümanlığım tutmuş olsa gerek ismini vermeyeyim başımıza dert olmasın, malum şahıs hocanın kitabını okuyup soruları doğru bilene umre ödülü vardı. O yarışmaya katılmaktı niyetim. Peygamberin hayatıyla ilgiliydi kitap. İş yerinde dönen sohbetler ilgimi çekmeye başlamıştı konuşulan konulara yabancıydım ve ne kadar çok şey bilmediğimi fark ettim. Okumayı sevmeyen bende okuma isteği başlamıştı, öğrenme isteği. Aklıma sorular geldikçe sorular soruyordum ustalarıma, onlar da anlatıyordu ama bir müddet sonra sorularımdan bunaldılar haliyle. Yarışmadan ve kitaptan bahsettim ustama tavsiye etmedi onu bana. Felsefe oku dedi. Bende maaş aldıkça felsefe, edebiyat ve dinle ilgili kitaplar aldım evime. Okuyup araştırdıkça tiksindim İslam'dan. Sebebini burada anlatmama gerek yok biliyorsunuz işte çoğunuz.

Bir gün bulunduğum şehirde kilise olduğunu öğrendim. O zamana dek duyduğum tek şey şarap içip alem yaptıklarıydı. Merak ettim gittim. Evangelist bir Protestan kilisesiydi. İçeriye girdiğimde bir Pastor topluluğa vaaz veriyordu. Baya coşkulu bir anlatıma sahipti, oldukça akıcı ve etkili konuşuyor beden dilini de beraberinde oldukça etkili kullanıyordu. Noel'miş o gün vaazdan hemen sonra tanıştılar benimle çok değil en fazla 20 kişi vardı. Ortada ne lıkır lıkır içilen bir şarap vardı ne de dansöz. Alt katta bir yemek masası kurulmuştu, indik oraya oturdum bir köşeye. Ellerini kaldırdı pastor ve cemaat. Benim ellerim dizlerimin üstünde seyrettim sadece. Dua ettiler ve duanın ardından yemek yedik. Sonrasında hediyeleştiler birbirleriyle. İçlerinden biri İncil vermişti bana. Camide oluşan atmosferden daha sıcaktı oradaki atmosfer. Hoşuma gitmişti bu. Ertesi gün ustama gösterdim İncili, okumak istersen oku ama inanma, hepsi aynı dinlerin demişti. Ne yalan söyleyeyim o sözün etkisinde kalarak doğru düzgün okumamıştım incili fırlatıp atmıştım adeta bir köşeye. Askere gidip askerden dönene kadar bir ateist gibi geçmişti hayatım. Askerden geldikten aylar sonra dinleri iyice araştırmaya karar vermiştim. Bir şeyi reddediyorsam neden reddettiğimi, kabul ediyorsam neden kabul ettiğimi bilmem gerekirdi. Eskiye oranla öğrenmeyi seviyordum dinlerde ilgimi çekiyordu. Fantastik geliyordu sanırım. İlk olarak Tevrat'ı okudum ama sanırım başlangıç için yanlış bir tercihti, araştırma girişimime yaklaşık bir sene ara vermeme sebep olmuştu kitabın ilerleyen sayfaları. Uzun zaman sonra Budizm'i araştırıyorken internetten bir satanistle tanıştım öyle güzel anlattı ki söylediği üç PDF'i hemen okudum ve içimdeki boşluğu onunla doldurdum. Fakat uzun sürmedi bir iki aya bırakmıştım o saçmalığı. Satanizm, Şamanizm, Paganizm bunları da araştırdım üstünkörü. Ama aklım hâlâ İsa'daydı. Belki de satanizmin kısa sürede olsa ilgimi çekmiş olmasının nedeni de odur. Onda da vardı çünkü İsa. Üçüncü kitap olan İsa kitabı.

Kiliseye tekrar gittim ve tekrar edindim kendime bir İncil. Ücretsiz olarak ta kitaplar edindim Hristiyan sitelerinden. Okudum her birini ve etkilendim de. Filmler izledim İsa ile ilgili diziler belgesellerde. Sığınak olmuştu İsa kendimden kaçışımda, varoluşsal sancıma bir merhem. Ve birkaç hafta sonra kilisede vaftiz olurken buldum kendimi. Tattım ekmeği ve şarabı, bedeni ve kanı. Ama hâlâ tam bir inanca sahip değilmiş yüreğim ki bir gece uyku ile uyanıklık arasında bir yerde istemsizce sorguladım Tanrı'yı. Var mısın? Bir ses, bir işaret.. Ben varım diye yankılandı kulağımda bir ses, Ben varım. Kulağımda bir siren sesi beynime nüfus eden sanki kafam patlayacak gibi. Ama gerçeklik arıyordum ben zihnimin türlü oyunlarını değil. Hâlâ cevapsız sorularım vardı anlam veremediğim birçok şey ve en çokta Tanrı'nın iletişim yönetimi ve Tevrat'tı bana absürt gelen. Çok geçmeden bırakmıştım her birini ve büyük bir öfkeyle yırtıp atmıştım tüm kitaplarımı. İnanır mısınız bilmem yırttıktan sonra her birini birkaç gün önce gördüğüm rüyayı anımsadım. Rüyamda incili karalıyordum engel olamıyordum kendime. Kan ter içinde yataktan kalkıp kitaba koştum gerçek sandım biran ve sanki gerçek olmuştu işte. Bu an dı o an. En çokta mezheplerin birbirine olan saldırısıydı beni soğutan. Katolik, Ortodoks, Protestan.. onlarda da durum Müslümanlarınkiyle aynıydı. İsa düşmanınızı bile sevin derken onlar birbirlerine Anathema diyorlardı yani lanet olsun. Ama insanların davranışlarıyla Tanrı'yı yargılamamam gerekiyordu.

Neredeyse bir yıl daha geçmişti aradan. Hristiyanlığa bir yaklaşıyor bir uzaklaşıyordum. Yüreğim inanmak istiyor aklım buna mani oluyordu. Kiliseye gitmeyi bırakmıştım artık, zaten pastörle de aram bozuktu. İnternetten tekrar İncil sipariş ettim bu sefer ne olursa olsun inanmasam da yırtmak yok dedim kendime. Pişmanım bu konuda, İncil olduğu için değil ne olursa olsun bir kitabı yırtmamam gerekirdi. En başta Hristiyanlar olmak üzere tüm kitap severlerden özür dilerim bunun için. Siparişi verdikten bir iki gün sonrasında bir rüya gördüm: "Küçük bir tekne üstünde birkaç adam ve ben. Yüzleri belli belirsiz, içlerinden biri anlamadığım bir dilde sürekli teknede bulunanlara bir şeyler anlatıyor ve herkes dikkatle onu dinliyor. Ben ise kıyıya varana dek ona bağırıyorum. Çünkü nereye gittiğim, ne yaptığım ve ne söylediğine dair hiçbir fikrim yok. Kıyıya varınca büyük bir kalabalık o adamı karşılıyor. Büyük bir coşku, merak ve sevinç. Benim ısrarla üst üste sorduğum sorular ve dilini anlamadığım için verdiğim tepkilere rağmen orada bulunan kalabalığa da bir şeyler anlatmaya devam ediyor. Karşısına geçiyorum "seni anlamıyorum ne diyorsun, kimsin sen?" diyerekten haykırışlarıma karşılık bakışlarını bana çevirip eliyle bir yeri işaret ediyor. İşte o işaret edilen noktaya doğru bakmaya yeltendiğimde uyanıyorum. Kapı çalıyor, kapıyı açıyorum gelen kargocu. Birkaç gün önce sipariş ettiğim İncil gelmiş." İşte bu rüya bir kez daha yaklaştırmıştı teknedeki adamı İsa ve yanındakileri havarileri olarak düşünüp işaret ettiği noktada tam kapının çalmasını da "işte ne söylediğimi merak ediyorsan aç oku kitabı" dermişçesine yorumlamıştım. Bunu hangi Hristiyan'a anlattıysam görüm görmüşsün Tanrı seni imana çağırıyor. Bak bana ben böyle şeyler görmediğim halde ve senin kadar okumadığım halde imanlıyım şükürler olsun diyorlardı. Adeta sorgulamayan sorgulamaktan korkan beyinleriyle övünüyorlardı. Katekümen olman gerekir o zaman kafanda soru kalmaz her şeyin bir cevabı var diyenlerde vardı, İnsan her şeyi anlayamaz ama mutlaka bir anlamı vardır diyenlerde. Katekümen, Katolik ve Ortodoks kiliselerinde vaftiz edilmeden önce verilen 3 yıllık bir dini eğitimdi. En azından bu durum Türkiye de böyle başka ülkelerde birkaç ay veya 1 yıl kadar. Protestan kiliselerinde ise böyle bir durum söz konusu değil genellikle birkaç hafta veya ay içinde vaftiz ediyorlardı. E doğaldı tabi öyle konuşmaları 3 yıl sorgusuzca alınan bir din eğitimi ardından sorgulayacak beyin mi kaldırdı. Böyle bir rüya görmem gayet normaldi oysa. İsa'nın teknede öğrencileriyle olduğu ayetler kalmış bilinçaltımda. Asıl ilginç olan işaret ettiği an da kargoyla İncil'in gelmiş olmasıydı. Kargonun gelişiyle rüyanın eş zamanlı olmasıydı. Rüyanın da etkisi olsa gerek bir müddet daha Hristiyan'ca yaşadım ve daha fazla okudum. Türkiye'deki birçok Hristiyan'da olmayan kitapları topladım. Katolik, Ortodoks, Luteryen, Protestan kiliseleri tarihi, öğretileri. Ve her birini tek tek altını çizerekten okudum. Ve artık görevimi tamamlamıştım. Yarım bıraktıkça peşimi bırakmıyor, acaba diyerekten düşündürüyor ve beni peşinden sürüklüyordu. Oysa tamamlamak ne kadar da rahatlatıcı bir duyguymuş. Dinlerle ilgili araştırmalarımı artık tamamlamıştım. Gördüğüm rüyanın o an ile denk gelişi de olasılıklar evreninde küçük bir olasılığın gerçekleşmiş olmasıydı işte.

Anlatacak çok şey var ama bunların birazından bahsetmek isterim size. Tanrı'nın insanlara, insan kurban etmelerini yasaklayıp, insanların günahları için kendine bir insanı kurban etmesiydi saçma olan. Hristiyanlara sorsan, ama o sıradan bir insan değildi: Tanrı oğluydu, tanrıydı. İşte bu daha da saçmaydı. 
"Tanrı öz oğlunu dananın böğrü gibi astı. Bana yapabileceklerini düşünmek tüylerimi ürpertiyor." Marquis De Sade'dendi bu söz, hakikaten de öyle.
Hikayeye göre öldükten sonra üçüncü gün kendini yani oğlunu diriltmişti zaten, kendini feda etmiş sayılmazdı bir nevi. Eski Ahit'te kurbanlarınızdan sıkıldım diyen Tanrının bizzat kendine kurban vermesi çelişkinin bir başka boyutuydu.

Bir başka sorun ise kutsal kitabın Kutsal Ruh'un esinlemesiyle yazılmasıydı. Müslümanların düşündüğü gibi tanrının bir meleği tarafından yazdırılmamıştı, gökten inmişte değildi Kitabı Mukaddes. Söz üzerine kuruluydu ve sözlü olarak devam etmişti gelenek. Kiliselerden farklı sesler çıkıyordu İsa hakkında ve kilise düzeni hakkında, bunlara son vermek için mektuplar yazıyordu Pavlus, Petrus ve diğerleri. İbranilere hitaben Matta ki bu İbranice, Aramice ve kadınlardan daha az bahseder, diğerleri ise Markos, Luka, Yuhanna bunlarda Grekçe. Ama ne Matta'yı yazan Matta idi ne de diğerlerini yazan elçiler. İsa'nın öğrencilerinin de öğrencileriydi yazanlar belki Luka ve Yuhanna hariç. Ve elde bulunan en eski nüshalar kopyaların kopyalarından oluşuyordu. Markos İncili'nin 16 bap 15-19 ayetlerinin Markos inciline ait olmadığı görüşündeydi Katolik ve Ortodokslar. Onlara göre Markos 16 bap 15 de "...çünkü kendisini diri görenlere inanmamışlardı." diyerek bitiyordu Markos incili. Sonrası Gnostiklerce eklenmişti. Yazılan mektuplar, İnciller birbiriyle olan uyuma ve birinci yüzyıla ait olmasına dikkat edilerek tek kitapta toplanmıştı artık. Bazı kiliselerde birden fazla metin olması bazılarında hiç olmaması ve bazılarında birinci yüzyıla ait olmayan metinlerin olması durumu son bulmuştu böylece. Ama tartışmalar bitmiyordu. Arius adında bir adam vardı sıradan bir adam değildi o, üst düzey bir pederdi. İsa'nın tanrı olmadığını savunuyor üçlü birlik öğretisini reddediyordu. İlk başta destekte bulmuştu kendine Roma hariç diğer 4 kadim kiliseden: İskenderiye, Antakya, Kudüs ve İstanbul. Sonra bastırıldı onun öğretisi geri adım attı her bir kilise ve savundu üçlü birliği. Oy birliği ile üçleme inancı baskın çıktı konsilde. O gün Arius taraftarları sayıca fazla olsa Hristiyan inancı bambaşka bir boyuta evrilecekti belki de. Birkaç adamın ağzından çıkacak bir kelimeye bağlıydı gelecek kuşakların nasıl inanacağı. İşte bu kadar kolaydı. Ama uzun süre silinmedi Arius etkisi ve sonu ölüm oldu Arius'un. 

Kutsal ruha ve tanrı esinlemesi meselesine geri dönecek olursak, 1.korintliler 7.bap 40 da Pavlus şöyle diyor: "ben böyle düşünüyorum ve sanırım bende de tanrının ruhu var." Yeni Ahit'in üçte ikisi Pavlus, Petrus ve diğerlerinin Eski Ahit ve İsa'nın sözlerinden ne anladıklarıyla ilgiliydi, kişisel görüşler, öğütler, kutsal yazı yorumları. Oysa elçiler de birçok defa hata yapmış İsa tarafından azarlanmışlardı. Hangisinin tanrının gerçekten isteği olduğu Kitabı Mukaddeste adeta çorba olmuştu. Zaman geçti ölümlerle sonuçlanan seferler oldu, ne rahiplerin ne de papaların metresleri bitti ne de Protestanların cadı avları. Özellikle Katolik ve Ortodokslarda İsa dan çok Meryem anılır oldu. İlk Hristiyan yaşamına ve inancına en yakın olanlar Quakerlardı* fakat onlarda tam olarak kutsal kitapları kutsal görmüyorlardı. Uzun lafın kısası, tanrı insanlarla bu şekilde iletişim kuramazdı. Bin bir parçaya bölünmüş Hristiyanlık, her kafadan ayrı bir ses. Gördüğüm şu ki Tanrı'nın kutsal ruhu kilisede değildi. Vaftiz olmuş biri olarak kim bilir belki bende bunları kutsal Ruh'un esinlemesiyle size aktarıyorumdur. 

* Bir Hristiyan mezhebi.

Ben bir Panteistim. Neden ateist veya agnostik değilim bunları anlatmayacağım. Çokta uzun tutmak istemiyorum bu anlatıyı. Bugün 27 yaşındayım ve 17 yaşımdan bugüne çok şey biriktirdim. Ve sizlere öğüdüm sorgulayın. Korkmadan sorgulayın. İsterseniz birçok defa bir dine girip çıkın isteyen dönek desin size isteyen kâfir isteyen başka bir şey hiç fark etmez. Sorgulamadan yaşayan bir Müslüman olmaktansa veya İslam'dan çıkıp hemen Hristiyan olmaktansa veya hemen ateist olmaktansa gerekirse birçok dini bizzat deneyimleyin içinde yaşayın, inanmak isterseniz inanın, okuyun, araştırın. Kısa bir süre kendinizi bir dine ait hissetmeniz, ondan uzaklaşmanız ve tekrar yakınlaşmanız gayet normal. Ne olursanız olun iyi bir insan olun ve kendi inancınızı başkalarına dayatmaya çalışmayın.

Sözlerime şu şekilde son vermek istiyorum; "Tanrı kelamı gözlemlediğimiz evrendir" diyor Thomas Paine. "Onun Evren'i, umut içerikli dualarla değil, karşı konulamaz yasalarla çalışmaktadır." diyor Einstein.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Danyal

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

SÜLEYMANCILARIN YURDUNDAN AGNOSTİSİZME


SÜLEYMANCILARIN YURDUNDAN AGNOSTİSİZME

Merhabalar. Agnostik ateist olma hikayemi sizinle paylaşmak istiyorum. Şu an 20 yaşında bir gencim. Ortaokul 6.sınıfa kadar muhafazakar, ve Müslüman bir aile ile büyüdüm. Annem ve babam çalıştığı için o yaşıma kadar çoğunlukla babaannem ile büyüdüm. Babaannemi çok severim. O zamanda severdim. Bana dini hikayeler anlatır ve beraber din konuşurduk. Benim çok hoşuma giderdi. İslam dinini gerçekten seviyordum. 1.sınıftan itibaren her yaz camiye gider ve dini eğitim alırdım. İlk ezberlediğim sure "Ettehiyyatu" duasıydı. 2.sınıfta Arapça kuranı kerim okumaya başlamıştım. 7. Sınıfa başlarken ailem beni Süleymancıların yurduna verdiler.

Neden diye sorduğumda dinimi öğrenmem için dediler. Ben ilk başta gitmek istemedim çünkü evden ayrılmak istemiyordum. Kim evden ayrılıp, daha önce tecrübe etmediği bir yere gitmek ister ki?

İlk yılım çok hızlı geçti. Sabah 6 da kalkıyor, okula gidiyor, öğlen arası eve gidiyor yemek yiyor (okul evime 60 adım mesafe idi) evet saydım :). Okul çıkışı kapıda servis bekler bizi yurda hemen götürürdü. Dışarıda gezmek, okul çıkışı bir yerde oyalanmak yasak olmasa bile yapılmamıza izin verilmezdi. Biz servise binmez kaçardık ama neyse :).

Akşam yurda gelirdik ve hemen namaz kılar akşam 5 ile 7 arası din dersi görürdük. Yurtta ne kadar kaldığına göre gördüğün din dersi seviyesi değişirdi. İlk yıl cüz okumak ile başlar. 5 6 yıl sonra Arapça Kur'an Kerim meal derslerine kadar giderdi. Ben Kur'an'ı Kerim'i tecvitli okuma dersine girerdim. Yavaştan Arapça derslerine de başlamıştık. 7 de yemeğe geçer ve 8 gibi akşam namazı için toplanırdık. Namazı kılar ve etüt dediğimiz okul dersi için sınıflarımıza geçerdik. Lise 2 nin başına kadar severek kaldım bu yurtlarda. Güzel arkadaşlıklar kurdum yalan yok. Ama içten içe yurtta kalmak istemiyordum çünkü arkadaşlarım futbol maçına gidiyor ben yurtta ders görüyordum. Kendimi o zamanlar, ama ben diğer dünyaya yatırım yapıyorum diye kandırıyordum. Bu zamana kadar herkes gibi aklıma bazı çelişkili sorular gelirdi ama hemen tövbe eder, düşünmemeye çalışırdım. Bize hocalarımız şeytan vesvese veriyor derlerdi ve bende hafif korkar, ve şöyle düşünürdüm. Şimdi bu şeytan bana vesvese veriyorsa, bu sıralar şeytana açık vermişim derdim daha da asılırdım namaza, Arapça Kur'an okumaya. Rabıta yapmaya. ( Ne olduğunu anlatacağım.) Günde 5 vakit namaz kılar üzerine kaza namazı kılar o da yetmez gece kalkar ebabil namazı kılardım. Günde kaç rekat kılıyordum bende bilmiyordum. :). Ama şuna değinmem gerek, bunları yaparken içime öyle bir huzur dolardı anlatamam. Kendimi o kadar inandırmışım yani siz düşünün.

Bu sıralar Ateist, Hristiyan, Yahudi, benim gibi Müslüman arkadaşlarım vardı. Hep beraber takılırdık. Aramızda bir kavga bile olmadı bu sebepten. Ara sıra düşünürdüm, bunlar kâfir mi diye? Çünkü benden iyi insanlardı. Kâfir dediğim adam yolda dilenci çocuk gördüğü zaman yemek parası verirdi, almazsa yemeğe giderken çağırır ve karnını doyururdu. E bu kâfirler hiç Kuran'da anlatıldığı gibi değil dedim kendi kendime. Benim dinime laf etmezlerdi. Ama ben onları sözde aydınlanmaya çağırırdım. Bana mantıklı argümanlar sunduklarında içten içe bunları şeytan yoldan çevirmiş, kalpleri mühürlenmiş derdim. Neyse bu zamanlar böyle geçti ve ben bu yurtta 5. yılıma gelmiştim. Arapça olarak 50 sayfa ezberlemiş ve hafızlık olup olmama arasında kalmıştım. Ama dini sorgulamaya daha fazla başlamıştım.

Günlük Arapça öğrendikten sonra daha fazla kaynak okumaya başladım. Karşıt görüşleri okuyor ve kendimce cevap uyduruyordum. Ama içten içe doğru olduğunu kabul ediyordum. Fakat bir sorun vardı. Yanacaktım. Evet dinden çıkarsam, Allah'a şirk koşarsam yanacaktım. Açıkçası bir yerlerim dinden çıkmaya yemedi ilk başta. Ama artık çok daha fazla mantıksız gelen noktalar gözüme takılmaya başlamıştı. O sırada bana yurtta rabıta verilmişti. Rabıta şudur. Biraz tasavvufi bir eylem diyebilirim. Bunu Hinduizm'de Budizm'de, Yahudilikte benzerini yaparlar. Abdest alır, dizlerinin üzerine oturur. Üstadımızın dizinin dibine oturduğumuz hayal eder. İki kaşının arasında olduğunu kabul ettiğimiz nefsi zincire vurur (hayal ederdik) ve üstadımızın kaşlarının arasından kendi kaşlarımızın arasına nur aktığını hayal ederdik. Bunu neden yapıyoruz diye sorduğumda Allah'ın bir trafo benim bir ampul ustadan ise elektrik direği olduğunu söylerlerdi. Direkt olarak Allah'tan almak ağır gelir gibi şeyler söylerlerdi. O zaman kendime kendime sorular sormaya başladım. Lise'nin son yılı yurttan ayrıldım. Çünkü artık çok saçma gelmeye başlamıştı. Ve orada bir saniye kalmak istemiyordum. Oradan ayrılınca, o zaman fark etmedim ama ilk okuduğum şey Türkçe kuran meali idi. Kendim meal vermeyi az çok bildiğim için bazen kendim de meal vermeye çalışıyordum.

Yazılım, dijital pazarlama öğrendim. Din dersine girmek yerine kendime zaman ayırmaya başladım. Psikoloji ve sosyoloji kitapları okudum. Türkiye çapında projeler geliştirdim ve gelirimi bunlara bağladım. Kişisel gelişimime ağırlık verdim. Tabi bunca süre araştırmada yaptım. Sümer'i, Antik Mısırı, Peygamber Enok'u, Eski Arap Kabilelerini, geleneklerini, diğer dinleri ve diğer mitolojik hikayeleri ayrıntı ile inceledim.

Şunu söylemeliyim Sümerleri ilk okuduğumda çok ağır geldi. Bunca yıldır inandım, kendimi özel sandım, kendimi kurtulmuş saydım ve bunların hepsi başka bir mitolojiden alınmamı dedim. Kandırıldığımı düşündüm. O gece oturup ağladım. Yok olamaz dedim, karşıt kaynak araştırmaya başladım. Araştırmaya başladıkça daha fazla gerçekleri görmeye başladım. Evet kandırılmıştım. Ağır geldi gerçekten ağır geldi. O his hala içimde vardır. Asla unutamam. Ama daha sonra üzerimden öyle bir yük kalktı ki. Dünyaya farklı bakmaya başladım. Yaşadığım her saniye değere bindi. İnsanları kırmamaya, hayvanları sevmeye, bir şeyler üretmeye verdim kendimi. Sanki dünya daha parlak geliyordu artık bana.

Sonra sırayla bazı YouTube kanalları takip etmeye başladım. Karmati, Din ve mitoloji, Gig TV Gibi. Kafamda olan boşluklar bu kanallar ile dolmaya başladı. Hepsi çok yardımcı oldu. Onlara çok teşekkürler. İslam'dan deizme, oradan agnostisizme giden yolculuğum bu kadar. Ama şu sıralar yavaştan apateist bir düşünce içine girmeye başladım.

Ailemin yanında kalmıyorum. Onların yanına gittiğimde ise maalesef bazı durumlarda Müslüman gibi davranıyorum. Çünkü İslam dinine göre ben kafirim ve bunun sebebi ailem. Çünkü yine İslam'a göre onlar beni yetiştiremedi ve suç onların. Ama bazı insanların gerçekten dine ihtiyaçları vardır. Örnek olarak yazının başında bahsettiğim canım babaannem. Şu an 90 yaşında ve biraz hasta. İbadete şu sıralar çok ağırlık verdi. O kadıncağıza nasıl söylersin her şeyin yalan olduğunu? Benim İslam'a göre kâfir olduğumu? Şu an gizliyorum. Ama ilerleyen yıllarda gerek olursa Anne ve Babama açıklamayı düşünüyorum. Şu an arada kalan veya bir dine inanan dostlarıma bir kaç cümle söylemek istiyorum. Değerli dostum, seni bir dine inanıyor diye hor görmüyorum. Göremem. Çünkü bende bir zamanlar seninle aynı yerdeydim. Ama artık kendine dürüst ol ve bu masalları kafanda bitir. Bir ilaha bir dine bağlanmak yerine, kendi hedeflerine ve hayallerine bağlan. Göreceksin çok hafifleyeceksin.
SİZDEN GELENLER | Yazan: Thunderbolt

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar (uygun ise )sitede adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir.

MAHMUT EFENDİ'DEN AGNOSTİKLİĞE ♀


HELEN'İN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ

Merhaba. Yaptığınız işi çok beğeniyor ve destekliyorum. Size ve eşinize selam gönderiyorum. Kendi dinden çıkış hikayemi anlatmak istiyorum. Ama adımı değiştirmenizi istiyorum. Helen diyebilirsiniz.

Şuan 25 yaşında, mesleğini eline almış evli bir bireyim. Ben küçükken ailem çok dindar değildi. Müslümandılar ama ne Kur'an'ı anlayarak Türkçe okumuşlar ne de Müslümanlığın bütün vazifelerini yerine getiriyorlardı. Yerine getirdikleri dini vazifeler benim ve ablamın kısa giymemize karışmaları, annemin namaz kılması ve oruç tutmasıydı.

Aslında ailem laik Müslüman ve eskiden Hristiyan göçmenler olan ailemizi dedem Müslüman yapmış. Bu arada babam ben küçükken sürekli içer ve annemi dövermiş. Hala içiyor ama dövmesine izin vermiyorum tabi ki.

Annem dindar, babam yarı dindar. Tabi evde sürekli annemle babamın tartışması oluyor. Küçüklüğüm hep böyle geçmişti. Babam erkek olduğu için evin dokunulmazı reisi olduğunu zannederdi. Her zaman keyfine göre davranır, sonra namaz kılıp tövbe eder, yeniden aynı hataları yapardı. Babamın tek sevdiğim yönü bazen yemek yapması ve Chp'ye oy vermesiydi. Kendinde bunlar hariç bütün pislikler mevcuttu. Bize hiç yaklaşmadı, ne sevdi ne de makas aldı. Sadece melek annemin sevgisiyle büyüdük.

Bir de üstüne "sadece annenizi seviyorsunuz" diyerek annemi kıskanırdı. Bende büyük bir baba boşluğu olduğu için o sevgiyi dinde aradım. Komşumuz vardı, kendisi benim süt annem oluyordu. Bir de kızı vardı o da süt kardeşimdi, birlikte büyüdük. Bahsettiğim aile Cübbeli Ahmet hayranıydı ve inanılmaz dindardı. Kendini üfürükçü zanneden, keramet sahibi olduğunu düşünen çarşaflı bir aileydi. Süt annem çok tatlı dilli, dindar ama tontiş, güzel, al yanaklı, çarşaflı bir hanımdı. Süt kardeşim Müslümanlıkla alakası olmayan ve zorla kapatılan biriydi. Okula gönderilmek yerine Kur'an kurslarında kafası karıştırılan bir kızdı. Ben de süt annemin etkilerinden dolayı 8 yaşımda inanılmaz dindar bir kız olmuştum. Sürekli bu aile ile gezen, başını kapatan, namaz kılan, oruç tutan, 8 vakit namaz kılan bir kıza dönüştüm. Evet 8 vakit. Süt kardeşimi zorla kapattıkları için üzülmesin diye ben de kapanmıştım. Bu aile şuan ki Mozambik başkanına taparlardı.

Onların etkilemesiyle liseye kadar kapalı, onların deyimiyle namuslu gezindim durdum. Lise 1, 2, 3, 4 e geldim ki tasavvuf ilmine merak saldım. Okulda öğretmenlerim beni hep desteklerdi. Bu arada düz lisede okuyordum. Lise 1 de okul takımında jimnastik kulübüne katıldım ve 4 sene Türkiye şampiyonu oldum. Jimnastiğe eşofman ve bandanayla katılıyordum. Bu yüzden "kapalısın, bu sporu yapamazsın" diyerek beni kıranlar olmuştu. Jimnastik uğraşımdan dolayı süt annemin ailesinden benim için "orospu" diyenler bile oldu çok af edersiniz. Süt annem tatlı dille "vazgeç jimnastikten" dedi ama ben vazgeçmedim. Vazgeçmedim çünkü inanılmaz iyiydim.

Tabi hala kapalı, namazında niyazındaydım. Hatta süt annemin ailesinin olduğu yani onların öğretmenlik yaptığı, sohbetlerin yapıldığı bir kuruluş vardı, Tügva mı neydi adı. Ona da gidiyordum sürekli. Süt annem ve tayfası, bir sürü çarşaflı ehli sünnet kadın ve süt kardeşim dediler ki Mahmut efendi hazretlerini ziyarete gidelim. İşte şöyle kerametli böyle kerametli. "Eğer sende Allah aşkı varsa onu görür, senin yüzüne bakar sende cennete gidersin" gibi şeyler söylediler. Ben de salak gibi inandım. Hani Allah aşkı da var ya, kendimi ona adamışım, Mahmut'ta aşkı bulacağım hahaah.

Tabi çarşafsız gidemezsin oraya. Biz giydik çarşafları, bir sürü tatlış çarşaflı hanımefendi ile birlikte gidiyoruz. Otobüsten çıktık, bizi Mahmut'un olduğu villanın karşısındaki inşaata götürdüler. Herhalde efendi hazretleri yeni villasını yaptırıyor karşıya hahahah.

Orada namaz kıldık. Süt annem de diyor ki "bak efendi hazretlerinin villasına, aynı Kabe gibi görünüyor." Lan bakıyorum bakıyorum, ne Kabe'si, daha çok Kardaşyan kardeşlerinin villası gibi hahahah.

Dediler ki "vakit geldi, efendiyi göreceğiz." Bir sürü çarşaflı kadın çıktık sokağa, sokakta Cüppeli'nin kitap satıcıları falan var. Parayı cukka ediyorlar. Villanın merdivenlerinden çıkmaya başladık ama nasıl, tam bir izdiham. Efendiyi gördüm, camekanda sergileniyordu, biraz güldüm bu işe tabi. Biz de baksın diye birbirimizi eziyoruz. Ben de diyorum ki "kesin bana bakar abi, 8 vakit namaz kılıyorum, 8 yaşından beri tesettürlüyüm, üstelik bir sürü insana iyilik yapıyorum, elime erkek eli değmemiş, Allah aşkıyla yanıyorum, süper bir insanım". Peki ne oldu? Bana bakmadı adam hahahaha. Ben de gittim "bana bakmadı, demek ki bende Allah aşkı yok" diye otobüste ağladım.

Sonra bu saçmalığın içinde ne yapıyorum diye aydınlandım birden bire. "S-kerim dedim böyle işi" dedim. Herkeste zannediyor ki ben kerametten ağladım.

Hayal kırıklığı sonrası gözüm açıldı resmen. Bu kadar manyağın içinde ne yapıyorum? Bu Mahmut bu kadar zenginlikle ne yapıyor? diye düşündüm. Aklıma durumu kötü olan insanlar, annem geldi, biz bu çileyi neden çekiyorduk?

O günden sonra araştırmaya başladım. Acaba efendi hazretleri gerçekten kerametli miydi? Okul bitti, 1 yılım araştırmakla geçti. Hem yetenek sınavı hem de Ygs'ye hazırlanıyordum. Okulu kazanamadığım için benimle dalga geçen bu aileden uzaklaşmıştım. Boş gezenin boş kalfasıymışım.

1 sene daha köpek gibi çalıştım, hem Ygs'ye hazırlanıyor, hem de koşuyor, jimnastik antrenmanı yapıyor ve çocuklara jimnastik dersi veriyordum. Ama onlara göre boştum.

Okulumu kazandım, sonra tesettürden çıkıp özgürlüğüme kavuştum. Kur'an'ın mealini okudum, yıllardır salak gibi okumamıştım. "Dedim dostum bu ne" hahahah. Bunu mu kutsal saydık? Bunun içerisinde sevgi yok. Yani onca senemi, eğlenmem gereken, saçlarımı özgürce dalgalandırabileceğim yıllarımı bunların beyin yıkamaları yüzünden harcamıştım.

Eşimle tanıştım, birlikte Yakup Deniz'i dinlemeye başladık. Turan Dursun'un, Richard Dawkins'in kitaplarını okuduk, sizi dinledik. Ben bu işi kafamda bitirdim. Şuan agnostik olduğumu düşünüyorum ama eşimin dinini bilmiyorum, asla söylemiyor ama bana da karışmıyor.

Bu arada bu süt ailenin içi çocuk ve kızına tacizde bulunanlar ile dolu. Bu yüzden uzaklaştım ve tahmin edin ne oldu? Tesettürlü süt kardeşim zengin ve yabancı bir damat buldu. Bu namus abidesi aile 1 külçe altın karşılığında kızları ile bu adama imam nikahı yaptı. Neyse herkesin yolu açık olsun.

Şuanda kendimi çok yalnız hissediyorum, çevrem bana Müslümanmışım gibi davranmaya devam ediyor, sürekli onlarla tartışıyorum. Umarım herkes din olgusundan kurtulur.
Teşekkür ediyorum.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Helen

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar (uygun ise )sitede adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir.