HABERLER
Dini Haber
MT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

CUMA GÜNÜ VE KUR'AN'DA KADININ ŞAHİTLİĞİ

MT, din, islamiyet, Kadınlar neden Cuma'ya gitmezdi, Kadının şahitliği, 2 kadının şahitliği, İslamiyet öncesi kadın, Tanrıçalar dönemi, İmamenin onayı, Bakara 282, İslamda kadın,
Yazdıklarım düşündüklerimden ibarettir. Ve çok derin olmasına rağmen yazıya kısa kısa yazarak sığdırmaya çalışıyorum. Neyse, bu günkü yazım cuma günü ve namazı üzerine olacak.

İslam toplumunda genelde cuma günü camiye sadece erkekler girer ve sadece erkeklere hitap edilir. Bu durum normaldir.

Karışık ama basit terimler kullanıcam.
Kutsal kitaplar yazılana kadar kadın tanrıçalar dönemi geçerliydi (Mö 1300 ve ms 610 yılına kadarki bölüm). Kutsallık (ilahilik) , kadının elindeydi. Bu bir üstünlük değil doğanın bir kanunuydu.

Aslında cuma günü politik, sosyal, kültürel, spiritüel/ruhsal, ve astroloji toplantısı günüdür, bir tür senato toplantısı veya haftalık ritüel denebilir. Öncesinde bazı ibadetler (farz) yaşanır tabiki. Fakat sonrasında bazı konular ele alınırdı. İmamlıkta (özel imam yeri camideki) imame kadın ve yanında mutlak bir genç bayan olurdu. Yani her günkü cuma namazında mutlaka iki kadın şahit olmalıydı. Bu iki kadın (imame ve yardımcısı bayan) toplumun öncülüğünü yapıyor ve tüm bilimsel çalışmaları halktan dinleyerek anlatılanlara şahit olurdu.

Fakat, bugün Kuran'ı Kerim'de iki kadının şahitliği ile ilgili ayet var, bende tam oraya geleceğim:  Bakara suresi 282 ayete.

Orda iki kadının mutlak şahitliğinden ve hatırlamak-zorlanmak gibi durumlardan bahsediyor çünkü toplumun en yaşlı kadını imameydi ve mistik-ruhsal anlamda en yetkili kişi idi. O yüzden genç kadınlar kolluk kuvveti olarak yanında yer alırdı.

2/BAKARA-282: "Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda siz..."

Yukarıda gördüğünüz gibi diyanet ve diğer yalancıların çevirisi iki kadının şahitliği bir erkeğe bedeldir diye bahseder, kesinlikle yanlıştır! Bu iki kadının şahitliği olmadan ülkenin, şehrin,  kurum kararları alınamazdı. Bu o dönemde bulunan mistik bir kuraldı.


İki kadın huzurunda tartışılmamış ve karara bağlanmamış hiç bir olay, toplumsal kural olarak kabul edilmezdi. Kesinlikle imameler  (2 kadın) huzurunda tartışılmamış hiç bir yasa geçerli değildi.
Bu iki kadının şahitliği ve mührü olmadan anlaşmalar imkansızdı.

Yani bırakalım kadının kabul edilmeyen şahitliğini, tam tersine iki baş imamenin şahitliği yoksa hiç bir antlaşma kabul olunmazdı. Tabiat kanunun üzerine kurulan ve yaşanmış bir dönemde bir tür aile  içinde annelerin kutsal olduğunu belirten olgular olarak düşünmenizi istiyorum.

İnsanlık düşüncelerini farklı ve çok boyutlu dünya düzenine alıştırarak bu krizden çıkabilir. Ben dünyayı binlerce tanrının ve tanrıçanın yaşam stilini anlamaya çalışarak geçirdim. Ve yaşanmış olayların günümüze nasıl ışık olabileceğini sorguladım.

Peki bu camilere niye kadınlar gitmiyordu??
Çünkü çoluk çocuktan ve toplumsal düzenin anneye verdiği sorumluluktan dolayı kadına zaman kalmıyordu. Birde yemek kültürü vardır, ana eli değmeyen hiç bir yemek yenmez, böyle bir günde aile içindeki kadın en kutsal bölümdedir. Zaten baş imame kadın olduğu için kadınlar rahattı çünkü en fazla dedikodu yoluyla bir birine haber taşıyan telefondan bile hızlı, düşünün kadınlardılar.

Erkeklerde camilere sadece evin temsilcilik görevini yapan kişiler olarak giderdi. Kadın anne olduğu gibi bir aşçıdırda ve kültürel olarak bütün boyutların parlak güneşidir. Yani Cuma'ya gitmeye gerek yoktur kadın için. Genç kız ve erkeklerin  ise dünya umurlarında değildi nerde bir eğlence-bayram varsa oradaydılar.
Ticaretteyse zaten evin ekonomisi kadında, hanımağa misali.
Muhammed'in karısı Hatice örneği yeter sanırım. (Bahsetmiştim önceki yazılarımda).

Şimdi bizlerin, zamanın ne kadar gerisinde olduğunu (kendi düşüncem) ve aslında bu zamana ulaşılmasını mümkün kılan bir güzergah matematiksel olarak mümkün, sıfır noktasında olduğumuzu belirtebilirim. (Sufiler),  gecmisten gelip geleceğe giden zamanı durdurup içinde bulunduğumuz anı keşfetmeliyiz, cehennemden korkmayın ben yanarım yerinize.

Buda düşündüğümüz düzene farklı boyutlarından bakabilmektir, daha iyi bir dünya düzenine ulaşmanın yolunu üstlenmektir.  Buda sorumluluk gerektirir.

Kimseye akıl vermek veya yol göstermek haddim değildir. Şimdi bugünkü düzen o döneme uygun olmak zorunda diye bahsetmiyorum bunlardan. Sadece tarihten öğrendiklerimi ve doğru bulduğumu düşündüğüm ve hayal gücümün bana verdiği özgüvenle sorguluyorum. Birde yaşadıklarım, tecrübelerim.

Sonuç; eğitimden tut sanata kadar nasıl bir zihniyetin altında kandırıldığımızı düşünüyorum. Bırakalım imam hatipleri, ilahiyat fakülteleri bile kaldırılmalı, mesele bu kadar ciddi. Hepsine verecek ve ikna edecek bir cevabımız var.
Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

KUTSAL KİTAPLARDAKİ AYETLER NASIL OLUŞTU?

din, islamiyet, MT, Mezopotamya ve dinler,Mezopotamya'nın kutsal kitaplara yansıması,Mezopotamya ve cennet,Mezopotamya genel evleri,Arap tüccarların Mezopotamya ziyaretleri,Kur'an ayetleri ve Mezopotamya
Kutsal kitapların bazı ayetlerinin nasıl oluştuğuna bir bakalım. Biraz ayıp olsada bildiğim gerçeği yansıtmaya çalışıyorum.

M.Ö Elçilerin ve ticaret kervanlarının buluştuğu ve yaşadığı tecrübelerin merkezi, medeniyetin beşiğinde (Mezopotamya) yaşanmakta olanları görüp, bunları kendisi yaşayıp kendi toplumuna anlattığı önemli bilgilerdir ayetler.

Bu yazımda Kuran'ı Kerim yazılışı üzerinde duracağım.
Ne demek istediğim anlaşılması açısından bir kaç örnek vermem gerekebilir.

Elçin'in ticari kimliği önemli olduğu içindir ki her ticari seferinde ülkesine döndüğü zaman Mezopotamya'da görüp yaşadıklarını çevresindeki insanlara anlatır. Hele birde bu elçi 25 yaşlarında bir gençse, asma üzüm bahçeli edeni -Latince cennet- şarabın bol bol ırmak gibi aktığı nehirleri, 72 huriyi, kenevir otu gibi şeyleri mutlaka tadacak ve anlatacaktır. Neyse daha fazla ayıba kaçmasın yoksa beni taşlarsınız.

Bu nasıl olur? Çok normal, çünkü uzaklarda nelerin olduğunu ancak gidip görenler bilir.
Çok değil 30 yıl önce Almanya'dan gelen akrabaların taşıdığı haberler ve başka medeniyete dair bilgiler, anlatım biçimleri ve sonrasında kameranın, şimdi ise internetin çıkışı ile herşey (görüp-yaşadıklarını anlatmak) daha kolay tabiiki.

Arap ticaretçilerin kumaş, hurma, parfüm, incir karşılığında yağ, şarap, bilim, felsefeye dair bilgilere kavuştukları bilinir. Aynı zamanda bu kişiler (Elçi, kervancı, ve şairler) gördüklerini çevrelerine anlatırlardı, bunun içindir ki çok geniş katılımlı ortamlar oluşurdu. O tarihlerde Mezopotamya'ya ayak basan ve geri gelen her insan çok çok önemliydi (bu insan Kureyşli'de olabilir) söyleyecekleri ayet kadar değerli ki zaten bugünkü ayetler detaylı incelenirse durum anlaşılır. En azından ben öyle düşünüyorum.

Müzik,dans ve şarap eşliğinde kurulan köy sofrasında (taverna) etrafındaki insanlara görüp yaşadıkları veya duyduklarını anlatır elçi-ve ticaretçiler. Şair geleneğinde önemli olan Arap ileri gelenleri bu elçilerin söylediklerini tanrıçanın (Allah'ın) sözleri olarak yazarlar.

Elçin'in her seferinden sonra anlattıklarını yazan kalemler bunu daha sonra bir kitaba dönüştürür ve yaşamakta olan  medeniyeti sürekli güncel tutarlar ta ki M.S. 8.yüzyıla kadar.

Ve bu kitabın yazarı elbette bir tanrıçadır, işte buda Müslümanların dediği Allah'tır.
Ama nasıl olur ?
Şimdi anlaşılır bir dilden gideceğim.

Meraklı  bir şekilde medeniyetten gelecek olan mesajları önce sözlü alan ve daha sonra bunu yazılı hale dönüştüren toplum öncüleri (şair,yazar) hazırladıkları bu kitabı müthiş bir yöntem ve sanat  kullanarak sayfalarındaki yazının altında bulunan resmin (sembol) de yardımıyla kopyasını imkansız kılarlar. Böylece buda toplumun ihtiyacı olan medeni ve kültürel arşivde yerini alır.

Dikkat ederseniz dinler ne zaman hükmetmeye başladı ise gerçek kitapların hepsini yakıp yok etmişlerdir. Bakalım, bu kadar iddialı olmak nasıl olur? Bunu nasıl anlatacağımı merak edenlerin eğer önceki yazılarımı takip etme şansları olduysa anlaşılması daha rahat olacaktır.

Kuran'ı Kerim genelde zeytin, incir (şarap-üzüm) hurma deve falan bahseder. Fakat şunu da söylemeden geçmeyeceğim, kurandaki ayetler doğru çevrilmiyor ve anlamları gerçeğe zıt olarak ifade ediliyor. Özellikle belirtmeliyim ki Kuran'daki Tanrının bir kadın olması bütün her şeyi biraz daha gün yüzüne çıkarır.


Müminun süresi 20.ayet Toros eteklerinde bulunan zeytin ağacı ve mamullerini konu alır.
Cennet, şarap ve seks ayetleri ise Tanrıçanın toplumun huzuru ve bekası için kurduğu genel ev kurallarıdır. Ne alaka? diyorsanız şöyle:

Bugün cinsellik tüm Arap dünyasında ve ülkemizde zina adı altında yasak (haram), cezalarla baskı altında ve insan haklarını ihlal eden olaylar yaşanıyor. İnsanın en doğal hakkı olan seks ve şarap (alkol) elinden alınıyor (Kimseye gidin alkolik olun veya seks alemlerine akın demiyorum. Fakat kesinlikle iki yetişkin arasındaki ilişki veya içeceğim alkol sakallı bir imamın onayından geçmek zorunda değildir.)

Ve cennet diye tabir edilen ruhani dünya, aslında hiç alakası olmayan hayali bir yerde mükafat olarak lanse edilen, fakat zorba, vahşi, egoist, ve uyanık erkek Tanrının isteklerini yerine getirme şartı ile belirlenen durumdur. (Kulluk-kölelik gereksizdir.) Bu ise sadece zorba bir erkeğin kafasındaki ahlaksız teorilerden ibarettir.

Dikkat edersek dindeki cins üstünlüğü (maskilist) en çok bu ahmakça erkek egemen sistemin altındaki toplumlarda oluşur. Bu da beraberinde taciz, tecavüz, recm, intihar, ahlak bozukluğu, kadına baskı, ve köleliği getirir. Buna feodalizm denir.

Toplumun en hassas olduğu ve özellikle baskı altında tutulmaya çalışılan seks, alkol ve o bazı ürünler yasak olduğu sürece doğal olarak insanda (hissi olan) en vahşi halini alır. Nasıl mı?

Bakın, örneğin İmamın bir tanesi bu baskılardan dolayı kendi kız kardeşine tecavüz etti, Ensar vakfı gibiler vahşileşip kız ve erkek savunmasız çocuklara tecavüz etti, Özgecan olayı zaten vahşet, ülkedeki kadın ölümleri yüzünden ağlamak istiyorum. Ve bu olaylar tüm bunlara göz yuman ahlaksız  zihniyet, yanlış anlatılmış ve anlaşılmış din sayesinde gerçekleşti. Peki gerçek dine gerek var mı?

Birde tanrıçalar döneminde yaşananlara bakalım.
Tanrıçalar ise çok güzel yöntemlerle ticaretçi, bekar, eşinden uzak, yaşlı, ve önemli elçilerin seks ihtiyacını karşılamak için veya vahşi, tecavüzcü, köleci, saldırgan, geri-zekalı erkekten toplumu korumanın önlemini almak için cinselliğin felsefesini özgürce ve kutsallıkla benimsemiş (dönemin genel evlerindeki kendini tanrıya adayan rahibelerin tanrı için, kutsal dedikleri seks eylemlerini gerçekleştirmesi) yazmış ve önlemini almıştır.

Nedir bu önlem ve bilgi?
Tanrıçalar tarihte Sümerler'den (M.Ö 4000) Fenikelilere ve günümüze kadar süregelmiştir.
Arap yarım adasına Astarte'nin dönemindeki bilgiler taşınmıştır.

Gönüllü olarak tanrıçanın hizmetinde çalışan 72 milletten rahibeler özel evlerde erkeklerin cenneti yaşamasına yardımcı olur, içinde şarabın sınırsız olduğu, kenevir otu vs. (kutsal kitaplardaki) ürünlerle beraber ücret karşılığında ayinlere tabii olurlardı.

Filo-Sufi Ömer Hayyam hazretleri derki:
Irmaklarından şaraplar akar cenneti ala meyhanemidir?
72 huri diyorsun cenneti ala kerhane midir?

Nisa suresinin 34. ayetinden şimdilik bahsedemem size çok ayıp gelecektir.
Neyse gördüklerinden dolayı başı dönen kervancı sonrasında bu unutulması imkansız hatta anlatırken heyecan dolu anları çevresine anlatırdı.

Tanrıça (Allah) aynı zamanda bu elçiler vasıtasıyla bu mesajı kendi toplumlarına da bildirmelerini özellikle belirtmiştir (onlara yaşatarak). Elçin'in bu kutsal mesajı kendi toplumuna nasıl heyecanla anlattığını eminim sizler de tahmin ediyorsunuz..
Eğer okursanız Sümerolog Sayın M. İlmiye Çığ anlatmak istediklerime biraz yardımcı olacaktır.

Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

CENNET TASVİRİ VE SÜMER RAHİBELERİ

din, islamiyet, Cennet tasviri ve Sümer rahibeleri,Kabenin önündeki vajina şekli,72 huri,Kurandaki cennet,Muhammed cennet kavramını nereden esinlendi?,Sümer rahibelerinin seks ibadetleri
Kadına hakaret eden ve saygısız davranan dincilerin bütün konuşmaları yalan ve yanlıştır çünkü Kuran'ı Kerim ana Erkil dönemden bahsetmektedir. Bu da ilk Tarım döneminden bahseder, taaaki tek tanrılı dönemlere gelene kadar (firavun ve günümüz).

İŞTAR
Fenikede eSTARte,
Etrüsklerde Ferunia,
Yunan'larda Afrodit,
Anadolu'da Kibele,
Romalılarda Verunia vs şeklinde değişir gider.

Herbiri binlerce yıl devam etmiş bir kültürün ana tanrıçaları tarafından çizilmiş (bereket tanrıçası) yaşanan bir gerçeğin kurandaki yansımasıdır.

Bunu yanlış gösteren erkeğin kadına cehaleti korku ve vahşet ile dayatması pekte önem arzetmiyor gibi görülsede ben önemli buluyorum. Söyleyeceklerim toplumun ayıp görebileceği, fakat bilimsel açıdan öğrenilmesi gereken şeylerdir.

Genelde ilk Metropol (Sümerler'de) sehirlerin düzeninde tanrıça şehrin düzenini belirlerken 104 madde, şimdiki Allah'nın 99 ismi ile aynı şekild ifade edilirdi.

Medeniyetin merkezi, ticaretçilerin tüm dünyadan (kurandaki 72 millet)  ilk uğradığı şehirlerin uğrak yeri, misafir ihtiyaç, huzur, özgüven, yiyecek, giyecek, lüks yaşam araç gereçleri, ve en önemlisi şarap ve zeytin yağının merkezi.


Bu merkez kanalizasyon, alt yapı, muhteşem şehir yapılanması, eğlence, sanat,  müzik, şarap, özel ve genelevler, takı ve esans, koku ve en önemlisi eğitim ve sağlıkta en öndeydi.

Neyse ben size sümer rahibelerinin ibadet için seks yaptığı bu yerin Kur'an'a nasıl bir cennet veya ilahi bir mesaj olarak girdiğini anlatayım:
Arabistan'dan kumaşını Mezopotamya'ya getiren tüccarı (hele birde gençse) orda misafir olarak düşünün.
Unutmamak gerek ki ticaretçilerin özel bir dokunulmazlığı vardı (Elçi kartı).
Bu şekilde binlerce yıl her tarafa böyle ulaşmıştılar.
Arap bölgesinden gelen Muhammed'in bu şehirde ilk uğradığı yerlerden biri, asma bahçesi olan merkezi bir binanın önünde bulunan (Mekke'deki Hacer-ul esved) kutsal vajinaya benzeyen deliğe kafasını sokarak (itaat eden kişi) içeri girer.

İçerde bulunan 72 milletten (kurandaki 72 huri)  gelen genç bayanlardan biri bu yolcuyu tavaf ettirir.
Eğer kişi birde ticaretin kervan sorumlusu ise ki zengindir, 72 bayandan dilediğini seçebilir (kurandaki 3,4 eşlilik ayeti) ve asma bahçesi olan bu özel yerde odalarından şarap akan (şarap çoktu o dönem) tabiki tütsü eşliğinde unutulmaz geceler yaşatılırdı.

İşte Muhammed memleketine gidince bunu anlatır ve bazılarını (şairler) kağıda döker (ilk ayet yazılımı).
Ve Sümer toplumunun Tanrıçası İştar'ın kerhanesinde yaşananları gelecekte "cennet, ahiret" gibi kavramlar için kullanacak insanların olabileceğine kimse inanmazdi.

Evet kessinlikle belirtiyorum Muhammed'in Fenikelilere kumaş ticareti için gittiği zamanda Mekke'deki o deliği kessinlikle cennet diye adlandırmış ve görüp yaşadığı olayları Kuran'ı Kerim'e aktarmıştır. Ve cennetin tarifi bu kadınların erkeğe geçmişte cenneti yaşatması ile bu noktaya geldi, artık uyanmanın zamanı. Kendinize gelin, geçmişi bilmeyen geleceğine yön veremez!

Yazan: Metin T.

Site Baş Yazarı Anu'dan İlave Notlar:
Metin T.'nin bu yazısındaki genelev-kerhane sözü kulağınıza agresif geliyor olabilir fakat bu kelimenin kullanılış sebebi insanların ilişkiye girmesi için kurulan evlere verilen ismin Türkçe karşılığının bu olmasıdır.
Eğer açık fikirli, inancınızle ilgili inandıklarınızın gerçek yüzünü gösteren veya düşünmeye sevk eden bilgilere karşı küfretmek yerine araştıran biri iseniz, kadınların baş kapama geleneğinin ve tarihteki ilk genelevin Sümer kaynaklı olduğu bilgisine ulaşabilirsiniz.

Fakat şu 2 nokta önemlidir:
  1. Sümerlerde kadınların bu mekanlarda erkeklerle ilişkiye girme sebebi "İBADETTİR" Çünkü o döneme göre insanları seksin bu kadar zevk vermesinin sebebini anlayamamışlardır ve verdiği aşırı zevkten dolayı onun tanrının bir armağanı gibi düşünmüşlerdir. Bu sebeple de kendini tanrıya adayan kadınlar bu mekanlarda erkeklerle ilişkiye girerek tanrıya ibadet ettiğini düşünmüştür.
  2. İbadet için ilişkiye giren bu Sümer rahibelerinin başlarını kapama sebebi, tanrıya ibadet ettikleri için yüzlerinin görünmesini istememeleridir.

DİNLER VE DİLLER

MT, din, Dinler ve diller, Kutsal kitaplarda okunuş, Semantik, Zerdüşt pirleri, Kutsal kitaplardaki Zerdüşt mesajı, Dinlerin gizledikleri, Diyanetin sağlıksız çevirileri,
Kutsal kitaplarda yazı tersten okunur. Zerdüşt (Tanrı'yı insanda birleştiren akıl) peygamberin geliştirdiği ve öncülüğünü yaptığı Sami (Zazaca semi = bence, benim gibi) dili ve felsefesi üzerine biraz yoğunlaştım. Okunurken tonalite/müzikal (çok önemli) mod kullanılır.
Biraz SEMANTİK diyebiliriz ya da Sufizmin yaşadığı eşsiz pozitivist şair, sanat, edebiyat tasavvuf ilmi gibidir! Veya Şamanizm, Budizm, felsefelerinin yakın durduğu Etruskiler, Kartaciler’de yaşanan anaerkil dönemde ve son olarak Sasani İmparatorluğu döneminde vs görebilirsiniz.
Benim varmaya çalıştığım ise kutsal kitapları tersten okumanın anlamı da tersten olmalı. Şimdi belirteyim.

Eğer Zerdüşt pirlerinin (sufi) anlatmak istediği buysa ki öyledir, bazı ayet ve sürelerde geçenler, o zaman cenneti aramaya gerek yoktur, cennet yaşanmıştır bunu anlayıp dinlerin vahşi oyunlarının önüne geçebiliriz. Yani gerçek oyuna, satranca döneceğiz.
Yani insan cenneti görmüş, başkası vaat edemez.
Geçmiş, kula kulluk için vaadedilen bir kavram olamaz ancak ilim ve bilim olur.
Mesela 12 bin yıllık Göbekli tepe betonlaşma riski ile karşı karşıya,  Hasankeyf  sulara boğulmak isteniyor, İşid’inin Palmira’daki harabesi vs vs.
Aslında dinler bu bilimi yok etmek için cehalet ile korkutucu rolünü oynuyor çünkü  gerçeklerin ortaya çıkması onları sirke küpü gibi çıldırtıyor.
Dikkat ederseniz hıristiyanlık girdiği her yerde önce araştırmaları ve tarihi kütüphaneleri yaktı, bugün İşid’in yaptığının aynısını… Yani tarihin tekerrürü.
İşid’in varlığı ve bununla yaymaya çalıştığı korkutucu güç gösterisi bunun sebebidir. Ben size açık ve net olan gerçeği bildiriyorum korkuya gerek yok.

Mesela Kabe ve Vatikan insanlara "bana hürmet edin, size geçmişi yaşatacam’’ diyemez.
Hep gelecekten bahseder.
Ki tersi hükmetme etkisini kaldırır.
Kimse arkasından gitmez.
Kimsenin umrunda olmaz.

Nedir bu kutsal kitaplardaki Zerdüşt mesajı? Bu da boğa (TORO) sembolü, Toros dağlarında binlerce yıl önce yaşanmış medeni bir cennettir. Zerdüşt Yesna ayeti 29 boğadan bahseder, Kuran'da bu hayvan deve oluyor, İncil’de de domuz olarak karşımıza çıkar. Fakat diğer bir çok ayette Toros kelimesi yüzlerce kez geçer. İlerde bazı ayetlerin genel analizini size bildireceğim.

Boğa sembolü Toros eteklerinde yaşanmış olan medeniyetin kitaplarda bahsedildiği gibi gelecek için vaat edilen cennet değil,  aslında geçmişteki (gerçek anlamda) yaşanmış olan cenneti anlatmaktadır. Bu da bugünkü dinlerin bunu kullanarak ve yanlış anlam yükleyerek, gerçeğinden kopuk, "gelecekte olan" anlamı üzerinde duruyor, yöntem ise cehennem korkusunu göstermek, engizisyon ve şeriattaki gibi.
Zamanı tersten okuyunca geçmişte en üst insan ya da insanlık özellikle zeytin yağı (zeytin önemli), üzüm (şarap) doneminde yaşamıştır.
Bu da Agrikultur (Toros) medeniyetinin yaşanmış ve mantiq et-tayr (kuş bilimi) mistik kültürünü yansıtan ileri beyin reaksiyonları gerektiren ve sosyolojik yaşamın bugünkü medeniyetin ulaştığı en çağdaş dönemin ötesinde bir durumdur. Yani kutsal kitaplar tek merkezden çevriliyor. Fakat hepsi yanlıştır. Kuran'ı Kerim, öncesinde Tevrat’tir,  (Toret, Zazaca’da da geçer) onun da öncesi Avesta'dir (mushaf u reş ) yazılar aynıdır.

Bu da Sümerler'de görülen aslında öncesinde de yaşanmış medeniyetin bugünkü taşıyıcı mesajıdır. Kuran'ı Kerim üzerinden bildiklerinizi unutun, gelecekten değil geçmişte olduğunu düşünürsek "cennet geçmiştir cehennem kendileridir" "cennet bilgidir, cehennem cehalet kaynaklı korkudur’’

Ayrıca Elçi'nin hayatı önemli değildir, tamamen spekülatif ve manipülasyon kültürünün devamıdır. Eski tarihlerde mesajı getiren değil getirdiği mesaj önemlidir.
O yüzden Mamet’lerin (eski dilde Elçi) yaşamı çok önemli değildir, yani öyle bir kişinin yaşamış olması bile önemsizdir. Bugün sünnet (Elçi'nin  yaşamı, yaptıkları) diye topluma dayatılan tamamen gereksizdir ama hala belli ki çok önemli bir konumdadır. Öncelikle bu Mamet/Muhammet benzerliği aklımızın bir köşesinde dursun…

Bir kaç örnek vermek gerekirse, Muminun süresi (20) Turi (Toros dağlarında yetişen zeytin ağacının gölgesinde yaşamış bir medeniyettir). Fakat hiç bir çeviri Toros olduğunu belirtmez, hatta özel isim olarak geçer, fakat anlamından bahsetmez. Ve binlerce sağlıksız ve gereksiz çeviri özellikle Diyanet İşlerinin çevirisi hiç yanından bile geçmeyip tamamen çarpıtılmıştır.
Tin süreside (tın = eski dilde incir) o meyvenin şarabından bahseder, yani yaşanmış Agrikultur döneminin günümüz insanlarına geçmişten aldığı mistik enerjiyi (bilgi) taşır. Yapılan hiçbir çeviri dikkate alınmamalıdır.

En basit örneği İlk imame kadındır.
Bu da Toroslardan günümüze toplumun öncü rolünü oynayan kadın /Havva diye geçer Avesta'da İncil’de de Kuran'da da…
*Semantik, kelime anlam bilimi üzerine felsefik çalışmaların en önemli koludur.

Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere!!!

Yazan: Metin T.

CİNSELLİK VE DİN

MT, Sümerlerde baş örtüsü, İlk baş örtüsü, Baş örtüsü tarihi, Mezopotamya'nın ilk genel evi, din, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik, Cennet tasviri, Cennetin kökeni,
Kutsal kitapların geçmişten günümüze taşıdığı mesajlar yanlış anlaşılmış. Tüm kitap tefsircilerinin tamamen hatalı olduğunu belirtebilirim. Cennet, seks, şarap, 72 huri vs falan ayeti doğrudur, buna katılıyorum ama tersten okuyunca.
Kutsal kitaplar geçmişte yaşamış medeniyetlerin günümüze kadar ulaşan bir mesajını taşıyor olabilir.

Ve tersten okuyunca bir çok önemli bilgi netleşiyor.
Ayette bahsedilen cennet/eden daha önce kesinlikle yaşanmıştır.
Geçmişten günümüze hem arkeolojik hem kutsal kitaplardaki kodlama yöntemi ile bunlar günümüze haber verilmiştir. Günümüzün insanının, geçmişte olduğu gibi bugün de demokratik, liberal ve ileri medeniyeti anlaması içindir.

Yeryüzünün ilk genelevi milattan çok çok önceleri Sümerler'de vardı,
Çok gelişmiş medeniyet seviyesine ulaşmış bir toplumdan bahsediyorum.

Mezopotamya'nın var olan ilk genel evi şöyle;
Asma üzüm bahçeleri olan, şarabı bol, dev bir yapının içinde 72 genç huri/rahibenin (72 millet) hizmet ettiği kutsal bir mekan. İlk kutsal mekanlar arasında.
Oradaki rahibelerde erkeğin hem cinsel, hem ruhsal anlamda vaftiz, veya ibadetini yerine getirirler. Bu yerin adı Tanrıçaların evidir (Tanrı'nın evi).

Bugünkü imamın, papazın, hahamın bahsettiği soyut cennetin kökeni denilebilir.
İmamlar ruhani işleri yapıyor, rahibeler yaşıyor ve yaşatıyor. Aynı zamanda bu rahibelerin kutsal mekandan çıkarken tanınmaması için başlarına örtü taktıkları, hatta bunu takan ilk toplum oldukları söylenir.

Erkek egoizmi cehennemi var etti ve insanlık rezil oldu. Mitolojik aşk ve seks tanrı ve tanrıçalarının yaşadığı bir dönemden bahsediyoruz (İnanna/İştar Mezopotamya, Afrodit/Eros Yunan).

Şimdi ayeti tersten okuyoruz.
Ey insan, senden binlerce yıl önce medeniyet yeryüzünün en üst seviyesine ulaşmıştır. O gördüğün ayet geçmişten geliyor. Asma üzüm bahçeleri, derelerinden akan şarap, iri gözlü, tomurcuk göğüslü, tanrıçalar var. Yani akıl geçmiştedir gelecekte değil. Ahiret geçmiştir, gelecek değil.

Birde bu tersten yazılım Fenikelilerin çıkardığı çok uzak olan (coğrafik) yerlere giden mesajın kodlanmış haliyle bir Elçi vasıtası ile halklara ulaşır.
Mesajın, Mezopotamya'da yaşanan medeniyet seviyesini bildirmek ve sürekli güncellemek adına gönüllü sufi ve elçileri vardır.

Yani geçmişte yaşanan o en üst seviyedeki liberal ileri demokrasi, kadın-erkek eşit medeniyeti, diğer toplumlara anlatım, sanat, kuşlar, kodlu tersten yazılan semboller yoluyla bize ulaşır.

Kutsal kitaplar geleceği değil geçmişi yazarlar.
Elçinin Arap yarımadasına götürdüğü mesaj şu: "ey Araplar bakın size Mezopotamya dan bu mesaj getirdim! Cennet/eden orada yaşanıyor insanlık çok ilerde."
İlginç olan, Araplar gelen mesaja değil onu getirene bel bağladılar ve aha böyle ortada gördüğünüz ahlaksız bir topluma dönüştüler.
Tarihten günümüze gelen elçiler dikkate alınmaz, mesajlarını okumak yeterlidir. Arapların en büyük hatası, mesajı yanlış anlamış olmalarıdır. Şimdi 1400 yıllık bir yanlış anlaşılma nasıl düzelir? Elbette akılla, mantıkla hareket ederek.
Her birey bu dünyanın cennete dönüşümü için bir elçi görevini yürüten bir sorumludur.

Dünya boştur, boşlukları doldurmak üzere..

Yazan: Metin T.

VAHİY, İLHAM VE DİN

MT, Vahiy, Vahiy nedir?, Vahiy ilham mıdır?, din, vahiy ve din, Zerdüştlükten çalınan vahiy, Vahiylerin kaynağı, Vahiyler, Vahiy gelmiyor, Vahiy Cebrail
Vahyin, ülkemizdeki genel olan din anlayışında Cebrail ile geldiği düşünülür.
Bunun kaynağına indiğimizde kopyalanarak alınmış çok akıllıca düzenlenmiş bir durum söz konusudur.

Biraz titiz ele alarak VAHİY/ilham/akıl üçlüsünü şöyle izah etmek isterim;
Vahiylerin kendi toplumunun gelişmesi için bir çok felsefeci, yenilikçi, ve özellikle gelişen zamanı görüp ait olduğu insan toplumunu buna hazırlayan, bir düşünürün çok derinlikli ve kapsamlı yoğunlaşması sonucu elde ettiği bulgular olduğunu düşünüyorum.

-ilk sanat, sanatçı,
-İlk tarımın gelişmesi,
- ilk evcil hayvan,
- ilk yazı, tabletler,
- ilk yerleşik düzen,
- ilk matematik,
- ilk tekerlek vs, vahiy/ilham/akıl ile gelişmiş ve medeniyetler bundan binlerce yıl (m.ö 9 bin) önce yaşamıştır.

Bugünkü çağdaş batı medeniyetin çok çok ilerisinden bahsediyoruz. Bugünkü dinler, bunları kullanıp kendine mal edebilir, onların işi bu, hırsızlık ta yapar yalan da konuşurlar.

Geçmişten alacağımız örneklerin, çizilen portrenin günümüze gelmesinde en büyük etken, yazılı tabletler ve kabartmaların bugünkü dünya düzenine ışık niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Ve hala üzerinde yapılan çalışmalar, analizler devam ediyor.


Yani tarih günümüzde, biz de tarihin başlangıcında gizliyiz.
Genel olarak geçmişten geleceğe mesaj olarak üst-insan felsefesi bizlere yansımıştır.

Mesela, 400 lü yıllarda İskenderiye/Mısır dönemin en önemli matematikçi gök bilimcisi HYPATİYA'nın başına gelenler sonucunda tüm dinlerin cehalet üzerine vahşi bir politika izlediğini gözlemleyebiliriz.

Bizler, tarihten geleceğe yönelik döngünün tam merkeziyiz, aslında bizler bu mesajın ta kendisiyiz.
Karanlığı insanlığa dayatanlara, en güzel cevap ışığı tutanlardır.

VAHİY/ilham/akıl üçlüsünün amacı binlerce yıldır var olan medeniyete felsefik uyum sağlamak , ve yaşadığı dünya toplumu ile kültürel denklik arayışını bulmak, felsefik ilim sahibi fedakar insanların ulaştığı üst insan (nitsche nin sözü) modeline ulaşmaktır.

Filozof, aktar (ecza,ilaç), şair, matematikçi, astroloji, gök bilimci...

Sevgi, pozitif enerji, meditasyon, vs. kısaca yaşama ait tüm kavramlar global düzeydeki insanın gelişimidir.

Bu IŞIK/VAHİY/BİLGİ hep olmuştur! Yani VAHİY aslında hem ruhani hem dünyevi gelişen zamana uyum için geliştirilmiş Sufi felsefesidir. Buda Zerdüşt kültünden esinlenilmiştir.

Artık VAHİY gelmiyor, bu sondur diyenlere açıkça belirtiyorum. VAHİY tamamen akıl ürünüdür, ve her anın bir aklı vardır, bugünde vardır yarında olacaktır. VAHİY/ Umuttur, bilgidir, aşktır, gelişen zamandır, karanlığa ışıktır!

Fetva, zaten başlı başına bir düzmeceler hikayesidir. Yani sadece diyanetin son zamanlarda söylediklerine bakarsak insan ırkına pek faydalı değildirdir. Hatta diyanetin kendisi karanlığın mimari yapısı gibidir, artık gerisini siz düşünün...
Dünya boştur, boşlukları doldurmak üzere. Saygılar..

Yazan: Metin T.

NAMAZ VE DİN

MT, namaz ve din, din, islamiyet, namaz, Hakkını ara, teizm, nonteizm, Tepkini göster, Tecavüz olayları, Arap seviciler, Namaz nedir?, Cuma namazı,
Öncelikle namazın dinler için öneminin altını çizerek belirtmek isterim. Namaz kişi ile inancı arasında bir meditasyondur. Milattan önce binlerce yıllık bir meditasyonun günümüzdeki halidir. Budizm, Şamanizm, Mandeizm, İslam, Musevilik, Hristiyanlık hepsi antik Mezopotamya dan günümüze taşımış meditasyonun/namazın ta kendisidir.

Aslında kişinin kendine harcadığı bir zaman dilimidir. Gelelim ülkemizdeki namazın-meditasyonun amacına. Şuan camilerde kılınan bütün NAMAZlar iktidara kılınmaktadır! Gerçeğinden kopuk, baskı ve politik hal almıştır. Halbuki ilk cami toplumun gelişmekte olduğu zaman, medeniyet, ve bu uğurda toplumu teknik, felsefik, bilinçlendirme ve geliştirme üzerine kurulmuştur. Ülkemizde amacından saptırılıp tamamen iktidarın politik oyunu haline gelmiştir. İlginç olan bir yanı da cehaleti dayatan bu imamların parasını iktidara, siz müminlerin ödediği vergilerdir.

Arap cehaletini topluma namaz-meditasyon yoluyla encekte edenler bir yandan da etnik ayrımı, ülkenin kültürünü, farklılıklarını yok edip yerine köleliği, fakirliği, haksızlığı , ahlaksızlığı, savaşları kabul eden bir toplum yaratmak için namazı kullanıyorlar ve etkili olduğunu da ifade etmek isterim.

-Dikkat ederseniz insani hak olan demokrasi talep etmek artık din karşıtlığı olarak lanse ediliyor.
-Barış istemek neredeyse imkansız.

Çocuklar ölüyor ama dile getirmek suç.
Kız ve erkek çocuklarına din adı altında tecavüz ediliyor, ve egemen sistem hemen üzerini örtüyor.
Haksız tüm vergiler iktidarı, bu oyunu oynamaya müsait kılıyor.

Şimdi bireyin bundaki gücünü tartışalım, bakın ülkemizde yaşanan tüm haksızlıklara karşı belli ki ses çıkaramıyoruz ama bu çaresiz olduğumuzu göstermiyor.

Tüm bu baskıların farkında olan her BİREY, öncelikle bu baskıların ana motoru olan iktidarın NAMAZını reddedecek camiye gitmeyerek. Evinde kıl. Cuma namazı mutlak camide kılınır diye kural koymuşlar o yüzden seni mecburi yanına çekerek sana emirlerini dayatıyorlar. Kesinlikle mecburi değildir, olsa bile bu yönetim insan haklarına saygılı olmadığı sürece cuma namazını toplu bir şekilde kılmayın evinizde kılın çünkü insanlık elden giderse, senin toplu kıldığın namazın hiç bir kıymeti yoktur.

Sivil itaatsizlik günah değil, mutlak sonuçtur. Maaşını ve emrini bu yönetimden alan ve insanlığa her gün deyim yerindeyse küfreden imamların arkasında saf tutmaktır günah olan. Ben gitmesem ne olacak? Demeden her bireyin bundan kendini sorumlu tutarak, bunun öncülüğünü yapması gerekiyor. İnsan haklarının korunması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Gelişmekte olan batı medeniyetini kötüleyen tüm imamlar kesinlikle toplum düşmanıdır. O imamın bilmesi gereken şudur, Arap cehaleti sadece diktatör yönetimler için iyidir. Tamamen halk düşmanlığıdır. O kötülediği batı medeniyetini Anadolu ve Mezopotamya halkları binlerce yıl önce yaşamış ve batıya da gene bu halklar taşımıştır. Asıl Arap'ın bu halklardan öğrenmesi gereken bir medeniyet vardır. Ülke hızla tek tip bir elbise giymiş insanların içinde bulunduğu ceza evine benzemektedir. Gardiyanlar Namaz kıldıran imamlardır, ana teması korku ve cehalet eksenlidir. Sende camidesin ne kadar trajikomik değil mi?

İnsan haklarının korunması senin namazından çok daha önemlidir. İnsan olan herkes bu sorumluluğu yerine getirmekle yükümlüdür. Çok açık söylüyorum eğer din ile seni kölesi yapan bir sistem varsa dinini bu yönetimin çarkından kurtar, olmuyorsa kurtul evinde ailenle sevdiklerinle yaşa. Açık söylüyorum o imamın arkasında kılmadığın her namaz için (günah olduğunu düşünüyorsan) ben cehennemde yanarım senin yerine, yeter ki insanlık kurtulsun bu insan düşmanı Arap sevicilerin elinden. Yoksa geleceğimiz bunların elinde daha fazla rezalet ile karşılaşır. Çocuklarımız hem kültürel hem insani açıdan bu zihniyetin tecavüzüne uğrar. Çok büyük bir eylemdir ibadeti boykot etmek, fakat ibadete karşı değildir bu insanlık içindir. Tüm insanlığı sarmak üzere olan bu cehalet virüsünden tek çıkış yolunun bu olduğunu düşünüyorum. Eğer sonra evine imamları getirmezse iyidir. Eğer insanlık vahşet altında riskte ise o zaman tüm toplumu kurtarmak adına vicdanımız en güzel yol göstericidir. Saygılar.
Dünya boştur, boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

SAĞLIK VE DİN

Ülkemizde özel hastane sayısı bildiğimiz gelişmiş ülkelerin kat kat üstünde, çok basit bir tanımla din için harcanan paranın %10'u sağlık sektörüne harcansa tüm ülke ücretsiz sağlık hakkına kavuşur. Ve özel sağlık kuruluşlarına bu kadar ihtiyaç duyulmaz.

Dünya genelinde savaşlarla insan yaşamına son vermek için harcanan para insanın yaşamasına harcanandan kat kat fazladır, yani yaşatmaya değilde yok etmeye odaklanıyor herkes.

Dinle ne alakası var ?
Örneğin eğer paran varsa sağlık vardır, yoksa ölsen de kimsenin umurunda değil fakat imamın pamuğu hazır!

Diyanetin bütçesi senin verdiğin vergilerle ödeniyor, sana doğuştan hakkın olan sağlık yerine, insanlığa hiç yararı olmayan bir mekanizmanın sana verdiği nedir? Din üzerine kurulmuş vakıflar mesela onlar dahada gereksiz.

Gelişmekte olan tıp, sağlık, ecza, vs için ödenemeyen paranın, gelişmemekte olan hatta daha çok cehaleti dayatan bir kurumun (diyanet) insanlığa ne yararı olur? Din boyutundaki kısmı çok ilginç, ülkemizde şuan din inancı için harcanan bütçe, savaşlara ödenen bütçe ile neredeyse eşit veya daha fazla.

Modern bir ülkede öncelikle insan sağlığına önem verilir ve araştırmalar yapılması için o kurumun çalışmaları takip edilir denetlenir ve sonuç alınır ama geri kalmış bir toplumda diyanetin çalışmaları zaten denetlenemeyen birde ulaştığı sonuçların insan haklarına aykırı fetva ile ilgilidir.

Nedir bu fetvalar? mesela: "kız 7 erkek 8 yaşında evlenebilir", "kız 15 erkek 16 yaşında evlenebilir"  için harcanan paralar mesela, bunlar insan aklına ihanettir.

Yani gelişmiş bir devlet kurumunu da geçtim, sıradan bir vatandaş bile söylese, direk psikiyatri merkezine alırlar, aklı dengesi yerindeyse direk ceza ve infaz kuruluna sevk edilir. Bu fetvalara benzer daha bir çoğu var ki bunu zaten diyanetin geçmiş açıklamalarından biliyoruz.

İhtiyaçtan çok cami var, sadece % 10'u sağlık sektörü için olsa inanın hiç sorun kalmaz.

Birde dinin yalan yönü daha ağır. Mesela gerçek dinlerin "yetim hakki yenmez" demesi, ülkemizde yetim hakkını hem çalıp hem yiyip birde üzerine muhteşem bir cami yaptırması, demek; ben senden çalarım, yetim hakkını da yerim fakat "sözde" günahlarımı yüksek bir cami yaptırarak silerim demektir. Buda insan aklıyla alay etmektir. O yüzden o camiye gidenlerin kendini sorgulaması gerektiğinin altını çizerim.

Yani soyut olan cennet-cehennem-günah kavramlarının insanlara diyanetin aracılığıyla bu kadar masraflı işletilmesi, dinlerin çıkış noktasına biraz terstir. İlk rahiplerin çıkış amacı toplumu gelişmekte olan global düzene (zamana) hazırlamak idi. Yani bu dünyayı cennete çevirmek için örgütlerken, bugünkü dinler ise gerçeğinden saptırılarak bu dünyayı cehenneme çeviren bir kavram üzerine kariyer yapmış ve bunun içinde iktidar tarafından ekonomik desteği her zaman en üst düzeyde almıştır.

Toparlayalım;
Bu kadar din üzerinde durmalarının nedeni düşünemeyen bir toplum yaratmaktan geçiyor. Buda gene din kullanılarak yapılan bir eylemdir. Gelişen dünya düzenine neredeyse ışık hızında geri kalmış ülkeler arasında yerimizi almış bulunmaktayız. Bunun tek kaynağı körü körüne inanmamızdan ve hiç sorgulamamızdan geçiyor ve bunun tek sorumlusu bizleriz!

Firavun'a sormuşlar sen nasıl Tanrı oldun? "Hiç itiraz eden olmadı"demiş.
Dünya boştur! Boşluğu doldurmak üzere saygılar...

Yazan: Metin T.

YILAN VE DİN

MT, din, islamiyet, Yılan ve din, Dinlerde yılan, Dinlerde ateş, İslamiyet ile Zerdüştlük, İslamiyette yılan neden kötü, Kureyş Arapları Zerdüşt'ü düşman görüyor, din ve mitoloji, Tek tanrılı dinlerin yaşattıkları,
Yeryüzünde bulunan tüm medeniyetlerde yılan hep bilime ışık tutmuştur.
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" çok saçma!
Sen yılana dokunma o sana dokunmaz !

Yılan; Asya'dan Hint boylarına, Mezopotamya dan Avrupa'ya özellikle bir çok inanca mistik bilgiyi taşımış ve hala felsefesi mistik sayılır.

Bildiğimiz üzere yılan, İslam dininde bir tür düşmandır. Bu temelde din bilime düşmandır anlamı çıkardım. Fakat yılanın yeryüzünün önemli bir hayvanı olduğunu ifade ederek şunları belirtmek isterim:

Nereden geliyor Arapların yılan düşmanlığı?
Sözde mağarada saklanırken Muhammedi görmek-öldürmek istemiş yanındaki de onu korumuş, tüm delikleri kapatmış son deliği de ayağı ile kapatmış, yaw he he bizde yedik!
Tüm mistik bilgilerini Zerdüşt felsefesinden ç-alan Arap kabilesi, en önemli insani konuları yasaklayarak, insanlık için önemli olan etkenleri düşman ilan etmiş, Tıpkı yılanı düşman gösterdiği gibi.


Çünkü yılan; Zerdüşt'ün mağarada kaldığı 10 yılda ona yoldaşlık etmiş, Kartal ile birlikte (mitoloji).
Kureyşli Araplar ise yılanı düşman gösterirken, Zerdüşt'ün mağaradaki mistik bilgilerini, 40 günde aldığını sanır, (Hira mağarası 40 gün ve ilk vahiy). 10 yılını insanlık için, yılan ve kartal ile birlikte sürdüren Zerdüşt'ün yapmaya çalıştığını Kureyş kabilesi 40 güne indirgeyerek çözeceğini sanması o medeniyete ihanettir.

Ayrıca ilk vahiy falan hepsi ayni hikaye, Zerdüşt'ün yaşamış olduğu mistik bilgiler M.Ö. 10 bin yılına kadar gider (Göbekli taş örneği).

Ateşte aynı şekilde yılan gibi kötü gösterilse de ateşin kutsallığı, ışık, özgürlük, bilgi, pozitif enerjinin sembolüdür. Bu kadar karalama bir şeylerin yeniden ortaya çıkmasına engel olmak için olmuş olmasın, yani hırsızlıkların ortaya çıkma ihtimali.

Bugün dünyanın sağlık Amblemi yılan sembolüdür.
Arapların yılanı yasaklamasında ki niyet ve etken insanların ve insanlığın bilgi sahibi olmasına engel içindir. Yani yılan bilgidir.

Yılan felsefesini yasaklayan bilgi düşmanıdır, bugünkü cehaletin bütün kaynakları, haram helal etkenleri ile insanların bilgiye ulaşmasını engellemektir. Resmen insanlıkla dalga geçiyorlar.
Batı medeniyetini Arap cehaletine yönlendirenler insanlığın düşmanıdır.
Arap kabile önderinin vardığı ve yapmak istediği kendi bireysel çıkarı için olsa da gerçeği ve tarihi karalamaktır amaç. İnsanlığın gerçeğinden uzaklaşması için uydurulan ve neredeyse tamamını Zerdüşt kültüründen, bazılarını da Mısır firavunlarından ç-alanlar bunu Tanrı'ya mal etmeye çalışsalar da yer yüzünün en barbar kültürlerinden birini İnsanlığa yaşatıyorlar.

Çok uzatmadan kısaca toparlayalım, Kureyşli Arapların tüm mistik bilgilerini Mezopotamya'nın kadim kültüründen ç-alarak kendi kabile anlayışına göre dizayn etmeye çalışırken insanlığı ayaklar altına almış olduğunu ifade etmek isterim.

Bir başka etkende o kadim kültürdeki bilginin, mistizm, ışığın, ruhsal, sosyal, felsefik, antropolojik, serüvenin yaşanmasını sağlayan sembolik tüm soyut ve somut işaretleri ya düşman ilan etti, yada insanların ulaşmasını engelleyen metotlar üretti.

50 bin yıllık insanlık tarihinde bu dinlerin (tüm tek tanrılı dinler) yaşattığı acı, savaş, körlük, ihanet, rezalet, ahlaksızlık, kadına zulüm, insanlığa zulüm, bilgi düşmanlığı ve daha bir çok acı gerçek.

Yani insanlığın en iğrenç donemi bu tek tanrılı dinlerin oluşması ( yaklaşık 3 bin yıl) ile yaşanmıştır. insanlık tarihinin (50 bin yıl) yaklaşık yüzde 98 i insani geçerken, bu tek tanrılı dinlerin insanlığa yaşattığı en iğrenç dilim "% 2'lik" bölümüdür.

Son olarak, bu kadar cehaletin artık gereksiz olduğunu belirterek tüm insanlık için oluşacak düzene geçerken, dinler ya insanlık adına kendine çeki düzen verir yada bu yeni düzenin altında can verir (ki can veriyorlar, her gün binlerce insan dinlerin uydurma olduğunu anlayarak dinlerini terk ediyorlar).

Yazan: Metin T.

EMPATİ VE DİN

MT, din, Empati ve din, Din insanları empati yoksunu yapıyor, Empati yoksunluğu, Empati kurmak, Dinlerin insana etkileri, Eş duyum ve din, Ahlak ve empati, Kadın bilinçlenmeli, Tecavüz vakaları,
Önce empati kavramına kısa bir göz atalım, toplumsal alanın her dalında mutlak önem taşıyor! Psikoloji, sosyal, inanç, kültür, bilim, sanat, ekoloji, doğa ve daha bir çoğunu sıralayabiliriz!

Empati/eş duyum bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durumun motivasyonu anlamak içselleştirmek (Wikipedia)! Yani insani açıdan son derece önemlidir !

Son bir kaç yüzyılda dinlerin empati üzerine pek durmaması, bireyin düşünmesini engellemek içindir! Ve empati kuramayan her birey o dinin kölesidir!
Empati kuramayan daha evrimini tamamlayamamıştır.
Hiç bir etnik köken ayrımı olmaksızın empati mutlaktır!

Bir kaç örnekle farklı bir bakış açısı kuralım!
  • Örneğin Bir çok din yöneticisi dinin emrini uygularken empati kurmayı bilmez/düşünmez, düşünemeyen kişi o dinin kölesi olduğu gibi diğerlerine hüküm veren bir amir görür kendini! kendine yaramayan bir başkasına hiç yaramaz!
  • Kadın hakları konusunda dinin bir kaç bin yıl geride olduğunu hepimiz biliyoruz. Empati kurabilen kadınlar tüm toplumu bataklıktan kurtarır çünkü çocukla en fazla aktif olan, empati/eş duyum hissi kadındadır! O yüzden dindeki öncü erkek egemen kadını kölesi yapan, empati kuramayan rahatsız beyinlerdir! "Kadın bilinçlenirse toplum bilinçlenir"!
  • Doğuştan sahip olduğumuz empati hissini çok kısa bir zamanda kaybediyoruz. Bu doğaldır! Ama bu kadar acı veren din kaynaklı rezaletlerin, kader veya Tanrı'nın emri diye geçiştirilmesi empati duygusunun yeniden yeşermesini engellemektir!
  • Reşit olmayan çocuklara yönelik cinsel istismarda empati kurmayan beyin yoksunu insanların olduğunu biliyoruz fakat toplumun buna sessizliği, insani açıdan ne kadar geride olduğunu düşünebiliriz! Bir çocuğun acısını hissedemeyen zaten hastadır!
  • Karanlıktan aydınlığa kavuşmanın ilk kurali empati kurmaktır! Işıktır, İnsan olmaktır!
  • Bir hayvanın avlanması doğaldır, fakat bir insanın o hayvani avlaması egoizmdir! Hayvanla empati kuramayan daha çok somun ekmek yemelidir! O yüzden kurban ve bayramı katliamdır! Hayvan haklarına aykırıdır!
Nezaket göstergesi de empatiye bağlanabilir! Eğer karşındakine değerli ve nezaketli olursan ayni şekilde oda empati kurmak isteyen biri olur!
Empati kuramayan toplum eksiktir!

Ahlak sahibi her insan önce empati kurandır! Eğer insanlar ahlaktan bahsederken kendi dinlerinin bakış açısını üstün görüyorsa sorgulanır! İnsani bakış açısı en makul olandır! -Bir ağacın taze iken kesen zihniyet empati yoksunudur!Empati tamamen insani bir terimdir hatta insan üstü diyecek kadar ileri gitmeyi düşünüyorum! Yani tüm insanlığı kapsayan bir üst akıldır!

Empati ve din bir arada olması çok uzak bir ihtimal fakat insanlık çok zulüm altında ve dinlerde artık insanlık için bunu kabul edip görebilmeli! Yoksa insanlar o empati kuramayan anlayışı terk etmeli! Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak isteyen her Birey bundan sorumludur! Her birey Özgürdür, ta ki bir sonrakinin özgürlüğü başlayana kadar ! Benim özgürlüğüm seninki başlayana kadardır! Empati! Dünya boştur! Ama biz doldurabiliriz!

Yazan: Metin T.

KADIN, ŞEYTAN TAŞLAMA VE DİN

MT, din, islamiyet, Şeytan taşlama, İslam ve putperestlik, Şeytan taşlama putperestlik, Kabe kadın taşlama yeridir, Hac, Kabe, İslamda kadın, Din kadınları cahil bırakır, Recm, Kabe kadın sığınma yeriydi, Hac nedir? Kız çocukları öldürüldüğü içinmiş, köleliği kaldırmak içinmiş bilmem ne bilmem ne. Yaw he he.
Özellikle kadın arkadaşlardan böyle bir başlık attığım için beni bağışlamalarını rica ediyorum. Dinde recm cezasını bilirsiniz. Hala İslam ülkelerinde kullanılan vahşi bir metodoloji den bahsediyorum. Ülkemizde de eğer farkındaysak uygulamak isteyen gerici, akıl yoksunu var.
Kadına Şeytan benzetmeleri ve benzer bir çok deyim kadını şeytan gören bir zihniyetten bahsediyorum. Neredeyse eşya gibi, bide namus kavramı (ayrıca yazacağım) sankim erkeğin mali, iradesiz ve erkek egemenlerin hizmetkarı olarak belirlemiş din.
Birey Bundan dışarı çıkmaz, isyankar ve Özgür ruhlu olmazsa.

Her birey bu oynanan oyunun içindedir. Herkes sorumludur.
Annemiz, eşimiz, kızımız, kız kardeşimiz ve hepimiz doğal haliyle dünyaya gelen birer varlığız! Hiç birimizin diğerinden üstünlüğü yoktur! Bu yüzden Bir birimizin yaşam hakkına saygı duymak zorundayız! Çünkü biz insanız.
Adem hava olaylarını bir çok arkadaş değinmiş ben hiç girmeyecem. Ve daha ilk başta bir hata olduğunu belirterek yola çıkmalıyız.

Kabe (hac) ziyareti sırasında şeytan taşlama kuralıda var.
Bakın tevaf ederken yaşlılar (son zamanlarda gençler de popüler olmaya başladı) oradaki şeytan değilde bir kadın taşlama yeri olduğunu tahmin bile edemez.
Hacdan yeni dönen yaşlı dayımın anlatımında inanılmaz bir rahatlık ve öz güveni vardı! Çok sevinmişti şeytanı/kadını taşladığı için, gariban. Bunun bir ticaret ve politik kısmına hiç girmiyorum! Matematiği iyi olan bir arkadaş bize bilgi verebilir, uluslar arası organizasyonlar falan, ve milyonların içinde bulunduğu bir yapılanma.

Neyse, şimdi recm konusuna gelelim! O dönem (dinin kurumsallaşma dönemi) Araplarda, bazı bölgelerde daha kadın tam baskı altına alınmamıştı.
Yavaşça kurumsal olan bu erkek egemen zihniyet Ahtapot gibi beynin tüm insani fonksiyonel bilgi merkezini cehaletle doldurarak, bazende ruhsal gıdayı (Tanrı mistiği) sunarak yönetimini kurar.
Baskılar diz boyu, bazı kadınlar bunu kabullenmek zorunda değillerdi, nede olsa Hatice gibi bir ticaretçi kadın yetiştirmiş ahlak anlayışı var. Kadınlar bunun bilincinde. Öyle basit değil hemen yukarıdan iki satır geldi hadi bunu uygula, bir alt yapı lazım neredeyse bir nesil/ömür değişti bu dönemde.

Bu tür baskıların kadın özgürlüğü için kabullenmesi elbette imkansız.
Sadece ülkemizdeki dini kurumlara bir baksak yeterli bir örnektir! Çünkü o yönetimdir bunu uygulayan. O yüzden yönetim kesinlikle laik ve seküler olmalı.

Bugün şeytanın taşlandığı yer bir kadın sığınma yeri idi.

Bir kadın, kocasının baskılarına dayanmaz ve ev benzeri bir yerde yaşamaya karar verir, aslında bir tür sığınma yeri.
Ve derken birileri toplumu galeyana getirip o kadını recm (taşlama) ile vahşice cezalandırır. İşte o günden bir güne oradaki taşlanan kadın şeytana büründürülmüş olarak ta bu noktaya gelir! Madımak olayına benzer! Eğitimli olmayan toplumlar bu tür galeyana gelmeye müsaittir.
O dönemde erkeğin ben merkezci yapısı da müsait, baskıcı bir siyasi din gelişmekte idi.
Ve sonuç ortada.
Din önce kadını cahil bıraktı, ardından köleleştirdi, eşya gibi kullandı, isyan edene de taş attı.
Basit, çok değil 10,15 yıl bir yönetim, dinin para ettiği yerlerde toplumu nasıl değiştirdiğini bilmemek kör olmaktır! O, toplumu öyle bir rezil eder ki, bugünkü yönetimler açık bir delildir, 1400 yıl öncesine gitmeye gerek yok! Şeytana ve kadına aynı taş atılmıştır.

Açıkça ya DİN insan haklarına uyar, ya insan dinin yasalarına uyar.
(Not, benden belge istemeyin, bana da Ateş bilgi veriyor)

Yazan: Metin T.

ÖZ SAVUNMA VE DİN

MT, din, Öz savunma, Kişilik hakları, Doğuştan gelen haklar, Özgürlük, Dinlerin baskısı, İnsan hakları, Yobaz baskısı, Dindarların diğer insanlara baskısı, Pedofili, Barbar Arap kültürü,
Mrb değerli insanlar!
Açık bir şekilde bildiriyorum!
Bir insan olarak buna yükümlü olduğumu düşünüyorum.
Gericilerin bazı yerlerde müzik, sanat, standlarına saldırıları, laik ve seküler yaşayan gençlerimize fiziksel saldırıları kabul edilemez!
Doğuştan hak olan,
Öz savunma temelinde insan haklarını savunan sosyal örgütlenmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum!
  1. Ülkenin her tarafında din, dil,etnik köken olmaksızın yaşadığımız her yerde örgütlenelim! İnsanlık adına! 
  2. Sosyal medyada bu tür gericileri ifşa edip görüntülü veya yazılı haberleşme yoluyla rezil edelim!
  3. Birey doğuştan ölümüne kadar Özgürdür, bu hakkı öz savunma ile karuyalım!
  4. Bugün olmazsa yarın hiç olmaz! O yüzden tüm çevremizi bu tür baskılara karşı insani bir hak olan öz savunma ile eğitip koruyalım!
  5. Hiç bir dinin toplumsal ve bireysel özgürlükleri baskı altına almaya hakkı yoktur! O yüzden yapılması olağan şeyler,
  6. Hangi mahallede çocuklara taciz ediliyorsa o mahallede camiye gidilmeyecek, taa ki o ırz düşmanı pedofili suçlarını işleyenler cezalandırılana kadar! En başta o mahallenin imamı bunu öğrenecek! Örnek vermek gerekirse 500 yıl önce kilise papazına toplum şunu dayattı "Ya insan gibi yaşayacağız yada kilisenize gelmiyoruz!" Kazandılar! İnsanlık kazandı! 
  7. Bugün bunlar olmazsa yarın çok geç olabilir! Hepimiz , geleceğimiz, çocuklarımız, yaşamımız, sanatımız, öğrencilerimiz, müziğimiz, Özgür yaşam hakkımız, ailelerimiz, bu körelmiş insanlık düşmanı, karanlık zihniyetin kölesi olmadan yaşayabiliriz! 
  8. Cehaletin örgütlenmiş hali tehlikelidir! Gördüğümüz her yerde bakışlarımızla bunlara; Benim (insan hakları) özgür yaşam hakkıma dokunamazsın demeliyiz. Aksi takdirde öz savunma hakkımızla geldiği yere savururuz! 
  9. Yöntem; aslında uygulanabilir! Tüm mahallelerde öz savunma sayfaları Twitter, fb, vb ve WhatsApp gurupları, bu guruplar kadın erkek ayrımı olmaksızın. 
  10. Tüm dini bütün değerli büyüklerimizin (anne baba, amca dayı) mahalle içinde sözü geçen iyi kalpli insanların, camilerde bunu dile getirmelerini sağlamalıyız! 
Son olarak, bu örgütlenmenin ulusal alandan uluslararası çevrelerle (biraz zaman ister) ve dünyadaki bütün insanlığı korumakta kararlı çevreler ile bu duruşu sergilediğimizi belirtmek istiyoruz!

Batı çağdaş medeniyeti bizim topraklardan geçti ve bugün Avrupa, Amerika, Hint boyları bu medeniyeti yaşıyor!

Arap köle kültürünü dayatan gericiler şunu iyi bilsin;
Dünyaya inancı, yaşam hakkına saygıyı, sosyaliteyi, bilimi, ilimi, ticareti, öz savunmayı öğreten Anadolu ve Mezopotamyadır. Sonradan inşa edilmiş Arap barbar kültürü insanlığı sadece karanlığa ve geriye götürür!
  1. Her insan, inanç bakımından Özgürdür! Fakat inancı gereği olduğunu düşündüğü bir başkasına, yasak ve dayatmalar kabul edilemez! Yanlış inanıyor ! 
  2. Global Kültür ve yerel kültür hiç bir İnancın kıskacında olamaz, kabul edilemez!
  3. İnsan gibi yaşamakta ısrar ediyor, Araplaşmayı dayatanlara öz savunma ile cevap veriyoruz! 
Ve Yeni yıla saatler kala bu yazıyı yazarken her bir bireyin Yen'i yılını kutluyorum. Bundan sonraki süreçte zorda olan bir varlığın ümitsizliğe kapılmasına neden olan tüm gerici dayatmalara boyun eğmeden öz savunma ile haklı duruşumuzu sergileyeceğiz!

Kafanızı yormayın ve artık Tanrı'ya dua etmiyorum! Mucize beklemiyorum! Kendime dua ediyorum ve Tüm dualarımı kabul ediyorum!
En içten duygularımla Yeni ve zorlu yılınızı kutlar! Öz savunma dolu bir hayat diliyorum!
Sevgi ve Barış olan Yeni yıl dileklerine öz savunmayı ekliyorum!
Yeni yılınız öz savunmalı olsun!

Yazan: Metin T.

ÖLÜM, RUH VE DİN

MT, din, Ölüm, Ruh, Ölüm ruh ve din, Dünya boştur, Ölüm korkusu, İnsan gibi yaşamak, İlk hücre, Yaratılış, Ölüm sonrası, Ölen insan, Ölünce sen olmayacaksın, Dünyayı sev, Ahiret korkusu,
"Dünya boştur" bu sözü çok kullanırım bazen merak eden çevreme izah ederim, bu konular aslında ne demek istediğimi anlatıyor. Dikkat ederseniz ölüm korkusu çok fazla dincilerde vardır ve insanları korkuturlar. Sanki çok korkunç bir şeyi, devasa bir şekilde anlatırlar. Ben izlerken hayret ediyorum tam bir tiyatro! Dinlerin kullandığı en muhteşem yoldur. Kullandıkları şehitlik ve bazı kutsallık atfeden kelimeler var onları bir ara ayrıca yazarız!

"Dünya boştur" sözüne alternatif, hayatı güzel kılarak boşluğu doldurmamız gerektiğini düşünüyorum! Güzel düşünen tüm insanları ayrıca selamlıyorum!

Değerli okuyucular.
Şimdi bir kaç bağlantı kuralım.

İnsan et ve kemikten yapılmış, doğal haliyle zamanla yıpranan bir canlıdır. Bazı özel durumlar hariç doğumdan ölümüne kadar kendisinde bulunan mekanizma hareket eder. Akılda bunlardan birisi. Bu bireyin doğal hayatı gereğidir yani öyle çok ahım şahım bir şeyde değildir!

"Özene bezene yaratmış"
Güzel bir sözdür sadece! İlk hücrenin günümüze gelen şekli ve zamanla gelişen davranışlarıdır!

Örneğin korku nasıl anlatılır?
Genelde kullanılan yöntem, hayal edilen bir cismin (soyut varlıklar) hareket hali ile canlandırılır ve karşıya gene bu yolla aktarılır!

En fazla ruh benzetmesi vardır , ve ruhun yeniden canlandığı fikri sadece korku yayma amacıdır! Aslında ölünce ruhumuzda beraber ölüyor çünkü beynin elektrik akımı duruyor.

Şöyle, kalp atışlarından pompalanan kanın beyne gitmesiyle beyin mekanizması devreye girer. Ve düşünme gerçekleşir orada bir insan sınırsız düşünebilir, ölüm'ü bile ;) . Ve bu korkuyu vücut ekseninde hissedebilir bir insan. Doğaldır.

Çünkü hareket etmekte olan bir mekanizma var!
Ve bu mekanizma ilk hücreden bu yana hep öyle devam etmiş, milyon yıl öncesine inebiliriz, eğer izin verseler bir kaç milyon yıl daha gidebilir. Neyse.

Kalp atışı olmayan birinde beyin düşünebilir mi? Yok.
Korku hissi insanın en zayıf halkasıdır, ölüm gerçeği olunca! Ve sonrası dinlerin maceraları, tew Le le...

Sadece endişelenmenize gerek yok, ölüm olunca sen olmayacaksın! Yani düşünme sorunun yok çünkü kalp çalışmaz, düşünmeni sağlayan beyin mekanizması otomatik olarak yok! Hissetmek YOK, düşünsene bizim cami imamı ölünce kim cesedine bakar? Yok.

Kişi ölünce milyonlarca yıl olduğu gibi o toprakla birleşir. Vücudun tüm organları toprağa besin kaynağıdır. Kemikler biraz kalıyor tabi! Ve milyonlarca yıl yoktuk bir kaç milyon yıl daha olmayacağız fakat o ilk hücre doğası gereği yaşayacak.

Şimdi insan gibi yaşamak zorunda olduğumuzu düşünüyorum!
Yaşamak ve yaşamı güzel kılmak bizim elimizde, eğer bizler bu doğanın bir parçasıysak ki öyleyiz. Doğada olan tüm varlıklar gibi bizlerde insan olarak tüm insani yaşam haklarıyla birlikte içinde bulunduğumuz zamanda yaşamalı ve yaşatmalıyız! Ahiret baskısına gerek duymadan, bu dünyayı sevebilmeliyiz!

O yüzden yaşadığımız her anın çok değerli olduğunu bilmeli ve en güzel şekilde nasıl yaşanıyorsa öyle yaşamalıyız!

Ahiret korkusu,
Din korkusu gereksizdir!
Güzel yaşamak sanattır!
Eğer bir Tanrı varsa, o da cesaretli ve akıllı olunmasını tercih eder!!
"Dünya boştur"

Yazan: Metin T.

DİN VE ÇOCUK

Eminim herkes çocukları çok sever ve aynı zamanda topluma yararlı ve akıllı yetişmesini ister. Tabi dinlerde çocukları çok sever, Tanrıya ve onun belirlediği aile tablosuna hazırlamak için, epey yardımcı olurlar. Ama hangi Tanrı'ya? Kendi yarattıkları ve çıkarlarını düşünen bir Tanrı olabilir-mi?

Çevremizde daha küçük yaşta çocuklarının dini eğitim görmesini isteyen bazı inançlı insanlar vardır. Ben genelde Hristiyan dini inancına sahip insanlarda bu durumlara şahit oldum. Ama İslam dünyasından da öğrendiğim aynıydı, hatta daha baskındı. Bu o insanların sosyal,ekonomik,tarihi, coğrafi durumları ile ele alınabilir. Hepsi aynı efendiye köle yetiştirmek üzere yol alırlar. Fakat, karşılaştırma yapmaya gerek duymadan şöyle devam etmek istiyorum. Dünya çağdaş medeniyetinde çocuğa dini eğitim verme ve uygulatma bireyseldir. Dini Baskı yoktur. Okullardaki din dersi mecburi değildir.

Örneğin bir çok sığınmacı Müslüman aileler de bu çağdaş medeniyet de, bu haktan yararlanıyor. Bulunduğu farklı dine mensup olan ülkenin okullarında o yerin dinini öğrenmesini istemez ve din dersini boş bırakır. Ve o toplumla din bağı olmaksızın birlikte yaşaması için gereken normlar, kültürel ve insan hakları garanti altına alınmıştır. Bu ülkelerde de inançlı (Hristiyan) bazı kesimler hala çocuklarından dini takip etmelerini isterler, anlatırlar, ama asla baskı uygulamazlar çünkü o da suçtur. İnsan hakları gereği çocuğa psikolojik baskı yapılamaz, evrensel çocuk haklarına aykırıdır.

Bak çocuğum "Bu günahtır tanrı seni cehennemde yakar" demek bile ruhsal bir baskıdır. Hiç bir vicdan, dini bir baskı ile kendi çocuğunu ruhsal köleliğe hapsedemez, çocuğun aklı almaz. Psikolojiktir, ruhsal bozukluklar yaşar. Yazıktır günahtır. Günümüzdeki bazı inanç (İslam gibi) türlerinde çocuklara baskı vardır. Bunu topluma dayatan hakim güç yanlıştır, hele birde, bunu bir dinin önderinin (peygamber) dayatması imkansızdır. Yazan da yanlış inanan da, söyleyen de, söyleten de. Çocuğun haklarını korumak o önderin de görevidir ve mecburidir. Bir söz vardır. "En az 3000 yıllık tarihe gidemeyen bir akıl daha kendini tamamlayamamıştır" Tew le le! Burada anne önemli rol oynar, annenin eğitimi önemlidir. Anadil, ana vatan, kavramları anaerkil toplumlardan günümüze gelmiştir. Yani bizlere tarihten bu yana egemen güçlerden ulaşan bilgi ve sahi olduğu belirtilen emirlerin esas olarak kime hizmet ettiği kapsamlı bir şekilde sorgulanabilir!

Toplum gerçeği dayatmadıkça o politika dinler tarafından özellikle çocuklar üzerinden nesilden nesile sürer gider. O yüzden sadece "inan ve ibadet et" diyenler tarafından yazıldığı ve çizildiği bazı toplumsal dayatmaları bir çocuğa anlatırken veya dayatırken dikkatli olmalıyız. Yönetim dayatıyor zaten. Bizlerin de sorgulamadan sessiz kalarak o yönetime destek verdiğimizi hatırlatırım. O yüzden yanlış inanmaktansa vicdani kısım daha güçlü olmalıdır. Yanlış inanmak bunu geleceğe bulaştırmaktır. Korku dolu bir filmi düşün, Tv'lerde bazen görürüz şiddet ve korku barındıran filmler belli bir yaş gurubuna önerilir. Bunu önermeleri neden zannediyorsunuz? Korku hissi insan aklının belli bir yaşa kadar karşılaşmaması gereken bir histir. Yani tespitlidir. Uzmanların yaptığı çalışmaların sonucudur. Bunu soyut bir varlık (Tanrı) üzerinden tartışmaya açarsak psikolojik bölüme giriyor, hiç bir çocuğa yetişkin olmayana kadar hiç bir dini inanç, soyut varlıklara mecburi itaat, gibi dini ruhsal baskılar uygulanamaz. Çocuk kendisi öğrenir. Bazı bölümlerde (hadis ve ayet) dayaktan falan bahsediyor, inanın insanlık karşıtıdır. Artık bir şekilde insanlık doğru olanı bulmuştur, çocuk ile din bir araya gelmemelidir. İnançlı insanlar bu doğrultuda medeniyet ile çatışmadan kendini geliştirmeye açmalıdır.
Cehaletin dayatmaları geleceğimize yön veremez!

Yazan: Metin T.

HZ. HATİCE VE HZ. AYŞE

MT, din,Hz Hatice,Hz Ayşe,Hatice ve Ayşe,İslam öncesi ve sonrası kadın,İslamiyette kadın, islamiyet, İslamiyetten önce kadın,Muhammed'in eşi Ayşe,Putperest Arap toplumunda kadın, Pagan araplar
Hatice Hanım:
Dikkat ederseniz Hz. Hatice 40 yaşında bir bayan, ticaret kimliği tartışılmaz, bir iş kadını, eğitim-öğretim yönünde örnek birey ve aynı zamanda dul bir kadın! Şimdi böyle bir kadının bulunduğu İslam öncesi kültürde kadın haklarının ne derece doğru ve güzel olduğu açık. Bu kadının yanında çalışan Muhammed ile evliliği kesinlikle muhteşem bir kültürün ve aynı zamanda Muhammed'in bu çalışma esnasında öğrendikleri ezoterik bilgiler önemlidir. Yani mantıksal açıdan İslam öncesi öyle barbar ve çocuk katilleri gibi bir anlayışın olması akla ihanettir. Ondan sonra ki dönem için derin ve esrarengiz bir şekilde yaşanılan ve öğretilenin tamamı sorgulanabilir. Özelikle Muhammed hakkında yazılanlar ve Kur'an'da yazılanların zaman, mekan ve kişi olarak hepsinin detayları merak konusu olmalı. Hadisler zaten başlı başına spekülasyon dolu. Bu günkü haber alma hakkı bile hakim güçler tarafından engellenmesi, 1400 yıl önce yaşanılanların ne kadar doğru ve kesindir, tartışılır. Tartışmaya girmeyen ve olduğu gibi kabul eden ya çıkarı için yada yaşadığı korkunun etkisindedir. Ki bugün olanları olduğu kabul eden bir çok İslam devleti vardır çünkü bu saltanatın sarsılmasını istemez. İslam yazarı Ali Şeriati gibi değerli yazarların katledilmesi sadece saltanatın sarsılmasını istemeyen güçler tarafından 1400 yıl önce olduğu gibi kendi egoist düşüncelerini ayakta tutmak içindir. Bugünde bu güçler nasıl ki dünyayı yönettiği sanılan, ezoterik bilgilere sahip grupların 1400 yıl önce çok daha ileri zekaya sahip olmaları, ve toplumları, yazdıkları her şeye inandıran, kabul ettiren ve genelde bunu korku yöntemi ile şekillendirenlerdir. (Siyonizm vs)

Ayşe Hanım:
İsyankar bir yapısı zaten biliniyor örneğin "Tanrım beni kadın yaratacağına taş yaratsaydın" demesi bile başlı başına yaşadıklarından zulüm gören bir birey olduğunu gösterir. Hz. Ayşe'nin yaşadıkları ve başına gelenlerin kesinlikle bir tanrı tarafından onaylanmadığını anlatmak isterim. Bunun Kur'an'da yazması aynı zamanda insan oğlunun kendi mantığı ile şekillendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Mantık veren yaratıcı eğer Ayşe hakkında yazmışsa bile (ki uzak bir ihtimal) kulunun bunu sorgulaması ve doğru ile yanlışı mantığı kullanarak ayırması olabilir. Yani Kur'an yazıları veya ayetler aynı zamanda bir insanın tanrıyı kullanarak denetleme amaçlı yapabilir. Korkutucu cehennem, bunda önemli bir etkendir. Önce evlatlık ve sonra daha bir çocukken cinsel bir obje gibi kullanılması tamamen suçtur. O yıllarda da suçtu. Arap kültüründe hiç benzeri yaşanmamış olması (İslam öncesi Arap Pagan kültürü) ve kadına verilen değer Hatice hanım örneğinde mevcuttur. Çok tanrılı dinler döneminde bazı tanrı sembolleri kadını temsil ederdi, yani Tanrıçaya tapılırdı. Eğer kadın Tanrıça değerindeyse, ki öyleydi, bu kadının ne kadar toplumsal ve kültürel yaşam alanlarında üretici ve öğretici bir role sahip olduğunu vurgulamaktadır. Son olarak kadın bir toplumun ana direğidir, Kadını özgür olmayan bir toplum cehaletle yönetilmeye mahkumdur. Ve bir toplumu kontrol altına almak isteyen hakim yapı önce kadını cahil bırakır. Saygılar.

Yazan: Metin T.

KORKU VE DİN

MT, Korku ve din, din, Tanrı, Yaratıcı, İnanç evrenseldir, Herkesin kendi Tanrısı, Dinler korkudan beslenir, Yaratıcı mantığını kullanarak ona ulaşanı sever, Din ve coğrafya,
Dinlerin bu günkü güçlü konumlarında olmasında ki en etken rol, İnanç ve korkudur. Haram-helal.
Korku inançla endeksli olduğu için derine girmeye çalışacağım. Birde sosyokültürel olunca tam tehlike arz eden bir durum olur (cehalet fazla olunca.)

KORKU 
Dikkat ederseniz din eğitiminde genelde yöntem, korku iledir. Daha küçük yaşta korku ile yetişen bir birey yaşı ilerledikçe bu korkunun etkisindedir. Psikolojiktir.
Bunda ebeveynler etkili rol oynar, ya çocuğunu tanrıdan korkan bir köle haline getirir yada tam tersi Yaratıcıyı seven ve aklı ile hareket eden bir birey yetiştirir.
Globalleşen gelişmelere aldırış etmeden içindeki bu korku, kişiyi köle olarak efendi/tanrıya sunar. Bir köle her zaman içinde nefret taşır ve buda korkunun etkisinde cereyan eder.
Yani korku bir köle daha yaratır. Asıl olan efendinin köle isteği midir?. Elbette hayır.
Bunun yöntemi kendini geliştirmeye açık ve düşünebilen bir birey olarak yaratıcıya akıl ile varmaktır.
Korkuyu yenmenin yöntemi ise empati kurmaktır. Sosyolojik terim.
Korkunun yerini sevgi ile doldurmayı amaç edinmektir. Sorgulamak, korkuyu yenmenin ve korkmadan inanmanın etkili yöntemidir.
O zaman gerçek/efendi/tanrı ya ulaşılır. Ve insan kendini tanır kendine ulaşınca.

DİN
İnanç evrenseldir ve doğuştan gelen bir histir. {Gereksinim} üzerine gelişir. Dinler, bu doğuştan hak olan inanç hissini kendi tanrısına hazırlamaya çalışır, bunun için bedel ister.
İnsanın içindeki efendi/tanrıyı özünden ayırır ve kendi tekeline bağlar.
Karşılığında ruhun ihtiyaç duyduğu gıdayı sunar. Ve ruhsal rahatlamayı sağlar. Burada metafizik devreye girer.
Öncesinde insan-tanrı (firavun), sonra kral-tanrı, sonrası elçi-tanrı, bugünde temsili ruhani-elçi-tanrı dönemleri ile toplumlar takip altında dizayn edilmeye çalışılıyor.
Zamanla coğrafi ve kültürel yaşam koşulları ve eğitimi ile şekillenir. Fakat bilmemiz gereken her bireyin dıştan aldığı eğitimin yanı sıra kendi kendine eğitim daha doğuştan bireyin kendi elindedir ve daha çok kültürel alanda yeşerir.
Birey neyi düşünüyorsa inanç o şeyin olmasını hayal eder ve onun hayali ile yaşar, bunun için doğal yaşam dengesi olan empati kurmaktır. Gerçekleşmeyecek hayalleri kurmak zayıf insanların dua ile yapmaya ve yaptırmaya çalışması korkudan doğan umut endekslidir.
Çocuğun haram kelimesinden yararlı veya zararlı olduğunu algılaması daha mantıklıdır. Ki yaratıcı mantığını kullanarak ona ulaşanı sever.

Yazan: Metin T.