HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İDRİS PEYGAMBER | Kritik Özet

Hazırlayan: A.Kara

İDRÎS (إدر يس) PEYGAMBER

İdris ismi Kur’ân’da 2 kez geçer. Şit'in oğlunun oğludur. Adı arapça olmadığı gibi hangi dile ait olduğu tartışmalıdır. İbni Kuteybe adının Uhnuh veya Ahnuh olduğunu öne sürmüş ve kimilerince kabul görmüştür.

Mi'râc olayını anlatan hadislerde, Muhammed'in onunla 4.kat gökte karşılaştığı ve İdris'in orada yaşamaya devam ettiği yazar. [1]

Bir sava göre İdris Yunan mitolojisindeki haberci Hermes ve Mısır Mitolojisinde tanrıların yazıcısı ve habercisi Thoth'un birleşimi ve enkarnasyonu olan Hermes Trismegistus ile aynı kişidir. İslam'a göre İdris pek çok alanda öncüdür. Kalemle ilk kez yazı yazan olduğu gibi ilk astrolog, ilk kumaş dokumacısı ve ilk kumaş kıyafet giyen kişidir. İnsanlar ondan önce hayvan postu veya yapraklar giymektedirler. İbni Abbas da İdris'in terzi olduğunu rivayet etmiştir. [6] Bunlar onu Hermes Trismegistus ile benzer kılan diğer özelliklerdir.

Başka bir sav ise İdris'in Tanah'taki Hanok ile aynı kişi olduğudur. Hatta Müslüman yazarlar ağırlıklı olarak bu görüşü kabul etmiştir. İlk kabul edip yazan kişi Taberî'dir. [2] Sonrasında Fahreddin er-Râzî [3] ve birçok isim aynı görüşü dile getirmiştir.

Hanok (Enok) İbrânîce'de "aydınlatmak, ders vermek" gibi anlamlara gelir. Yaratılış Kitabı'na göre Hanok 365 yıl yaşar ve sonrasında ölmez, tanrı ile yürüyerek kaybolur. [4] Bu anlatı Yahudi ve Hristiyanlar arasında Hanok'un cennete ölmeden girdiği yönünde bir inanca neden olmuştur. Tanrı yanına aldığı Hanok'a cennette kaldığı süre boyunca yaratılışın sırları, gelecekte dünyada neler olacağı, güneş takvimi gibi birçok bilgiyi öğretmişti. Tanrıdan aldığı göksel bilgiyi insanlara aktaran ilk kişiydi. Yahudi kitabı Ben Sira'ya göre Hanok tüm nesiller için bir bilgi sembolüydü. [5] Zohar Kitabı'na göre Hanok'a "Hikmetin Sırrı" adlı bir kitap verilmiştir ve kıyamete yakın bir zamanda İlyas ile birlikte mehdi rolü üstlenecektir.

Diğer yandan kimileri onu İlyas veya Hızır olarak tanımlamıştır. Kim olduğu belirsiz olan mitolojik bir peygamberdir.

ADEM PEYGAMBER | Kritik Özet

Yazan: A.Kara

ÂDEM (آدم) PEYGAMBER

Kur'ân'a göre Âdem yaratılmış ilk insandır ve ismi 25 kere geçer. Allah onun yalnızlığına çare olması için daha sonra ona eş olsun diye Havva'yı yaratır. Sonra Âdem ve Havva çocuk yaparak insan soyunu başlatırlar. Fakat Kur'an'da Havva ismi geçmez.

İnsanlığın iki kişinin üremesi ile çoğalması ensest ilişki demek olduğundan bunu kabul etmek istemeyen birçok kişi Kur'an'da asla bahsedilmemiş olan sav ve çıkarımlarda bulunmuştur. Tıpkı "birçok Âdem ve Havva yaratılmıştır" demeleri gibi. Diğer yandan kimileri "Allah bir süreliğine ensest ilişkiye izin vermiş olabilir" diyerek İslam geleneğindeki anlatıyı kabul etmiştir. Fakat bu görüş bilimsel yönüyle sorunludur.

Bazı kesimler Âdem'e kitap, daha doğrusu 10 sayfalık bir suhuf inmiştir deseler de İslam alimleri bu olaya kaynak olarak belirtilen rivayeti "zayıf" olarak nitelendirmektedirler. Söz konusu rivayette Muhammed, Ebû Zer el-Gıfârî’nin "Allah resullerine kaç kitap gönderdi" sorusuna 104 cevabını vermiş, bunlardan on sayfanın Âdem’e, elli sayfanın Şît’e, otuz sayfanın İdris’e, on sayfanın İbrahim’e verildiğini, ayrıca Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’ın indirildiğini belirtmiştir. [1]

Babil Talmudu ve Mezmurlar'daki anlatıya göre Tanrı meleklere "yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediğinde melekler Âdem'in yaratılmasına karşı çıkmış, Tanrı "ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek yaratmıştır. Kurân, Bakara suresi otuzuncu ayette bu anlatıya yer vererek Yahudi geleneğindeki bu türden metinleri bünyesine katmıştır. [2]

Âdem İbrânîcede "toprak (yer)" anlamına gelen "adamah" kelimesinden türetilmiştir. "Topraktan oluşan" anlamına gelir. Dini bağlamından dolayı aynı zamanda "insan" anlamına da gelir ve Âdem anlatısının kökeni Mezopotamya efsaneleridir. Yediği kaptan taptığı tanrı heykellerine kadar her şeyi topraktan yapan antik dönem toplumları insanın da toprağa şekil verilerek yaratıldığına inanmıştır. Gılgamış destanındaki Aruru'nun topraktan, Enki ile Ninhursag (Ninmah) efsanesindeki Nammu ile Ninhursag'ın ve Atrahasis Destanı'ndaki Nintu'nun (Ninhursag) karıştırdıkları kan ve balçıktan insan yaratmaları bunun örneklerindendir. Tarım ve çömlekçiliğin olduğu toplumlarda bunun onlarca örneği vardır. Greklerde Prometheus insanı topraktan yaratıyor, Mısırlılarda çömlekçi tanrı Khnum çocukları balçıktan yarattıktan sonra annelerinin karnına yerleştiriyordu.

A : Enkidu'yu da topraktan yaratır.

Mısır, Tell Amarna'da bulunan ve MÖ. 1400 dolaylarına tarihlenen Sümer tabletinde anlatılan Adapa efsanesi ile İbrahimi dinlerdeki Âdem hikayesi arasında ciddi benzerlikler vardır. İkisi de yaratıldıktan sonra Tanrı tarafından hesaba çekilmiş ve sonrasında yeryüzüne sürülmüşlerdir.


CENNET VE CEHENNEMİN SONSUZLUK ÇIKMAZI

Yazan: Wiseman

CENNET VE CEHENNEMİN SONSUZLUK ÇIKMAZI

Son zamanlarda cehennemin “sonsuz olamayacağı, cehennemde sonsuza kadar yanma/yanmama” tartışması aldı başını gidiyor. Görünen o ki vicdanının sesine kulak veren bazı Prof. Unvanlı “sözde aklı selim Müslümanlar”, “cehennemde sonsuza dek yanma” fikrini akıl ve vicdanlarına kabul ettirememiş olmalılar ki, “cehennemin sonsuz olamayacağını ve cehennemde sonsuza dek yanmanın olamayacağını düşünüyorum” demeye başladılar. (Örneğin Prof. Sinan Canan ve Prof. Mustafa Öztürk) Böyle düşünmelerinin nedeni; yaratıcıya inanmadığı halde yaratıcıya inananlardan daha “vicdanlı, ahlaklı, dürüst, erdemli” hayat süren insanların varlığını çok daha sık görmeleri. “Vicdansız, ahlaksız, günahkar, her haltı işler” diye itham ettikleri, yaratıcıya inanmayanlardan daha “vicdansız, ahlaksız, günahkar, her haltı yiyen” Müslümanların varlığını ise çok sık ve fazla görmeleridir. Kısaca dinlerin, insanlara ahlak, dürüstlük ve erdem vermediğine bizzat şahit olmalarıdır. Kendi mahallelerinin gerçek yüzünü görmeleridir.

İki insan tipi düşünelim.

1-YARATICIYA İNANAN, dindar ama her türlü pisliği, ahlaksızlığı, günahı işleyen, haksız yere insan öldüren, hırsızlık, yolsuzluk, zina yapan, kul hakkı yiyen ama İNANÇLI BİRİ.

2-YARATICIYA İNANMAYAN, dinsiz ama vicdanlı, ahlaklı, dürüst, sevgi dolu, yardımsever ve hatta insanlığa yararlı icat ve eylemlerde bulunmuş, karıncayı bile incitmeyen, kul hakkı yemeyen İNANÇSIZ BİRİ.

Birinci kişi SIRF YARATICIYA İNANDIĞI İÇİN günahlarının cezasını çekse bile, ceza bitiminde cehennemden çıkıp, SONSUZ CENNETTE YAŞAMAYA HAK KAZANACAK!

İkinci kişi ise erdemlilik açısından, birinci kişiden (yaratıcıya inanan dindar kişiden) çok daha erdemli, Müslümanlar tarafından bile örnek alınacak bir hayat sürse bile, SIRF YARATICIYA İNANMADIĞI İÇİN SONSUZA DEK CEHENNEMDE YANACAK!

Böyle bir durum, elbette aklının, vicdanının sesine kulak veren bazı “sözde aklı selim Müslümanlar” tarafından kuşku ve sorgulama ile karşılanıyor. Haliyle böyle bir haksızlığı vicdanları da kabul etmiyor. Bunun dışında “sonsuza dek yakılmayı” da “CANİLİK” olarak görüyor ve bunu inandıkları Allah’a yakıştıramıyorlar.

KONUYU HEM KUR’AN AYETLERİ İLE HEM DE AKIL, MANTIK, VİCDAN YÖNÜ İLE ELE ALALIM.

Öncelikle şunu kabul etmemiz gerekir ki cennet “varsa”, cehennem de “var” olmak zorundadır ki Kur’an’a göre de vardır. Cehennem “varsa”, cennette “var” olmak zorundadır. Cennet “sonsuz” ise cehennem de “sonsuz” olmak zorundadır. Cehennem “sonsuz” ise cennet de “sonsuz” olmak zorundadır. Ki Kur’an’a göre her ikisi de sonsuzdur. Bu iki kavram birbirinden asla ayrılamaz iki parçadır. Çünkü birinin varlığı, diğerinin varlığına bağlıdır. Birini “var”, diğerini “yok” sayamazsınız. Birini “sonsuz” diğerini “sonlu” sayamazsınız. Çünkü kabul ettiğiniz “imtihan”, sonuçları itibarı ile ödül için Cennet'i, ceza için cehennemi barındırır.

Kur'an'da hem cennetin hem de cehennemin “sürekli, ebedi, sonsuz” olduğuna, cennet ve cehennemde “sürekli, ebedi, sonsuza dek kalınacağına” dair birçok (54 tane) ayet var! Bu Kur’an ayetlerini dip notta veriyorum.

Şimdi gelelim “cehennemi sonsuz”, “cehennemde yanmayı sonsuz” kabul etmeyen, edemeyen, “sözde aklı selim, vicdanlı Müslümanların”, “cehennemin ve cehennemde yanmanın sonsuz olamayacağı” çıkmazlarına.

1’NCİ ÇIKMAZ: Sevgili kardeşim, her ne kadar senin vicdanın bu sonsuzluğu ve cehennemde sonsuz yanmayı kabullenmese de dip nottaki inandığın Kur'an ayetleri (54 tane) ne yazık ki senin aklını ve vicdanını dikkate almıyor, yok sayıyor ve cehennemi sonsuz olarak bildiriyor! O ayetler seninle, aklınla, vicdanınla çelişiyor! Ya aklınızı ve vicdanınızı bastırıp “imanlı Müslüman” kalacak, sonsuz cezayı kabulleneceksiniz ya da akıl ve vicdanınızın sesini dinleyip, 54 adet Kur’an ayetini yok sayıp dinden çıkacaksınız! Bu sizin birinci çıkmazınız.

2’NCİ ÇIKMAZ: Diğer bir konu, siz sadece “cehennemin sonlu (süreli) olacağı” ve “cehennemde belli süre ceza/işkence görüleceğinden” bahsediyorsunuz. Cenneti ise yine sonsuz ve sonsuza dek kalınacak gözü ile bakıyorsunuz. Bunu aklınız ve vicdanınız nasıl kabul ediyor? Halbuki bu iki kavramın birbirinden asla ayrılamayacağını yukarıda açıkladım. Eğer cehennemi ve cehennemde yanmayı sonlu (süreli) kabul ediyorsanız, cenneti ve cennette sonlu (süreli) kalmayı da kabul etmek zorundasınız. Bu durum da sizin için ikinci çıkmazınız.

3’NCÜ ÇIKMAZ: Diyelim ki aşağıdaki 54 Kur’an ayetine rağmen, cenneti de cehennem gibi sonlu (süreli) yaptınız ve cennette de sonlu (süreli) kalınacağını kabul ettiniz. Peki, böyle bir durumda herkes mükafatını aldı ve cezasını ödedikten sonra ne olacak? Allah, “Harç bitti yapı paydos, herkes ödül ve cezasını aldı, süre bitti, dükkanı (Cennet ve Cehennemi) kapatıyorum, ahiret hayatını da yok ediyorum” mu diyecek? İnsanlar ebediyen yok mu olacak? Eğer sonunda yokluk varsa dünya hayatının, imtihanın, yaşananların ne önemi kaldı? Cennettekiler, dünyada yaşayamadıklarına mı yansın? Cehennemlikler dünyada yaşadıklarına mı sevinsin? Bu da sizin üçüncü çıkmazınız.

4’NCÜ ÇIKMAZ: Diyelim herkes ödülünü aldı, cezasını çekti. Ahiret hayatı da sonlandı. Bu durumda Allah ne iş yapacak? Yeniden Kainat ve insanlar yaratıp yeniden imtihan mı edecek? İnsanlar Allah’ın oyuncakları mı? Eğer öyleyse önceki ahireti neden sonlandırdı? Bu abesle iştigal ve gereksiz değil mi? Allah gereksiz iş yapar mı? Bu da sizin dördüncü çıkmazınız.

5’NCİ ÇIKMAZ: Diyelim dip nottaki 54 Kur’an ayetindeki gibi ahiret hayatı sonsuz. Bu durumda da sonsuzluk sahibi olan insanlar, Allah’ın sonsuzluk (Beka) sıfatına ortak olmuş olmayacaklar mı? Her istediklerini elde etmekle Tanrılaşmayacaklar mı? Bu da sizlerin beşinci çıkmazınız.

6’NCI ÇIKMAZ: Diyelim “Ahiret hayatı” gerçek ve sonsuz. Yani cennette vaadedilenler de cehennemde vaadedilenler de sonsuz. Sadece “Tanrının varlığına inanma karşılığında” sonsuzluk boyunca her istediğinizi elde edeceksiniz. Ya da sadece “Tanrının varlığına inanmama karşılığında” sonsuzluk boyunca ceza ve işkence göreceksiniz. Burada da üç ayrı çıkmazınız mevcut.

1) “İnanma ve inanmama” karşılığında sonsuz mükafat ve sonsuz ceza dengesizliği. Düşünsenize milyonlarca insanı öldürseniz bile, binlerce tecavüzde bulunsanız bile, hırsızlık ve yolsuzluk yapsanız bile, cezanızı çekip sonsuz cennete kavuşacaksınız. Ya da hiçbir öldürme yapmasanız, tecavüz yapmasanız, hırsızlık, yolsuzluk yapmasanız, günah denilen kavramları işlemeseniz bile Cennet yüzü görmeden sonsuza dek ceza ve işkenceye tabi tutulacaksınız. Bu durumun akla, vicdana, adalete uymadığının, dengesizliğin farkında mısınız?

2) Sonsuz cehennem ve sonsuz ceza kavramı, Tanrının sonsuz merhameti ile çelişen bir durumdur.

Kur’an’da Tanrının merhamet ve sonsuz merhamet sahibi olduğuna dair onlarca ayet mevcut. Hem sonsuz ceza verme hem de sonsuz merhamet etme, birbiri ile çelişen iki özelliktir.

3) Sonsuzluk boyunca mükafat ve cezanın monotonluğu ve sıkıcılığı.

Düşünsenize şu dünyada bile aynı iş ve eylemi, zevk ve cezayı üç gün üst üste yaptığımızda bile sıkılıyoruz. Monoton hale geliyor. Her gün baklava, börek yemek, her gün sevişmek, her gün milyonlar kazanmak, her gün gezip tozmak vs. tüm zevkleri tatmak, o zevki elde ettikten sonra değerini yitirmektedir. Monoton hale gelip o eyleme karşı ilgisizlik ve isteksizlik duyulmaktadır. Cazibesini yitirmektedir. Cennet ve cehennemde elde edilecek veya maruz kalınacak sürekli kazanım ve kayıplar da değerini yitirecek ve önemsizleşecektir. SONSUZ CENNETTE ÖLÜMSÜZLÜK, CEHENNEME DÖNÜŞECEKTİR!

Bu da sizlerin altıncı çıkmazınız.

CENNET VE CEHENNEM Mİ ARIYOR ve İSTİYORSUNUZ?
Cennet de Cehennem de gerçekte bu dünyada ve insanın kendi elindedir.
Ne öbür dünya ne de öbür dünyanın Cenneti ve Cehennemi yoktur!
İnsanın Cenneti de Cehennemi de İNSANDIR!
Cennet de Cehennem de yaşadığınız HAYATTIR!
Başarılarınız ve mutluluğunuz Cennetiniz, başarısızlık ve üzüntüleriniz Cehenneminizdir!
Huriler ve Melekler de Nuriler ve Şeytanlar da hayatınızdaki kişilerdir.
Sahip olduğumuz hayatın içi boş ve sınırlıdır.
İstesek de istemesek de o hayatı yaşamak zorundayız.
Bu nedenle hayatın anlamı onun kullanılışında yatar.
Hayatınızı, aklınızı ve vicdanınızı iyi kullanırsanız hayatınız Cennetiniz, kötü kullanırsanız hayatınız Cehenneminiz olur.
Hayatınızı Cennet yapmak için de rehberiniz din ve dogmalar değil AKIL, VİCDAN, BİLİM, ADALET, SEVGİ VE AHLAK OLMALIDIR.

Sağlık, akıl ve sevgi ile kalın.

DİPNOT

CEHENNEMDE EBEDİYEN, SONSUZA DEK KALINACAĞINA DELİL AYETLER


Bakara 39: “İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise ateş halkıdır, onlar ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR...”

Bakara 81: “Kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olanlar, ...ateş ehli ve ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Bakara 217: “Dininden dönen ve kafir olarak ölenler... Onlar cehennemliktir ve ORADA EBEDİ KALIRLAR…”

Bakara 275: “Faiz yiyenler... Kim de FAİZE devam ederse, onlar cehennem ahalisidir, ORADA EBEDİ OLARAK KALACAKLARDIR.”

Nisa 93: “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, İÇİNDE EBEDİ KALACAĞI CEHENNEMDİR…”

Nisa 14: “Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu EBEDİ KALACAĞI CEHENNEM ATEŞİNE SOKAR. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.”

Rad 5: “... İşte bunlar Rablerini inkar edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. ONLAR ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Yunus 52: “Sonra da zulmedenlere, “EBEDİ AZABI TADIN! Siz ancak vaktiyle kazanmakta olduğunuzun cezasına çarptırılıyorsunuz” denilecektir.”

Maide 36, 37: “İNKAR EDENLER... Ateşten çıkmak isterler ama ondan çıkabilecek değillerdir. ONLARA SÜREKLİ BİR AZAP VARDIR.”

Ali İmran 116: “İnkar edenlerin... İşte onlar cehennemliktirler. Onlar ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Tövbe 63: “Allah’a ve resulüne karşı gelenler, İÇİNDE EBEDİ KALACAĞI CEHENNEM ateşinin olduğunu bilmediler mi?”

Tövbe 68: “Allah, erkek ve kadın münafıklara ve kafirlere, İÇİNDE EBEDİ KALMAK üzere cehennem ateşini vadetti. O, onlara yeter. Allah, onlara lanet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.”

Nahl 27, 28, 29: “KAFİRLER... “Haydi, İÇİNDE EBEDİ KALACAĞINIZ CEHENNEMİN kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!”

Zümer 71, 72: “KAFİRLER... onlara şöyle denir: “İÇİNDE EBEDİ KALMAK ÜZERE cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!”

Müminun 103: “Kimlerin de tartıları hafif gelirse... ONLAR CEHENNEMDE EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Mümin 76: “Onlara, (kafirler) “EBEDİ KALMAK ÜZERE CEHENNEM kapılarından girin.”

Cin 23: “... Kim Allah’a ve resulüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, İÇİNDE EBEDİ KALACAKLARI CEHENNEM ateşi vardır.”

Beyyine 6: “Şüphesiz, inkar eden kitap ehli ile Allah'a ortak koşanlar, içinde EBEDİ KALMAK ÜZERE CEHENNEM ATEŞİNDEDİRLER…”

Al-i İmran 86, 88: “İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra İNKAR EDENLER... ONUN İÇİNDE EBEDİ KALACAKLARDIR. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz açtırılmaz.”

Mümin 75, 76: “Yeryüzünde haksız yere şımarıp ve böbürlenen ve büyüklenenler içlerinde EBEDİ KALMAK ÜZERE CEHENNEM kapılarından girin.”

Araf 36: “Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenler işte onlar CEHENNEMLİKLERDİR ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Enbiya 98, 99: “Allahtan başkasına tapanlar ve taptıkları cehennem yakıtısınız…Onların hepsi ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

CENNETTE EBEDİYEN, SONSUZA DEK KALINACAK DİYEN AYETLER

Bakara 25: “İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan CENNETLER olduğunu müjdele ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Bakara 82: “İman edip salih ameller işleyenler ise CENNETLİKLERDİR. ONLAR ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Al-i İmran 15: “… Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, İÇİNDE EBEDİ KALACAKLARI CENNETLER, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir.”

Al-i İmran 136: “İşte onların mükafatı Rableri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan CENNETLERDİR Kİ ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR. ...”

Al-i İmran 198: “… Allah katından bir konaklama yeri olarak, içinde EBEDİ KALACAKLARI, içinden ırmaklar akan CENNETLER vardır.”

Nisa 13: “…Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde EBEDİ KALACAKLARI CENNETLERE SOKAR. İşte bu büyük başarıdır.”

Nisa 57: “İman edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde EBEDİ KALACAKLARI CENNETLERE koyacağız.”

Nisa 122: “İman edip salih ameller işleyenleri de EBEDİ OLARAK KALACAKLARI, içlerinden ırmaklar akan CENNETLERE koyacağız.”

Maide 85: “… Allah onlara, DEVAMLI KALACAKLARI, içinden ırmaklar akan CENNETLERİ mükafat olarak verdi. … ORADA EBEDİ OLARAK KALACAKLARDIR.”

Maide 119: “Allah, şöyle diyecek… Onlara içinden ırmaklar akan, içinde EBEDİ KALACAKLARI CENNETLER VARDIR.”

Araf 42: “İman edip salih ameller işleyenlere gelince işte onlar CENNETLİKLERDİR. Onlar ORADA EBEDİ KALICIDIRLAR.”

Tövbe 72: “Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, EBEDİ OLARAK KALACAKLARI, içinden ırmaklar akan CENNETLER ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler vadetti. …”

Tövbe 89: “Allah onlara, içinde EBEDİ KALACAKLARI, içinden ırmaklar akan CENNETLER HAZIRLAMIŞTIR. İşte bu büyük başarıdır.”

Tövbe 100: “… Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde EBEDİ KALACAKLARI CENNETLER HAZIRLAMIŞTIR.”

Yunus 26: “... İşte onlar CENNETLİKLERDİR VE ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Hud 23: “İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte onlar CENNETLİKLERDİR. ONLAR ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Hud 108: “Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde EBEDİ KALMAK ÜZERE CENNETTEDİRLER. ...”

İbrahim 23: “İnanan ve salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, EBEDİ KALACAKLARI ve içlerinden ırmaklar akan CENNETLERE sokulacaklardır. ...”

Kehf 107, 108: “Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar için içlerinde EBEDİ KALACAKLARI FİRDEVS CENNETLERİ bir konaktır. Orada EBEDİ OLARAK KALACAKLAR.”

Taha 76 “… işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde EBEDİYEN KALACAKLARI ADN CENNETLERİ vardır…”

Müminun 10, 11: “Onlar FİRDEVS CENNETLERİNE varis olurlar. Onlar orada EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Furkan 15, 16: “De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanlara VADEDİLEN EBEDİLİK CENNETİ Mİ?” Orası onlar için bir mükafat ve varılacak bir yerdir. Onlar orada ne isterse var. Hem ORADA EBEDİ KALACAKLAR.”

Furkan 75, 76: “İşte onlar, sabretmelerine karşılık CENNETİN yüksek makamlarıyla mükafatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selamla karşılanacaklardır. Orada EBEDİ KALACAKLARDIR.”

Ankebut 58: “İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinden ırmaklar akan ve içinde EBEDİ KALACAKLARI CENNET köşklerine yerleştireceğiz…”

Lokman 8, 9: “Şüphesiz, iman edip salih amel işleyenler için İÇLERİNDE EBEDİ KALACAKLARI NAİM CENNETLERİ VARDIR. …”

Zuhruf 70, 71: “Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde CENNETE giriniz.” …Siz ORADA EBEDİ OLARAK KALACAKSINIZ.”

Kaf 31, 34: “CENNET, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara uzak olmayacak şekilde yaklaştırılacak…Şimdi selam ve selametle ORAYA GİRİN. İşte SONSUZLUK GÜNÜ budur.”

Hadid 12: “… “Bugün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, EBEDİ OLARAK KALACAĞINIZ CENNETLERDİR.” İşte bu büyük başarıdır.”

Mücadele 22: “… İşte Allah … Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde EBEDİ KALACAKLARI CENNETLERE SOKACAKTIR. …”

Tegabun 9: “… Kim Allah'a inanır ve salih amel işlerse, Allah onun kötülüklerini örter ve onu içinden ırmaklar akan, EBEDİ KALACAKLARI CENNETLERE SOKAR...”

Talak 11: “Kim Allah’a inanır ve salih bir amel işlerse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde EBEDİ KALACAKLARI CENNETLERE SOKAR.”

Beyyine 8: “Rableri katında onların mükafatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde EBEDİ KALACAKLARI ADN CENNETLERİDİR.”

KUTSALIMA HAKARET ETME !


Yazan: Wiseman
KUTSALIMA HAKARET ETME !

Kutsal nedir? Sözlük ve kelime anlamına göre:

1-Güçlü bir dinsel saygı uyandıran ya da uyandırması gereken, kabul görmüş bozulmaması, dokunulmaması gereken, üstüne titrenilen değerlerdir. Felsefe de ise Tanrı'ya adanmış olan, tanrısal olandır.

2-Tapılacak ya da yolunda can verilecek KADAR sevilen deðerdir.

Kutsal; kişilerin manevi yönden değer verdiği, koruduðu, dini görüþ, kiþiler ve inançlardan oluşmaktadır.

Bu tanımlara göre kutsal, bir deðerdir ve hem dini hem de bireysel güçlü saygıdır. Bu gösterilen saygı elbette ki bireysel olduðu kadar toplumsaldır.

Şimdi bu kutsalı, güçlü saygıyı hem dinsel hem toplumsal hem de bireysel olarak ele alalım.

Tanrı, peygamber, din, inanç ve sözde getirdikleri kitaplar toplumdan topluma, kişiden kişiye farklılık gösterse de kutsal kabul edilmiştir. Dünyada 4300 den fazla din olduğuna göre bu demektir ki her bir din kendi coğrafyasında, kendi toplumunda ve kendi inananları arasında kutsaldır. Bu durumda ortaya o kadar çok kutsal değer çıkıyor ki haliyle kutsalların çatışması ve sınırları söz konusu oluyor. Sizin için kutsal olan bir başkası için kutsal olmadığı gibi anlamsız, gereksiz, mantıksız hatta iğrenç ve suç olabilmektedir.

Sizin için insana, ineğe, maymuna, köpeğe, fareye tapmak ne kadar mantıksız ve hatta iğrenç ise bir başkası için de sizin taptığınız hatta görünmez olan kutsalınız ona mantıksız gelebilmektedir.

Sizin, insan insana tapar mı dediğiniz yerde pekala Hristiyanlar İsa'yı tanrı ve oğlu olarak kutsal ruh kabul etmektedirler.

Siz ineğin sütünü içip, kesip yerken bir Hindudan kendi kutsalınıza saygı duymasını bekleyebilir misiniz? Hindistan'da ineğe tekme atın bakalım size ne yapıyor halk.

Siz fareyi zararlı görüp öldürürken, Hindistan Racastan'da fareler kutsaldır ve sütle beslenip korunuyorlar. İstedikleri gibi her yerde serbest dolaşıyorlar. Racastanlar tüm çocukların fare olarak doğduğuna inanıyorlar.

Siz maymunu doğadaki sıradan bir hayvan olarak görürken, onu kutsal kabul edip tapınanlar var. Diğer yandan maymunu kesip yiyen toplumlar var.

Siz köpekleri doğadaki sıradan bir hayvan olarak görürken, evcil hayvan olarak beslerken, bazı toplumlar köpekle evlenirken, bazı toplumlar etini yerken, Sufi-Şii'lerde köpek kutsaldır.

Günümüzde halen putlara tapanlar, doğasal varlıklara, maddi cisimlere tapanlar vardır.
Sizlere kültürlerden bahsetmiyorum. Verdiğim örnekler bazı toplumlarca kutsal kabul edilen, tapınılan ve dini ritüellerinde kullanılan değerlerdir.

Diğer toplumlar da islama, islamın tanrısına, peygamberinin hayatına, kitabı Kur'ana ve müslümanların uygulamalarına baktıklarında var olmayan, görünmeyen, bilinmeyen, etkisiz birine tapındığınızı söylüyorlar. Peygamberinizin uygulamalarýna, kitabınıza, müslümanlara bakarak, İslam'ı terörizimle, barbarlıkla ve cehaletle özdeştiriyorlar. Peygamberinizi pedofili olarak görenler var.

Sizin, tek hak din bizim dinimiz, son din bizim dinimiz demeniz onlar için bir şey ifade etmiyor. Onlar için İslam 4300 dinden sadece bir tanesi. Siz nasıl diğer 4299 dini çeþitli gerekçeler ile reddediyorsanız, onlar da sizi, farklı gerekçeler ile reddediyorlar. Unutmayın, dinler doğaları gereği rakip kabul etmezler. Tek kalmak isterler. Evi camdan olan başkasına taş atarken iki kez düşünmelidir.

4300 farklı dinin ve tanrısının her biri, bir diğerini reddettiğine göre kutsala saygıda kriter ne olmalıdır? Bana göre diyerek 4301nci dini oluşturmak istemem. Ama insanın düşünen, sorgulayan, araştıran, aklını kullanan, vicdanı ile hareket eden, sevgi dolu, bilim üreten bir varlık olduğu dikkate alınması gereken en önemli konudur.

Bu durumda kriterin, ölçünün, terazinin, bakış açısının AKIL, VİCDAN, SEVGİ, ADALET VE BİLİM olması kaçınılmazdır.

Herkesin kutsalı kendisinedir. Kendi kutsalına saygı göstermesi gereken de kendisidir. Hiç kimse kendi kutsalına başkasından tapınmasını, sevmesini saygı göstermesini beklemek hakkına sahip değildir. Çünkü inanç kutsal; kişinin kendisi ile tapındığı arasında bireysel bir değerdir.

Özellikle İslam özelinde kullanılan "KUTSALIMA SAYGI GÖSTER" söylemi çok kullanılmaktadır. Son zamanlarda bu "Allah'ıma, dinime, peygamberime, kitabıma inanmasan da saygı göstermek zorundasın" tavrını ele almak istiyorum. Elbette ki bu saygı ve hakaret meselesini ele alırken, inandığınız kitabınızdaki, Allah'ın sözlerinden örnekler vereceðim. Kriterimde yukarıda saydıklarım olacak. Kitabınızda yer alan ayetlerdeki sözde Allah'ın sözü olan birkaç kelime ve cümleyi sizlere ayna tutmak istiyorum.

"Kereste" (Münafkun 4)
"Piç" Zenim kelimesi geçer. (Kalem 13) Bu konuda Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün Youtubedaki yorumuna bakabilirsiniz.
"Hayvan" (Bakara 171-Araf 179-Furkan 44)
"Pislik" (Tevbe 24)
"Aşağılık Maymun" (Bakara 65)
"Domuz" (Maide 60)
"Eşek" (Cuma 5)
"Köpek" (Araf 176)
"Allah onları kahretsin!" (Tevbe 30- Munafikun 4)
"Akılsızlar!" (Bakara 13 ve 142- Þuara 224)
"Yalancılar!" (Zariyat 10 ve 12- Nahl 39 ve 105- Mücadele 18- Munafikun 1- Mu'minun 90 ve Ali İmran, Vakıa, Tevbe gibi bir çok surede geçmektedir.)
"Maymunlar!" (Araf 166- Bakara 65- Maide 60)
"Domuzlar!" (Maide 60)
"Hayvanlar hatta hayvandan da aşağılıklar!" (Araf 179)
"Onlar, ancak hayvanlara benzerler, hatta hayvandan da sapıktır onlar" (Furkan 44)
"Eşeğe benzerler!" (Muddessir 51- Cuma 5)
"Pislikler!" (En'am 125- Yunus 100- Tevbe 125)
"Aşağılıklar! (Araf 166, Araf 168- Kalem 10- Bakara 65- Mucadele 18- Nahl 27- Munafikun 4- Mu'min 60 v.s gibi daha birçok sure de geçmektedir.)
"Canı çıkasıcalar! (Kahrolası-Geberecesiler)" (Muddessir 19-20)
"Alçaklar" (Mucadele 18)
"Yabani eşekler" (Muddessir 51)
"Susamış develer" (Vakıa 55)
"Dilini sarkıtıp soluyan köpekler" (Araf 176)
"Lânet olsun geberesi yalancılara" (Zariyat 10)
"Reziller" (Tevbe 14- Nahl 27- Tevbe 2- Hud 93- Haþr 5 v.s gibi birçok ayette geçmektedir.)
"Sapıklar" (Vakıa 51, 92- Fatiha 7- Kasas 50 v.s gibi birçok ayette geçmektedir.)
"Beyinsizler" ("Sefih"; fıkıhta, beyinsiz-beyinsizlik anlamına gelir deseler de Kur'an'da beyin kelimesi geçmez, Kur'an beynin işlevinden habersizdir. Bu ve benzeri kelimeler aptal, ahmak, kafasız gibi anlamlar taşırlar.) (Bakara 13, 142)
"Onlar sanki elbise giydirilmiş kütükler gibidirler." (Munafikun 4)
"Soysuzlar" (Kalem 13)
"Kahrolasılar, geberesiceler" (Abese 17- Büruc 4- Zariyat 10, 12)
"Kahrolun, elleri kurusun" (Tebbet 111)

Bunlar sizin inandığınız Allah'ın, sözde yarattığı kullarına karşı kullandığı cümleler. Bakın hadislerde yer alan aşağılayıcı, hakaret ve küfür içeren sözlere girmiyorum bile. Kur'andaki çelişkilere girmiyorum bile. Kur'andaki kadını insan yerine koymayan ve aşağılayan ayetlere girmiyorum bile.

Sizce gerçek bir yaratıcı, sevgi dolu bir yaratıcı, kendi yarattığı kullarına, sözde gönderdiği kitapta ve sözde peygamberinin ağzından böyle küfürler, hakaretler yapar mı? Yaparsa yarattığı kullar Ona itaat eder ve sever mi? Bu durumda insanlardan bu kutsalınıza saygı duymasını ve göstermesini nasıl beklersiniz?

Sakın Allah'ı yaratan ve Kur'an'da Allah adına konuşan Muhammed'in kendisi olmasın?

Sevgili kardeşim; lütfen kendine saygı duyuyorsan oku, düşün, sorgula ve araştır!

Diğer bir konu da bireysel kutsallardır. Yani tapılacak ya da yolunda can verilecek kadar sevilen değerdir. Bu değerler de tamamen bireyseldir, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir. Burada ayrımı yapılacak nokta ise DİNSEL OLMAMASIDIR. Ancak tanımlama yapılırken "tapılacak derecede" vurgusunun yapılması aşırı değer verilmesini vurgulamak içindir. Unutmayın bu bireysel değerler, bireysel olduğu kadar toplumsal da olabilir.

Nedir bu bireysel olan kutsallar ve değerler.

Anne, baba, evlat, eş, namus, vatan, vatanını kurtaran ve kuran kişiler.

Bu değerlere hakaret edilmesini, saygısızlık edilmesini, küfredilmesini hemen hemen dünyadaki tüm toplumlar kabul etmezler. Türk toplumunda ise bu değerlerin tamamı neredeyse kutsal değer kabul edilir.

Bu noktada özellikle vatanı kurtaran ve kuran kişiler kapsamında ulu önder Atatürk'ü ele almak istiyorum. Bazı müslümanlar tarafından en çok yapılan hatalardan birisi Atatürk'ün peygamber ile karşılaştırılması, laik ve seküler olanlara dönük "bakın siz de Atatürk'e tapıyorsunuz, Anıtkabir'e tapınmaya gidiyorsunuz" söyleminin kullanılmasıdır. Peygamberler hem kutsal hem değerdir. Atatürk ise kutsal değil sadece değerdir!

Sevgili kardeşim öncelikle bilmeli ve kabul etmelisin ki Atatürk dini bir lider ve kutsal bir kişilik değildir! Tanrı tarafından gönderildiğini iddia etmediği gibi yeni bir din de getirmemiştir. Atatürk'ü sevenler de onu bir dini kimlik ve kişilik olarak görmezler. Bu yüzden Atatürk'ü peygamber ile karşılaştıran bir Atatürk sever göremezsiniz, Atatürk'e de tapmazlar. Ancak ülkeyi düşmanlardan kurtaran, yeni bir ülke kurup bizlere vatan bırakan, Cumhuriyet sistemini kurup bizlere armağan eden, yüce bir insan, güçlü bir asker, güçlü bir siyasetçi, lider ve önder, ülkenin en büyük ortak değeri olarak görürler. Bunun gereği olarak da saygılarını sunmak, minnetlerini göstermek için Anıtkabir'e ziyarete giderler. Dünyanın saygı duyduğu bir lidere, kendisini kurtarmış bir toplumun, kendisini kurtarana saygı duymaması, hakaret etmesi küfretmesi ihanetten başka bir şey olamaz.

Sağlık, sevgi, akıl ve bilimle kalınız.
Yazan: Wiseman

KANDİLLERİMİZ NE KADAR MÜSLÜMAN?

Yazan: Sedat Karadayı

KANDİLLERİMİZ NE KADAR MÜSLÜMAN?

Regaib, Mirac. Berat ve Mevlid. Biz Türkler, bunların tamamını Kandil diye tanımlıyoruz peki ya Arap ülkeleri veya diğer Müslüman ülkeler? Onlar da İslam’ın önemli günleri olarak anıyorlar ama Kandil demiyorlar.

Peki Türkler neden bu günlere Kandil demekte ısrar ediyorlar. Açıklaması çok basit çünkü Hristiyanların dönemsel benzeri günlerini mum yakarak şarkılarla anıp kutladıkları içim Türkler de onlara özenerek İslam’ın bu günlerini onlara benzemeye çalışıp, mum veya kandil denilen araçları yakarak şarkılarla kutlamak istemişler. Yani bu konu tamamen Türklerin özenti, takıntısından başka bir şey değil.

Regaib gecesi adından da anlaşıldığı üzere adını verdiği Receb ayında gerçekleşir. Bu kutlamanın sebebi ise Hz. Muhammed’in ana rahmine düştüğü andır. Yani bu konudaki hadisin varlığını bize ısrarla anlatmaya çalışan Zâhid Ebü’l-Hasan Nûreddin Ali b. Abdullah b. Hüseyin b. Cehdam der ki “Receb ayının ilk Perşembe günü Hz. Muhammed’in babasının spermleri annesinin yumurtası ile kavuştuğu ve Hz. Muhammed’in ana rahmine düştüğü o an yani o gece eğer namaz kılar ve oruç tutarsanız bu size çok büyük sevap olarak işlenecektir.” Bu sözü söylemiş olan kişi 1024 yılında vefat etmiş. Yani Hz. Muhammed ile aralarında 300 küsur yıldan fazla bir süre var. Sen nereden hesapladın be adam, nereden duydun da sevgili peygamberimizin ana rahmine düştüğü o anı buldun? Hiç kimse de “Hadi git yaa” demiyor. Pardon, aslında İbn-ül Cevzi buna itiraz edip “Ona inanmayın dedikleri uydurmadır” diye açıklamış. Ama yine de ilk kez Kudüs’te 1056 yılında, Bağdat’ta da 1087 yılında kutlanmaya başlanmış. Fakat Mekke ve Medine gibi yerler buna henüz inanmamışlar. Aslında işin en komik tarafı da Hz. Muhammed’in yaşadığı ve vefatı sonrasındaki dönemlerde de böyle bir kutlamanın hiç görülmediğidir. Fakat böyle bir moda çıkınca bu kez kendini İslam alimi diye piyasaya süren herkes Regaib kutlamasını bilimselleştirince hızla yayılmayı sürdürmüş.

Berat gecesi, Regaib gibi değil çünkü özellikle Hz. Muhammed döneminden itibaren kutlanmaya başlanmış. Berat gecesinin özelliği peygamberimizin ifadesiyle her Şaban ayının 15. Gecesi Allah’ın rahmetiyle dünya semasında görünmesidir. Bu geceye oruçlarla, dualarla, namazlarla katılanların affedileceği ifade edilir. Berat gecesinin bir önemi de o gecelerin birinde vahiy geldiği için kılınan namazlarda kıblenin Mescid-i Aksa yerine Kâbe olması buyrulmuş olduğundan dolayıydı.

Mirac gecesinin ne denli önemli olduğunu ayrıca anlatmaya gerek yoktur belki ama bir iki cümle etmekte fayda var. O gece Hz. Muhammed uykusundan Cebrail tarafından uyandırılıp, Burak isimli ata bindirilerek birkaç saniyede Mescid-i Aksa’ya getirildi. Burada göğün tüm katlarını ziyaret edip geçerken eski peygamberlerle özellikle de Musa ile görüştükten sonra Allah Müslümanlara namaz kılmayı farz etmişti. Bu yüzden o gecenin ayrı bir önemi var ve Müslümanlar o geceyi özellikle kutlarlar.

Mevlid gecesi ise o da Regaib’e benzer özellikler taşır. Regaib oluşumundan 9 ay 10 gün geçtikten sonra dünyaya gelen sevgili peygamberimizin doğum gününün kutlanmasıdır. Mevlid gecesi Rebülevvel ayının 12. Gecesidir. Yani Hz. Muhammed o gece dünyaya gelmiştir. Fakat nedense kendi döneminde böyle bir kutlama yapılmamıştı. Daha sonraki Ebu Bekir, Hz. Ömer, Osman ya da Hz. Ali dönemlerinde de Mevlid kutlaması yapılmadı. Muaviye zaten yapmadı ve sonraki Emeviler döneminde de böyle bir kutlama yapılmadı. Üstelik Abbasilerin döneminde de Mevlid kutlaması hiç yapılmadı. Aradan tamı tamamına 350 koca yıl geçmiştir. Mısır’da Abbasilerden sonra başlayan Fatımi dönemine gelindiğinde Fatımiler de bakarlar ki Mısırlı Hristiyanlar İsa’nın doğum gününü kutluyorlar o zaman bizim neyimiz eksik diyerek Şii Fatımiler de Rebülevvel ayının 17. Gününü Hz. Muhammed’in doğum günü yani dünyaya gözlerini açtığı gün olarak kutlamaya başladılar. Oldu mu sana yeni bir moda akımı?

İşte bu geceler İslam dünyasında özel ve önemli geceler olarak kutlanmaya başlanmış. Fakat Osmanlı İstanbul’undaki gayrimüslimlerin kendi kutlamaları o kadar beğenilmiş ki İstanbul Müslümanları da onlar gibi yapmaya çalışmışlar. Ellerine kandilleri kapanlar ev ev dolaşıp şarkılarla kutlamalar yaparak yine Hristiyanlar gibi bir de bahşiş toplamaya başlamışlar. Herkesin dilinde;

Yağ parası mum parası
Akşam oldu kandil parası
Kömürlükte kömürlük,
Hanımlara ömürlük
Merdivenden iniyor
Bize para veriyor
On para olsun
Beş para olsun
Hanım teyze sağ olsun.


Bu şarkı ile dolaşan çocuklar bir ellerinde yanan kandil ya da mum para topluyorlardı. Bu çocukların Müslüman olduğunu görenler de ücretlerini ödeyerek Müslüman kalmalarını sağlıyorlardı sanki.

İşte İslam dünyasında özel ve önemli günler olarak geçen o gecelerin Türklerde Kandil ismi ile anılmasının sebebi tamamen geleneklerin farklı toplumların birbirlerinden etkilenmesinden kaynaklanmasıdır.

Son söz olarak söylenebilecek tek şey; Regaib ve Mevlid gecelerinin İslam’ın özünde olmadığı sonradan birileri tarafında uydurulduğudur. Alışkanlık yaptıkça derinlere işleyip vazgeçilmez olmaları sağlanmış Aynen Sübahaneke duası gibi. Sübahaneke duası da Kuran’da geçmez. Böyle bir sure de yoktur ayet de. Muaviye döneminde çıkartılan bu dua cenaze namazlarının vazgeçilmezi olarak sürmektedir.

MUHAMMED'E NEDEN YAZDIRMADILAR? (Kırtas Olayı)

Hazırlayan: A.Kara

ÖMER MUHAMMED’E NEDEN YAZDIRMADI ? (KIRTAS OLAYI)

Rivayet ve hadislere Kur’an ayetleri ile birlikte baktığımızda Ömer’in Kur’an’a etkisinin ne denli büyük olduğunu görürüz. Öyle ki kimi ayetlerin Ömer ile Muhammed arasındaki konuşmalar, fikir ayrılığı yaşadıkları durumlar üzerine indiği, Allah’ın Ömer’i haklı bulurcasına onun görüşlerini vahiy ettiği görülür. Yani Ömer, Muhammed ve takipçileri üzerinde oldukça etkili biridir. Bunun örneklerinden biri “kalem kağıt” olayı olarak da bilinen Kırtas hadisesidir.

Kur’an’dan sonra en güvenilir kaynak olarak kabul edilen Kütübü Sitte’de yer alan bu olaya göre İslam peygamberi ölüm döşeğindeyken çevresindekilerden kalem kağıt ister. Rivayetlerde yazdığına göre ölmeden önce bir şeyler yazmak istemesinin nedeni ölümünden sonra Müslümanların sapmalarını, yoldan çıkmalarını engellemektir. Fakat Ömer Muhammed’in yazı yazmasına engel olur. Bu yüzden Şiiler tarih boyunca Ömer’e tepki gösterip eleştirmişlerdir. Çünkü onların görüşüne göre eğer Ömer tarafından engellenmeseydi Ali’nin halife olmasını vasiyet edecekti, yazacağı buydu.

Şimdi ehli sünnet kaynaklarında bu konuyla ilgili yer almış rivayetlere bakalım.

حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى، أَخْبَرَنَا هِشَامٌ، عَنْ مَعْمَرٍ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ لَمَّا حُضِرَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم ـ قَالَ وَفِي الْبَيْتِ رِجَالٌ فِيهِمْ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ ـ قَالَ ‏"‏ هَلُمَّ أَكْتُبْ لَكُمْ كِتَابًا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ ‏"‏‏.‏ قَالَ عُمَرُ إِنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم غَلَبَهُ الْوَجَعُ وَعِنْدَكُمُ الْقُرْآنُ، فَحَسْبُنَا كِتَابُ اللَّهِ‏.‏ وَاخْتَلَفَ أَهْلُ الْبَيْتِ وَاخْتَصَمُوا، فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ قَرِّبُوا يَكْتُبْ لَكُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كِتَابًا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ‏.‏ وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ مَا قَالَ عُمَرُ، فَلَمَّا أَكْثَرُوا اللَّغَطَ وَالاِخْتِلاَفَ عِنْدَ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏"‏ قُومُوا عَنِّي ‏"‏‏.‏ قَالَ عُبَيْدُ اللَّهِ فَكَانَ ابْنُ عَبَّاسٍ يَقُولُ إِنَّ الرَّزِيَّةَ كُلَّ الرَّزِيَّةِ مَا حَالَ بَيْنَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَبَيْنَ أَنْ يَكْتُبَ لَهُمْ ذَلِكَ الْكِتَابَ مِنِ اخْتِلاَفِهِمْ وَلَغَطِهِمْ‏.‏

Peygamberin ölüm vakti yaklaştığında aralarında Ömer bin. Hattab’ın da bulunduğu adamlara “Yaklaşın, size bir yazı yazmama izin verin ki ondan sonra yoldan sapmayasınız.” dedi. Ömer dedi ki: “Peygamber ağır hasta, bizde Kur’an var, Allah’ın kitabı bize yeter.” Evdeki insanlar birbirlerine ters düştü ve aralarında tartışmalar yaşandı. Bazıları: “Yaklaşın da Resulullah size sapmayacağınız bir yazı yazsın” dedi. Bir kısmı da aynen Ömer’in söylediğini söyledi. Önünde çok gürültü patırtı koparıp ihtilafa düştüklerini görünce Peygamber onlara: “Gidin ve beni yalnız bırakın” buyurdu.

İbni Abbas şöyle derdi: “İhtilaf ve tartışmaların onlar için Resulullah’ın bu yazıyı yazmayı engellemesi büyük bir felaketti.”
[1]

Başka bir rivayet şöyledir:

حَدَّثَنَا قَبِيصَةُ، حَدَّثَنَا ابْنُ عُيَيْنَةَ، عَنْ سُلَيْمَانَ الأَحْوَلِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ـ رضى الله عنهما ـ أَنَّهُ قَالَ يَوْمُ الْخَمِيسِ، وَمَا يَوْمُ الْخَمِيسِ ثُمَّ بَكَى حَتَّى خَضَبَ دَمْعُهُ الْحَصْبَاءَ فَقَالَ اشْتَدَّ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَجَعُهُ يَوْمَ الْخَمِيسِ فَقَالَ ‏"‏ ائْتُونِي بِكِتَابٍ أَكْتُبْ لَكُمْ كِتَابًا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ أَبَدًا ‏"‏‏.‏ فَتَنَازَعُوا وَلاَ يَنْبَغِي عِنْدَ نَبِيٍّ تَنَازُعٌ فَقَالُوا هَجَرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم‏.‏ قَالَ ‏"‏ دَعُونِي فَالَّذِي أَنَا فِيهِ خَيْرٌ مِمَّا تَدْعُونِي إِلَيْهِ ‏"‏‏.‏ وَأَوْصَى عِنْدَ مَوْتِهِ بِثَلاَثٍ ‏"‏ أَخْرِجُوا الْمُشْرِكِينَ مِنْ جَزِيرَةِ الْعَرَبِ، وَأَجِيزُوا الْوَفْدَ بِنَحْوِ مَا كُنْتُ أُجِيزُهُمْ ‏"‏‏.‏ وَنَسِيتُ الثَّالِثَةَ‏.‏ وَقَالَ يَعْقُوبُ بْنُ مُحَمَّدٍ سَأَلْتُ الْمُغِيرَةَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ جَزِيرَةِ الْعَرَبِ‏.‏ فَقَالَ مَكَّةُ وَالْمَدِينَةُ وَالْيَمَامَةُ وَالْيَمَنُ‏.‏ وَقَالَ يَعْقُوبُ وَالْعَرْجُ أَوَّلُ تِهَامَةَ‏.‏

“İbn Abbas şöyle diyor: ‘Perşembe günü, Perşembe gününün ne olduğunu sen ne bilirsin?” der ve yeri ıslatıncaya kadar ağlar.”

Dedi ki: “Resûlullah'ın hastalığı Perşembe günü ağırlaştı, “Bana bir kemik getirin de size bir yazı yazayım ki ondan sonra asla yoldan sapmayasınız.” dedi. Sonra oradakiler ihtilafa düşüp münakaşa etmeye başladılar, oysa ki Peygamberin yanında tartışmak doğru değildir.

Onlar : “Resulullah ağır hastadır” dediler. O zaman Peygamber dedi ki: “Beni yalnız bırakın, içinde bulunduğum durum, hakkımda söylediklerinizden daha hayırlıdır”.

Sonra onlara üç şey emretti: ‘Müşrikleri Arap yarımadasından çıkarın. Görüşmeye gelen heyetlere, benim yaptığım gibi ikramda bulunun ve hediyeler verin. Üçüncüsünü unuttum.”
[2]

Bu rivayette Muhammed’in hakkında söylenenlere neden sitem ettiğini, yanındakilerin hakkında ne dediklerini aynı olayı anlatan farklı bir rivayetteki ifade ortaya koyuyor. Çünkü aralarından kimileri yazı yazmak isteyen Peygamber için “Ona ne oluyor? (Sizce) delirmiş (ağır hasta) mi? Durumunu anlamak için ona sorun.” derler. [3]

فَقَالُوا مَا شَأْنُهُ أَهَجَرَ اسْتَفْهِمُوهُ فَذَهَبُوا يَرُدُّونَ عَلَيْهِ‏.‏

Kimi rivayetlerde “Gerçekten Resulullah sayıklıyor” dedikleri yazar. [4]

فَقَالُوا إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَهْجُرُ ‏.‏

Bunun üzerine Muhammed onları huzurundan kovar, ki rivayetlerin genelinden anlaşılacağı üzere bu tartışmaya neden olan kişi Ömer’dir. Onun söyleminden sonra kimileri aynı şekilde Muhammed’in bir şeyler yazmak istemesine karşı çıkarlar.

Anlatım yönüyle diğerlerinden farklı olan ve İbni Sa’d da yer alan bir rivayet yine Buhari, Müslim gibi kaynaklarda yer alan rivayetleri destekler şekilde Ömer’in Muhammed’in bir şeyler yazmasına karşı çıkışını anlatır:

“Biz Nebî (sav)’in yanındaydık. Bizimle kadınların arasında perde vardı. Resulullah (sav) “Beni yedi ayrı kuyudan alınmış su ile yıkayın ve bana kağıt ile kalem getirin ki, ondan sonra asla dalalete düşmeyeceğiniz bir yazı yazayım.” dedi. Kadınlar, “Resulullah’ın isteğini yerine getirin.” dediler. Ben, “Siz susun. O hastalandığında gözlerinizden yaşlar akar, iyileşince de boğazına sarılırsınız.” dedim. Resulullah (sav) ise, “Onlar sizden hayırlıdır.” dedi.” [5]

Bunlara ek olarak belirtmekte fayda var ki İbni Sa’d’da yer alan bir rivayette daha güvenilir olan ehli sünnet kaynaklardaki rivayetlerle ve Muhammed’in ölümüne dair anlatılarla uyumsuz bir şekilde olaydaki kişi Ömer değil de Ali olarak önümüze çıkar. Şöyle yazar:

“Resulullah’ın hastalığı ağırlaştığında, “Ey Ali, bana bir şey getir de, benden sonra ümmetimin dalalete düşmemesi için yazayım.” dedi. Getirmeden önce vefat eder korkusuyla, “Ben onu aklımda tutarım.” dedim. Onun başı göğsümde olduğu halde, namazı, zekatı ve kölelere iyi davranılmasını vasiyet etti. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet edilmesini emretti. Sonra da ruhunu teslim etti. Her kim bu şekilde şehadet getirirse ona cehennem haram olur.” [6]

Fakat gördüğünüz gibi daha güvenilir olarak kabul edilen Buhari ve Müslim gibi onca sünni hadis kaynağı bu kişiden Ömer olarak bahseder. Muhammed’in ne yazmak istediği belirsiz olsa da Şiilerin görüşüne göre Ali’nin halife olacağını yazacaktır ve Ömer bunu engellemiştir. Bu yüzden Şiiler arasında zaman içinde Ömer’e karşı artan bir nefret oluşmuştur.

Muhammed’in ölümü ile ilgili rivayetlerden yola çıkılarak onun bu olaydan birkaç gün sonra öldüğü ve muhtemelen bu süre zarfında yazamadığı şey her neyse onu sözlü olarak insanlara bildirmiş olması gerektiği söylenir. Fakat eğer söz konusu kimin halife olacağı ise rivayetlere bakıldığında ölmeden önce bu konuda net bir açıklama yapmış değildir. Örneğin şöyle bir rivayet vardır:

“Bana baban Ebubekir’i ve kardeşini (Abdurrahman’ı) bir yazı yazmam için çağır. Çünkü gerçekten ben, bir temenni edicinin şöyle temenni etmesinden ve ben öldükten sonra “ben bu işe (hilafete) daha layığım.” demesinden korkuyorum.

Sonra Resulullah, Allah ve mü’minler ancak Ebubekir’e razı olur.” değerlendirmesini yaparak bundan vazgeçmişti."
[7]

Bu rivayete göre kendisi halife seçmiyor da “zaten halk Ebubekir’i seçecektir” diyerek bu konuda herhangi bir açıklama getirmiyor.

Eğer “halife şu kişi olacaktır” deseydi ölümü sonrası yaşanacak birçok siyasi çekişmenin, Müslümanın Müslümanı öldürmesinin önüne geçebilirdi.

İki rivayet var ki Şiilerin iddiası ve Kırtas hadisesi konusunda oldukça önemliler.

İlk rivayete göre Muhammed’in amcası Abbas, Muhammed’in hastalığı sırasında, başkanlığın, Haşimoğulları’ndan çıkmaması için bazı girişimlerde bulunmuştur. Bunun için bir gün Ali, hasta olan

Muhammed’in yanından çıkınca onun hastalığı hakkında bilgi alır ve “Görmüyor musun? Allah’ın Elçisi bu hastalıktan ölmek üzeredir. Ben, Abdülmuttalip oğullarının ölecekleri sırada yüzlerinin ne duruma geldiğini bilirim. Haydi Allah’ın Elçisi’nin yanına gidelim de bu işi (yönetim) kime bırakacağını soralım. Bize bırakıyorsa bunu bilelim. Bizden başkasına bırakıyorsa kendisiyle konuşalım, bizim için tavsiyelerde bulunsun” deyince, Ali, “Biz bunu Allah’ın Elçisi’ne sorunca, o da bunu bize vermeyecek olursa, artık bir daha bunu bize vermezler. Onun için ona böyle bir şeyi asla sormam” der. [8]

İkinci rivayet şöyledir: Abdullah bin Abbas’a “Tanrı elçisi vasiyetlerde bulundu mu?” diye sordum. O, “Hayır, bulunmadı” dedi. Ben “bu nasıl oldu? Diye sorduğumda,O “Allah’ın Elçisi, “Ali’yi bana çağırınız” dediğinde, Ayşe, “Ebû Bekir’i çağırmayacak mısın?” , Hafsa da: “Ömer’i çağırmaya adam göndermeyecek misin?” dedi. Bunun üzerine hepsi Peygamber’in huzurunda toplandılar. Tanrı elçisi “Evlerinize dönün, bir işim olursa ben sizi çağırırım” dedi. [9]

Tüm bunlara bakıldığında Muhammed ölüm döşeğindeyken çevresindekilerin “kim halife olacak” derdine düşüp bu güçlü makama sahip olmayı dilediği açıktır. Muhammed Ali’yi çağırtınca Ayşe ve Hafsa’nın da babalarını çağırttığı, onlar gelince Muhammed’in hepsini huzurundan gönderdiği rivayete bakılınca insanın aklında yaşanmış olabilecek onlarca ihtimal beliriyor. Tabi Ebubekir’i övdüğü hadisleri de unutmamak gerekiyor.

Diğer yandan, eşleri ile kavga edince, cariyesini kendine yasaklayınca veya Yahudiler kendisi ile alay edince ayet gönderen Allah nedense büyük sorunlara yol açacak daha önemli bir konuda, halifenin kim olacağı konusunda hiçbir ayet göndermiyor. Müslüman arkadaşlara sesleniyorum. Elinizi vicdanınıza koyup, gerçekten akıllıca düşünüp samimi olarak cevap verin. Hangisi daha önemli bir konu:
  1. Muhammed’in cariyesi Mariye’yi kendine yasaklayıp eşlerinden kimilerini boşamaya kalkması. (Tahrim, 1-5)
  2. Ölümünden sonra imametin, halifeliğin kime geçeceği, yönetimi kimin ele alacağı.

Birincisi hakkında ayet var ama çok daha önemli olan, dinin ve inananların kaderini belirleyecek olan ikincisi hakkında yok. Böyle bir kutsal kitap olabilir mi? Gerçi, Kur’an’ın Muhammed’in ölümünden yıllar sonra zar zor bir araya getirilebildiğini hatırlayınca insanın tekrar “böyle bir kutsal kitap olabilir mi?” diye sorası gelmiyor değil.

Kırtas hadisesi ile ilgili rivayetlere bakınca bazı soruları sormak gerekiyor:

1) Ömer Muhammed’in yazı yazmasına neden engel oluyor?

2) Yanındaki kişilerden bazıları “yoksa o delirdi mi?” ya da “sayıklıyor” gibi sözler söylüyorlar. Hani peygambere hürmet edip tevazu gösteriyorlardı? Yoksa O’nun yatağa düştüğünü görünce gevşeyip güçlü gördükleri kişilere yanlamaya mı başladılar?

3) Birçok rivayette Ali Muhammed’in cenazesiyle ilgilenirken Ebubekir ve Ömer’in halifelik konusuyla uğraştıkları, daha sonra Ebubekir’in halife ilan edildiği yer alır. [10] Bu durumda Şiilerin ya da kimi insanların halifelik konusunda oyun oynandığını düşünmesi normal değil midir?

4) Necm suresi 3. ayette “O, nefis arzusu ile konuşmaz.” deniyor. Buna karşın Kırtas hadisesine dair rivayetler gerçekse Ömer’in aslında Muhammed’e inanmadığı, iktidar dengeleri için yanında saf aldığı sonucu ortaya çıkmıyor mu?

5) Allah’ın böylesi önemli bir konu hakkında emir göndermemiş olmasını nasıl açıklıyorsunuz? Mantıklı buluyor musunuz?

DIHYE-İ KELBİ VE CEBRAİL

Yazan: A.Kara

DIHYE'T-UL KELBİ [دحية الكلبي]

Dihye't-ul Kelbi, Dıhye-i Kelbi yada diğer adıyla Dihye bin Halife, Kelb kabilesinin önde gelenlerinden biridir. Sık sık ticaret seferlerine çıkan zengin bir adamdır. Muhammed'den 5 hadis rivayet etmiştir. Muhammed'in çevresindekiler Cebrail'in çok güzel yüzlü, endamlı, yakışıklı olduğu rivayet edilen Dıhye kılığında gezindiğine inandırılmışlardır. Önemli nokta burası olduğundan Dıhye-Cebrail ilişkisini ele alarak, konuya dair hadislere bakmaya başlayayım.

CEBRAİL, DİHYE İLİŞKİSİ

Cebrâil’in Dihye sûretine girerek Hz. Peygamber’e vahiy getirdiği ve ashaptan birçoğunun onu Dihye zannettiği hususu, kaynakların ittifakla vermiş olduğu bilgiler arasındadır. Enes b. Mâlik’in ifadesine göre Dihye ashâbın en güzeli olup iri cüsseli ve beyaz tenli idi. [6]

Muhammed'in Cibrîl'i kendi yaratılış şekli ve suretinde yalnız iki defa gördüğü belirtilir:
İlki: 'Hemen doğruldu. O en yüksek ufukta idi (Necm: 6-7) ayeti üzere, en yüksek ufukta görmesidir.
İkincisi: "And olsun ki Onu diğer bir defa da Sidretu'l-Müntehâ'nın yanında gördü" (Necm: 13-14) âyetleri gereğince, Mi'râc'dan dönerken Sidre'de görmesidir.

Diğer görülerinde ise Cebrail'i müritlerinden olağanüstü yakışıklılığı ile bilinen ve pek sevdiği bir sahabe olan Dıhye-i Kelbi şeklinde görmüştür. 

Konuya dair hemen hemen aynı şeyleri anlatan çokça hadis vardır. Buhari'de konuya Muhammed'in eşi Ümmü Seleme'nin tanık olduğu olayı bildiren rivayet yer alır. Bunu inceleyelim:

Bize Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî tahdîs edip şöyle dedi: Bana haber verildi ki, Cibrîl aleyhi's-selâm (bir insan güzeli olan Dihyetu'l-Kelbî suretinde) Peygamber'in yanına gelmişti.
Bu sırada Peygamber'in yanında (kadınlarından) Ümmü Seleme bulunuyordu. Cibrîl, Peygamber'le konuşmaya başladı. Sonra kalkıp gitti.
Peygamber (S), Ümmü Seleme'ye: -"Bu kimdir?" diye sordu, yâhud buna benzer bir soru söyledi.
Ümmü Seleme:
-Bu, Dihye'dir, dedi.
Ümmü Seleme dedi ki: Allah'a yemîn ediyorum, Peygamber'in Cibril'den (aldığı vahyi sahâbîlere) haber vermek üzere yaptığı hutbesini işitinceye kadar ben Cibril'i hiç şüphesiz Dihye sandım.
Râvî: Ümmü Seleme böyle veyâhud buna benzer bir söz söyledi, dedi.

Süleyman ibn Tarhân dedi ki: Ben, Ebû Usmân'a: -Sen bu hadîsi kimden işittin? diye sordum.
Ebu Usman: -Usametu'bnu Zeyd'den işittim, dedi. [2][4]

Dihye'nin Cebrail'e olan benzerliğinden İbn-i Sad'ın Tabakatında, Hendek savaşını anlatan bir rivayette şu şekilde bahsedilir.

... Daha sonra Cibrîl (a) dişleri tozlanmış bir vaziyette gelerek Resûlullah’a, “Silahını indirdin mi? Yemin ederim ki, melekler henüz silahlarını bırakmamışlardır. Benî Kurayza’nın üzerine yürü ve onlarla savaş!” dedi. Âişe dedi ki: “Resûlullah (sas) tekrar silah ve teçhizatını kuşandı ve sefere çıkmak üzere halka duyuru yaptı.” Âişe dedi ki: “Resûlullah (sas) kuşanarak Mescidin komşusu bulunan Benî Ganm kabilesine uğrayarak onlara,“Bu gün size kim uğradı?” diye sordu. Onlar da; “Dihye el-Kelbî bize uğradı.” dediler. Dihye’nin sakal ve yüz biçimi Cibrîl’e benziyordu... [7]

Hadiste ruhani bir varlık olan Cebrail'in insan kılığına girdiği yetmezmiş gibi dişleri tozlanmış bir vaziyette geldiği yazıyor. Kimseye çaktırmadan Muhammed'in dibine ışınlanıp orada insan kılığında görünmek varken nedense Cebrail ağzı yüzü toprak içinde geliveriyor. Dihye Bedir hariç tüm gazvelerde Muhammed'e eşlik etmiştir. Bu gelen kişi gerçekten de Dıhye'nin kedisi olmasın?

Dihye'nin Cebrail şeklinde dolaştığına, ona benzediğine dair başka rivayetlere bakalım:

Bize Muhammed b. Zeyd el-Vâsıtî haber verdi; dedi ki:
Bize Mücâlid b. Sa’îd haber verdi. O Âmir eş-Şa’bî’den, o da Mesrûk’tan şöyle dediğini rivayet etti: Âişe bana şöyle dedi:
Cibrîl’i şu hücremde at üzerinde durmuş vaziyette gördüm. Resûlullah (sas) onunla konuşuyordu. Resûlullah (sas) içeri girince ona “Ya Resûlullah! O konuştuğun kimdi?” diye sordum. Bana “Onu gördün mü?” diye sorunca “Evet!” dedim. Kime benzediğini sorunca da “Dihye el-Kelbî’ye!” dedim. Bunun üzerine bana “Sen çok hayırlı bir şey gördün. O, Cibrîl idi.” dedi. Çok geçmemişti ki Resûlullah (sas), “Ey Âişe, işte Cibrîl sana selam söylüyor.” dedi. Ben de “Ona da selam olsun ve kendisini ziyareti sebebiyle hayırla mükafatlandırsın.” dedim. [9]

Sünen-i Tirmizi'den bir hadise bakalım:

حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ، حَدَّثَنَا اللَّيْثُ، عَنْ أَبِي الزُّبَيْرِ، عَنْ جَابِرٍ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏ "‏ عُرِضَ عَلَىَّ الأَنْبِيَاءُ فَإِذَا مُوسَى ضَرْبٌ مِنَ الرِّجَالِ كَأَنَّهُ مِنْ رِجَالِ شَنُوءَةَ وَرَأَيْتُ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ فَإِذَا أَقْرَبُ النَّاسِ مَنْ رَأَيْتُ بِهِ شَبَهًا عُرْوَةُ بْنُ مَسْعُودٍ وَرَأَيْتُ إِبْرَاهِيمَ فَإِذَا أَقْرَبُ مَنْ رَأَيْتُ بِهِ شَبَهًا صَاحِبُكُمْ نَفْسَهُ وَرَأَيْتُ جِبْرِيلَ فَإِذَا أَقْرَبُ مَنْ رَأَيْتُ بِهِ شَبَهًا دِحْيَةُ ‏"‏ ‏.‏ هُوَ ابْنُ خَلِيفَةَ الْكَلْبِيُّ ‏.‏ قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ غَرِيبٌ ‏.‏

3649- Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Peygamberler bana gösterildi; Musa’yı, Yemenli Şenûe kabilesinin insanlarına benzer olarak gördüm. Meryem oğlu İsa’yı gördüm, insanlardan O’na en yakın benzeyen Urve b. Mes’ûd’tur. İbrahim’i gördüm O’na benzeyen kişi benim. Cibril’i de insan şeklinde gördüm, Dıhye İbn halife el Kelbî’ye benzerdi.” [10]
Derecesi: Sahih (Dârüsselâm)

Son olarak İslam Alimleri Ansiklopedisi'nde yazan 2 rivayete bakıp daha sonra analize geçelim:

Eshâb-ı kirâmdan Dıhye (r.a.) devamlı ticâret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrâil (a.s.) çok defa Resûlullahın (s.a.v.) huzuruna Dıhye (r.a.) şeklinde gelirdi. Bir gün Cebrâil (a.s.) Fahri âlem (s.a.v.) hazretlerinin huzurunda bulunuyordu. O zaman henüz küçük olan Hasan ve Hüseyin (r.a.)’dan biri Cebrâil aleyhisselâmı gördü. Hemen kardeşinin yanına koşarak: “Dıhye (r.a.) dedemizin yanında oturuyor, haydi gidelim” dedi. Koşup mescide girdiler. Cebrâil aleyhisselâmın dizlerine oturdular. Ellerini Cebrâil aleyhisselâmın koynuna soktular. Resûlullah (s.a.v.) torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip, mani olmak istedi. Cebrâil (as), Resûlullahın mahcûb olduğunu görünce dedi ki: “Ya Resûlallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fâtıma (r.a.) teheccüd namazını kılarken Hak teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallardım. Fâtıma (r.a.) rahatça namazını kılardı. Çocukların bu hareketini bana karşı edepsizlik saymayın. Bazan da bunların anneleri namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Bunların yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur.” dedi.

Resûlullah (s.a.v.) “Ey kardeşim Cebrâil! Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler endişesiyle mâni oldum. Çünkü, Eshâbımdan Dıhye (r.a.) isminde birisi vardır. Çok kere sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediye getirir. Sizi Dıhye (r.a.) zannedip, ellerini koynunuza soktular” buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm: 

“Yâ Rabbi! Beni Habîbinin (s.a.v.) yanında utandırma” diye duâ etti. “Oturduğun yerde gözlerini kapa, elini Cennete sok, eline ne gelirse al.” diye hitap geldi. Cebrâil (a.s.) ellerini Cennete saldı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi...” [1]

"Hicretin beşinci senesi Resûlullah (s.a.v.), Benî Kureyza’ya kavuşmadan önce Medine’nin yakınında bir mevki olan Savreyn’de Eshâb-ı kirâmdan bir cemâate rastladı ve şöyle dedi: “Size kimse rastlamadı mı?” dediler ki: “Yâ Resûlallah bize, Dıhye bin Hâlife el-Kelbî rastladı. Eğerli beyaz bir katır üzerine binmişti O katırın üzerinde atlastan bir kadife vardı. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bu Cibrîl’dir. Benî Kureyza’ya gönderildi. Onların kalelerini sarssın ve kalplerine korku atsın diye...” [11]

Gördüğünüz gibi bu hadislerde de diğerleri gibi Cebrail'in Dihye kılığında görünmesi anlatıları vardı.

Dihye'nin sık sık ticaret seferlerine çıkan zengin biri olduğunu söylemiştim. Kendisi aynı zamanda iyi derece Rumca biliyor. Hatta bu yüzden Muhammed Roma İmparatorunu İslam'a çağırma görevini Dihye'ye veriyor. [8]

Anlıyoruz ki Muhammed ile Dıhye arasındaki ilişkiler onun Müslüman olmasından çok daha eskilere dayanıyor. Çünkü rivayetlerde onun İslam'a geçmeden önce bile Muhammed'i sevdiği, ticaret seferlerinden her döndüğünde Muhammed'i ziyaret edip hediyeler getirdiği yer alır. Yani hem İslam'a geçmeden önce hem de geçtikten sonra Muhammed ile sık sık görüşmektedir.

Bunun yanı sıra Cebrail'in Muhammed'e Dihye kılığında geldiğine dair hadislere dikkat etmek gerek. Tüm hadislerden anlıyoruz ki Muhammed çevresindeki insanları Cebrail'in Dihye kılığında gezindiğine inandırmıştır. Öyle ki rivayetlere göre Dıhye Medine'de sokakta dahi gezerken bile Muhammed emrettiği için yüzünü örtüyordu. Aksi halde kimse ondan gözünü alamıyor ve onu görenler gördüklerinin Dıhye mi yoksa Cebrail mi olduğunu anlayamıyorlardı. [12]

Ruhani bir varlık olan Cebrail eğer gerçekten varsa ve gerçekten vahiy getiriyorsa bunu gözle görülebilir olmadan, insan kılığına girmeden de yapamaz mıydı? Vahiyleri iletmesi için insan kılığına girip Muhammed'e anlatması şart mıydı? Neticede Cebrail nurdan yaratılmış ruhani bir varlık değil mi? Zihnine girip fısıldayabilir ya da kimseye görünmeden aldığı ilahi mesajları Muhammed'in kulağına fısıldayabilirdi.

Cebrail neden Dihye'nin kılığına girerek vahiy getirsin ki? Düşünün, İslam inancına göre Muhammed'e kim vahiy getiriyor? Cebrail. Cebrail tüm Kur'an ayetlerini kimin kılığında getiriyor? Dıhye. Yani insanlar Muhammed'in civarında sürekli Dıhye'yi görüyor. Dıhye gelince vahiy geliyor.

Şimdi bu durumu, ortamdaki atmosferi hayal etmeye çalışın. Muhammed devamlı Dıhye ile görüşüyor ve o yanından ayrıldığında Allah "vahiy gönderdi" deyip ayet okuyor. [3] Tüm bunlar dikkate alındığında Arap müşriklerin Kur'an ayetleri için "insan sözü" demesi gayet normal değil midir?

Sürekli ticaret seferlerine çıkan, Arapça dışında diller bilen Dihye'nin farklı kültür ve inanıştan insanlarla tanışmış, onların efsanelerini, dinlerini, kutsallarını duyup öğrenmiş olması kaçınılmazdır. Peki ya ticaret seferlerinde duyduklarını, öğrendiklerini Muhammed'e anlatıp öğretiyorsa? Akla yatmıyor değil. Neticede Kur'an'ın içinde yer alan sözler hep çevre uygarlıkların din ve inanışlarına ait. Mucize olduğu iddia edilen metinler bile zaten Kur'an'dan önce başka uygarlıklar tarafından bilinen ya da iddia edilen görüşler. Kur'an'ın kolektif bir kitap olduğu gayet açık.

Muhammed'in çevresinde başka uygarlıkların inanışlarını, efsanelerini öğrenmesini sağlayacak çokça insan vardı ve Dihye de bunlardan biriydi. Çok gezip gören, farklı diller bilen biri olan Dihye'nin Kur'an'ın yazılmasına büyük katkıları olmuş olmalıydı. Muhtemelen onunla sık görüştüğü, bilgi alıp sohbet ettiği için Cebrail'in Dihye kılığına girerek vahiy getirdiğini söylemişti. Kendine öğretenin bir insan değil de Cebrail olduğunu ancak bu şekilde iddia edebilirdi.

SAFİYYE'Yİ MUHAMMED'E VERMESİ

Ayrıca gazvelerinde Muhammed'in yanında bulunmuş olan Dihye savaş ganimeti olarak elde ettiği Safiyye'yi Muhammed'e satmıştır.

Muhammed'in Safiyye'yi satın alması şöyle rivayet edilir:

Bize Yezîd b. Hârûn ve Hişâm Ebü’l-Velîd et-Tayâlisî haber verdiler; dediler ki: Bize Hammâd b.  Seleme anlattı. O Sâbit el-Bünânî’den, o da Enes b. Mâlik’ten şunu rivayet etti:
Safiyye bt. Huyey, Dihye el-Kelbî’nin payına düşmüştü. Resûlullah’a (sas), “Dihye el-Kelbî’nin payına güzel bir cariye düştü.” şeklinde haber verilince Resûlullah (sas) onu satın aldı ve gerdeğe hazırlaması için Ümmü Süleyme’ye gönderdi. [5]

Bize Amr b. Âsım el-Kilâbî haber verdi; dedi ki: Bize Süleyman b. el-Muğîre anlattı; dedi ki: Bize Sâbit anlattı. O da Enes b. Mâlik’ten şöyle dediğini rivayet etti:
Savaş esirlerinin dağıtımı sırasında Safiyye, Dihye’nin payına düşmüştü. İnsanlar onu Resûlullah’ın (sas) yanında överek, “Esirler arasında daha önce benzerini görmediğimiz bir kadın var.” dediler. Resûlullah (sas) onun karşlığında Dihye’ye razı olacağı miktarda bir şeyler gönderdi ve sonra Safiyye’yi anneme gönderip, “Ona gerekli bakımı yaparsın.” dedi. Resûlullah (sas) Hayber’den ayrıldı. Safiyye’yi arkasına almıştı ve konakladıkları yerde ona bir çadır kurdu. [5]

DIHYE'NİN ÖLÜMÜ

Rivayetlere göre Muhammed'in gazvelerine, Yermük Savaşına ve Suriye seferlerine katılan Dihye katıldığı Şam seferinden sonra Şam’a yerleşmiş ve burada vefat etmiştir.

MARİYE, MUHAMMED VE TAHRİM SURESİ


Hazırlayan: A.Kara
HADİS VE BAĞLANTILI AYETLERLE 'MUHAMMED VE MARİYE'
(CARİYE MARİYE, BAL ŞERBETİ OLAYI VE TAHRİM SURESİ)

Bu makalede tamamen İslami kaynaklarda yer aldığı şekliyle Mariye hakkında yazanlara bakacağız. Tümünü okuduktan ve üzerinde düşündükten sonra herkes kendince bir sonuca ulaşacaktır. Yorum katmadan, doğrudan kaynakları aktaracağım bu makalenin sonunda ise Müslüman arkadaşlara birkaç sorum olacak.

Belirtmekte fayda var ki hadislere bakmadan Tahrim suresinin ilk 5 ayetini net şekilde anlamak imkansızdır. Zaten bu yüzden meal ve tefsirlerde de bu makalede sizlerle paylaşacağım hadislere başvurulmakta, yani ayetlerde yazanların anlam ve ortaya çıkış sebepleri bu hadisler doğrultusunda açıklanmaktadır.

Şimdi konuya Mariye'nin kim olduğu ve Muhammed'in hayatına nasıl girdiğini anlatan hadislere bakarak başlayalım.

KIPTİ MARİYE KİMDİR? MUHAMMED'İN HAYATINA NASIL GİRMİŞTİR?

Muhammed b. Ömer dedi ki: Ayrıca ilim ehlinden olan Ebû Sa’îd bana haber verdi; dedi ki:
Mâriye, Ensina  vilayetine bağlı Hafn kasabasındandı.

Bize Muhammed b. Ömer b. Vâkıd el-Eslemî haber verdi; dedi ki:
Bize Abdülhamîd b. Ca’fer haber verdi. O da babasından nakletti; dedi ki:
Resûlullah (sas), Hicretin 6. senesinde Zilkâde ayında Hudeybiye’den dönünce Hâtıb b. Ebû Belte'a’yı, Kıptîlerden İskenderiye hâkimi el-Mukavkıs’a gönderdi. Onunla birlikte, Mukavkıs’ı İslâm’a davet eden bir mektup da gönderdi. Mukavkıs, “Hayırdır!” dedi ve mektubu aldı. Mektup mühürlüydü. Mukavkıs onu fildişinden yapılmış bir kutuya koydu, üzerini mühürledi ve bir cariyesine teslim etti. Ayrıca Peygamber’e (sas) cevabî bir mektup yazdı. İslâm’a girmedi, ancak Mâriye el-Kıbtiyye ve kız kardeşi Sîrîn’i, eşeği Ya’fûr ve katırı Düldül’ü de hediye olarak Resûlullah’a (sas) gönderdi. Düldül boz renkliydi. O zaman Araplarda ondan başka boz katır yoktu.

Resûlullah (sas) Mâriye el-Kıbtiyye’yi beğeniyordu. Kendisi beyaz tenli, güzel bir kadındı. Resûlullah (sas) onu ve kız kardeşini Ümmü Süleym bt. Milhân’ın evinde ağırladı. Resûlullah (sas) onların yanına girdi ve onlara İslâm’ı anlattı. İkisi de Müslüman oldu. Resûlullah (sas), Mâriye’yi mülk-i yeminle (cariye statüsünde) nikâhladı. Sonra onu, Benî en-Nadîr’den kalma, el-Âliye’de kendisine ait bir eve gönderdi. Yazın ve hurma toplama zamanında burada kalırdı. Resûlullah (sas) bu evde Mâriye’nin yanına gelirdi. Mâriye’nin dini yaşayışı çok güzeldi. Kız kardeşi Sîrîn’i de şair Hassân b. Sâbit’e hediye etti...

Mâriye, Resûlullah (sas) için bir çocuk dünyaya getirdi; Resûlullah ona İbrahim ismini koydu. [1]

Mariye, Muhammed'in hayatına girdikten sonra ne oluyor da Tahrim suresinin ilk 5 ayeti ortaya çıkıyor. Bunun cevabına tüm İslam camiasının meal ve tefsirlerde kullandığı hadisler üzerinden bakalım.

TAHRİM SURESİ 1-5.AYETLER
NEDEN VAHİY OLUNMUŞ ?

1169- Hazreti Aişe der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri pâk zevcelerinden Cahş kızı Zeyneb'in evinde bal şerbeti içer ve yanında fazla kalırdı. (Buna kıskandığımızdan) Hazreti Ömer'in kızı Hafsa ile şöyle anlaştık: Hazreti Peygamber, hangimizin evine gelirse, ya Re-sûlallah! Sen meğâfir (tatlı fakat kokusu hoş olmayan bir bitki usaresi) mi yedin? Senden meğâfîr kokusu alıyorum, desin. Sonra Hazreti Peygamber, zevcesi Hafsa'nm yanına gidince, Hafsa konuştuğumuz şekilde Hazreti Peygambere hitab etti. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«Hayır, meğafîr yemedim. Fakat Cahş kızı Zeyneb'in evinde bal şerbeti içerdim. Yemin ettim, bir daha
içmeyeceğim ve bunu da hiç kimseye söyleme.» 
Mütercim
Hazreti Hafsa, Peygamber'in sırrını (bal şerbeti içmeyeceğine dair yemin edişini) Hazreti Aişe'ye anlatıp haber verdi. Bunun üzerine: «Ey Peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi neden haram kılıyorsun» mealindeki ayet nazil oldu. [Tahrîm, 1]

Bu ayetin nüzul sebebi hakkında bir rivayet de şudur: Peygamber (sav), zevcesi Hafsa'yı nöbetlerinde ziyaret ettikleri bir günde, Hazreti Hafsa peygamberin izniyle babasına gitmişti. Hazreti Peygamber de kendisine hizmet için cariyesi Mariye'yi çağırmış ve ona hizmet ettirmişti. Hazreti Hafsa bunu öğrenince çok üzüldü. Bunun üzerine Hazreti peygamber ona şöyle buyurdu: «Mariye'yi kendime haram edersem razı olur musun?» Hafsa: - Evet, razı olurum deyince, Hazreti Peygamber: «İşte haram ettim. Fakat bunu sakın hiç kimseye söyleme.» buyurdu. Sonra Hafsa, Peygamberin bu sırrını Aişe'ye söyledi. 

Fethu'1-Barî (İbn Hacer el-Askalanî'nin eseridir) şerhinde ayetin nüzul sebebi olarak bu olayı (Mariye hadisesi) tercihli gösteriliyor. Fakat Buhari şerhinde açıklandığı üzere, bal şerbetinin haram kılınması hususu tercih edilmiştir. [2]

Gördüğünüz gibi hadiste "Hafsa, Peygamberin bu sırrını Aişe'ye söyledi" denmektedir. Kur'an'da nasıl yer bulduğunu görebilmek için Tahrim suresi 3.ayete bakalım:

3. Hani peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti. Eşi bunu başkalarına aktarıp Allah da durumu peygambere açıklayınca peygamber bunun bir kısmını anlattı, bir kısmından vazgeçti. Eşine konuyu anlatınca o, “Bunu sana kim haber verdi?” diye sordu. “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana bildirdi” diye cevap verdi. 

Muhammed'in Mariye'yi kendine haram kılması olayı Tirmizi'de şöyle yer alır:

1201- Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) hanımlarına dört ay
süreyle yaklaşmamaya yemin etmişti (Bal yemeyi veya Mariye’nin yanına yaklaşmayı kendisine
haram kılmıştı) sonra haram kıldığı bu şeyi helal kılarak yani yeminini bozarak yemin için kefâret
koymuştu.” (Tirmîzî rivâyet etmiştir.) [3]

Şimdi, Buhari ve Tirmizi'de yer alan bu konuya bir de Ebu Davud'un Sünen'inde yazanlar ile bakalım.

2283....Ömer (b. el-Hattab r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Nebî (s.a.) Hafsâ (r.anha)'yı boşamış, sonra da (iddet süresi içinde) ona dönmüştür. [4]

Bu hadisin alt kısmında ve Buhari'de konuya açıklama getirmek için paylaşılmış olan diğer hadislere bakalım:

1l70- Hazreti Ömer (Ra) der ki:
«Ey Peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi neden haram kılıyorsun?» mealindeki ayet nazil olunca,
Peygamber (sav) pâk zevcelerinden ayrılarak, «bir ay, onların yanlarına varmayacağım» diye yemin etmiş ve çardağına çekilmişti... [2]

Rasûl-i Ekrem'in, Hz. Hafsa'yı boşaması şöyle olmuştur; Hz. Peygamber günlerini, hanımları arasında taksim eder, adalet ölçüleri içerisinde her gün birinin yanında kalırdı. Nöbet sırası Hz. Hafsa'ya geldiği gün Hz. Hafsa anne ve babasını ziyaret etmek üzere izin istedi. Rasûl-i Ekrem ona izin verdikten sonra cariyesi Mariye'yi Hz. Hafsa'nın odasına çağırıp onunla başbaşa kalmıştı. Bu esnada Hz. Hafsa, ziyaretini tamamlayıp dönmüş ve odasında Rasûl-i Ekrem'le Hz. Mâriye'nin bulunduklarını ve odanın kilitli olduğunu görmüştü. Bunun üzerine Hafsa kapının önüne oturup ağlamaya başladı. Rasûl-i Ekrem alnından terler dökülerek dışarı çıktı. Hafsa, Mâriye ile başbaşa kalmak maksadıyla kendisine izin verildiğini iddia ediyordu. Rasûl-i Ekrem aslında Hz. Mariye ile kalmasının Allah'ın kendine tanımış olduğu bir hak olduğunu ifâde ettikten sonra, Hz. Hafsa'yı memnun etmek için bir daha Hz. Mariye ile 
başbaşa kalmayacağına söz verdi ve bunun aralarında kalmasını istedi.  Hz. Hafsa ise, Rasûl-i Ekrem gider-gitmez Hz. Aişe'nin odası ile kendi odası arasındaki duvara vurup Hz. Aişe'yi çağırdı, olanları ona anlattı. Daha sonra bunu öğrenen Hz. Peygamber Hz. Hafsa'nın yaptıklarına öfkelenip onu boşadı. [5]

Tahrim Sûresinin şu ayeti bu hadiseye işaret etmektedir. ''Peygamber eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü haber verip, Allah da onun bu davranışını o (peygamberi)ne açıklayınca (peygamber hanımına) bu (söyledikleri)nin bir kısmım bildirmiş (şunları filâna söyledin demiş) bir kısmından da vaz geçmişti. (Peygamber) bunu O'na haber verince eşi, "bunu sana kim söyledi?" dedi (Peygamber): (her şeyi) bilen, haber alan (Allah) bana söyledi" dedi." [Tahrim, 3]

Kays b. Zeyd'in rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber Hz.- Hafsa'yı boşayınca dayıları Kudâme b. Mazûn ile Osman b. Mazûn Hz. Hafsa'nın yanına gelmişler. Hz. Hafsa ağlamış ve, "Allah'a yemîn ederim ki o beni bana ihtiyacı olmadığından dolayı boşamış değildir" demiş tam bu esnada Hz. Peygamber oraya gelip "Cibril bana "Hafsa'ya dön. Çünkü o çok oruç tutar ve geceleri namaza çok kalkar o cennette senin  zevcen olacaktır" dedi," buyurmuş. [6]

Tahrim suresi 3.ayet ve onunla ilişkili hadislerde, Muhammed'in eşlerinden Hafsa'nın sır tutmayıp Aişe'ye anlattığı yazıyordu. Peki devamındaki 4 ve 5. ayetlerde neler yazıyor, okuyalım:

Tahrim suresi 4.ayet:
(Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah, Cebrail ve salih müminler onun yardımcısıdır. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.

Tahrim suresi 5. ayet:
Eğer sizi boşayacak olursa rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi olan, Allah’a teslimiyet gösteren, yürekten inanan, içtenlikle itaat eden, tövbe eden, kulluk eden, dünyada yolcu gibi yaşayan, dul ve bâkire eşler verebilir.

Sahih-i Buhari ve Muslim'de Tahrim suresi 1-5. ayetlerin nasıl ortaya çıktığı anlatılmakta, Muhammed'in Hafsa ve Aişe'den dolayı tüm eşlerini boşamayı düşündüğü yazmaktadır. İlgili hadise bakalım:

İbnu Şihab şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Ebi Sevr, Abdullah ibn Abbas'tan haber verdi. O şöyle demiştir: Allah'ın haklarında 'Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleri eğrildi' (Tahrim, 4) buyurduğu kişilerin Peygamber'in zevcelerinden hangi ikisi olduğunu Ömer'den sormaya hırslanır dururdum. Nihayet onun beraberinde hac yaptım. Dönerken yolun bir yerinde Ömer saptı. Ben de deriden bir su kabı ile onun beraberinde yoldan saptım. Ömer doğanın çağrısına cevap vermeye gitti, nihayet geri dönüp benim yanıma geldi. Ben de ellerine o su kabından döktüm, o da abdest aldı.

Ben: 'Ey müminlerin emiri! Peygamber'in zevcelerinden o iki kadın kimdir ki, Allah onlar için 'Eğer ikiniz de Allah'a tövbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleriniz eğrildi...' buyurmuştur?' diye sordum.

Ömer bana:
'Hayret ederim sana ey Abbas oğlu! Onlar Hafsa ile Aişe'dir' dedi.

Sonra Ömer şöyle devam etti:
Ben Ensar'dan bir komşum ile beraber Benu Umeyye ibn Zeyd yurdunda (oturuyor) idim. Bu yurt Medine'nin Avali denilen semtindedir. Bir şey öğrenmek ümidiyle peygamberin yanına nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahiy ve diğer şeylere dair ne duyarsam haberini komşuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ve biz Kureyş topluluğu, kadınlara galebe ediyorduk. Medine'ye Ensar üzerine geldiğimizde bir de gördük ki onlar, kadınları erkeklerine galebe eder bir kavim (yani kadınlar erkekleri üzerinde üstünlük sağlıyorlar). Derken bizim kadınlarımız, Ensar kadınlarının edebinden almaya başladılar. Bir gün ben karıma karşı bağırdım; o da bana cevap verdi. Ben onun bana söz döndürüp cevap vermesinden hoşlanmadım; azarladım. Bunun üzerine o, şunları söyledi:
'Benim sana karşı mırıldanmamı niçin münasip görmüyorsun? Vallahi peygamberin zevceleri bile ona karşı mırıldanıyorlar ve birisi o gün geceye kadar peygamberin yanına uğramıyor!' dedi.

Karımın bu sözleri beni ürküttü.
Ben: 'Onlardan kim bunu yaparsa perişan olur; büyük günah işlemiş olur' dedim.

Sonra elbisemi giyindim ve Hafsa'nın yanına girdim. Ve ona:
'Ey Hafsa! Sizlerden herhangi biriniz bütün gün ta geceye kadar Allah Elçisi'ne dargınlık ediyor musunuz?' dedim.

O: 'Evet' dedi.

Ben: 'O kadın perişan olmuş ve zarar etmiştir. Her biriniz Allah'ın Resulünün öfkesinden dolayı Allah'ın sizi harap etmesinden korkmuyor musunuz? Bu yüzden helak olursunuz. Sen Allah'ın Resulüne karşı çok istekte bulunma, O'na karşı herhangi bir şey hususunda söz döndürme yarışına girişme, O'na darılıp O'ndan ayrı durma. Bir ihtiyacın meydana çıkarsa O'nu benden iste. Ve sakın arkadaşının, Resulullah'a senden daha güzel ve daha sevgili olması da seni aldatmasın (Ömer, burada Aişe'yi kastediyor).

Ve biz o sırada: 'Gassaniler (Şam'da yaşayan bir kabile) bize karşı gaza etmek için atlarını nallatıyorlarmış' diye havadis alıyorduk. Arkadaşım kendi nöbetinde peygamberin yanına indi ve yatsı vaktinde döndü. Kapıma şiddetli bir vuruşla vurdu, ve:
'O uyuyor mu?' dedi.
'Ben korktum ve hemen onun yanına çıktım'.
O: 'Büyük bir iş meydana geldi' dedi.
Ben: 'Nedir o; Gassaniler mi geldi?' dedim.

Hayır, fakat ondan daha büyük ve daha uzun: Resulullah (s.a.v) kadınlarını boşamış, dedi.

Ömer dedi ki: Hafsa isteğine ulaşmadı ve ziyana uğradı. Ben bunun yakında olacağını zannediyordum. Elbisemi üzerime topladım ve Peygamber'le beraber sabah namazını kıldım. Peygamber, birkaç basamak çıkıp kendisine ait bir odaya (meşrube) girdi ve orada yalnız kaldı.

Ben Hafsa'nın yanına girdim, gördüm ki ağlıyordu.
Ben: 'Seni ağlatan nedir? Ben seni uyarmış değil miydim? Resulullah sizleri boşadı mı? dedim.

Hafsa: 'Bilmiyorum. O, işte ta şu odada' dedi.

Bunun üzerine mescide çıktım ve minberin yanına geldim. Gördüm ki, minber etrafında bir takım kimseler var; bazıları ağlıyorlar. Yanlarında biraz oturdum. Sonra vicdanımdaki duygum bana galebe etti. Peygamber'in içinde bulunduğu o odaya geldim. Ve Peygamber'in siyah kölesine:

Ömer için izin iste! dedim.
İçeriye girdi, peygamberle konuştu. Sonra çıktı ve:
Seni peygambere söyledim; bir şey demedi, dedi.

Oradan ayrıldım, nihayet mescitte minberin yanındaki topluluğun beraberinde oturdum. Sonra yine vicdanımda hissettiğim şey bana galebe etti. Tekrar kölenin yanına geldim. O evvelki gibi söyledi. Ben yine minberin yanındaki topluluğun beraberinde oturdum. Sonra yine vicdanımda hissettiğim şey bana galebe etti. Tekrar kölenin yanına gittim. Ve:
Ömer için izin iste! dedim.

Köle bir öncekinin benzerini söyledi. Ben de döndüm, giderken baktım, uşak beni çağırıyor:
Resulullah sana izin verdi, dedi.

Bunun üzerine huzuruna girdim. Baktım ki, Resulullah bir hasırın kumları üzerine yan yatmış, kendisiyle hasır arasında bir döşek yok, kumlar vücudunun yan tarafında iz yapmış; kendisi, içi hurma lifi doldurulmuş deriden bir yastığa dayanmış idi. Kendisine selam verdi. Sonra ayakta dikelerek:
Kadınlarını boşadın mi? dedim. Gözünü bana doğru yükseltti ve:
'Hayır', dedi.

Sonra ben yine ayakta dikelerek, şöyle dedim:

Ya Resulullah! Eğer beni düşünürsen, bilirsin ki, biz Kureyş topluluğu kadınlara galebe ediyor idik. Sonra bir kavim üzerine geldik ki, kadınları onlara galebe ediyorlar.

Ömer bu sözü söyleyince, Peygamber gülümsedi. Sonra ben şöyle dedim:

Eğer beni düşünürsen bilirsin. Ben Hafsa'nın yanına girdiğim de: 'Sakın arkadaşının peygambere senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın' dedim.

Peygamber bir daha gülümsedi. Ben O'nun gülümsediğini gördüğüm zaman hemen oturdum ve gözümü kaldırıp evinin içine baktım. Vallahi evin içinde tabaklanmamış üç hayvan derisinden başka gözü döndürecek hiçbir eşya görmedim. Bunun üzerine ben:

(Ya Resulallah!) Allah'a dua et, ümmetine genişlik (zenginlik, refah) versin.
Çünkü Farslar ve Romalılara genişlik verilmiş ve onlara dünya ihsan olunmuş; halbuki onlar Allah'a ibadet etmiyorlar, dedim. Bunu söyleyince yaslandığı yerden doğruldu ve:

'Sen bir kuşku içinde misin? Ey Hattab oğlu! Onlar hoşlukları dünya hayatında peşin verilip geçiştirilen birer kavimdir' buyurdu.

Ben de: 'Ya Resulallah, benim için istiğfar ediver' dedim.

İşte Peygamber, Hafsa'nın Aişe'ye anlatıp ifşa ettiği sır yüzünden ayrılıp inzivaya çekilmiş ve kadınlarına küsmüş olduğundan ötürü, [Bkz: Kastallani'nin açıklaması] bir ay kadınların yanına girmeyeceğim, demişti. Bu zaman içinde Allah, peygamberini azarladı (Bkz. Mariye'ye yaklaşmama yemini: Tahrim 1-4). Yirmi dokuz gece geçince Resulullah hepsinden önce Aişe'nin yanına girdi ve Aişe O'na:

(Ya Resulallah!) Sen bizim yanımıza bir ay girmemeye yemin etmiştin. Halbuki biz 29. gecenin sabahında olduk; ben bu geceleri hakkıyla sayıyorum, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
'Yemin ettiğim ay yirmi dokuz çekmektedir; işte bu ay 29 günden oluşuyor' buyurdu.

Aişe dedi ki: Müteakiben muhayyer kılma ayeti (Ahzab: 28-29) indirildi. Peygamber ilk kadın olarak benimle başladı ve şöyle dedi:

'Ben sana bir emir anlatacağım. Cevap hususunda acele etmemenden dolayı sana bir serzeniş yoktur, ta ki ebeveynine danışasın'.

Aişe dedi ki: 'Kat'i biliyorum ki, ebeveynlerim bana senden ayrılmamı emretmezler'.

Sonra Peygamber şöyle dedi:
'Allah şöyle buyurdu: Ey Peygamber! Zevcelerine şunu söyle: Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız gelin size boşama bedellerini vereyim de, hepinizi güzellikle salıvereyim. Yok eğer Allah'ı ve Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki Allah içinizden güzel hareket edenlere pek büyük bir mükafat hazırlamıştır' (Ahzab: 28-29).

Ben de: 'Ben bunun hakkında mı ebeveynime danışacağım? Ben elbette Allah'ı ve Resulü'nü ve ahiret yurdunu isterim' dedim.

Sonra Resulullah bütün kadınlarını böyle muhayyer kıldı; onlar da hep Aişe'nin dediği gibi söylediler. 
[7][8][9]

Kastallânî, söz konusu hadisle ilgili şöyle der: Hafsa'nın açıkladığı söz şudur: Peygamber, Âişe'nin gününde Mâriye ile yalnız kalmış, Hafsa da bunu bilmiş; Peygamber, Hafsa'ya: Şunu gizli tut,ben Mâri-ye'yi kendime haram kıldım, demiş. Hafsa da bunu Aise'ye açıklamış, Âişe de öfkelenmiş. Nihayet Peygamber, kadınlarına bir ay yaklaşmamaya yemîn etmiştir. İşte müteâkib cümlenin ma'nâsı budur.

Gördüğünüz gibi tüm hadisler kısmen küçük farklar içeriyor olsa da anlattıkları olaylar aynı.

Hiçbir yorum yapmadan, tamamen kaynaklarda yazanları sizlere okuduktan sonra konuya dair birkaç soru sorarak konuyla ilgili ne düşündüğünüzü, görüşlerinizi öğrenmek istiyorum.

SORULAR

1) Mukavkıs, Muhammed'e hediyeler gönderdiğinde neden bu hediyeler geri çevrilmiyor?

2) Muhammed'in kendine gönderilen hediyeler arasından Sirin adlı kadını arkadaşına hediye ettiği yazıyor. Empati yaptığınızda, kendinizi hediye edilen kadının yerine koyduğunuzda nasıl hissederdiniz?

3) Muhammed neden tıpkı Sirin'e yaptığı gibi Mariye'yi de çevresindeki erkeklerden birine vermemiş, hediye etmemiştir?

4) Kur'an insanlara öğüt alması için gönderilmiş evrensel bir kitap ise, Tahrim suresinin ilk 5 ayetinden çıkarmamız gereken temel ders nedir?

5) Her şeyi yaratan yüce bir ilah varsa, onun böyle konularla ilgileniyor ve bunlara dair mesajlar gönderip Kur'an'a eklettiriyor olmasını mantıklı buluyor musunuz?

6) İnsanları doğru yola sokmak üzere gönderildiği söylenen kitapta Tahrim ve benzer ayetlerde Muhammed'in eşleri ile arasında yaşananlar anlatılıyor. Söz konusu ayetler insanlığa ne yönden yol gösterecek, iyi kişiler olmalarını nasıl sağlayacak, insanlığa ne kazandıracak?

7) Bu konunun anlatıldığı, Buhari ve Müslim gibi birçok hadis toplayıcısının yer verdiği bu olaylarda Mariye'den "cariye" olarak bahsedilmekte, Zübdetü’l-Buhari'de "Peygamber kendisine hizmet için cariyesi Mariye'yi çağırmış ve hizmet ettirmişti" denirken, İbn-i Sad'ın Tabakat'ında Mariye'yi "mülk-i yeminle (cariye statüsünde)" nikahladı yazmaktadır.

Bu kaynaklara ek olarak, Muhammed Hamidullah'ın "İslam Peygamberi Muhammed" adlı çalışmasında şöyle yazar: "Efendisinden bir çocuk doğuran câriye, onun ölümünden sonra başka bir muameleye gerek olmaksızın hürriyetini elde eder. Hz. Peygamber’in câriyesi Mâriye, İbrâhim’i dünyaya getirmesi üzerine ümmüveled statüsüne geçirilmiş ve bu olay müslümanlara örnek teşkil etmiştir. İslâm ülkelerinde ümmüveled haline gelerek hürriyetine kavuşan birçok câriyenin bulunması, bu usulün kölelerin azaltılması bakımından geçerli bir yol olduğunu göstermektedir. Böyle bir câriyeden doğan çocuk hür sayılır, onunla baba arasında normal bir nesep bağı kurulur ve her bakımdan normal evlilikten doğan çocukların statüsüne sahip olur". [10]

Görüldüğü üzere kaynaklarda Mariye'nin statüsü için cariye denmektedir. Bu durumda Mariye, tıpkı Ayşe ve Hafsa gibi Muhammed'in gerçekten eşi midir, yoksa sadece İslam cinsel birliktelik öncesi nikahı şart koştuğu için mecburen nikah yapılmış bir kadın mıdır?

DİPNOTLAR
● Ensinâ, Nil’in doğusunda Saîd bölgesindeki şehirlerdendir.
●● Tahrim 3: "Hani peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti..."
Hazırlayan: A.Kara