HABERLER
Dini Haber
din ve mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din ve mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YILAN VE DİN

MT, din, islamiyet, Yılan ve din, Dinlerde yılan, Dinlerde ateş, İslamiyet ile Zerdüştlük, İslamiyette yılan neden kötü, Kureyş Arapları Zerdüşt'ü düşman görüyor, din ve mitoloji, Tek tanrılı dinlerin yaşattıkları,
Yeryüzünde bulunan tüm medeniyetlerde yılan hep bilime ışık tutmuştur.
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" çok saçma!
Sen yılana dokunma o sana dokunmaz !

Yılan; Asya'dan Hint boylarına, Mezopotamya dan Avrupa'ya özellikle bir çok inanca mistik bilgiyi taşımış ve hala felsefesi mistik sayılır.

Bildiğimiz üzere yılan, İslam dininde bir tür düşmandır. Bu temelde din bilime düşmandır anlamı çıkardım. Fakat yılanın yeryüzünün önemli bir hayvanı olduğunu ifade ederek şunları belirtmek isterim:

Nereden geliyor Arapların yılan düşmanlığı?
Sözde mağarada saklanırken Muhammedi görmek-öldürmek istemiş yanındaki de onu korumuş, tüm delikleri kapatmış son deliği de ayağı ile kapatmış, yaw he he bizde yedik!
Tüm mistik bilgilerini Zerdüşt felsefesinden ç-alan Arap kabilesi, en önemli insani konuları yasaklayarak, insanlık için önemli olan etkenleri düşman ilan etmiş, Tıpkı yılanı düşman gösterdiği gibi.


Çünkü yılan; Zerdüşt'ün mağarada kaldığı 10 yılda ona yoldaşlık etmiş, Kartal ile birlikte (mitoloji).
Kureyşli Araplar ise yılanı düşman gösterirken, Zerdüşt'ün mağaradaki mistik bilgilerini, 40 günde aldığını sanır, (Hira mağarası 40 gün ve ilk vahiy). 10 yılını insanlık için, yılan ve kartal ile birlikte sürdüren Zerdüşt'ün yapmaya çalıştığını Kureyş kabilesi 40 güne indirgeyerek çözeceğini sanması o medeniyete ihanettir.

Ayrıca ilk vahiy falan hepsi ayni hikaye, Zerdüşt'ün yaşamış olduğu mistik bilgiler M.Ö. 10 bin yılına kadar gider (Göbekli taş örneği).

Ateşte aynı şekilde yılan gibi kötü gösterilse de ateşin kutsallığı, ışık, özgürlük, bilgi, pozitif enerjinin sembolüdür. Bu kadar karalama bir şeylerin yeniden ortaya çıkmasına engel olmak için olmuş olmasın, yani hırsızlıkların ortaya çıkma ihtimali.

Bugün dünyanın sağlık Amblemi yılan sembolüdür.
Arapların yılanı yasaklamasında ki niyet ve etken insanların ve insanlığın bilgi sahibi olmasına engel içindir. Yani yılan bilgidir.

Yılan felsefesini yasaklayan bilgi düşmanıdır, bugünkü cehaletin bütün kaynakları, haram helal etkenleri ile insanların bilgiye ulaşmasını engellemektir. Resmen insanlıkla dalga geçiyorlar.
Batı medeniyetini Arap cehaletine yönlendirenler insanlığın düşmanıdır.
Arap kabile önderinin vardığı ve yapmak istediği kendi bireysel çıkarı için olsa da gerçeği ve tarihi karalamaktır amaç. İnsanlığın gerçeğinden uzaklaşması için uydurulan ve neredeyse tamamını Zerdüşt kültüründen, bazılarını da Mısır firavunlarından ç-alanlar bunu Tanrı'ya mal etmeye çalışsalar da yer yüzünün en barbar kültürlerinden birini İnsanlığa yaşatıyorlar.

Çok uzatmadan kısaca toparlayalım, Kureyşli Arapların tüm mistik bilgilerini Mezopotamya'nın kadim kültüründen ç-alarak kendi kabile anlayışına göre dizayn etmeye çalışırken insanlığı ayaklar altına almış olduğunu ifade etmek isterim.

Bir başka etkende o kadim kültürdeki bilginin, mistizm, ışığın, ruhsal, sosyal, felsefik, antropolojik, serüvenin yaşanmasını sağlayan sembolik tüm soyut ve somut işaretleri ya düşman ilan etti, yada insanların ulaşmasını engelleyen metotlar üretti.

50 bin yıllık insanlık tarihinde bu dinlerin (tüm tek tanrılı dinler) yaşattığı acı, savaş, körlük, ihanet, rezalet, ahlaksızlık, kadına zulüm, insanlığa zulüm, bilgi düşmanlığı ve daha bir çok acı gerçek.

Yani insanlığın en iğrenç donemi bu tek tanrılı dinlerin oluşması ( yaklaşık 3 bin yıl) ile yaşanmıştır. insanlık tarihinin (50 bin yıl) yaklaşık yüzde 98 i insani geçerken, bu tek tanrılı dinlerin insanlığa yaşattığı en iğrenç dilim "% 2'lik" bölümüdür.

Son olarak, bu kadar cehaletin artık gereksiz olduğunu belirterek tüm insanlık için oluşacak düzene geçerken, dinler ya insanlık adına kendine çeki düzen verir yada bu yeni düzenin altında can verir (ki can veriyorlar, her gün binlerce insan dinlerin uydurma olduğunu anlayarak dinlerini terk ediyorlar).

Yazan: Metin T.

NEFİLİM'LER VE DİN ODAKLI BİLİMİN RİYAKARLIĞI

GF, din, Nefilim, Neter, Sümer tabletlerindeki gözcüler, Tevratta nefilimler, İbrani mitolojisi, Krallar ve üstün yaratık nefilimler, yahudilik, Ölü Deniz Yazmaları, Enoch, din ve mitoloji,
İbrani mitolojisinde "Nefilim" , Mısır mitolojisinde "Neter" olarak adlandırılan ve ilk kez Sümer tabletlerinde karşımıza çıkan ve bir çok kültürde ortak anlatıya sahip olan bu "Gözcüler" gerçekten birer mit mi yoksa zamanın geçmiş dilimlerinde dünyayı ziyaret etmiş dünya dışı akıllı yaşam formları mı ?

Eski İbrani metinleri ve Tevratta bi kaç yerde onlara Nefilim deniyor , eski Mısır'da Neter , Sümer tabletlerinde ise Anunnakiler olarak karşımıza çıkıyorlar ve bir çok dilde ki anlamları aynı yani "Gözcüler".
Sümer sözcüğünün anlamı da zaten "Gözcülerin Ülkesi" dir.
Tüm eski kültürlerde ve mitlerde başrol Nefilim'lere aittir. Eski diller uzmanları , eski uygarlıkların kültürlerinde ve söylencelerinde kilit rol oynayan bu esrarengiz imgelerin neredeyse tüm eski dillerde "Gözcüler" olarak isimlendirildiklerini söylüyorlar.

Beş bin yıl öncesi yani geç neolitik dönem uygarlıklarının literatürlerine girmiş bu Gözcüler kimlerdir yada nedir , neyi yada kimleri gözlüyorlar ?
Tüm bunlar antik çağ insanının hayal güçlerinin birer ürünü mü , yoksa gerçekten , bugün anıları silinmeye yüz tutmuş , haklarında kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz birileri atalarımızla içiçe bu dünyada yaşadılar mı ?

Hepimiz biliriz ki , bilginin yetersiz olduğu yada bir şekilde üzerinin örtüldüğü durumlarda spekülasyonların önüne geçmek mümkün değildir. Bilimsel yöntem , bilimsel şüphecilik ve somut bulgu - belge - delillerden başka şeylere itibar etmemek elbette en doğru ve en akılcı yaklaşımdır. Fakat aynı şüpheciliği şuan sahip olduğumuzu sandığımız alanlara da uygulamak gerekir . Bilim eğer gerçekten gerçeği aramak ve bilgiye ulaşmak gayesi taşıyor ise bu bizim bilimsel otokrasiye de karşı tavır almamızı gerektirir. Din odaklı bilimciler ve akademiler çoğu zaman bilimsel bürokrasinin bağlayıcı etkisinden dolayı , yeni , çığır açacak , ezber bozacak düşüncelere ve bulgulara karşı baştan olumsuz tepki vermeye hazırdırlar her zaman.
Özellikle 21. yüzyılın başlarından beri arkeoloji ve astronomi alanı bu sorunu sıklıkla yaşamaktadır. Sıradışı ve ezbere aykırı düşünceler ve iddialar dışlanıyor ve hatta dışlanmakla kalmayıp , aynı zamanda karalanıp , aşağılanıyor. Özellikle kendilerine bilimsel şüpheci diyen dini çevrelerde. Halbuki tarih uzun ve yavaş işler. Tarihi geniş zaman dilimlerine bölüp incelediğimizde dini çevrelerin büyük baskılarını ve engelleme çabalarını ve bunlara rağmen uzun vadede , sıradışı olarak görülen fikir ve iddiaların hala yaşadığını görürüz.

Nefilim'ler - Neter'ler yani Gözcüler konusu da 20. yüzyılın başlarından beri , bitmeyen tartışma konularından birisidir.


Dogmalarla kısıtlanmayan , açık fikirli insanlar ve araştırmacılar , mitoloji deyip geçtiğimiz anlatıların , bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynısı ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak , bu metinlere ve kaynaklara , daha farklı bir bakış açısıyla bakmamız gerektiğine dikkat çekiyorlar.
Oysa din odaklı bilim çevreleri eski toplumları tamamen çözdüklerine inanıp , mitlerle , gerçek tarihsel olayları birbirine karıştırmayın diyorlar , bunu söylerken de bugünün egemen dinlerinin yörüngesinden çıkamıyorlar.
Bir yandan somut bilgiler dışında hiç bir şeye prim vermemekten bahsederken , bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen dinleriyle sürtüşmekten özenle kaçıyorlar. Eşine az rastlanır bir riyakarlık örneğidir bu !

Nefilim'ler sorunu Antik Çağ Tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin kilit noktalardan biri aslında , felsefecileri , ilahiyatçıları ve dil bilimcileri de bu tartışma içinde düşünebiliriz.

Şimdi gelelim Nefilim'lerin eski metinlerde ki anlatımlarına ;
Tüm Antik Çağ metinlerinde , kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler , geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına , tam olarak tanımlanıp , çözümlenemeyen bir tür başlangıç dönemi yerleştiriyorlar. Bu onların tarihlerinde , yönetimin Tanrılardan insanlara geçtiği bir ara dönemi belgeliyor.
Belirsiz bir başlangıç döneminden beri , Tanrılar tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin , bu ara dönemde Gözcüler adı verilen üstün varlıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Bu Tanrılar - İnsanoğlu ilişkisini Hindu destanları Ramayana ve Mahabbarata'da da açıkça görebiliyoruz. Eski Mısır'da bu Gözcülerin adı Neter'ler. Son olarak Osiris'in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke , belli bir Kral Yaratma Töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neter'ler geri plana çekiliyorlar, sonra da izleri siliniyor.
Bu ilk insan kral , bugün arkeolojinin tartışmasız kabul ettiği Firavun Menes'dir. Mısır kronolojisi hakkında bildiklerimiz iki kaynağa dayanır. Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı Krallar Listesi ve bugün Torino Papirüsü dediğimiz bir yazıt. Bu belgeler birbiriyle uyumlu oldukları için arkeologlar ve ejiptologlar Mısırın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar.
Firavun Menes'le başlayan hanedanlar dönemi alt evrelere ayrılıyor. Eski krallık 1. ara dönem , orta krallık 2. ara dönem (hiksoslar devri) ve yeni krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da kronoloji bu şekildedir. Arkeolojik bulguların da yardımıyla, yeni krallık ve sonrası nerdeyse tamamen tarihlenebilmiş durumdadır zira arkeolojik bulgular Manetho'yu ve Torino Papirüsünü doğruluyor.

Aslında bütün sorun da burada başlıyor çünkü Manetho'nun Listesi ve Torino Papirüsü yalnızca hanedanlar dönemini değil , çok daha öncesini de kronolojik sıraya sokuyor , yalnız burada yöneticiler insanlar değil , Neter'ler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan ve ülkeyi binlerce yıl yöneten üstün varlıklar.

Peki Ejiptologlar ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor ?
Alt paragraflarını tartışmasız şekilde kabul ettikleri ve bulgularla doğrulanan tarihi bir yazıtın , üst paragraflarını ya yok sayıyorlar yada mitolojidir diyerek işin içinden sıyrılıyorlar.
Neden ?
Çünkü hayranlıkla benimsedikleri alt paragraflarda Krallar insan , üst paragraflarda ise ne oldukları tanımlanamayan üstün yaratıklar.
Böylece din odaklı bilim , aynı belge üzerinde işine gelen bölümü olgu diye benimserken , işine gelmeyen , dini inanışlara aykırı gelen bölümleri mitoloji diyerek ayıklıyor.
Buna elbette şaşırmamak gerekir zira Tanrı yada Tanrılar sandıkları şeylerin dünya dışı akıllı yaşam formları olma ihtimali onları ziyadesiyle korkutuyor.

Mezopotamya'da da aynı şeyle karşılaşıyoruz , Layard ve Wooley'in yaptığı araştırmalarda son derece kıymetli kil tabletler ele geçiyor. Bunlar Sümer Krallar Listesi olarak isimlendiriliyor.
Aynı Mısır da olduğu gibi , listenin en üst sırasında yani insan krallardan önce her birisi 10.000 - 15.000 yıl yaşayan krallardan bahsediyor. Mısır'da ki listeden farklı olarak bu kralların yönettikleri ülkenin bu dünyada değil başka bir gezegende hatta başka bir galakside olduğundan ve onların soylarının devamı olanların da bu dünyada yönetici olduklarından bahsediyor. Bu torunlar tufandan önce ülkeyi yönetmişler ve sonrasında insanlığa bırakmışlar. Babil metinleri bu olayı "krallık gökten indiğinde" diyerek tanımlıyor.
Yani bu metinler ve listeler dünyada ki kralları listeledikleri gibi , bu kralların dünyaya gelmeden önce yaşadıkları gezegendeki uygarlıktan ve krallardan da bahsediyor ve bunu bir zan olarak değil gayet açık şekilde aktarıyorlar.
Tüm mezopotamya'da aynı kült var aşağı yukarı ve tufan öncesi ülkeyi yöneten Tanrılar'dan bahsediyor , tek bir Tanrıdan değil.
Bu durumda din odaklı arkeoloji yine Mısır'da yaptığının aynısını yapıyor. Yani Sümer Krallar Listesinin normal insan ömrüne sahip krallarını kabul ediyorlar ve belgenin bu bölümünü somut bilgi sınıfına dahil ediyorlar ama tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan Tanrılar ve onların sonrasında ki ara dönemde , insanlara yönetimin geçişini denetleyen Gözcüleri mantıksız bularak mitoloji sınıfına dahil ediyorlar yani dinlerinin kökenini illa ki metafizik bir tanrıya bağlama çabası ile inkârcılığa ve riyakarlığa başvuruyorlar.


Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrılar" sözcüğünü tek bir "Tanrı" olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı'ya verilen sıfat ve onun genel adı, "Efendi" ya da "Sahip" anlamına gelen "Lord" sözcüğünde somutlaşıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal'dan söz ediyor. "Baal'in sözlük anlamı da "Efendi" ve "Sahip". Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak "Tanrılar" sözcüğünü "Tanrı" olarak tashih eden Tevrat'ın, birkaç yerde bunu unutması. "Elohim" sözcüğü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, "ilahlar"; yani, "çoğul" bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar , arkeologlarsa, sessiz.

Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab'ında "O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı." diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcüğü, İngilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, "yukarıdan aşağıya inmiş olanlar". Yaradılış'taki hikayede "devler'in hiçbir anlamı yok - daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki "araya yanlışlıkla girmiş" gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947'de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları (Kumran yazıtları) bulunduğunda, "Nefilim'in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu ortaya çıkıyor. Bunun yanı sıra, Tevrat'ın din adamlarınca değiştirildiğ de anlaşılıyor. Çünkü M.Ö. 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmış olan kopyası "sahte" sanılan "Hanok'un Kitabı'nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında.
Yaradılış'ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve "Tanrı'yla birlikte yürüdüğü" söylenen Hanok'un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat'tan çıkarılan bu parçaların "Nefilim" sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Hanok'un (Enoch) Kitabı'nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6'nın aynı satırında sözü edilen "..ve Tanrı'nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular." ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran "Tanrı'nın oğulları" ile insanın kızları arasındaki ilişki, Tevrat'ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Hanok'un Kitabı'nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu ortaya çıkıyor.
Evinden, ailesinden ayrılan ve "Tanrı katında" yaşamını sürdüren Hanok, "Gözcülerden" söz ediyor anlatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen "ara halkası" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Hanok'un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sırasında "insan kızları'nı arzuladığı ve bu fikrini diğer "gözcü'lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukarıdan inen") aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında "yasak". Sonuçta bu birleşmeden "melez" çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, "insan kızlarıyla" birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan'la insanları.

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Hanok'un kitabının da, Tevrat'ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar "revize edilerek" yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda "Gözcü'ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz!
Şimdi burada yapılması gereken doğru şey "Mitoloji" deyip konuyu geçiştirmek mi yoksa eski belge ve bulguları , farklı ve alternatif bir bakış açısıyla yeniden inceleyip "Kim bu Gözcüler" diye kendimize ve bilim insanlarına sormak mı ? Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

POTİFAR'IN KARISININ (ZÜLEYHA'NIN) ARKADAŞLARININ YUSUF'UN YAKIŞIKLILIĞINI GÖRÜNCE ELLERİNİ KESMESİ VE KÖKENLERİ

HC, Tevrat, yahudilik, Hz Yusuf,Yusuf peygamber,Züleyha,Potifar,din,Tevrat'ta Yusuf ve Potifar,Tevrat yaradılış,Yusufu görenlerin ellerini kesmesi, din ve mitoloji, Hz Yusuf hikayesi Tevrat'a göre Potifar'ın karısı (Tevrat'ta ismi geçmez) Yusuf;'a takıntılıydı, Yusuf onun kocasının henüz yeni satın aldığı bir köleydi. Biliyorsunuz Potifar'ın karısı Yusuf'u ayartmaya çalıştı ama Yusuf hem Tevrat hem Kuran öyküsüne göre onu reddetti.

Tevrat anlatısına göre bu tutku yani Potifar'ın karısının Yusuf'a karşı olan tutkusu sadece onunla Yusuf'un arasındaydı. Oysaki belli Midraşik anlatılara göre (Midraş =Bizdeki tefsir) Potifar'ın karısı arkadaşlarını yaşadığı yere davet edip onların da bu ''İbrani köleye '' karşı takıntılı bir beğeni içinde olacaklarını kanıtlamak istiyordu.

אמרו רז”ל פעם אחת נתקבצו המצריות ובאו לראות יופיו של יוסף, מה עשתה אשת פוטיפר נטלה אתרוגים ונתנה לכל א’ וא’ מהן ונתנה סכין לכל א’ וא’ וקראה ליוסף והעמידתו לפניהן, כיון שהיו מסתכלו’ ביופיו של יוסף היו חותכות את ידיהן, אמרה להן ומה אתן בשעה אחת כך, אני שבכל שעה רואה אותו עאכ”ו?

Türkçe: ''Anılarına kutsallık olsun hahamlar şöyle dedi: Bir vesileyle Mısırlı kadınlar Yusuf'un yakışıklılığını görmeye Potifar'ın karısının yanına gitti.Peki Potifar'ın karısı o sırada ne yaptı? Onlara yemeleri için kavun ve kavunu kesmeleri için bıçaklar verdi. Sonra Potifar'ın karısı Yusuf'u yanlarına çağırdı. Kadınlar Yusuf'un yakışıklılığını gördüğünde,ellerindeki bıçaklarla ellerini kestiler. Potifar'ın karısı davet ettiği kadınlara şöyle dedi: Siz onu bir kere gördüğünüz halde ellerinizi kesiyorsanız ben onu her gün görüyorken ona vurulmakta haklı değil miyim?''
-Midraş Tanhuma

Bu hikayenin çok az farklı bir versiyonu Yemen orjinli (çıkışlı) Midraş HaGadol'de , orta çağa ait Sefer HaYashar adlı kitapta, başka bir Midraş olan Yalkut Şimoni'de (bu Midraş daha önce olan ama kaybolmuş olan Midraş Abkir'i temel alır) ve başka Yahudi kaynaklarında da yer alır. Hatta biliyorsunuz Kuran'da da öykünün bir versiyonu anlatılmaktadır:

Yusuf Suresi 30: Şehirde bazı kadınlar da "Azizin karısı, delikanlısından murad almaya kalkmış, sevgi yüreğini yakıp kavuruyormuş, görüyoruz ki, kadın çıldırmış besbelli..." dediler.

Yusuf Suresi 31: Azizin karısı, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını işitince, onlara davetçi gönderdi ve onlara mükellef bir sofra hazırladı. Her birine bir bıçak verdi, beri taraftan da Yusuf'a "çık karşılarına" dedi. Görür görmez hepsi onu gözlerinde çok büyüttüler ve (şaşkınlıkla) ellerini kestiler. Dediler ki: "Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, olsa olsa yüce bir melektir."

Yusuf Suresi 32: "İşte" dedi, "bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınız (gençtir). Yemin ederim ki, ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de o, namuslu davrandı. Yine yemin ederim ki, emrimi yerine getirmezse, muhakkak zindana atılacak ve kesinlikle zelillerden(aşağılıklardan) olacaktır"

Çoğu Midraşik öyküde olduğu gibi bu hikaye de Yahudi Kutsal Kitabı'ndaki bir cümle, bir ayet veya bir ifadenin daha iyi anlaşılması ondan dersler çıkarılması için tasarlanmıştır. Peki hangi cümle, hangi ayet veya hangi ifadeden yola çıkarak hahamlar bu hikayeyi yarattılar? Daha önce söylendiği gibi Potifar'ın karısının Yusuf'a tutkusunu arkadaşlarıyla paylaştığına dair Tevrat'tan bir referans bulamıyoruz.

Bu hikayenin Yaratılış 39:14'ün özenle hazırlanmış bir açıklaması ona dayanarak kurgulanan bir betimlemesi olduğu ortaya çıkıyor. Yaratılış 39:14'ün ne dediğine bir bakalım:

39:14: uşaklarını çağırdı. “Bakın şuna!” dedi, “Kocamın getirdiği bu İbrani bizi rezil etti. Yanıma geldi, benimle yatmak istedi. Ben de bağırdım.

Tevrat | Yaratılış 39: 13-14 (Bağlam anlaşılsın diye 13. ayeti de aldım)

39:13: Kadın Yusuf'un giysisini bırakıp kaçtığını görünce, 14 ev halkını ı çağırdı. “Bakın şuna!” dedi, “Kocamın getirdiği bu İbrani bizi rezil etti. Yanımıza geldi, benimle yatmak istedi. Ben de bağırdım.

Bu ayetle ilgili kafada bir soru işareti oluşuyor, ilk olarak: Potifar'ın karısı kime konuşuyor? Çünkü hikayede daha önce olayın yaşandığı günün özel bir gün olduğu ve evde ''Potifar'ın karısı ve Yusuf hariç kimsenin kalmadığı'' yazıyor. (Yaratılış 39:11)

39:11: Bir gün Yusuf olağan işlerini yapmak üzere eve gitti. İçeride ev halkından hiç kimse yoktu.

Evde kimse yoksa Potifar'ın karısı kime bağırıyor olabilir ve başka bir sorun daha var: Neden Potifar'ın karısı ''yanımıza geldi'' ve ''bizi rezil etti'' diyor? (Orjinal İbranice metinde bu ifadeler çoğuldur Türkçe metine bakmayın.) (39:14) Tevrat'ta Majestic ya da Royal ''biz'' ifadesi çok nadir kullanılır. (Biliyorsunuz Kuran'da da Allah kendisi için biz der buna majestic ''biz '' denir) Yani Potifar'ın karısının şunu demesi gerekmiyor muydu? : ''yanıma geldi beni rezil etti'' ama o bunu demiyor.

İşte bu karışıklıktan dolayı eski Tevrat yorumcuları, Tevrat'ın ''biz'' derken Potifar'ın karısı ve arkadaşlarını kastettiğini söylemiştir ve buna göre Potifar'ın karısı Yusuf'u ayartmayı denedikten sonra Yusuf ondan kaçmıştır. Potifar'ın karısı daha sonra arkadaşlarının evine gelmesini bekledi.

(O gün muhtemelen festival günüydü ondan evde kimse yoktu. Potifar'ın karısı Yahudi geleneğine göre hastayım diyerek onlarla gitmedi amacı Yusuf'u tek yakalayıp ayartmaktı , Yusuf da ona verilen işlerle ilgileniyordu ve pagan festivaline o da gitmek istemedi.)

Arkadaşlarını toplayıp Yusuf'la yaşadıkları durumu onlara anlattı ve ''kocasının kendisine inanmayacağını'' söyledi. Bu yüzden Potifar'ın karısı arkadaşlarına Yusuf'un onları da taciz ettiğini söylemesini bu şekilde Yusuf'un suçlu olacağına inanılacağını söyledi.İşte Yahudi geleneğine göre bu yüzden Potifar'ın karısı ''beni'' yerine ''bizi'' demektedir. Bizi derken arkadaşlarını da kastediyor.

Midraş Tanhuma gibi yazınlarda görülen bu motif nispeten geç döneme aittir (6 ila 8. yüzyıl arası belki de daha geç) ama bu motifin köklerinin izlerini daha geriye sürebiliyoruz. Hem de çok çok geriye. 1. Yüzyıl Yahudi düşünürü İskenderiyeli Philo Tevrat'taki Yusuf ile Potifar'ın karısının hikayesini şöyle aktarıyor:

''(Potifar'ın karısı kocasına): ''Bu bize köle olsun hizmetçi olsun diye getirdiğin İbrani çocuk sadece seni küçük düşürmekle kalmadı (sen onu günlük olarak ve sorgusuz sualsiz ev halkınla yalnız bıraktığında ) aynı zamanda şimdi benim bedenime saygısızlık etti ve sadece arasında yaşadığı kadın köle arkadaşlarından tatmin olamayınca, ellerini bana da uzatmaya yeltendi. ''

Philo'nun bu açıklaması Yaratılış 39:14'teki çoğul ''biz'' ifadesine yönelik eski ve geleneksel açıklamayı içeriyor. Philo'ya göre orjinal İbranice metinde Yaratılış 39:14'te ''İşte! Bu İbrani adam bize geldi ve bizi rezil etti'' ifadesi ,Yusuf'un köle kadın arkadaşlarına da aynı şeyi yaptığı için kullanılmıştır. Yani Yusuf Potifar'ın karısına göre sadece ona değil ,ev halkından başka kimselere de aynı saygısızlığı yapmıştır.

İşte Philo'da erken dönemde yer alan bu ev halkı motifi geliştirilerek ilerleyen Midraşik yorumlarda ''Potifar'ın karısının arkadaşlarını toplayıp meyve soyma '' hikayesine dönüştü.

Yani 1. Yüzyıl'da yaşayan Philo çoğul ''biz'' ifadesi için bir fikir ortaya attı veya zamanındaki bir görüşü dillendirdi, popüler olan bu görüş yeni motifler eklenerek ''ellerini kesen kadınlar'' hikayesine dönüştü. Hikayenin gelişim süreci aşağı yukarı şöyle olmuş olmalı:

Önce Philo'nun aktarımında yer alan Yusuf'un kadın köle arkadaşları, Potifar'ın karısının arkadaşları oldu ,sonra Potifar'ın karısının iftirasını bu kadınlar paylaştı(Bu kadınlara da Yusuf taciz etmiş gibi iftira atmaları söylendi.) . Gerçekte ise Potifar'ın karısı suçlu olduğu için bu kadınlar da suçlu olmalıydı bu yüzden hikayenin ana figürü olarak onlar da olaya dahil oldu ve hem Kuran'da hem Midraşlar'da yer alan bu ''el kesme'' hikayesi ortaya çıktı.

Kaynak: http://www.jameskugel.com/151
Orjinal İbranice'de Yaratılış 39:14'te çoğul ifadeyi görmek için(İngilizce): http://www.chabad.org/library/bible_cdo/aid/8234#v=14

Çevirmen: Higher Critism

VAHİY MELEĞİ VOHU MANAH

Tanrı Ahuramazda’nın kendisine görün-düğünü söyleyen Zerdüşt, Tanrı’nın kendisine Vohu Manah isimli bir melekle vahiy indirdiğini ve hakikati yayma görevi verdiğini söylemiştir.
Zerdüştçülük dininde, nebi Zerdüşt'e Tanrı Ahura Mazda'ın öğretisini vahyeden melek olarak inanılır Vohu Manah'a. Görevi hasebiyle, yaklaşık olarak İslam angelojisindeki Cebrail'e denk düşer.

Zerdüşt, tek başına sık sık, Daiti ırmağı kenarına giderek orada dua etmiş, orada Tanrı, âlem ve yaratılmışlar üzerinde tefekküre dalmıştır. Zerdüşt, kırk yaşlarında iken yine Daiti ırmağı kenarında böyle bir tefekkür, inziva ve ibadet esnasında, Vohu Manah isimli bir melek, Tanrı Ahura Mazda’nın mesajını getirmiştir. Kendi ifadesine göre; o sadece meleği görmekle kalmamış, aynı zamanda onun öğrettiklerini de öğrenmiştir. Böylece o, kendisinin Ahura Mazda tarafından, dini vaaz etmek için görevlendirildiğine inanmıştır.

Zerdüşt'e İlk vahiy de bu sırada gelmiş, peygamberlik verilmiştir. Taraftarlarıyla Aivitak suyu
kenarında halvete çekilmiştir. Halvete çekilişinin kırk beşinci gününde, Ürdi Behişt ayında, bir gece sabaha karşı ‘miraca’ çıkmış ve ruhani yükselmenin sonuna varmıştır. Vohumenah (Behmen) denilen melek gelmiş, ona her şeyden elini çekmesini tembih etmiş ve onu cennete götürmüştür. Orada ona, feriştehler (melekler) hürmet etmiştir. Zerdüşt, sonra tanrı Ahura Mazda’nın huzuruna çıkmış
ve “Hayır Dini”nin hükümlerini öğrenmiştir. Tanrı ona yıldızların ve gezegenlerin hareketinden haber vermiş, cennet ve cehennemi göstermiş, her şeyin ilmini öğretmiştir. Melekler sonra Zerdüşt’ün göğsünü yarmış ve içindekileri çıkarıp temizlemiş ve yerine koymuştur. İnanışa göre bundan sonra Ahura Mazda onu, insanları Hayır Dini’ne davet etmekle görevlendirmiştir.