HABERLER
Dini Haber
din ve mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din ve mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SENİ ANLATIYORUM

DP, din, islamiyet, Seni anlatıyorum, Nasıl deist oldum?, Deist oluş hikayesi, Deizm,Carl Sagan,Turan Dursun,Çocukluktan dinle büyümek ve sıyrılış,Dindar aileden, din ve mitoloji, Thomas Paine
En büyük hobim tek kanallı siyah-beyaz televizyonumuzda “ESTEBAN” adlı çizgi filmi izlemekti. Esteban adlı bir İspanyol çocuk 1500-1600’lerde Maya’lar ile yaşadığı ilginç hikâyeler anlatılıyordu. Fantastik bu kurgular hayal dünyamı adeta devasa hale getirmişti. Gezegenimizde bizim medeniyetimizden daha gelişmiş toplumlar daha önceleri var mıydı? Hele ki hemen hepimizde izler bırakan Yıldız Savaşları serisi. Film başladığında, “Uzun zaman önce uzak bir galakside…” diye başlayan kısa ön özetler beynimizin bir köşesine kazınmıştı. “Uzak bir galakside yaşam olabilir mi?” diye düşünüyordum.

Televizyondan uzak kalmam gereken zamanlarda (her çocuk gibi fazla izlemem yasaktı) en iyi arkadaşlarım kitaplarımdı. Jules VERNE kitaplarının adeta koleksiyonuna sahiptim. Diğer yandan dini kitaplarım da yanımdaydı her zaman. Açıklayamadığım ya da çelişkide kaldığım dönemlerde hep yardımıma onlar koşuyordu. Hatta Jules VERNE kitaplarım ve Dini kitaplarım hep karışıktı. Dini kitap dediysem aklınıza tefsir, meal, fıkıh, risaleler falan gelmesin. “Namaz Hocası, Dinimi Öğreniyorum, Ayetler ve Surelerin Türkçe Anlamları” gibisinden kitaplardı bunlar. Benim yaş grubuma yönelikti adeta. Yaşıma göre dini bilgim fena sayılmazdı. Camide 5 vakit namazını eksik etmeyen büyükler daha “Kelime-i Şehadet” in anlamını bilemezken ben buna ilave olarak Fatiha, Kevser, İhlas gibi öncelikli öğretilen sureleri anlamları ile birlikte biliyordum. Meraklıydım. Öğrenmeliydim. Ancak maalesef aynı merak ve başarıyı okul hayatımda gösteremiyordum. Okul hayatım boyunca bir defa dahi Teşekkür ya da Takdir alamamam bunun açık bir göstergesiydi.

Ailem başkalarının yanında ezilmemem için hep şu sözü söylerdi: “Bizimkinin Genel Kültürü iyi, derslere o yüzden veremiyor kendini!” onlar için bir nevi kaçamaktı. Ancak benim açımdan onların savunmasında büyük bir gerçeklik payı vardı. Evde ne kadar kuponla alınmış ansiklopedi varsa daha ilkokul 4. Sınıfta okumuştum. Okumaktan kastım önemli husus ve kavramlar idi. Ortada büyük bir çelişki vardı. Fen, Din, Coğrafya, Hayat Bilgisi, Tarih ve hatta kısmen sosyoloji ve felsefe konularında yaşımın gerektirdiğinden katbekat fazlasına sahiptim. Ancak iş Türkçe, matematik, müfredatta okutulan tarih ve hayat bilgisi konularına gelince çakıyordum. Evde misafirliğe gelen büyüklerin aslında hiç anlamadıkları ve bilmedikleri, özellikle okumadıkları aşikâr olan konular hakkında atıp tuttuklarında devreye girmem ufak gerginliklere neden olurdu. Sevgili ebeveynlerim hemen işi espriye vurur, “Bizimki de böyle işte!” gibisinden cümle kurarak kendi adlarına savunma yaparken beni de adeta “yaratık” ilan ediyorlardı. “Bizimki de böyle işte. “ cümlesinden her anlam çıkıyordu; yani arızalı, yani sağı solu belirsiz, yani ne konuştuğunu bilmez, yani o konuşur siz takmayın…. Artık adını siz koyun.

Bu noktada benim küçükken bu nedenle travma yaşadığımı düşünebilirsiniz. Ancak durum pekte böyle değildi. Özellikle Babam ve Annem ileri görüşlüydü. Sevgili babam 5 vakit namazını neredeyse hiç aksatmayan, bana göre kusursuz (ki hala bana göre öyle) bir kişilikti. Her şeye cevabı vardı. Annem Babama :”Sana çekti bu çocuk.” derdi hep. Misafirler gittikten sonra bana dönerek:” Aman oğlum demedik mi sana büyüklerin laflarına karışılmaz, onlara karşı çıkılmaz diye. Çok ayıp oğlum?” diye serzenişte bulunurlardı. Özellikle babam bilmediğim, araştırmadığım konular hakkında konuşmadığımı iyi biliyordu. Kendisi yakalamıştı bu özelliğimi. Bir keresinde bana şöyle bir sorusu olmuştu:

- “Oğlum öğle namazı normalde kaç rekattır?”.
Cevabım açık, basit ve netti:

- “Bilmiyorum baba.”
- “Neden oğlum? Sen namaz kılmayı biliyorsun? Hatta kılıyorsun, neden bilmiyorum diyorsun?”
- “Çünkü –BEN- araştırıp öğrenmedim. Hoca söyledi. Benim açıp, okuyup, doğrusunu öğrenmem lazım. Ya hoca yanılıyorsa?”


Bu cevap babamda tebessümle karışık bir şaşkınlığa neden olmuştu. “ Eh madem öğren, bana da öğretirsin diye gülümsemişti.” Kendim okuyup, anlamadıktan sonra hiçbir bilginin bende hükmü yoktu. Koşulsuz tek Hocam 2 kişiydi. Birisi Hz. Muhammed, ötekisi ise gazi Mustafa Kemal ATATÜRK. İkisinden de taviz vermezdim. Koşulsuz her söyledikleri doğruydu. Birisi Allah’ın elçisi, diğeri ise ileri görüşlü dünya lideri sayılabilecek Önderimdi. Kendi öğretmenlerimi bile derslerde “Neden? Nasıl? Niçin?” soruları ile bezdirdiğimden okul hayatım vahamet içerisindeydi. İlkokul öğretmenim beni duyumsamazlıktan gelmeye başlamıştı. Onu suçlayamazdım. Benim sorularım yüzünden ders ilerlemiyordu.

Neden? Nasıl? Niçin?...

Bu dönem evde fenomen dizimiz “Perihan Abla” idi. Evde her şey durur, çay demlenir, kek tabaklara konulup servis edilir ve televizyon karşısındaki yerimizi alırdık. Bir keresinde bir fragman yayınlanmıştı. Perihan Abla dizisinden sonra UZAY belgeseli vardı. Gâvurca ismi COSMOS idi. Carl SAGAN adında biri sunacaktı belgeseli. Uzay dendi mi benim için akan sular dururdu. Mutlaka izlemeliydim. Kendime göre bir program bulmuştum. Carl SAGAN’ ın COSMOS belgeselini izlerken yıldızlar, gezegenler, galaksiler, evren gibi tanımlar ile tanıştım. Gezegenlerin oluşumu, gezegenimizin oluşumu ve ilk canlılar en çok ilgimi çeken konular olmuştu. Karbon tabanlı ilk yaşam formları, aminoasitler, tek hücreliler, ilkel yaşam formları tabirleri ile ilk o dönem tanıştım. Merak ediyordum.

Bir husus kafama takılmıştı. Canlılar eğer türler seçim ile evrim geçiriyorsa Adem babamız ve Havva anamız? Biz primatlardan gelmiştik. E primatlarda maymunlardı ya da maymunsu. Her neyse, bu program bize dedemizin maymun ve hayvan olduğunu söylüyordu. Çözüm bulamıyordum. Kaynak yoktu. Nereye soracağımı ne araştıracağımı bilmiyordum.

Camideki hocama sormuştum ve aramızda şöyle bir diyalog geçmişti:
- “Hocam bizim ilk anne ve babamız Havva anamız ve Adem babamız doğru mu?”
- “Evet oğlum”
- “Peki onlar nasıl oldu?”
- “Oğlum çamurdan yaratıldı onlar. Cenabı Allah, kendi ruhundan üfledi.”
- “İyi de hocam nasıl?”
- “Oğlum kafanı çok kurcalama. Abuk subuk fikirlerle de beynini doldurma. Şüphesiz Allah her şeyi görendir.”
- “Ama hocam belgeselde……..?”
- “Oğlum dedim ya sana kafanı bulandırma diye? Hadi abdest al birazdan ikindi.”

Camide namaz kılmıyordum. Açıkçası namaz kılmıyordum. İyi biliyordum ama kılmıyordum. Soran olduğunda ise: “İnşallah Allah bizim gönlümüze de düşürür.” Der ve sıyrılırdım. Daha önce hocam’ la yaşadığım bir sorun ona inancımı sarsmıştı. Bana kız arkadaşımı pislik gibi göstermişlerdi. (Bu konuyu daha önce “İNANÇ ÜZERİNE” adlı yazımda anlatmıştım. O yazımı okuyanlar hikayeyi de bilirler)

Kimseyle konuşamıyordum. İçime kapanmıştım. Carl SAGAN denen gâvur beynimi bulandırmıştı. İçimden “Beyin yıkama bu olsa gerek, demek böyle kandırıyorlar bizleri” diye düşündüm. Sıyrılmalıydım bu sapkın fikirlerden. Olmazdı, olamazdı. Kandırılmıştım. Âdem babamız ve Havva anamıza alternatif bir yaratılış hikâyesi uydurmuştu dış mihraklar. Amaçları dini ve milli duygularımızı yok etmekti. Bu sayede, medeni, çağdaş ve ileri bir toplum olmamızın önüne geçilecekti. Zaten tek sorun dinimizi doğru yaşamıyor olmamızdı. Ah bir Kuran-ı Kerime bağlı yaşasak? Onda her şey eksiksiz açıklanmıştı. Hatta NASA bile eski bir Kuranı ele geçirmiş, oradaki bilgileri araştırıp öğrenerek büyük teknolojiye kavuşmuştu.

Tam bu sıyrılmalar ile uğraşırken zaman geçti. Allahtan o gâvur beni devşirememişti. Bir akşam evde kuru fasulye pişmişti. Sokaktan geldiğimden elleri yıkamaya koyulmuştum. Fasulye kokusuna yeni kırılmış soğan kokusu eşlik ediyordu evde. Televizyonda bir haber dikkatimi çekmişti. Bir suikast sonucu Turan DURSUN diye bir vatandaşı vurmuşlardı. Önemsemedim. Kim bilir kimlerle ne zoru vardı. Bu ismin aklımda kalmasının sebebi ise ilginç bir hikâyeye dayanıyordu. Bizim hocanın yeğeni mahalle arkadaşımızdı. Muhabbet ederken söylemişti, bir mürtet öldürülmüştü. “Ne mürtedi?” dedim. “Dinden dönmüş, kafir olmuş” dedi. Nasıl diye sorduğumda detayını bilmediğini, adamın aslında büyük bir din âlimi olduğunu, iyi bir insan olduğunu, ancak gâvurların beynini yıkaması ile İslam düşmanı olduğunu söylemişti. Bu nedenle de öldürülmüştü. Amcası da, yani bizim hoca da üzülmüştü. Hem öldürülmesine hem de böylesine büyük bir din âliminin dinden dönmesine…


Eve koştum. Ellerimi ve yüzümü yıkıyordum. Sanki her yerim kirliydi. Bütün suç televizyonda idi. TRT gâvurların eline geçmişti. Dinimizi kaybediyorduk. Suçlusu da TRT idi. Perihan Abla ile bizi ekranlara çekiyor, hepimiz ekran başındayken Perihan Abla’dan sonra başlayan belgesel ile beynimizi yıkıyorlardı. Dolayısı ile Perihan Abla’ da proje dizisi olmalıydı. Onlarda gâvurların ajanı idi kendimce.

Yıllar yılları kovaladı.

Üniversite yıllarında orta yolcu idim. Alkol tüketiyor, kızlarla geziyor, gâvur gibi yaşıyor ancak cumalarımı eksik etmiyordum. Orucumu tutardım. Bana “Bu ne çelişki be kardeş?” dediklerinde cevabım hazırdı: “Oğlum kusur bizde. Bana bakıp ta İslam’ı suçlama. Yanlış olan biziz. İnşallah düzeliriz” der konuyu geçiştirirdim. Turan DURSUN ve Carl SAGAN’ ın kim olduklarını öğrenmiş ve araştırmıştım. Bu konular ile artık ilgilenmiyordum. Kafamı bulandırmaktan kaçıyordum. Bir yakınımız vefat ettiğinde, 7’si, 40’ ı, 52’ si yapılırdı. Cumalara gidiyordum. Orucumu tutup teravihleri aksatmıyordum. “Zaten 11 ay günah içindeydim, bari 1 ayım ibadette olsun.” diye tuhaf bir savunma mekanizmam vardı.

Bir süre sonra ki bu süre yıllar aldı, kafamı kaldırmaya karar vermiştim. Kafamı NEDEN kaldırmaya karar verdiğimi imkân olursa ayrı bir yazı ile ayrıca anlatacağım. Küçüklüğüm aklıma gelmişti. Her ne olursa olsun araştırma huyum vardı. Sorgulayabiliyordum. Sadece din bunun dışında idi. Peki ya sebep? Acaba dini araştırmadığım için böyle sapkın yaşıyor olabilir miydim? Dinimi doğru yaşamıyor olmamın bir diğer sebebi dini pratiklerdeki “ALENİ ÇELİŞKİLER” i araştırmamış olmam olabilir miydi? Mezhepler, ibadette farklılıklar, bidatlar, vesaireler vesaireler…. Eğer doğru araştırıp okuyarak “GERÇEĞE” ulaşırsam bu çelişkilerden kurtulabilir ve sonsuz huzura erebilirdim. Doğru Müslüman olacaktım, ötesi var mı?

Benim gibi düşünen birisi daha vardı ki bu düşünceleri onu ölüme götürmüştü: KONCA KURİŞ. Kadıncağız yalın İslam’a ulaşmak için sünnet ve Kuran rehberliğinin baz alınması gerektiğini söylediği için öldürülmüştü.

Peki ya Turan DURSUN? Neden bu adam bir din alimi iken hararetli bir ateiste dönüşmüştü? Bahriye ÜÇOK neden öldürülmüştü? İlhan ARSEL neler söylüyordu böyle? Ya Arif TEKİN? Ya Yaşar Nuri ÖZTÜRK? Fetullah? Beyaz Hoca? Aczimendiler? O cular? Bu cular? Neler oluyordu?

Tüm ülke uyuyordu. MATRIX’ i yaşıyorduk adeta. Bir bilinmezi yaşıyor ve ona inanıyorduk. Dini kim doğru yaşıyordu? Neden bu kadar fraksiyon vardı?

Araştırmalıydım. Ne pahasına mal olacaksa olsun öğrenmeliydim. İlk iş Türkçe Kuran tefsirleri ve meallerine başladım. Arkasından Kütüb-i Sitte, Siyer araştırmalarım. Tirmizi, Buhari, Müslim ve diğerleri….. İmamı Azam, İmamı şafi…. Emeviler, Abbasiler, 4 halife dönemi… Peygamberlerin hayatı…. Sümerler… Mısırlılar…. Mu uygarlığı….Babilliler… Atonun dini… Yahudiler… Hristiyanlar… Eski ahit ve yeni ahit…. Pavlus ve barnabas…El-ilah….Thomas PAINE… Deizm… Ateizm… İnternet sınırsız bilgi imkanı bulmuştu. Kaynağı belli olmayan, saçma sapan veri yığınları arasından bilgileri adeta ayıklıyordum. En önemli kıstasım KAYNAK idi. Kaynağı olmayan hiçbir verinin bende hükmü yoktu.

Beynimde bir sürü kavram karmaşası vardı. Her şeyin en başına, çocukluğuma dönmüştüm. Bir gâvur vardı. Beynimi yıkamaya çalışan bir ajan gâvur… Carl SAGAN…

Çocukluğumda ket vurduğum, silmeye çalıştığım o belgeselleri internette tekrar buldum. İzledim… Ortada bariz bir karmaşa vardı. Kandıranlar ve kandırılanlar vardı. SAGAN doğruları söylüyordu. Birileri beni fena “Keklemişti”. Sadece beni değil, insanlığı keklemişti. Amaçları yönetmek, kazanmak ve hükmetmek idi. Eski çağlarda orta doğuda çıkan inançlar evrilmiş evrilmiş, fraksiyonlara ayrılmış ve dünyayı adeta bilimden uzak süngere çevirmişti. Sözde tanrılar ile konuşanlara, yaratıcı sayısız kendini hibe eden kadınlar-kızlar vermişti. Denizleri ikiye ayırıyorlardı, mucizelerin dibine vuruyorlardı. Bu dünyada çektiğiniz sıkıntıların önemi yoktu. Ölürseniz nasıl olsa huriler, süt ve şarap ırmakları vardı. Sonsuz seks ve sonsuz zevk. Turan DURSUN, Carl SAGAN, Thomas PAINE…. Aslında doğruları söylüyorlardı. Sadece Turan DURSUN’ un mantığı benimle örtüşmüyordu. Thomas PAINE daha yakındı. Bir yaratıcı olmalı idi. Bunu mantığım zaten bana söylüyordu. Evren bunu söylüyordu.

Kafamda ve beynimde yalnızdım. Konuyu biraz açmaya kalksam tepkiler alıyordum. Sanırım bende zihinsel bir sorun vardı. Şüphesiz zalimlerdendim. Apaçık sunulan kanıtlara rağmen inanmıyordum. Yok olması gereken bir yaratılış artığı idim. İnsanlara ibret olması için yaratılmış ucubelerdendim. Herkes inanıyordu. Herkes doğru yaşıyordu. Ben ise arızalı idim.

Bu durumu da atlattım. Kendi inancımı kendi içimde yaşıyordum. Varsın millet ne düşünürse düşünsün durumunda idim. Aradan çok zaman geçmişti.

Derken internette boş boş bakındığım bir gün ilginç bir bloğa denk geldim. Yalnız değildim. Birçokları vardı benim gibi düşünen. İnanamıyordum.

Ve bu kişilerden bir tanesi…. Admin Panpa… Mizahi dili ile adeta düşüncelerime tercüman olmuştu bu arkadaş. Blog’ undaki yazılarından ziyade yorumlara bakmayı tercih ediyordum. Benim gibi düşünen çokları vardı. Bu vatandaş daha sonra Blog’ unu kapattı ve yeni bir site açtı. “DİN VE MİTOLOJİ”. Sonrası mı? İşte buradayım.

Bu yazıyı okuyarak bana “Deli, ajan, gavur, mürtet, kandırılmış, sapmış, zalim….vs” gibi yakıştırmalar ile yorum yaparak zamanınızı heba etmeyin. Bana yorum yaparak hakaret edeceğiniz süreyi Kuranı ve Dinleri araştırmaya ayırın. İyi insan olun. Eğer şu an yaşadığınız dinin Hz. Muhammed zamanında yaşanılan İslam olduğunu söylerseniz inanın ayvayı yemiş durumdasınız ki sizi kimse kurtaramaz. O dönem ki İslam ile şu an yaşanılan İslam tamamen farklı. İstediğiniz İslam âlimine sorun. Şunu da düşünün. Evreni, galaksileri, yıldızları ve gezegenleri yaratıp bir düzene koyan, âlemleri yaratıp koordine eden bir yaratıcı, kalkıp kadınlara :” kendinizi elçime hibe edin” der mi? İlhan ARSEL kitaplarına bir göz atın derim. Sonra tartışalım.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

KANIT EKSİKLİĞİ VE ATEİZM

Ateist olmak, Ateist olmanın sebepleri, ateizm, din, A, Ateist olma nedenleri, Ateist olmak, Tanrıya dair kanıt eksikliği, Ateizm varsayımı, Ateizm olasılık hukuku, din ve mitoloji, Allah var mı?,
İnsanların Ateist olmasının çeşitli sebepleri vardır, bu sebeplerden biri de "KANIT EKSİKLİĞİ"dir.

Olasılık Hukuku
“Bir şeye yetersiz delile dayanarak inanmak, herkes için, her zaman ve her yerde yanlıştır.
WK Clifford (1879)

Birçok kişi ateisttir, çünkü Tanrı'nın varlığı için hiçbir kanıt bulunmadığını düşünmektedir - ya da en azından güvenilir bir kanıt yoktur. Bir kişinin yalnızca iyi kanıtları olan şeylere inanması gerektiğini savunurlar.
Bir filozofun ateizm varsayımından hareket ettiği söyleyebilir.

Ateizm varsayımı
Bu, Tanrı'nın var olup olmadığı tartışmasına nereden başlanacağı ile ilgili bir tartışmadır.
Bu varsayım, Tanrı'nın var olmadığını varsayarak, Tanrının var olduğunun ispatlanmasının Tanrı'ya inananlara yüklenmiş olduğunu söyler.

Bu konuda bir yazı yazan filozof Anthony Flew şöyle demiştir:
"Eğer bir Tanrı'nın var olduğu tespit edilirse, bunun gerçekten olduğuna inanmak için iyi gerekçelere sahip olmalıyız."
Bazı gerekçeler üretilene kadar, inanmak için tam anlamıyla hiçbir sebebimiz yoktur; ve bu durumda, makul duruş yalnızca olumsuz ateist ya da agnostik olmaktır. 
Dolayısıyla ispatın onayı önerme üzerinde durmak zorundadır.

Yazan: Anu

DİN, DEVLET VE TOPLUM

din, DP, Kaos savı, Dinlerin kaos görüşünüden beslenmesi, Din ve kaos, Medya ve siyasetin dini kullanması, Din ve devlet, Devletin dini olmaz, Şeriat, Din kullanışlıdır, din ve mitoloji,
Prof. Dr. Celal ŞENGÖR, 2014 yılında katıldığı bir söyleşide (Bu sunumunun youtube de video’su var, isteyen açıp izleyebilir.), din faktörünün işlevlerinden bahsetmişti. Bu işlevlerinden ilki “İZAH İŞLEVİ” diğeri de “DÜZENLEME İŞLEVİ” idi. Hocamızın bu sunumunun çok fazla detayına girmek istemiyorum ki olası yanlış aktarımlara yol açmamak için. Sunumu izleyerek gerekli çıkarımları siz de yapabilirsiniz.

Yüzeysel olarak detaylandıracak olursak, bu işlevlerden ilki olan İzah İşlevi sayesinde insan veya insan toplulukları, doğaüstü olarak nitelendirdiği ki aslında doğal olan ve günümüz koşulları ile açıklanabilen olayları tanımlama ihtiyacını gidermiştir. Düzenleme İşlevi ile de sosyal ilişki, hukuk, ticaret vb. konularda oluşabilecek sorunlara karşı ortak bilinç ihtiyacı giderilmiştir.

Din, insanlara bir gereklilik olarak algılatılmıştır. Hatta dine inanmayan bazı çevreler dahi şiddetle dini savunmuşlardır. Sebep olarak da oluşabilecek sosyal, kültürel, ahlaki, maddi ve manevi çöküntüleri ve oluşabilecek kopuklukları örnek vermişlerdir. Onlara göre Din olmaz ise dünyayı bir kaos beklemektedir. Bu sav, yani KAOS savı çoğu görüş ve düşünce de kendine yer edinir. Örnek vermek gerekirse: “UFO’lar yani uzaylılar var ama açıklamıyorlar. Açıklarlar ise Kaos olur. Dinler, inançlar her şey çöker. Bu istenmiyor o yüzden açıklanmıyor.” ya da “ Aslında vatikan da saklanan bir incil varmış, o incilde Hz. Muhammed yazıyormuş Açıklanırsa Hristiyanlık çöker, Kaos olur diye açıklamıyorlarmış.” Bir diğer örnek: “ Ne demek hadis ve sünnet islam da yok? Olur mu öyle şey. Hadis ve sünnet olmazsa biz nasıl dinimizi anlayacağız? Kuranı nasıl anlayacağız? Olur mu öyle şey. Kaos çıkar vallahi ve de tillahi”

Kısacası KAOS, hemen herkesin diline adeta pelesenk oldu. O olmazsa kaos olur, bu olmazsa kaos olur. Nedir bu meşhur kaos? Hemen tanımlara bir göz atalım:
  • Evrenin düzene girmeden önce içinde bulunduğu, biçimden ve düzenden yoksun, uyumsuz ve karmakarışık olan durumu.
  • Mec.
Kargaşa, karışıklık.
Peki ya gerçekler? Neden gerçekler tu kaka ilan ediliyor? İnsanların bilmeye, öğrenmeye hakkı yok mu? İnsanları hep neden kaos ile korkutuyoruz?

Mevcut durumu biraz tahlil etmeye çalışalım. Ortadoğu’da kaos olmadığını söyleyebilir misiniz? Filistin? Arakan? Hindistan? Afrika? Asya tarafındaki eski Sovyet ülkeleri? Ah pardon atlamayalım. Ortadoğu ve İslam coğrafyasındaki kaos ve karışıklık ortamının sebebi İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve bir grup Avrupa ülkesi daha. Masonlar, İlluminati, FETÖ gibi örgütlenmeler, IŞID (Neyse terminolojiyi bozmayıp DEAŞ’ ta diyebiliriz) ve benzerleri.

Ülkemizdeki karışıklığın sebebi dahi hep bu “dış güçlere” bağlanıyor. “Amerika şeytan uşağı, Yahudiler İslam düşmanı, Almalar ırkçı, Fransızlar sömürgeci, Ruslar komünist, kısacası tüm dünya karşımızda bizim. Ancak her nasılsa bunlar madem kötü ve bizim kötülüğümüz için uğraşıyor, neden tüm ortaklık ve anlaşmalarımız bu ülkeler ile? Ülkemizde sağcı, sol ve hatta muhafazakâr iktidarlar döneminde ve halen İsrail ile aramız hep güzel (birkaç göstermelik gerginlik dışında). Amerika kutsal müttefik. Almanya ikinci Türkiye. Ne zaman birileri ile aramız bozulsa şu sesler hep mevcut :” Onlar birbirlerinin dostları, Türk’e Türk’ten başka dost yok, Amerikalılar misyonerlik yapıp gençlerimizi bozuyor vs. vs.” Hep bir savunma içerisindeyiz. Hep onlar ve biz kavramı var.

İşimize gelince dost ve müttefik oluyorlar, işimize gelmeyince tu kaka. Burada ana belirleyici faktörün hep din olduğu söylenir. Ancak değil. Açıkçası uluslararası ilişkilerde –bizim liderler dahil- din faktörünü hiç düşünülmez. Çıkarlardır önemli olan. Eğer çıkarınız var ise İsrail’ le de ortak olursunuz, Amerika ile de müttefik olursunuz, Şeytan ile de dost olursunuz. Yeter ki çıkarlar uyuşsun. Ancak bu hususu halka anlatamazsınız. Medya ya zaten anlatamazsınız ki onlar maaşlarını kim veriyor ise onun ağzından konuşur ve yazarlar. O yüzden bu ülke de basın özgürlüğü olmadığı doğru. Ancak bu özgürlüğü kısıtlayanlar mevcut iktidarlardan daha çok medya patronlarıdır. Kazanmak istiyorsanız onların dilinden konuşacaksınız.

İş olayları halka anlatmaya geldiğinde varsayalım Rusya ile aramız bozulmalı ise yapılacak şey basittir. “Onlar Müslümanlara zulüm ediyorlar…” görün bakın neler oluyor ülkede. Ancak iyi geçinmemiz gerekiyor ise “Rusya’da bir camimizi daha hayırlısı ile açıyoruz…..”

Amerika ile iyi geçineceksek ki zaten kötü geçinmemiz düşünülemez, Sam amca nın ağızından konuşmamız kâfi. Gerçi tüm iktidar sahiplerinin akraba ve kendileri onların okullarından mezun o da başka bir ironi. Hatta darbe yapmaya kalkışan Pennsylvania’ nın ağlak imamı dahi orada yaşıyor. Neymiş? Hicretteymiş. Sağlık sorunları imiş. Yersen…. İster sağ, ister sol ister muhafazakâr, bir defa Amerika ve İsrail in tornasından geçmek zorunda. Yoksa o koltuk bir hayalden öteye geçemez.

Demek ki neymiş? Din belirleyici faktör değil. Bunu bir defa kenara koyalım. Çıkarlar mı uluslararası ilişkiyi belirliyor? Evet. İsterse satanist olsunlar. O halde kalkıp “Devletin dini olmaz mı? Dinsiz devlet olur mu? Din olmadan Devlet kurulmaz.” Laflarını bir kenara atalım. Bu iş sadece kendi vatandaşlarınızı uyutmak için var. Tüm dünya da iş böyle yürüyor. Asıl olan çıkarlar. İktidar eğer halkın dininden ise burada sorun elbette olmaz. Kişinin dini olur veya olmaz. Bu kişisel özgürlüktür. Bir cumhurbaşkanının, Başbakanın, Kralın, Devlet Başkanının elbet dini olabilir ve ya olmayabilir. Bu o kişiyi bağlar. Yeter ki herkes kendi inancını kendisi için yaşasın. Başkalarının inanç alanına müdahale etmesin. Dolayısı ile iktidarın DİN’Lİ veya DİNSİZ olmasının çok önemi yoktur. Önemli olan liyakat esasına dayalı, işin tanımlanmış gereğini yapan, ulusal çıkar ve kırmızıçizgileri savunan ilerici, insan ve CANLI haklarına saygı gösteren, çoğunluğun olduğu kadar azınlığında sesi olabilen demokrat bir yapı olsun.

DEVLET YÖNETİMİNDEN VE EĞİTİM SİSTEMİNDEN DİN ÇIKARSA KASO OLUR FİKRİ TÜMDEN YANLIŞ VE AKIL DIŞIDIR. Neden tüm idarecilerimiz, yöneticilerimiz ve ister iktidar ister muhalefet olsun ana iskelet kadrolar oranın okullarında “Hristiyan ve Ateist” hocalardan ders alıyor? Neden o “Hristiyan ve Ateist” okullardan mezun oluyorlar? Onlar batıl değil mi? Onların ilmi ŞEYTAN İLMİ değil mi? Onların ekonomi okulları ve ekonomik fikirleri YAHUDİLİKTEN VE KABBALA’ dan alınma değil mi? Evet? Cevapları alalım? İmam Hatipler bu ülkenin kurtuluşu ise neden kendi çoğunluğunuz ve evlatlarınız bu kutsal ilimden geçmedi? Bir kısım sol kanat ta kusura bakmasın, ALEVİLİK denen uydurulmuş antik Anadolu dinini de insanlara çözüm ve alternatif olarak sunmayın. Evet, uydurulmuş dinlere ve düşüncelere karşıyız derken siz de bu kapsamın içerisindesiniz. Alevilik bu coğrafya da ağır sınavlardan geçti. Katliamlar ve çığlıklar Anadolu topraklarını inletti. Maraş, Çorum ve Madımak elbette unutulmadı. Ancak bu durum Alevilik inancının da uydurulmuş olduğu gerçeğini değiştirmez. İstediği kadar demokratik veya canlı odaklı olsun.

Yazının başında söylediğimiz üzere eğer ülke yönetiminde din faktörü devreden çıkarsa, yani kıstas olmaktan çıkarsa ne olur? Kaos olur mu? Kısa ve net olarak HAYIR. Litvanya’ya Finlandiya’ya, İsveç’e, Çekya’ ya, Hollanda’ya, İsviçre’ye Kanada’ya, Japonya’ya bir bakın. Kimse kalkıp Avrupa’nın Hristiyan Demokrat Partilerini örnek vermesin onlarda kendi ülkelerinin demokrat muhafazakâr OYLARINI almak için varlar.

Kısacası Kaos çıkar teoremini kafamızdan atalım. Peki, DİN olgusu devlet yönetiminden çıkarılır ise ne olur? İşte buna LAİK’ lik denir. Kişinin dini olabilir veya olmayabilir. Ama Devletin dini olmaz.

“Kuran-ı Kerim zaten Laikliği savunuyor sayın yazar. Bağnaz Arapların Kuran ve çağ dışı şeriatını bize örnek verme. Dinimiz en güzel en demokratik yönetim şeklini bizlere öğüt veriyor. Araplar Kuranda bahsedilen insan haklarını ve ayetleri düzgün uygulamıyorlar ise bu onların sorunu. Burada abuk sabuk bilgiler verip milletin aklını bulandırma!” diye suçlamada bulunmadan önce, Kuran-ı Kerim’i ANLAYARAK, ÖZÜMSEYEREK ve SORGULAYARAK okumanızı tavsiye ederim. Yukarıda yazdığım şekilde bana suçlama yapan adam hayatında bir defa Kuran okumamış, ayetlerden bihaber, hadislere hiç göz atmamış (Kütüb-i Sitte), üretilmiş bir dine inanıyordur. Yok, illa Kuran-Sünnet-Hadis üçlemesini esas alan Şeriat istiyoruz diyorsanız ve bu sistemin sizi ileriye götüreceğini inanıyorsanız önünüzde somut örnek var. Bakın bakalım IŞID (ya da DAEŞ bende karıştırdım artık) hangi sistem ile yönetiliyor/-du. Neyi temel alıyor/-du. Osmanlı’ yı sakın ha örnek vermeyin. Bırakın şeriatı, Osmanlı zaten Kuran hükümlerinin dışında bir sistem ile yönetiliyordu ki bunu seçme ilahiyatçılar ve din âlimleri bile itiraf ediyor. Osmanlı’nın yönetim sistemi tümden Kuran ve Sünnet dışı idi.

Şimdi… “Devlet’te ve Eğitim’de din çıkarsa ne olur?” sorusuna cevabı bir nebze olsun bulduk. Bir şey olmaz.

Ya toplumun dini? Topluma eğer din faktörünü çimento vazifesi gören bir unsur olarak tanıtır ve öğretirseniz, o toplumun çökmesi an meselesidir. Çünkü bu sistem, diğer inançları veya “inançsızları” yabancı virüs olarak algılayacak, herkes bir diğerini düşman görecektir. Kısacası bu sistemin yanlış olduğunu anlamak için halk arasındaki tabir ile “âlim” olmaya gerek yoktur. İrlanda örneği önümüzde duruyor. Ülkemizde yaşanan mezhep ve tarikat çatışmaları önümüzde duruyor. İsmailağa cemaati bile kendi içlerindeki hizipleşmeler nedeni ile umre de birbirlerini nasıl sopaladılar hepimiz gördük. Fatih Medreseleri ile Kıyam-Der üyeleri birbirlerine nasıl saldırdılar Mekke de şahit olduk.

Gelelim finale. Ya bireyin dini olmaz ise ne olur? “Aman tövbe de. Tövbe haşa estağfurullah. Kalp gözün kapanmış senin, Allah ıslah etsin, sana dedik o kadar derine inme diye. Git iyi bir hocaya okut kendini. Cin min musallat olmuştur sana. Allah sana hidayet versin ne diyeyim!” temennilerinizi bir kenara koyalım. Bireyin dini olmaz ise de bir şey olmaz. Bu bireyin kendisini ilgilendirir. Onun kendi hür kararıdır. İster Müslüman olur, ister Hristiyan, ister Yahudi, ister Teist, ister Agnostik, ister Deist, ,ister Ateist, ister bilmem ne-ist. Bu birey toplumca kabul görmüş iş ve hayatının getirdiği sosyal sorumluluklarını yerine getiriyor mu? Ülkesinin değer yargılarına koşulsuz biat ediyor mu? Siz buna bakacaksınız.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki, Devletin, Toplumun ve Bireyin dini olmaz ise bir şey olmaz. Kaos olmaz. Karışıklık Çıkmaz. Ahlaki yozlaşma ve çöküntü yaşanmaz. Hırsızlık ve Cinayet olayları artmaz. Bunların tamamı insani kavramlardır. Kötü şeyler yapacak insanı Din dizginlemez veya engellemez.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

KARTACA'LILAR ÇOCUKLARINI TANRIYA KURBAN EDİYOR MUYDU?

Baal Hammon, Pön mitolojisi, Kartaca mitolojisi, Bebeklerini eden Kartacalılar, Çocuklarını kurban eden Kartacalılar, din ve mitoloji, hristiyanlık, Yeremya, Tesniye, din, Tophet mezarlığı, İncil,
İncil'e (Yeremya 19:5 ve Tesniye 12:31) konu olan Kartacalılar, inançları gereği çocuklarını Tanrıları için kurban ediyorlar mıydı? (Söylemeden edemeyeceğim fakat, görüldüğü üzere tıpkı diğer Kutsal sayılan din kitapları gibi İncil'de insan yazması olduğunu belli etmektedir. Çünkü aşağıda okudukça da göreceğiniz gibi din kitapları sadece çevrelerinde olan-görülen konuları ele almaktadır. Kutsal kitaplarında çevrelerinde görülmeyen objelere yer verilmez)

İncil'e göre, Molech ve Baal gibi Kenanlı Tanrılar için ibadet merkezleri, mürtet olarak isimlendirilen krallar tarafından Yahuda ve İsrail'de kuruldu. Çocuk kurbanını, Kudüs'ün hemen dışındaki Hinnom Vadisinde uygulanıyordu. Kenan uygarlığı büyük oranda İsrail topraklarından sürülmesine rağmen, başka yerlere göç etti, yüzyıllarca geliştiği Kuzey Afrika'nın Akdeniz kıyılarında koloniler kurdular. Bunlardan en önemlileri günümüz Tunus'undaki Kartaca kolonisi idi. Şehir devleti o kadar güçlü oldu ki, bir zamanlar Roma İmparatorluğuna bile rakipti. Kartaca'lılar çocuk kurban etme konusundaki acımasız tercihlerini beraberlerinde getirmişlerdi.

M.Ö. 4. yüzyılda yazan Yunan tarihçi Cleitarchus, Kartaca uygulamasından şöyle bahsediyor: "Ortalarında bronz bir Kronos heykeli duruyor, elleri bronz bir mermer üzerine uzanıyor ve alevler çocuğu içine çekiyor. Alevler vücuda düştüğünde uzuvlar kasılır ve açık ağız sözleşmeli gövde sessizce mangalın içine kayana kadar gülüyor gibi görünür. Böylece, 'sırıtış', gülmekten öldüklerinden dolayı, 'sardunya kahkahası' olarak bilinir . "(Trans Paul G. Mosca)" Kronos ", Carthage'ın Tanrılarının başı olan Baal Hammon için bölgesel bir addır.

Diodorus Siculus adlı bir diğer Yunan tarihçi, düşüşün ardından yüz yıldan daha kısa bir sürede yazıyordu Carthage, vatandaşının hesabını doğruluyor. " Kentlerinde, ellerini, avuçlarını uzatan ve yere eğimli Bronz bir görüntü vardı, böylece çocukların her biri yere yuvarlanıp ateşle dolu bir çukura dönüştü. ”

Ünlü Yunan tarihçi Plutarch, "Kartaca'lılar tamamen bilerek ve kendileri isteyerek kendi çocuklarını teklif ediyor, çocuğu olmayanlar ise fakir olanların teklif ettiği çocuklardan küçük olanlardan alıp boğazlarını kesiyorlardı. Bu sırada ise annenin tek bir yakarış veya çığlık atmadan durması gerekirdi. Annenin gözünden bu sırada tek bir yaş bile düşse, parasını kaybettiği gibi hemde çocuğunu feda etmiş olurdu. Bu sırada heykelin önündeki dolambaçlı alanda çığlıklar dolup taşardı fakat yakınındaki davul sesleri halkın bu çığlıkları duymasını engellerdi çünkü bu sesler halkın kulağına gitmemeliydi.”

1921'de Fransız arkeologlar antik kentin bir kısmını kazdılar. Bir site alanı eski bir mezarlık gibi görünüyordu. Sitede yüzlerce mezar göstergesi vardı. Her birinin altında, insan bebeklerinin ve hayvanlarının (insanların bebeklerinin ve hayvanlarının yakılmış kalıntılarını içeren) bir kil kabı vardı (bazen tek bir işaret altında birbiri üstüne yedi kap bulunmuştur). Zeytin odun kömürü yönünden zengindi ve uzun süredir bu alanda ateşlerin yakıldığına işaret ediyordu.

Arkeologlar burayı, Yeremya 7: 31'deki Kudüs'teki çocuk kurbanı yeri için İbranice olarak verilen isimle "Tophet" olarak adlandırdılar. Zamanla daha çok sayıda Tophet mezarlığı keşfedildi.

Hayvanların insan bebekleri ile birlikte gömülmüş olması, bunun çocuklara yönelik normal bir mezarlık olmadığını öne seriyordu. Bir hayvanın kalıntılarını içeren bir kavanozda, hayvanın bir "bedel" olduğunu gösteren bir yazıt vardı. Bu, "Tophet" in İncil, Yunan ve Roma tarihçileri tarafından da iddia edildiği gibi yakılarak kurban edildiğini kanıtlıyordu.

Araştırmacıların buldukları bebeklerin% 67'sinin 1 ile 2 aylık arasında olduğunu ve bebeklerin daha uzun yaşayan bebeklere oranla çok düşük olduğunu gösteriyordu. Bu bulgular belirli bir yaş grubunun bilinçli olarak seçildiğini ve bunların doğal nedenlerle ölmediğini kuvvetle önermektedir.

Kartaca'lılar gerçekten de çocuklarını feda ederlerdi fakat bunlar cinsiyet odaklı değildi, yani özel bir cinsiyet seçimi yoktu, kız-erkek ve hayvanlardan seçilenleri kurban ediyorlardı. İnsan kurban edilmesi antik çağlarda birçok kültür arasında yaygınlaşmış da olsa bebek kurban edilmesi Kartaca uygarlığının dışında nispeten bilinmiyordu. Bebeklerin kasıtlı olarak öldürülmesi, Kartaca dini için belirgin bir özellikti.

Yazan: Anu