HABERLER
Dini Haber
Tasavvuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tasavvuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HER ŞEYİ BİLEN TANRI SORUNU

Yazan: Antik
ANT, din, islamiyet, Her şeyi bilen Allah sorunu, Tasavvuf, Allah zamandan münezzeh mi?, Her şey Allah'tan mı gelir?, Allah'ın yoktan var etmesi, Panenteist Müslüman, Allah inancı,

HER ŞEYİ BİLEN TANRI SORUNU

"Ne yerde, ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz" (Yûnus 10/61)

Yeryüzünde var olmuş her inanç bir veya birkaç Tanrısal varlığı, bunların insanüstü özellikleri ve yaratıcı sıfatları ile betimlemiştir. İnançlar da zaman içerisinde değişir ve evrilir. Bu evrim özellikle insan toplumlarının kültürel ve teknolojik gelişimleri ile paraleldir. Örneğin tarımı keşfeden toplumlarda avcı-toplayıcılıktan gelen animistik tanrı betimlemelerinin yerini toprağa ve tarımı doğrudan etkileyen hava olaylarına dayalı tanrısal figürler almıştır. Bunun yanında inançlar ve bu inançların Tanrı betimlemeleri toplumların yaşadıkları coğrafya ile de doğrudan ilintilidir. Mısır'da Nil nehri pek çok Tanrı'ya esin kaynağı olurken, İskandinavya ve Pasifik gibi daha çok denize bağımlı bölgelerde deniz ve okyanus kültleri, Orta Asya'da adı üstünde Tanrı Dağları, Japonya'da Fuji, Yunanistan'da Olimpos Sibirya'da uçsuz bucaksız taygalar ve daha pek çok coğrafi öge ve bulunulan coğrafyada sıklıkla rastlanan, insan hayatına doğrudan etki eden inek, kurt, kedi, fil, aslan gibi hayvanlar insanın hayal gücüyle tanrısallaştırılmışlardır.  Yeryüzünde bu şekilde insan hayal gücü ile yaratılan yüz binlerce tanrı veya tanrısal varlık vardır.

Bunların hepsi içinde semavi yani İbrahimi dinlerdeki Tanrı anlayışı "mutlak " olmalarıyla diğerlerinden ayrışır. Pagan dinlerde Tanrıların üstünlükleri yanında zaafları da vardır, semavi dinlerdeki Tanrı tasavvurları ise zaaflardan önemli ölçüde uzak olacak şekilde tarif edildiler. Bunun pek çok sosyo-psikolijik ve sosyo-kültürel sebepleri vardır. Bu konuya başka bir yazıda değinebiliriz. Dediğimiz gibi inançlar da canlılar gibi evrilir. Yahudilerin Sümer, Mısır ve Kenan kültleri üzerine yükselttikleri ve aslında bu inançlardan evrilen Musevilik, Tanrı'yı ilk kez tekleştirirken, bu tekillik beraberinde onun mutlaklığını da getirdi. Fakat yine de mutlak güç olan Musevi tanrısı bile zaaflardan yeterince arındırılamadı. Eski ahitte Tanrı'nın yeryüzüne ajan melekler göndermesi gibi her şeyi bilmek için yardım alma gibi zaafları hala vardı. Bunun için Tanrı inancının insan ile birlikte daha fazla evrimleşmesi ve güçlenmesi gerekti. Museviliğin doğrudan halefi olan Hristiyanlık özünü Musevilikten alsa da farklı coğrafyalara yayıldıkça o bölgelerdeki farklı pagan inançları kendi içinde eritti ve bu ögeler ile birlikte günümüze ulaştı. Günümüzde Hristiyanlık içerisindeki pek çok inanışın Helen, Mısır ve Cermen pagan inanışlarından geldiklerini görüyoruz. Bu kökler Hristiyanlıktaki betimlemelerde Tanrı'nın mutlaklığına istemeden veya isteyerek şu veya bu şekilde zaaflar bulaştırmıştır. Teslis inancı bunun en bariz örneğidir ve aslında doğrudan doğruya Mısır kökenli bir pagan inanışına dayanır. Bu iki dinin "mutlak güce haiz Tanrı" düşüncesi ile var olan çelişkilerini sayfalarca anlatabiliriz. Fakat bu yazıda biz İslam'da bahsedilen Tanrı'ya yani el-Kuddüs (her türlü zaaftan uzak olan), el-Melik(her şeyin sahibi) el-Cebbar(her şeyi yapmaya muktedir olan) el-Hâlık ve el-Mübdî (her şeyi yoktan, örneksiz ve maddesiz olarak yaratan) el-Evvel ve el-Ahir (başlangıcı ve sonu olmayan) el-Vali (her şeyi tek başına idare eden)  el-Semî ve el-Basîr (her şeyi gören ve işiten) ve aslında hepsinden önemlisi el-Alîm (her şeyi bilen) el-Vahid(tek olan) ve tartışmasız mutlak olan Allah'a değineceğiz.

Kur'an'da Allah'ın ilmine tezat oluşturan bir takım ayetler var olsa da konumuz şimdilik bu tezatlar değil. Biz bu mutlak ilmin ve gücün doğruluğu ön kabulüyle hareket edeceğiz ve aslında beşeri tüm ilimlerin anası ve atası olan mantık ve felsefe ile konuya yaklaşmayı deneyeceğiz. 
Şimdi gelin birlikte 1400 yıl önce Muhammed'in tahayyül ettiği gibi bir Tanrı düşünelim.  Bunu yapmak için öncelikle iki olguyu açmamız gerekiyor. Bunlardan ilki el-Alim isminin karşılığı olan "Her şeyi bilmek" olacak. Bu Tanrı öyle bir varlık ki devasa galaksilerden atom altı parçacıklara ve sicimlere varana dek hiçbir zerre onun mutlak ilminden kaçamaz. Öyle ki zaman dahi onun ilmine tabîdir. Bahsedilen bu ilim tartışmasızdır. Hiçbir zaafı yoktur ve olması düşünülemez. Bu ilahi ilimde en ufak bir eksiklik iddia eden İslam dairesinden derhal çıkar ve mürted olur.

İkinci olgumuz ise el-Hâlik ve el-Mübdî isimlerinin karşılığı "Yoktan, örneksiz ve maddesiz var etmek". Bu Tanrı gördüğümüz ve göremediğimiz, bildiğimiz ve bilemediğimiz her şeyi ve hatta zamanı dahi yoktan var ediyor. Burada üzerinde durmamız gereken "YOKLUK" kavramıdır. Yani var olan her ne ise var edildiği andan önce YOKtu, bir hiçti ve hiçlikten var edildi. Yokluk durumundan varlık durumuna geçen her nesne tartışmasız "YENİ"dir, bir şey eğer daha önce "YOK" ise ortaya bir "YENİ" çıkmıştır.

Şimdi elimizde iki olgu; "her şeyi bilmek" ve "yoktan var etmek" ile iki kavramı karşılayan iki kelime var; YOK ve YENİ...

O halde şu soruyu sormak durumundayız; YENİ olan bir şey, var olmadan önce, yani YOK iken bilinebilir mi? veya şöyle soralım; daha öncesinde bilinen bir şey YOK olabilir mi?

"Ey iman edenler, burada şüphesiz düşünebilenler için çok derin bir paradoks vardır."

el-Alim olan Allah aynı zamanda el-Hâlik olamaz. Bu ikisinden birinden vazgeçmesi gerekir. Neden mi? Beşerin Mantık ilmi ile açıklayalım; Her şeyi bilen bir varlık için YENİ diye bir şey söz konusu bile değildir. Eğer bir şey Allah için YENİ olabilirse o zaman onu bilmiyor demektir. Yoktan var olan her şey ise mutlak suretle YENİ'dir. Eğer Allah YOK'tan yarattığını iddia ettiği şeyi öncesinde bilmiyor idiyse el-Alim yani her şeyi bilen değildir. Eğer onu zaten biliyor idiyse o şey onun için yaratılmadan önce de YOK değil en azından bir şekilde VARdır. O şey Allah için VAR idiyse bu kez de yoktan var edilmiş olamaz.

Şimdi bu önermeleri daha anlaşılır olması için alt alta yazalım;
  • ALLAH HER ŞEYİ BİLEN EL-ALİMDİR.
  • ALLAH HER ŞEYİ YOKTAN VAR EDEN EL-HALİKTİR.
  • YOKTAN VAR OLAN HER ŞEY YENİDİR.
  • HER ŞEYİ BİLEN İÇİN YENİ YOKTUR.
  • ALLAH HER ŞEY BİLEN İSE YOKTAN VAR EDEMEZ.
  • ALLAH YOKTAN VAR EDEN İSE HER ŞEYİ BİLEMEZ.

Bu konuyu tartıştığım Müslümanlar ortadaki paradoks için çeşitli cevaplar veriyorlar; bunlardan klişe olanları bir kenara bırakarak iki tanesini tartışalım.

Birinci cevap şöyle:

"Allah için elbette yeni yoktur, çünkü yeni kavramı zamana tabidir. Varlık ve yokluk da zamana tabidir. Ve Allah zamandan münezzehtir." 

Karşımıza yeni bir olgu çıktı "Zamandan münezzeh olmak". Yani zamana bağlı, bağımlı ve ona ait olmama durumu.

Evet, biz faniler için varlık ve yokluk ile yeni kavramları elbette zamana tabidir. Bu doğrudur. Zaman evrendeki boyutlardan biridir ve onsuz maddeyi kavramamız mümkün değildir. Bu da doğrudur. Fakat iddia ettikleri Tanrı bunu yapabiliyor. Onun için bir şekilde zamansızlık söz konusu. Gelin bunun da doğru olduğunu kabul edelim. Fakat bu durum aslında yukarıdaki paradoksu ortadan kaldırmıyor. Aksine daha da derinleştiriyor. Çünkü Müslümanlar yine ne olduğunu gerçekten anlamadıkları ve hakkında hiç düşünmedikleri bir şeye inanıyorlar. Muhammed'in Kur'an'da dediği gibi "Ne de az düşünüyorsunuz" (Hakka, 42).

Allah'ın zamandan münezzeh olduğunu iddia etmek İslam'ın kader ve kaza inançlarına doğrudan tezat oluşturuyor ve aslında İslam'dan çıkan pek çok kişinin temel dayanak noktası bu zamansızlık teorisidir. Zamana ait olmama durumunu iddia etmek aslında o kadar mühimdir ki İslam'ı temelinden çökertmektedir.

Bunu anlayabilmek için önce Zaman kavramını ele alalım; İnsanlar yüzlerce yıl zamanın doğrusal olarak düşündü ve ele aldı. Bu doğrusal zaman tanımını yapanlardan biri de modern fiziğin kurucularından Newton'du. Doğrusal zaman tanımına göre Zaman; birbiri ardına gelen anların birleşimidir. Yani bulunduğumuz noktada ardımızda bıraktığımız anlar ve önümüzde duran her şey zamanı oluşturur. Newton ile birlikte insanlar zamanın değişmez ve etki edilemez olduğunu düşünüyorlardı. Fakat Einstein zamanın da bir boyut olduğunu ve harekete bağlı olarak değiştiğini yani göreceli olduğunu ispatladı. Einstein'a göre hareket arttıkça zaman da onunla ters orantılı olarak yavaşlamaktaydı.

Zamanın olmayışını iddia etmek aslında hareketin de olmadığı durağan bir tekillik durumunu iddia etmektir. Böyle bir durumda bizim tüm yaşayışımız, yaptığımız ve yapacağımız tüm eylemler aslında mutlak durağan bir tekillik içindedir. Yani şu demek; Kâlu Belâ'da Allah hepimize "Elestu bi'rabbikum?" Ben sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda bizler "Belâ" "evet bizim rabbimizsin" dediğimiz o an ile bunu dediğini inkar eden bir kafirin bu yazıyı yazdığı an ve reddinden dolayı cehennemde sonsuz azap göreceği gelecekteki anların hepsi Allah nezdinde birdir, durağan ve tekildir. Çünkü bu anlar sadece zamana tabi olan biz faniler için bir anlam ifade etmektedir. Hepsi devam eden bir hareketin ürünüdür. Peki iddia edilen bu mutlak tekillik durumunda bizim gidişata yani harekete en ufak bir etkimiz söz konusu olabilir mi? Tabi ki olamaz. Olabileceğini iddia etmek mutlak tekilliği yerle bir etmek ve Allah'ı zamana tabi kılmaktır. Biz bulunduğumuz anda herhangi bir şeyi değiştirebilecek konumda isek bu Allah için yeni bir şey olurdu, dolayısıyla Allah için de zamana aidiyet söz konusu olurdu ve yani yukarıdaki paradoksa dönerdik. Öyleyse bu durumda imtihan manasızdır. Çünkü zaten tekillik içinde bitmiştir. Zil çalmış ve kağıtlar verilmiştir. Yani ayette de belirtildiği gibi insanlar ve cinlerden çoğu doğrudan cehennem için yaratılmıştır. (A'raf, 179). Ne diyebiliriz. Sadak Allah'ül Azim (Yüce Allah doğru söyledi). Peki biz cehennem için yaratılanların cennet için yaratılanlardan eksiği neydi? Bu eksikliği bize kim verdi? Eğer Allah varsa ve dediğiniz gibi adilse biz bu soruyu Mahşer günü ona sormak istiyoruz. Hoş, anlamadan iddia ettiğiniz bu önermeye göre o soruyu sorduğumuz ve henüz bilmediğimiz bir cevabı aldığımız "o an" da zamanın olmadığı mutlak ve durağan tekillik içinde zaten yaşandı ve bitti.

Gelelim verilen ikinci cevaba:

"Allah'ın yoktan var ettiği şey onun zatında aslında vardır çünkü her şey Allah'tan gelir." 

Bu aslında; varlığın kaynağı olan Allah her şeyi kendi zatından var etti demektir. Bunu diyen Müslüman Panenteist olduğunun farkında değil. Genelde bu inanış Sufizm temellidir. Hallac-i Mansur'un Ene'l Hakk düşüncesi yani. Gerçi onu da katletmiştiniz ya neyse.

Gelelim cevabın manasızlığına; Allah bildiğimiz manada maddeyi zatından var ediyorsa yoktan var etmiş olmaz. Zatını dönüştürmüş olur. Dolayısıyla var edilenin bildiğimiz manada maddesiz ve örneksiz olduğunu kabul edebilirsiniz lakin yoktan var olduğunu kabul etmek Allah'ın zatını inkar olur ve kendinizi çürütmüş olursunuz. Panenteizm inancı tartışılabilir. Fakat maalesef aynı anda hem Panenteist hem de Müslüman olamazsınız. Bu açıkça İslam'ı ve Allah'ın sıfatlarından bir kaçını inkar olur.

Sonuç olarak ilk insanın inanışlarından evrilerek İslam'daki Allah'a dönüşen Tanrı'nın yaratım sürecinde, insanoğlu her şeyi bilen Tanrı'yı betimleyerek farkında olmadan adeta çuvallamıştır. Yüzyıllar sonra bizler bu evrimi devam ettirerek en sonunda faydasız olan Tanrı inançlarının hepsini doğal seleksiyon içerisinde ortadan kaldırıyoruz. Her şeyi bilen bir varlık asla ve asla yoktan var edemez. Yoktan var eden biri ise her şeyi bilemez.