TÜRK PEYGAMBERLER (!) YALANI
» “Türk Peygamberler” masalları insanımızı İslam zincirleri altında tutmak için uydurulmuştur. Bizlerin bu tarz masallara kanmaması ve önemli olanın etnik kimlik değil “İNSAN” olabilmek olduğunu anlaması şarttır.
Bana "Nesin?" deseler "Türk'üm" derim. Ama bu sadece etnik kimliğe, ülkelere önem veren ve keskin cevaplar isteyen insanlara cevap vermemin bir gereksinimidir çünkü bana göre en önemlisi "yaptıklarımızla" insan olabilmektir.
Geçmişteki her toplum yada kişiyi kendimizle bağdaştırmaya çalışmak DİN KURUMLARININ ve SİYASİLERİN bizleri uyutup kullanmalarının en iyi ve GÖZE BATMAYAN yollarındandır.
İyi okumalar, A.Kara
Peygamber Farsça bir kelimedir. Peygam, haber-mektup demektir. “ber” eki ise
"getiren" anlamında olup peygamber "tanrıdan haber-mektup getiren, haberci"
demektir. Arapça "nebe" haber demektir ve bu yüzden peygamberin karşılığı
Nebî’dir. Resul ise risale sahibi, kitap sahibi peygamber demektir.
Kur’an’da her ümmete, her kavme bir peygamber gönderildiği yazılır.
Nahl 36: Andolsun ki: Biz, her ümmete: «Allah’a kulluk edin ve Tağuttan
sakının!» diye uyaran bir peygamber gönderdik. Sonra içlerinden kimine Allah
hidayet nasip etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde bir dolaşın
da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun ne olduğunu görün!
İslam’a göre insanlık tarihi boyunca 124.000 peygamber gönderilmiştir.
(Müsned
5/265-266; İbn Hibbân, 2/77)
Bu zırvanın doğru olduğunu varsaydığımızda ortalama her millete yaklaşık
olarak 2000 civarında peygamber düşer. Ama görülür ki Arap yarımadası dışında
ve Sami kavmi haricinde dünyanın hiçbir bölgesinde ve hiçbir ulusunda bir
peygamber izine rastlanmaz. Nedense sır olup ortadan kaybolmuş, bir iz dahi
bırakmamışlardır. Ne bir kitap, ne bir sayfa ne de bir yazıt mevcut değildir.
Nedense kitaplar da hep Ortadoğu’ya inmiştir. Ne Amerika, ne Avrupa, ne Asya
ne de Afrika kıtalarında namaza-oruca çağıran bir uyarıcı görüldüğüne dair bir
kanıt yoktur. Yahudilerle başlayan peygamberlik müessesesini Araplar transfer
etmiş ve Muhammed’le sonlandırmıştır ama zaman zaman peygamberler türemeye
devam eder. Örneğin Bahailerin peygamberi Mirza Hüseyin Ali gibi…
İngiliz’i, Alman’ı, Rus’u, Fransız’ı, Rum’u, Ermeni’si, Çin’lisi, Japon’u,
Türk’ü, Sırp’ı, Bulgar’ı, Romen’i ve daha onlarcası kendilerinden bir
peygamber tanımamış, duymamışlardır. Ama Yahudi peygamber gırladır ve bunlar
da hep kendi ırkları için çabalamış, diğer milletleri kendilerine köle olarak
görmüşlerdir.
Peygamberlikten nasiplenmeyen Türklerin bu eksikliğini gidermek için bu konuda
bir hayli uğraşıp çabalayanlar vardır. Tabi bu uğraşları uygun gördükleri
isimleri Türklere yamamaya çabalamaktan başka bir şey değildir. Bu şekilde
etnik köken üzerinden Türkleri İslam'a bağlamaya çalışırlar. Kimlerine göre
Nuh, kimilerine göre Nuh’un oğlu Yafes, kimilerine göre İbrahim, kimilerine
göre Zülkarneyn’dir. Muhammed’i bile Türk sayacak derecede saçmalayan da
mevcuttur.
Nuh Türk’tür İddiası
“Nuh peygamber kesin Türk’tü." Bu, Fransız gazetesi Le Figaro‘nun manşet
haberinde ortaya attığı bir iddia. Karadeniz’de, Sinop açıklarında yüz metre
derinlikte bulunan kent kalıntılarının din kitaplarındaki Tufan olayının
Filistin’de değil, Karadeniz’de meydana geldiği iddialarını doğruladığını
söyleyen Le Figaro ‘Hz. Musa’nın bir Mısırlı olduğu kesinlik kazanıyor. Hz.
İbrahim’in Kaldeli bir Bedevi olduğu biliniyor. Hz. Nuh da kesinlikle Türk’tü’
diye yazdı.
(Anne-Marie Romero, Le Figaro, 16-17 Eylül 2000):
“Nuh döneminde Sinop’ta Türk var mıydı?” sorusu; Türklerin Anadolu’ya 1071’den
çok önce büyük göçlerle geldikleri şeklinde yanıtlanıyor.
Bu iddia ilk kez Le Figaro tarafından ortaya atılmış değil. 1930’ların
romantik milliyetçilerinin Türklerin kökenini bağladığı ilk Türk de Nuh.
1940’larda başta tarihçi Fuat Köprülü olmak üzere bilimsel tarih anlayışına
sahip tarihçilerce uydurma ve saçma bulunan Türk tarih tezi reddedilmesine
rağmen toplumun bir kesiminde yer etmiş ve Türklerin Nuh peygamberin soyundan
geldiği benimsenmişti. Hiçbir bilimsel ve tarihi kanıta sahip olmayan bu
düşünce daha sonra yerini Nuh’un oğlu Yafes’e (yafet) bıraktı.
Nuh’un Oğlu Yafes Türk’tür İddiası
Yafes (Latince Iafeth veya Iapetus, Arapça: يافث), Hz. Nuh’un üçüncü oğlu ve
iddiaya göre Türklerin atasıdır. O, şecerelere göre, Nuh Peygamberin
oğullarından biridir. Kırgız sözlü geleneğinde “Capaş” şeklinde de
kullanılmaktadır. Birçok ilmi kaynakta “Yafes” olarak kaleme alınan bu isim,
Yazıcızâde’nin eserinde “Yafet” olarak da yazılmıştır. Yafes, Arapça eserlerde
ismi, “Yafes bin Nuh” (Nuh’un oğlu) diye geçmektedir.
Hz. Nuh, ikinci Adem olarak anılır. Tufandan sonra insan zürriyeti, Hz. Nuh’un
oğullarından türemiştir. Hz. Nuh’un 3 oğlu vardı: Ham, Sam, Yafes. Ham, Habeş
ve Afrikalıların, Sam Arapların, Yafes de Türklerin atası olarak
bilinmektedir. Şimdi yeryüzünde yaşayan tüm insanlar, bu üçünün soyundan
gelmektedir.
Rehber Ansiklopedisi‘nde Yafes hakkında şöyle bahsedilmektedir: Nûh
aleyhisselâmın oğlu Yâfes mümin idi. Evladı çoğalınca, onlara reîs olmuştu.
Hepsi, dedelerinin gösterdiği gibi Allahü teâlâya ibâdet ediyordu. Yâfes,
nehirden geçerken boğulunca, Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerini
tuttu. Gittikçe artan nesli Türk adıyla anıldı. Bu Türkler, ecdâdı gibi
Müslüman, sabırlı ve çalışkan insanlardı. Zamanla çoğalarak Asya’ya
yayıldılar. Türklerin başlarına geçen bâzı zâlim hükümdârlar, semâvî dîni
bozarak, onları puta taptırmaya başladılar. Bugün Sibirya’da yaşayan Yâkutlar
bunlardan olup, hâlâ puta tapmaktadırlar. Dinden uzaklaştıkça eski medeniyet
ve ahlâklarını da kaybetmişlerdir.
[https://rehber.ihya.org/yenirehber/turkler.html]
İddia böyle ama hiçbir tarihi bilgiye, belgeye dayanmayan, kanıtı olmayan bir
uydurma olarak gördüyseniz; sırada Zülkarneyn var:
Zülkarneyn Oğuz Kaan’dır İddiası
Kur’an’da Kehf suresinde bahsedilen ve güneşin doğduğu yere ve güneşin battığı
yere seferler düzenleyen Zülkarneyn, kimilerine göre çift boynuzlu başlığından
dolayı Büyük İskender’e, kimilerine göre ise Oğuz Kaan’a benzetilir. Oğuz
Kaan’a benzetilmesindeki en büyük faktör; İki dağın arasındaki kavmin Yecüc ve
Mecüclerden korunmak için isteğini yerine getirip demir-bakır alaşımı ile
dağın girişlerini kapattığı masalıdır ki Türk efsaneleriyle benzerlik
taşımaktadır.
Bilge Kağan Kitabelerinde şöyle diyor; “Doğuda gün doğusuna, güneyde gün
ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına(kutuplarda altı ay gece,
altı ay gündüz olur) kadar ülkelerde yaşayan bütün milletler hep bana
bağlıdır. Bunca milleti düzene soktum. Artık karışıklık yok. Türk Kağanı
Ötüken’de oldukça, ülkede düzen bozulmaz.”(A.Bulut)
Yine Vani Mehmet Efendiye göre, Oğuz Han’ın kurduğu hakimiyet ve yapmış olduğu
seferler, Zulkarneyn’in yapmış olduğu seferlerle çok benzerlik arzetmektedir.
Bu nedenle Oğuz Han adı ile anılan Türk Peygamberinin ZULKARNEYN ile aynı kişi
olduğu görüşü gittikçe kuvvet kazanmaktadır. Tarihçilere göre aynı dönemde
yaşayan iki kişinin, aynı dönemde dünya hakimiyeti olamaz. Öyle ise bahsi
geçen bu iki isim aynı kişidir denilmektedir.
“Kaşgarlı Mahmut’un Divanında (C1.S.111-113) Uygurlar anlatılırken;
“Zülkarneyn, Uygur illerine geldiğinde Türk Hakanı ona 4000 kişi göndermiş.
Bunların tuğlarında Şahin Kanatları takılı imiş. Bunlar hem öne, hem arkaya ok
atarlarmış. Zülkarneyn, bunlara şaşmış kalmış ve güya Farsça; ”inan khuz
khurend” yani bunlar, kendi kendilerine geçinirler, başkalarının yiyeceğine
muhtaç olmazlar. Çünkü bunların elinden av kurtulmaz, istedikleri zaman
avlanıp yiyebilirler” demek istemiş.”(E.Yavuz. Tarih Boyunca Türk Kavimleri.
S.224)
Türk Han’dan, Oğuz Han’a kadar hüküm süren Hanları sayan ve Oğuz Han’ın, Kara
Han’ın oğlu olduğunu belirten Ebulgazi Bahadır Han’a (Şecere-i Terakkime) göre
Türkler, Oğuz Han’dan üç nesil öncesine kadar Müslüman (yani Mü’min)
idi.”(A.Bulut-Türklüğün Yeni Dünya Düzeni)
Vani Mehmet Efendi’ye göre “Oğuz Han, Türklere Hanif Dini’ni öğretiyordu.” Bu
görüşe göre Oğuz Han, Hz. İbrahim’in dini olan Hanif Dini’ni yaymakta idi.
Yani İslamiyet’ten 3700, günümüzden yaklaşık 5200 yıl önce Türkler Hanif
Dini’ne inanıyorlardı ve Mü’min idiler.
Kur’an’da Zülkarneyn’den bir peygamber olarak bahsedilmese bile görülüyor ki
bizim Türk-İslamcılarımız Oğuz Kaan’ı Zülkarneyn peygamber ilan etmişler. Ama
ne Göktengriciliğin ne de Şamanizmin haniflikle uyuşan bir yanı yok. Sonradan
bozulma iddiası pek geçerli değil, Türkler kolay kolay bozulmazlar, hayatımız
hala Şaman gelenekleri ile dolu.
İbrahim’in Türktür İddiası
İbrahim’in Türk olduğunu iddia edebilmek için önce Sümerlerin Türk olduğunu
öne sürmek gerekiyor. Çünkü Yahudi tarihinden yola çıkıldığında İbrahim’in
M.Ö. 2000 yıllarında yaşadığı tespit ediliyor ve Tevrat’tan da Mezopotamya’da
ortaya çıktığı görülüyor. Doğru olduğunu kabul edersek o yıllarda
Mezopotamya’da Sümerler hakim. Öyleyse İbrahim bir Sümerli olduğu
söylenebilir. Güneş-Dil Teorisine göre ise Sümerlerin Türk olduğu iddiasında
bulunulmuştu. İbrahim Sümerli, Sümerler de Türk ise, İbrahim Türk
demektir.
Türklerin Sümer olduğu iddiasını destekleyen kanıt olarak Sümerlilerin sami
ırkından olmayıp, Mezopotamya’ya Kuzey’den göç ederek geldikleri, diğer bir
kanıt olarak ise Sümer dilinde bol miktarda Türkçe sözcük olması sunulur. Terk
edilen teoriye rağmen bu iddiayı sürdürmekte olan çok. Bu konuda Sümerolog
Muazzez İlmiye Çığ’ın ve eski Önasya tarih uzmanı Hemmel’in görüşleri öne
çıkıyor.
İbrahim bir gezgin ama, doğduğu yer Mezopotamya olunca Sümerli olma olasılığı
yükseliyor. Yine Muazzez Ilmiye Çığ’ın “İbrahim Peygamber” adlı kitabında
İbrahim’in Sümer’le bağlantısı inceleniyor.
İbrahim’in Türk olduğu iddiasından çok daha güçlü olarak Hind filozofu olduğu
öne sürülerek Brahman’la ilişkilendirilir. Ayrıca İbrahim’in Zerdüşt olduğu
savı üzerinde de durulur.
D.Matlock şöyle der:
“Arap tarihçileri Brahma ve ataları Abraham’ın aynı kişi olduğunu öne
sürürler. Farsiler (İranlılar) genelde Abraham’a İbrahim Zerdüşt derler.
Kirüs, Yahudi dininin kendi diniyle aynı olduğunu kabul ederdi. Hindular
Abraham’da veya İsrailoğlular Brahma’dan gelmiş olmalıdır.”
(Anacalypsis; Cilt I, sayfa 396.)
[http://www.hermetics.org/Abraham.html, Gene D. Matlock, B.A., M.A. - Who
Was Abraham?]
Araplar İsmail yoluyla İbrahim’den geldikleriyle öğünürler, Mekke’yi bu şeyhin
kurduğuna, onun bu kentte öldüğüne inanırlar. Gerçek şudur ki, İsmailoğulları,
Yakup oğullarından daha çok Tanrı’nın lütfuna uğramışlardır.
Doğrusunu isterseniz her iki soyda hırsızlar yetişmiştir, ama Arap hırsızları
Yahudi hırsızlardan çok daha yaman çıkmışlardır. Yakupoğulları ancak küçük bir
ülke ele geçirmişlerdi. Onu da kaybettiler, oysa İsmailoğulları Asya, Avrupa
ve Afrika’nın bir bölümünü ele geçirdiler. Romalılarınkinden daha geniş bir
imparatorluk kurdular, Yahudileri de adanmış toprak dedikleri mağaralardan
kapı dışarı ettiler.
Bu gibi şeyler üzerinde sadece yeni tarihlerimizden alınacak örneklerle hüküm
yürütürsek İbrahim’in birbirinden bu kadar ayrı iki ulusunda babası olması
epey güçleşecektir. İbrahim'in Kalde’de doğduğu, topraktan yaptığı küçük
putlarla hayatını kazanan yoksul çömlekçinin oğlu olduğu söylenir. Bu çömlekçi
oğlunun yolu, izi olmayan çöllerden geçip oradan 400 fersah uzakta, tropika
altındaki Mekke kentini kurmaya gitmesi hiç de akla yakın bir şey değildir.
Bir fatih olduysa kuşkusuz o güzel Asur ülkesinden olmuştur, yok bize
anlattıkları gibi yoksul bir adam olarak kalmışsa, o zaman da kendi ülkesinin
dışında krallıklar kurmamıştır.
Yaratılış’ın dediğine göre, babası çömlekçi Terah’ın ölümünden sonra, Harran
ülkesinden çıktığı zaman 70 yaşında imiş, ama gene aynı yaratılış, İbrahim’in
Terah 70 yaşında iken dünyaya geldiğini, bu Terah’ın 205 yaşına kadar
yaşadığını, İbrahim’in ancak babasının ölümünden sonra Harran’dan ayrıldığını
da söylüyor. Şu hesaba ve gene Yaratılış’a göre, açıkça görülüyor ki,
Mezopotamya’yı bırakıp gittiği zaman İbrahim 135 yaşındaydı. Kalkmış puta
tapar denilen bir ülkeden Filistin’de, Şekem denen puta tapar bir başka ülkeye
gitmiş. Acaba niçin gitmiş ? Şekem gibi kısır, taşlık, bunca uzak bir ülke
için Fırat’ın bereketli kıyılarını acaba neden bırakmış ?
Kalde dili herhalde Şekem’de konuşulan dilden bambaşka bir dil, orası bir
ticaret kenti de değildi. Kalde, Şekem’den 100 fersahdan fazla uzaktır, oraya
varmak için çöller aşmak gerek ama, Tanrı bu geziyi yapmasını buyurmuş ona,
kendinden yüzyıllarca sonra, torunlarının oturacakları toprakları göstermek
istemiş. Doğrusu böyle bir gezinin nedenlerini insan kafası zor alıyor.
Bu küçük, dağlık Şekem ülkesine varmasıyla açlık yüzünden oradan ayrılması bir
olmuş karısıyla beraber Mısır’a, yiyecek bir şeyler bulmaya gitmiş. Şekem’le
Memphis arası 200 fersahtır, buğday aramak için bu kadar uzağa, dili hiç
bilmeyen bir ülkeye gidilirmi ? Doğrusu yüzkırkına merdiven dayadıktan sonra
girişilmiş acaip geziler.
Karısı Sara’yı da Memphis’e götürmüş, karısı çok gençmiş, onun yanında sanki
çocuk gibi kalıyormuş, çünkü henüz 65’indeymiş. Çok güzel olduğu için
güzelliğinden faydalanmaya karar vermiş. Karısına : ”kendini benim kız
kardeşimmiş gibi göster ki senin sayende bana iyi davransınlar ” demiş. Oysa
daha doğrusu, ona : ” kendini benim kızımmış gibi göster ” demeliydi. Kral
genç Sara’ya aşık olmuş, Sözüm ona ağabeysine de birçok koyun, sığır, erkek ve
dişi eşek, deve, köle, cariye vermiş, bu da Mısır’ın daha o zamanlardan çok
güçlü, çok uygar, bundan dolayı da çok eski bir krallık olduğunu, Memphis
krallarına kız kardeşlerini peşkeş çekmeye gelen ağabeylere çok güzel
armağanlar verdiğini gösterir.
Tanrı kendisine, o zamanlar 160’ında olan İbrahim’den, yıl içinde bir çocuğu
olacağını müjdelediği zaman genç Sara 90 yaşındaymış.
Geziye çıkmasını seven İbrahim, her zaman genç, her zaman güzel olan gebe
karısıyla o korkunç Kadeş çölüne gitmiş. Mısır kralı gibi bu çölün
hükümdarlarından biri de Sara’ya aşık olmaktan geri kalmamış. İnananların
babası Mısır’daki yalanını orada da tekrarlamış, karısını kız kardeşiymiş gibi
gösterip bu işten de gene koyunlar, sığırlar, köleler, cariyeler edinmiş. Bu
İbrahim’in karısı sayesinde epey zenginleştiği söylenebilir. Yorumcular
İbrahim’i davranışını haklı göstermek, tarihler arasındaki aykırılığı
düzeltmek için ciltlerle kitap karalamışlardır. Okuyucuya bu yorumlara
başvurmasını salık vermeli. O yorumlardan hepsini de ince, olgun zekalar,
kusursuz metafizikçiler, ön yargıları, ukelalıkları olmayan kişiler yazmıştır.
Zaten bu Bram, Abram adı Hindistan’la İran’da pek ünlü imiş : hatta bir çok
bilginler bunun Yunanlıların Zerdüşt dedikleri aynı yasa kurucusu olduğunu
ileriye sürerler. Başkaları, o Hintlilerin Brama’sıdır (Brahma) deseler de
ispat edilmiş değildir. Ama bilginlerden çoğunun akla uygun gördükleri bir şey
varsa, oda İbrahim’in ya Kalde’li, yada İran’lı olduğudur. Frankların
Hektor’dan Breton’ların da Tubal’dan geliyoruz diye övünmeleri gibi,
Yahudiler’de, sonraları, onun soyundan geliyoruz diye övündüler. Yahudi
ulusunun pek yeni bir tayfa olduğu, Fenike dolaylarına daha son zamanlarda
yerleştiği, eski uluslarla komşu olduğu, onların dilini kabul ettiği, Yahudi
Flavius Josephe’in anlattığına göre bir Kalde’li adı olan İsrail adını da
onların meydana çıkarılmıştır. Meleklerin adlarını bile Babil’lerden nihayet
verdikleri Eloi veya Eloa, Adonai, Yehova veya Hiao adını da Fenikelilerden
aldıklarını biliyoruz.
Abraham veya İbrahim adını da belki Babil’lililerden öğrenmiştir. Çünkü
Fırat’dan Oksus’a kadar bütün ülkelerin eski dinine Kıys-İbrahim,
miladi-İbrahim deniliyordu. Bilgin Hyde’ın yerine yaptığı bütün araştırmalar
bizi doğruluyor.
Demek ki, Yahudileri tarihi de, eski masalı da, eskiciler eski giysileri ne
hale sokuluyorsa o hale sokmuşlar. Onlar eski giysileri ters yüz edip yeniymiş
gibi tutturabildikleri kadar pahalıya satarlar.
Kendi tarihçileri Josephe, aksini itiraf edip dururken, bizim Yahudiler’e uzun
zaman öteki uluslara her şeyi öğretmiş bir ulus gözüyle bakmamızda insanların
aptallığına eşsiz bir örnektir.
İlk çağların karanlığını delmek güçtür ama Yahudi denen Arap tayfasının
kendine ait bir toprak parçası edinmeden, daha bir kenti yasaları değişmez bir
dini olmadan önce, Asya’daki bütün krallıkların adamakıllı gelişmiş oldukları
kuşku götürmez. Onun için Mısır’da, Asya’da ve Yahudiler’de yerleşmiş eski bir
törene, eski bir kanıya rastlayınca, pek doğal olarak kaba, her zaman
sanatlardan yoksun kalmış olan küçük bir ulusun, eski gelişmiş ve becerikli
ulusu elinden geldiğince taklit etmiş olduğu akla gelir.
Yehuda ili, Biskaya, Kernevekeli, Arleken'in ülkesi Bergamo v.b. yerler
üzerine hep bu ilke ile hüküm yürütmek gerektir: Muzaffer Roma elbette ne
Biskaya’dan, ne Kernevekeli’den, ne de Bergamo’dan bir şey taklit etti.
Yahudilerin Yunanlılara hocalık ettiğini söylemek için de insan ya koca bir
bilgisiz olmalı ya da koca bir düzenbaz.
Muhammed Türktür İddiası
İbrahim’in Türk olduğunu öne sürenler hız kesmiyor ve Arapların İbrahim’in
oğlu İsmail’in soyundan geldiği savından yola çıkarak Muhammed’in de Türk
olduğunu iddia ediyor. Tabi bu durumda Yahudiler ve Araplar da Türk olmuş
oluyor. Bu saçmalığa gülmemek ve bunları öne süren ve bunlara inanlara
şaşırmamak elde değil. Meczupluktan da beter bir durum.
Bunlardan bir kısmı ise dolaylı yoldan Muhammed’i Türkleştiriyor. Muhammed’e
ait hadislerde Kanturoğullarından bahsedildiği ve Kanturaoğullarının bir Türk
kabilesi olduğunu ileri sürenler bakın İbrahim’le bağlantıyı nasıl kuruyorlar:
Muhammed’in Arap değil, Araplaşmış olduğunu ve Kanturaoğullarından
olabileceğini belirttikten sonra İbrahim’in Sara’dan sonra Kantura adında bir
kadınla evlendiğini ve bu kadının Türk olduğunu, Muhammed’in soyunun da bu
kadına dayandığını söylüyorlar. Yine bazıları Muhammed’in Hacer soyundan
geldiğini, Hacer’in aslen Mısırlı olduğunu ve Mısırlıların da Asya’dan göç
etmiş Türkler olduğunu iddia ediyor. Bu iddiaların hiçbirinin tek bir kanıtı,
akla mantığa sığan hiçbir yanı olmamasına rağmen ciddi ciddi öne
sürülebiliyor.
Gerçi tüm ulusların Türklerden türediğini söyleyebilecek kadar kaçkın
ırkçıların peygamberlerden bazılarının Türk olduğunu öne sürmelerine de gerek
kalmıyor aslında. Bütün insanlar Türk kökenli olduğuna göre, peygamberlerin de
tümü Türk olacaktır zaten. Hatta Allah bile Türktür bunların gözünde.
Bu Türk-İslamcılar hadislerdeki Türk düşmanlığını ve Türklerin kılıç zoruyla
Müslüman yapılmak için nasıl kıyımdan geçirildiğini bilmelerine rağmen hala bu
saçmalığı sürdürmekteler.