Kur'an'da kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kur'an'da kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ALLAH'TAN BAŞKA HÜKÜM VERENLER: AVLİYE VE REDDİYE
Miras ayetleri modernist kesimden bağnaz kesime kadar herkesi uğraştıran ama bir türlü tatmin edici cevaplar alamadığımız bir konudur.
Bazıları avliye ve reddiye ile bazıları da kendince yorumlarıyla bu işten sıyrılmaya çalışıyor. Bir kere dahi "Tanrı yanılabilir mi?" diye sormuyorlar.
Bu yazımda bu iddialara değinecek ve bu iddiaların ne kadar tutarsız ve boş bir çaba olduğunu göstereceğim.
Biliyorsunuz, daha önce miras ayetlerine değinmiştik. Şimdi gelin miras ayetlerine bir kez daha göz atalım. Sizden ricam elinize bir kağıt bir de kalem alın. Hep birlikte bir hesap yapalım. Zira Tanrı yanılır fakat matematik asla.
Unutmadan ilgili ayetleri şuraya bırakalım.
Kur'an/4:11-12
﴾11﴿ Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder. *İkiden fazla kadın iseler bıraktığının üçte ikisi onlarındır.* (1)Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. *Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır.* (2) Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuşlarsa anasının hakkı üçte birdir. Ölenin kardeşleri varsa anasının payı, vasiyetten ve borçtan sonra altıda birdir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş paylardır; şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
﴾12﴿ *Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra,* (3) eşlerinizin, çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. *Çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır.* (4) Eğer bir erkek veya kadının, anası, babası ve çocukları bulunmadığı halde malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, vasiyetten ve borçtan sonra her birinin payı altıda birdir. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Kimse zarar görmesin; Allah’ın hükmü budur. Allah her şeyi bilendir, hilim sahibidir. [1]
Bugün bir adam ölmüş ve geriye 3 kız evladını annesini ve babasını mirasçı bırakmış olsun.
Adamın geriye 250.000 TL parası ve 10.000 TL borcu kalsın.
Şimdi adım adım işlemlerimizi yapalım.
1-) 3. maddeye göre öncelikli olarak borcunu ödememiz gerekiyor.
250.000-10.000=240.000
2-) 1'inci, 2'nci ve 4'üncü maddelere göre kız çocuklara 2/3, anneye 1/6, babaya 1/6 ve eşe 1/8 verilmesi gerekir.
Mirasın 3'te ikisi 240.000*2/3 işleminden 160.000 TL'dir ve bunun 3 kıza paylaştırılması gerekir.
Mirası anne ve babaya her biri 1/6 alacak şekilde dağıtırsak 240.000*1/6= 40.000 anneye, 240.000*1/6=40.000 babaya vermemiz gerekir.
Son olarak mirasın 1/8'ini ölen erkeğin karısına verirsek 240.000*1/8=30.000 yapar.
3-) Şimdi bölüştürdüğümüz para miktarlarını toplarsak 160.000 + 40.000 + 40.000 + 30.000 = 270.000 yapar. Elimizdeki para her ne olursa olsun eldeki oranlarla dağıtmaya yetmez. Hangi para miktarı ile denerseniz deneyin paylaştırmak istediğimiz miktar elimizdeki paradan fazla çıkar.
Kısacası yerin ve göklerin ve ikisi arasındakilerin sahibinin verdiği oranların dağıtılması, "bir elmanın yarısını Ali'ye yarısından fazlasını ise Ayşe'ye vermek gibi" imkansız ve karmaşık bir durumdur.
Şimdi geçelim Müslümanların argümanlarına.
*...Bu Amerika'yı yeniden keşfettiğini zanneden bilgisiz inkârcıya hemen bildireyim ki, ortaya koyduğu mesele İslâm'ın ilk devrinden beri bilinmektedir; maksat anlaşılmış, çözüm oluşturulmuş, buna göre uygulama yapılmış ve hiçbir mirasçı mahrûm bırakılmamıştır. "Payların mirastan fazla geldiği" ifade ve düşüncesi bilgisiz inkârcıya aittir, doğrusu ise payların, mirastan değil, hesap gereği olarak paydalar eşitlenince paydadan fazla olabildiğidir. Böyle bir "mirasçılar tablosu" karşımıza çıktığında çözüm, paylar toplamının payda olarak alınmasından ibarettir, çok eski zamanlardan beri bilinen bu hesaplama usûlüne "avl" denmektedir...
...Paylar toplamı 27 olduğuna göre payda da 27'ye çıkarılacak, miras 24'e değil, 27'ye bölünecek ve her bir mirasçı, Kur'ân'da belirtilen payını, 27'de 16, 4, 4, 3 olarak (bu oranlarda) alacaktır.* [2]
Bu iddia mal sahibinin yaptığı paylaşımın sanki elinde 213.333 TL varmış gibi davranmasıdır. Şimdi bu olayı detaylıca matematiğe dökelim.
Daha önceki videoda da ifade ettiğimiz gibi mirasın 1 çıkması gerekirken oranları topladığımızda 1.125 yani 27/24 çıkmıştı.
Avliye yöntemi oran orantı yöntemiyle ifade edilebilir.
Elimizdeki paranın 240.000 TL olduğunu belirterek hesaba başlayalım.
Örneğin ölen kimsenin eşi için 1/8 yani 30.000 TL verilmesi gerekirdi. Avliye uygularsak bu durum
240.000*3/27 den 26.666 TL çıkar. Fakat sorun şu ki 1/8'in genişletilmiş hali olan 3/24, avliye ile 3/27 olmuştur. Bu durum Allah'ın belirttiği kanunlara aykırıdır. Çünkü Allah 1/8' ini vermesini emrederken Sünni İslamcılar, mirasın 3/27'sini yani 1/9'unu vermiştir.
Normal durumlarda yani Avliye'yi gerektirmeyen miras paylaştırmasında Mirası 24/24 olarak alan bu kesim her ne hikmetse şimdide mirası 24/27 olarak almıştır. Hata iddiasına yönelik argümanlarının devamında hala daha yapılan cehennem tehditleri bu iddiaların içinin ne kadar boş ve Kur'an'a aykırı olduğunun bir göstergesidir.
Eğer hala daha ne demek istediğimi anlamadıysanız şöyle bir benzetme yapayım. Faraza bir senet imzaladık ve ben size elimdeki paranın 1/8 ini vereceğime söz verdim.Daha sonra benim menajerim hemen bir Avliye yöntemi ile 1/8 yerine elimdeki paranın 1/9'unu size verdi. Şimdi soruyorum. Bu benim adıma yapılmış en büyük ortaklık ve iftira değil midir?
Bununla birlikte İslam dünyasında önemli bir yer edinmiş, birçok hadis rivayet etmiş, tefsir ve "İslam hukuku" konusunda otoriter biri kabul edilen[3], Muhammed'in amcasının oğlu İbn Abbas avliye konusunda fikir birliğine varmamıştır.[4]
Kur'an/5:44
﴾44﴿ Kendilerini Allah’a vermiş olan peygamberlerin ve -Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için- rablerine teslim olmuş zâhidlerin, bilginlerin yahudiler arasında kendisiyle hükmettikleri, içinde hidayet ve aydınlık bulunan Tevrat’ı elbette biz indirdik. Hepsi onun (hak olduğunun) şahitleri idi. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun da âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. [5]
Bu ayet açıkça gösterir ki Allah'ın indirdiği kuralları değiştirenler, onun söylediklerine uymayanlar kâfir olmuştur. Cehennem tehditleri ile bağıranlar yaptıkları işin inkardan da öte bir şirk olduğunun farkına varmalıdır.
Verilen oranların nispi oranlar olduğunu söylemekse trajikomik bir durumdur.
"Nispi oran" savunucuları şu soruları cevaplamak zorundalar.
1-) Bu oranlar birbirine kıyasla verilen oranlarsa Ömer b. Hattab neden sahabeyi bir araya topladı?
2-) İbn Abbas neden Avliye konusunda icma etmedi ve başka bir çözüm yolu aradı?
3-) Nispi oranlar kesirli şekilde verilmez. Nispi oranlarda payların her biri 1 veya 1'in katı olmak zorundadır. Oranlar neden kesirli bir şekilde verildi?
4-) Nispi oranlar için değişen durumlarda değişen oranlar vermeye gerek yoktur. Nispi oranlar verildiğinde her farklı durumda zaten farklı oranlar çıkar. O halde Kur'an neden farklı durumlarda farklı oranlar verme gereği duymuştur?
Bu soruların cevaplanması yeterli olacaktır...
Bir diğer iddia ise bunun matematiksel bir zorunluluk olmasıymış. "Değişen durumlar karşısında sabit oranların payı paydasından zaten büyük ya da küçük çıkabilir." [6] şeklinde de ifade ediliyor. İyi de zaten değişen durumlarda oranlar sabit değil ki. Bunun en büyük kanıtı ekranda görmüş olduğunuz koyu renkle yazılı kısımdır. Bu iddiamı yazının son kısmında kendi uydurduğum bir ayetle destekleyeceğim.
(11) Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder. İkiden fazla kadın iseler bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. *Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuşlarsa anasının hakkı üçte birdir.* Ölenin kardeşleri varsa anasının payı, vasiyetten ve borçtan sonra altıda birdir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş paylardır; şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
Başka bir videoda Reşad Halife'yi Rasul olarak gören Edip Yüksel ise konuyu ilginç olarak bulmuş ve video sahibi önce mirası 1 üzerinden normal bir şekilde hesaplayıp daha sonra kalan para üzerinden hesap yapmış.[7]
Bu paylaşıma yönelik Kur'an'dan getirilen delil ise Nisa suresinin 33. ayetidir.
Nisa Suresi 33. ayet
﴾33﴿ Ana, baba ve akrabanın geride bıraktıklarından her biri için yakın vârisler belirledik. Antlaşma yoluyla yakınlık bağı kurduğunuz kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir.
Bu yaklaşım kadını sözleşmeli işçi gibi göstermektir. Halbuki ayetin yorumuna baktığımızda böyle bir şeyi görmemekteyiz. Dahası ayetin kendisinden böyle bir şeyi, tefsir konusunda hiçbir bilgisi olmayan, okuduğunu anlayan biri bile çıkaramaz.
Ayetle ilgili İbn'i Kesir'in tefsirinden ilgili kısma bakalım.
*Allah Teâlâ : «Yeminlerinizin bağladığı kimselere hisselerini verin.» buyuruyor. Sağlam yeminlerle anlaştığınız (karşılıklı yeminleştiğiniz) kimselere; sağlam, kuvvetli yeminlerinizde va'dettiğiniz gibi mirastan hisselerini verin. Bu söz ve anlaşmalarınızda aranızda şahid Allah'tır. Bu; İslâm'ın başlangıcında vardı (mevcûddu). Sonra neshedildi ve (daha önce) ahitleştikleri kimselere karşı sözlerinde durmaları emredildi. Ancak bu âyetin inmesinden sonra benzer bir anlaşma yapmamaları da emrolundu.* [8]
Görüldüğü gibi bu ayetlerden sadece "Söz verdiğiniz gibi mirası dağıtın anlamı çıkar." ve bu ayet, miras ayetleri ile neshedilmiştir.
Diyelim ki bu ayetten bu tarz bir anlam çıkarmak mümkün olsun. Kız sayısının bir olduğu durumda ise kalan miras üzerinden kıza 1/2, anneye 1/6 ve babaya 1/6 oranında miras dağıtılır. Bu durumda ise oranlar toplamı 5/6 eder. Peki her ikisini birleştirirsek ne olur. 1/8 + 1/2 + 1/6 + 1/6 =23/24
Gördüğünüz gibi bu durumda da mirası tam olarak dağıtmak her iki yöntem içinde imkansızdır. Kalan paraya ne olacağı meçhuldür.
Az önce bahsettiğim "matematiksel zorunluluk" iddiasını çürüten ayet ise şöyledir.
Ayete başlamadan önce belirtmeliyim ki değişen durumlar karşısında sabit oranların hep 1 vermesi imkansızdır. Fakat değişen durumlar karşısında "değişen" oranların hep 1 vermesi imkansız değildir. Nitekim Kur'an'da da değişen oranlar karşısında değişen oranlar verilmiş fakat bu oranlar 1'e ulaşamadığı için hatalı olmuştur. İzah etmeye çalıştığımız şey de budur.
Miras Suresi 1. ayet
Ey akıl sahipleri! Eşiniz varsa çocuklara yarısı düşer. Eşi yoksa çocuklara mirasın 2/3'ü düşer. Eşe ise 1/6 düşer. Ölenin çocuğu varsa geriye bıraktığı maldan ana babasının her birine 6' da 1 pay vardır. Çocuğu yok ana babası varsa anasına 1/3 babasına yarısı düşer. Yalnız ana babası varsa her birine yarısı düşer. Eğer mirasa varis yoksa sadaka olarak dağıtılır. Yoksullar arasında adaletsizlik yapmaktan sakının. Allah sapmayasınız diye ayetlerini böyle açıklıyor. Şüphesiz ki Allah işitendir, bilendir.
SONUÇ
Miras paylaşımın hatalı olduğu apaçıktır.
Yapılan avliye ve reddiye yöntemi bir şirktir ve Kur'an'a aykırıdır. Nitekim İbn Abbas avliye konusunda icma etmemiştir. Matematiksel bir zorunluluk iddiası da yanlıştır çünkü oranlar sabit değildir. %10'luk kısmı oluşturan Şiirler ise ayeti yanlış yorumlamıştır. Ayeti doğru yorumlasalar dahi kızın 1 olduğu durumlarda miras paylaştırılamaz. Sonuç olarak bütün bunlar bir Tanrı'nın sözleri olamaz. Çünkü bir çelişki 1000 mucizeyi aciz bırakır. Gerçeği görmeniz dileğiyle...
Yazan & Çeviren: A.Kara
1) Adam karısı ile toprağı sürer gibi birlikte olur.
Bakara Suresi 223.Ayet (Diyanet meali): "Kadınlar sizin ekinliğinizdir; ekinliğinize hangi taraftan isterseniz oradan varın. Kendiniz için de önceden hazırlık yapın. Allah’tan sakının ve bilin ki O’na kavuşacaksınız. Müminleri müjdele."
Çeşitli şekillerde zorlama farklı yorumlamalarla anlamı değiştirilmeye çalışılan bu ayet açık bir şekilde cinsel ilişki pozisyonundan bahsetmektedir. Aşağıdaki hadis de bu konuya ışık tutmaktadır:
"Cabir (Allah ondan razı olsun) Yahudilerin şöyle dediğini açıkladı:
Bir erkek karısı ile vajinadan cinsel ilişkiye girdiğinde, fakat bunu yaparken kadının arkasında olduğunda çocuk şaşı olacak. Bu yüzden de bu ayet geliverdi: "Kadınlar sizin tarlanızdır; tarlanıza hangi taraftan isterseniz oradan varın"
[Sahih-i Muslim, Kitap içi referans: 16, Hadis 138, Referans: Hadis 1435a, İlgili Kur'an ayeti: Bakara 223]
2) Erkek kadından bir derece üstündür.
Bakara Suresi 228.Ayet (Diyanet meali): "Boşanan kadınların kendileri üç âdet görünceye kadar beklerler. Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Eğer taraflar arayı düzeltmeyi istiyorlarsa kocaları, onları kendilerine geri çevirme hususunda başkalarından daha ziyade hak sahibidirler. Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde ödevlerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir."
Burada cinsiyet eşitsizliği teolojik bir bağlamda ortaya çıkmaktadır. Aşağıdaki hadis cehennem sakinlerinin çoğunluğunun kadın olduğunu, çünkü kocalarına karşı nankör ve kaba olduklarını göstermektedir. Fakat kocaların sadakatsizliği veya kabalığı hakkında bir ifade yoktur.
"Abdullah bin Abbas anlatıyor:
...Peygamber daha sonra, “Güneş ve ay Allah'ın belirtileri arasındaki iki işarettir ve birisinin ölümü ya da doğumundan dolayı batmazlar, bu nedenle güneşin battığını gözlemlediğinizde Allah'ı hatırlayın (Güneşin batışı için dua önerisi)." Onlar (insanlar), “Ey Allah'ın Elçisi! bir şey almak için elinizi uzattığınızı, sonra da geriye doğru adım attığınızı gördük.” dediler.
"Cenneti gördüm ve bir demet (üzüm) koparmak için elimi uzattım, eğer onu kopardıysam bu dünya var olduğu sürece onu yerdiniz. "Cehennem Ateşi"ni gördüm ve daha önce hiç böyle korkunç bir manzara gördüm ve cehennem sakinlerinin çoğunun kadın olduğunu gördüm."
Halk, “Ey Allah'ın Elçisi! Bunun sebebi nedir?” diye sordu.
"Nankörlüklerinden dolayı" diye yanıtladı.
“Allah'a mı inanmıyorlar?” diye soruldu.
“Onlar kendilerine yapılan iyiliklerden dolayı kocalarına müteşekkir değiller ve nankörler. Hayatınız boyunca onlardan birine iyi davransanız bile sizden biraz sertlik gördükleri zaman “senden herhangi bir iyilik görmedim" diyeceklerdi." dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5197, Kitap içi referans Kitap 67, Hadis 131]
3) Erkek mirastan kadına göre 2 kat fazla pay alır.
Nisa Suresi 11.Ayet (Diyanet meali): "Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder. İkiden fazla kadın iseler bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuşlarsa anasının hakkı üçte birdir. Ölenin kardeşleri varsa anasının payı, vasiyetten ve borçtan sonra altıda birdir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş paylardır; şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir."
4) 2 Kadının şahitliği 1 erkeğin şahitliğine denktir.
Bakara Suresi 282.Ayet (Diyanet meali): "Ey iman edenler! Belirlenmiş bir zamana kadar bir borç ilişkisi kurduğunuzda bunu yazın. Aranızdan bir kâtip bunu adaletle yazsın. Kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın. Artık o yazsın, borçlu da yazdırsın; rabbi olan Allah’tan korksun ve borçtan hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu akılca zayıf veya eksik yahut kendisi yazdıramaz durumda olursa velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahidi de tanık tutun. Şahitler iki erkek olmazlarsa, rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkekle -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki de kadın olsunlar. Çağrıldıklarında şahitler gelmezlik etmesinler. Borç küçük olsun büyük olsun vadesini belirterek onu yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha destekleyici ve şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Borç ilişkisinin, aranızda alıp vererek bitirdiğiniz peşin ticaret olması müstesnadır; onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış veriş yaptığınızda şahit tutun. Kâtip de şahit de zarar görmesin. Eğer bunu yapar da zarar verirseniz şüphesiz bu sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun, Allah size öğretiyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir."
Bu hadis Bakara 282'deki kadınların şahitliği ile ilgili her türlü belirsizliği ortadan kaldırıyor:
"Ebu Said El-Hudri: Peygamber "Bir kadının şahitliği bir erkeğin yarısına eşit değil mi?" Dedi. Kadınlar "Evet" dediler. Dedi ki, "Bunun nedeni kadının aklındaki eksikliktir."
[Sahih-i Buhari, Dar-us-Salam referansı Hadis 2658, Kitap içi referans Kitap 52, Hadis 22]
5) Bir kadının eski kocası ile tekrar evlenebilmesi için başka bir erkekle evlenip ilişkiye girmesi ve sonrasında bu ikinci adamın onu boşaması gerekir.
Bakara Suresi 230.Ayet (Diyanet meali): "İkinciden sonra koca eşini bir daha boşarsa, bundan sonra kadın, boşayandan başka bir koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. İkinci koca da onu boşarsa, birinci kocası ile bu kadının, Allah’ın kurallarına riayet edeceklerini zannederlerse, tekrar evlilik hayatına dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar Allah’ın kurallarıdır, bilmek isteyenler için onları açıklamaktadır."
Görüldüğü gibi kadının kocası ile tekrar evlenmesine izin verilmiyor, öncesinde başka bir adamla evlenip birlikte olması ve o adamın onu boşaması şartı koşuluyor. Neden ikinci bir evlilik eski kocaya dönmek için gerekli bir basamak olarak şart koşulsun ve bir çözümmüş gibi sunulsun?
6) Köle kızlar, sahipleri için cinsel mülktür.
Nisa Suresi 24.Ayet (Diyanet meali): "Elinizin altında bulunan câriyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı; Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, iffetli yaşamak ve zina etmemek kaydıyla, mallarınızla (mehir ile) istemeniz size helâl kılındı. Onlarla karı-koca ilişkisi yaşamanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir."
Saygı duyulan geleneksel bir yorumcu ve bilgin olan Mevdudi (d. 1979) ayet yorumunda Müslüman savaşçıların kocaları hala hayatta olan köle kadınlarla (cariye) bile evlendiklerini ve bunun yasal olduğunu söyler:
Mevdudi, Cilt. 1, Sayfa. 319
"Başkalarının eşi olan evli kadınlar yasaktır, eline düşenler hariç (Savaş esirleri, cariyeler)"
Ama kocalar karılarıyla birlikte esir düşerse ne olur? Mevdudi, Müslümanların onlarla evlenemeyebileceğini söyleyen bir hukuk ekolünden bahsediyor ancak diğer iki ekol esir kocalarla eşleri arasındaki evliliğin bozulduğunu söylüyor (not 44).
Peki neden bu zulüm üzerine bir tartışma başlarda ortaya çıkıyor? Savaş mahkumları ile tutsakları arasında evli olsun olmasın, evlilik yapılmamalıdır. Esasında kadın esirlerle Müslümanların üst düzey yöneticileri arasında bir cinsel birliktelik olmamalıdır. İslam bu şekilde çaresiz durumda olan kadınlara karşı büyük bir ahlaksızlığa izin vermiş oluyor. Bunu kınayabilirsiniz ancak yine de Allah buna razı olur çünkü Kur'an öyle diyor.
Hadis, Müslümanların cihatçıların evli olsun olmasın esir düşen kadınlarla gerçekten seks yaptığını göstermektedir. Sonraki hadiste Humus savaş ganimetinin beşte birinden bahseder. Muhammed'in kuzeni ve damadı olan Ali rahatlatıcı bir banyodan yeni çıkmıştı. Niye? Hadise bakınız:
Bureyda anlatıyor: "Peygamber Humus ganimetini getirmesi için Halid'i Ali'ye gönderdi ve ben Ali'den nefret ettim çünkü Ali banyo yapmıştı (Humus'tan köle bir kızla cinsel ilişki sonrası). Ben Halid’e “Bunu görmüyor musun (yani Ali'yi)?” dedim. Peygamberin yanına vardığımızda ona bundan bahsettim. "Ey Bureyda! Ali'den nefret mi ediyorsun?" dedi. Evet dedim." "Ondan nefret mi ediyorsunuz, çünkü o Humus'ludan daha fazlasını hak ediyor" dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 4350, Kitap içi referans Kitap 64, Hadis 377]
Aynı kaynaktan çıkan hadis Muhammed'in köle kadınlarla da yakın olduğunu gösteriyor:
Ayşe anlatıyor: "Hz. Peygamber bu Kutsal Ayeti okuduktan sonra (Mümtehine Suresi 12.Ayet) kadınlardan bağlılık sözü alır. Allah'ın elçisinin eli o kadının dışında hiçbir kadın eline dokunmadı, sağ eli ile ele geçirdikleri hariç (yani esirleri veya kadın köleleri)."
[Sahih-i Buhari, Hadis 7214, Kitap içi referans Kitap 93, Hadis 74]
7) Bir erkek dört kadınla evlenebilir.
Nisa Suresi 3.Ayet (Diyanet meali): "Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."
'Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın' maddesi bir savaştan sonra yakalanan köle kadınları ifade eder. Erkekler onlarla 'evlenebilir' çünkü köleler özgür kadınlar kadar masrafa neden olmazlar. Bu da "dört eş" üzerindeki sınırın yapay olduğu anlamına gelir. Erkekler istedikleri kadar köle kızla cinsel birliktelik-evlilik yapabilir.
Mevdudi ayeti şöyle ifade eder:
“Birden fazla kadına ihtiyacınız varsa, ancak özgür insanlar arasından seçtiğiniz eşinize adaletli davranamayacağınızdan korkuyorsanız bu durumda daha az sorumluluğu olan köle kızları tercih edebilirsiniz (Bkz. Nisa Suresi 24.Ayet). Bununla birlikte, Muhammed damadı Ali için çok eşliliğe izin vermeyecekti çünkü fazladan bir eş Hatice tarafından Muhammed'in ilk kızı Fatima'ya zarar verecekti. Çünkü Fatima (Fatma) Ali ile evliydi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5230, Kitap içi referans Kitap 67, Hadis 163]
8) Bir koca, arzu etmediği eşlerden birinden kurtulabilir.
Nisa Suresi 129.Ayet (Diyanet meali): "Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birine büsbütün kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir."
Mevdudi bu ayeti şöyle yorumlar [Cilt. 1, Sayfa. 383-84, Not 161]:
"Allah, kocanın kelimenin tam anlamıyla iki veya daha fazla eş arasındaki eşitliği koruyamayacağını açıkça belirtti çünkü kendileri her bakımdan eşit olamazlar. Bir kocadan güzel bir eşe ve çirkin bir eşe, genç bir eşe ve yaşlı bir eşe, sağlıklı bir eşe ve yararsız bir eşe eşit bir muamele göstermesini istemek çok fazla. Bu ve benzeri şeyler doğal olarak kocanın bir eşe daha fazla meyillenmesini etkiler.
Bu da bir erkeğin eşlerinin hepsine eşit muamele gösterememesinin kaynağı olduğu anlamına gelir. Biri güzel, diğeri çirkin gibi. Bu durumda Allah eşlerindeki değişen bu şartlar altında bir erkekten insanüstü bir gücü nasıl talep edebilir? (Tüm kadınları aynı anda memnun edebilmek)
Bu gibi durumlarda İslam hukuku şefkat ve sevgi içinde onlar arasında eşit muamele talep etmez. Talep ettiği şey bir kadının kocası olmayan bir kadın konumuna pratik olarak indirgenmesi nedeniyle ihmal edilmemesi gerektiğidir. Eğer kocası herhangi bir sebeple veya kendi isteği üzerine onu boşanmazsa en azından yine de karısı olarak görülmelidir. Bu şartlar altında kocanın doğal olarak en sevdiği karısına doğru eğilimli olduğu doğrudur, ancak diğer bir deyişle diğer kadınları karıları değil gibi bir gerginlik durumunda tutmaması gerekir."
9) Kocalar baş kaldırmasından endişe ettikleri eşlerine vurabilirler.
Nisa Suresi 34.Ayet (Diyanet meali): "Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür."
Bu hadis Muhammed zamanında Müslüman kadınların evlilik yasalarını karıştırmama bağlamında aile içi şiddete maruz kaldıklarını söylüyor:
“İkrime anlatıyor: Rifâa karısından boşandı sonra da Abdurrahman b. Zübeyr el-Kurazî onunla evlendi. 'Hz.Ayşe, kadının yeşil bir örtü takarak yanına geldiğini ve ona kocasının uyguladığı şiddetten dolayı yeşile dönen yerlerini göstererek şikayet ettiğini söyledi. Birbirlerini desteklemek kadınların alışkanlığıydı, bu yüzden Allah'ın elçisi geldiğinde Ayşe ona “İnanan kadınlar kadar acı çeken bir kadın görmedim. Bak! Teni kıyafetlerinden daha yeşil!” dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5825, Kitap içi referans Kitap 77, Hadis 42]
Bu hadis ise Muhammed'in çocuk yaşta onunla evlendirilen Ayşe'ye vurduğunu gösteriyor:
"Muhammed b. Kays dedi ki (insanlara): Size yetkim ve annemin yetkisi hakkında (Kutsal Peygamberin bir hadisini) söylememeli miyim? Biz, onu doğuran annesini kastettiğini düşündük. O (Muhammed B. Kays) daha sonra bunu anlatanın 'Hz. Ayşe' olduğunu bildirdi: Size kendim ve Allah'ın elçisi hakkında bilgi vermeli miyim? diye sordu. Evet dedik. Dedi ki: Allah'ın resulünün geceyi benimle geçirme zamanı geldiğinde (sıram geldiğinde) kendi tarafına döndü, mantosunu giydi, ayakkabılarını çıkardı ve ayaklarının yanına koydu, şalını yatağına aldıktan sonra uyuduğuma inanana kadar uzandı. Mantosunu yavaşça tuttu ve yavaşça ayakkabılarını giydi, kapıyı açtı, dışarı çıktı ve hafifçe kapattı. Başımı örttüm, peçemi taktım ve bel sargıcımı sıktım ve Baki'ye ulaşana kadar adımlarını izledim. Orada durdu ve uzun süre ayakta dikildi. Sonra üç kez ellerini kaldırdı, sonra geri döndü ve ben de geri döndüm. Adımlarını hızlandırınca ben de adımlarımı hızlandırdım. Koştu ve ben de koştum. O geldi (eve) ve ben de (eve) geldim. Eve ondan önce geldim ve yatağa uzanırken O (Kutsal Peygamber) eve girdi ve şöyle dedi: Ayşe neden nefesin kesildi? 'Hiçbir şey yok' dedim. Dedi ki: Söyle ya da beni bilgilendir. 'Allah'ın Elçisi, anam babam sana kurban olsun dedim ve sonra ona tüm hikayeyi anlattım. Dedi ki: Önümde gördüğüm karanlık senin gölgen miydi? 'Evet' dedim. Bana acı veren bir şekilde göğsüme vurdu."
[Sahih-i Muslim, Kitap içi referans Kitap 11, Hadis 132, referans Hadis 974b]
10) Yaşlı erkeklerin ergenliğe girmemiş kızlarla evlenmesine izin verilir.
Talak Suresi 4.Ayet (Diyanet meali): "Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."
Mevdudi, boşanma bağlamında görünen 4. ayetin sade anlamını doğru bir şekilde yorumlamaktadır:
Mevdudi, Cilt. 5, Sayfa. 620, Not 13:
"Henüz adet görmemiş olan kızların bekleme süresinden bahsetmek sadece erkeğin bu yaştaki kızdan kurtulmasına (boşanmasına) izin verilmediğini aynı zamanda kocanın onunla olan evliliğini devam ettirmesine izin verildiğini açıkça göstermektedir. Şimdi, açık bir şekilde, hiçbir Müslüman Kuran'ın izin verdiği bir şeyi yasaklama hakkına sahip değildir."
Ergenliğe girmemiş kızlardan boşanmak, onlarla evlenildiği anlamına gelir. Evlenmediğin biriyle boşanamazsın değil mi? Demek ki ergenliğe girmemiş kızların babaları onları evlenmeleri için veriyorlardı. Arap kültüründe kız çocuklarının evlenmeleri için eşe-dosta verildiğini hem rivayet gibi çeşitli kaynaklardan hem de geçmişten günümüze ulaşan yaşam şekillerinden biliyor, görüyoruz.
[Sahih-i Muslim, Kitap içi referans Kitap 11, Hadis 132, referans Hadis 974b]
10) Yaşlı erkeklerin ergenliğe girmemiş kızlarla evlenmesine izin verilir.
Talak Suresi 4.Ayet (Diyanet meali): "Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."
Mevdudi, boşanma bağlamında görünen 4. ayetin sade anlamını doğru bir şekilde yorumlamaktadır:
Mevdudi, Cilt. 5, Sayfa. 620, Not 13:
"Henüz adet görmemiş olan kızların bekleme süresinden bahsetmek sadece erkeğin bu yaştaki kızdan kurtulmasına (boşanmasına) izin verilmediğini aynı zamanda kocanın onunla olan evliliğini devam ettirmesine izin verildiğini açıkça göstermektedir. Şimdi, açık bir şekilde, hiçbir Müslüman Kuran'ın izin verdiği bir şeyi yasaklama hakkına sahip değildir."
Ergenliğe girmemiş kızlardan boşanmak, onlarla evlenildiği anlamına gelir. Evlenmediğin biriyle boşanamazsın değil mi? Demek ki ergenliğe girmemiş kızların babaları onları evlenmeleri için veriyorlardı. Arap kültüründe kız çocuklarının evlenmeleri için eşe-dosta verildiğini hem rivayet gibi çeşitli kaynaklardan hem de geçmişten günümüze ulaşan yaşam şekillerinden biliyor, görüyoruz.
Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı veya herhangi bir din adamı "9 yaşındaki kızla evlenilebilir" dediğinde şaşırmamalısınız. Hem Arap gelenek ve kültürü hem de Kur'an buna açık kapı bırakmakta ve onaylamaktadır.
- Bakara Suresi 223.Ayet
- Sahih Muslim 8:3363
- Bakara Suresi 228.Ayet
- Sahih Buhari 7:62:125
- Nisa Suresi 11.Ayet
- Bakara Suresi 282.Ayet
- Sahih Buhari 3:48:826
- Bakara Suresi 230.Ayet
- Nisa Suresi 24.Ayet
- Maududi, Cilt. 1, Sayfa. 319
- Sahih Buhari 5:59:637
- Sahih Buhari 9:89:321
- Nisa Suresi 3.Ayet
- Sahih Buhari 7:62:157
- Nisa Suresi 129.Ayet
- Maududi: Cilt. 1, Sayfa. 383-84, Not 161
- Nisa Suresi 34.Ayet
- Sahih Buhari 7:72:715
- Sahih Muslim 4:2127
- Talak Suresi 4.Ayet
- Maududi, Cilt. 5, Sayfa. 620, Not 13
DİN, BİLİM VE KADIN BİYOLOJİSİ
Yıllar önce annem ile birlikte gittiğim bir altın gününde küçük bir tartışma yaşanmıştı. Konuyu anlatmaya, önce bu altın gününün hatırasından başlamak istiyorum. Konu nereden başlamıştı hatırlamıyorum fakat kadınların adet günü ile ilgili konuşulmaya başlanıldı. Kadınlardan birisi, kızının adet döneminde çektiği sancıların şiddetini anlatmaya başladı. Ağrı kesici hapların bile fayda etmediğini ve bu sancılar başladığında kızını her seferinde hastanenin acil servisine götürüp iğne yaptırmak zorunda kaldıklarını söyledi. Bu konu üzerine herkes bir şeyler söylemeye başladı:
- Evlenince geçer
- Bir tane de çocuk doğurdu mu hiç ağrısı kalmaz
- Yok yaaaa, milleti kandırmayın, ben evlendim, üç çocuk doğurdum hâlâ sancı çekerim
- Ben kız iken sancım vardı, evlendim çocuk doğurdum geçti
- Herkesin vücudu bir değil demek ki, vs...
Konuşmalar bu şekilde devam ederken ağzımdan birden “bu sancıyı niye çekiyoruz ki? Doktorlar bir çare bulsa da bu sancılardan ebediyen kurtulsak, benim adetim de çok sancılı oluyor” demiş bulundum. İlahiyat mezunu ve dini sohbet vaazcısı ablamız kaşlarını çattı ve o güzel ağzını açtı:
- Oldu canım. Adet sancısını çekmeyin, doğum sancısını çekmeyin, ne çekeceksiniz? Niye geldiniz bu dünyaya? Demek ayda bir gün ya da iki gün ağrı çekmeyeceksiniz diye Allah’ın verdiği bedenle cacık cucuk oynayıp kadınlıktan insanlıktan çıkacaksınız öyle mi? Hiç sormuyorsunuz Allah bize bu ağrıları bu sıkıntıları niye vermiş diye? Allah kimseye çekemeyeceği ağırlıkta yük vermez. Benim adet sancılarım olmaz ama benim başımda da iki tane yaşlı var. Birinin altından alıyorum, öbürünü sürekli hastaneye taşıyorum. Benim de başka sıkıntılarım var. Ben şikayet ediyor muyum? Sıkıntı çekmeyeceksiniz, bu Allah’tandır demeyeceksiniz, kıçınızı sıcak mindere oturtacaksınız, ondan sonra da kul olacaksınız, cennete gireceksiniz öyle mi?...
İşittiğim lafları kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama genel hatları ile yukarıdaki gibiydi. Müslüman olduğum günlerde ve özellikle kadınların bir araya geldiği dini toplantılarda, dünyadaki imtihan süreci sürekli olarak tekrarlanır, vurgulanırdı. Sıkıntı çeken ve bu sıkıntılara sabreden insanların Allah katında daha hayırlı oldukları bilgisi, bilincimize nakış gibi işlenmişti. Taaa ki ben dinden çıkana kadar.
Kâinatı yaratan şuurlu bir Bilinç var mı? Bu Bilinç şu an ve her an, insanların yaşantısına bir şekilde müdahale ediyor mu? Bu tür sorularımın henüz bir cevabını bulamadım fakat diğer konularla ilgili soruları artık “Allah böyle istedi, böyle takdir etti, biz imtihandayız” gibi gelenekselleşmiş inanç kalıplarıyla cevaplamaya çalışmıyorum. Herhangi bir konuda, konu ne olursa olsun, dini aradan çıkarttığınız zaman soruların çeşitlendiğini ve cevapların da daha net ve anlaşılır hatta kabul edilebilir olduğunu fark ediyor insan. Madem ki konumuz kadın biyolojisi, hadi sorulara geçelim.
Soru 1: Bir kadın neden adet görür?
Cevap: Yumurtlama zamanında, kadının vücudu bu yumurtanın döllenme ihtimali için hazırlık yapar. Vücut progesteron hormonu üretmeye başlar, rahim içi duvarlar kalınlaşır ve döllenme ihtimali olan yumurtanın gelişmesi için uygun bir ortam hazırlar. Eğer yumurta döllenmemişse, progesteron seviyesi düşer ve kalınlaşan duvarlar dışarı atılır. Yani kadının vücudu her ay, hamilelik için hazırlık yapar, hatta bebeğin içinde büyüyeceği suyu bile hazırlar fakat kadının yumurtası döllenmemişse hamilelik için rahimde yapılan bütün bu hazırlık vajina yolu ile vücuttan atılır.
Soru 2: Bir kadın neden adet sancısı çeker?
Cevap: Hamilelik için yapılan bu hazırlıklar vücuttan atılırken rahim içi kaslar kasılır. Bu kasılmaların ağrı olarak hissedilmesi ya da hissedilmemesi, kadının biyolojik yapısına, psikolojisine, genetik özelliklerine, ağrıyı yaşamasına sebep olabilecek bir sağlık probleminin olup olmamasına, beslenmesine ve sportif faaliyetlerine göre değişiklik göstertir.
Soru 3: Adet döngüleri neden her ay her ay sürekli yaşanır?
Cevap: Kadınların hamile kalma ihtimallerini yükseltmek için. Kadın vücudunda her ay gerçekleşen ve döllenme için hazırlanan olgunlaşmış yumurtanın yaşam süresi sadece 24 saattir. Spermin yaşam süresi ise 2-3 gündür. Bu durum, kadının hamile kalma başarısını etkiler. Yumurtlamanın her ay ya da 21 günde bir gerçekleşmesi, kadının hamile kalma ihtimalini yükseltir.
Soru 4: Bir kadın kaç yaşında adet görmeye başlar?
Cevap: 10 – 14 yaşları arasında.
Soru 5: Bir kadın neden çocuk yaşta adet görmeye başlar?
Cevap: Adetle birlikte kız çocuğu, ergenliğe girer. Memeleri büyümeye, cinsel organları gelişmeye başlar. Dolayısıyla doğurganlık özelliğine adım atmaya başlar.
Soru 6: Bizler kız çocuklarımızı adet görmeye başlayınca hemen evlendirmiyoruz, çocuk doğurtmuyoruz. Bir çok kız çocuğumuz, adet döngülerinin verdiği sancılardan dolayı okula gidemiyor, sınavlara hazırlıkta sıkıntı ve eksiklikler yaşıyor. Cinsel organların gelişimi ve doğurganlık özelliğine giriş neden küçük yaşta başlıyor?
Cevap: Bu soruyu sormanızın nedeni, insanlık olarak ileri bir çağda yaşıyor olmamız. Adet dönemlerinin başlangıç yaşının genetik kodlaması, en eski atalarımızdan yani ilk insanlardan aktarıla gelmiştir. İnsanlık, buzul çağı, taş devri, bakır devri ve demir çağı gibi dönemlerden geçmiştir. İlk atalarımızın yaşantısı hayvanlar gibiydi. Topluluk halinde değil birey olarak yaşıyorlardı. Vahşi hayvan saldırıları, hijyenik olmayan yaşam koşulları, enfeksiyonlar ve tedavi edilemeyen çok basit hastalıklardan dolayı ortalama insan ömrü 20-25 yıldı ve dünyaya gelen bebeklerden çok azı yaşayabiliyordu. Bu kadar kısa bir yaşam süresinde insan dişisinin mümkün olduğu kadar erken yaşta doğurganlık özelliğini kazanması ve hamilelik başarısının artması için de bu döngülerin her ay yaşanması gerekiyordu. İlk insanların yaşadığı dönemlerde amaç, diğer canlılarda olduğu gibi neslin tükenmeden devam ettirilebilmesine dayanır. Vücut fonksiyonları ve içgüdüsel davranışlar da bu doğrultuda yani sürekli olarak çoğalmaya göre ayarlanmıştır. Evinde kedi besleyen insanların çoğu bilir, kediler genellikle henüz yavruyken kızışmaya başlarlar ve hamile kalıp yavrularlar. Bu durum bir çok hayvan türü için de geçerlidir. İnsanlık da muhtemelen ilk dönemlerinde böyle idi. Kadınların bu adet durumunu çok erken yaşta yaşamaya başlaması, ilk atalarımızın vahşi yaşam koşullarında verdikleri var olma mücadelesinin genetik gerekliliklerinden aktarılagelir.
Soru 7: Şu an ki yaşadığımız çağda böyle bir genetik gerekliliğe gerek var mıdır?
Cevap: Eğer tıp alanındaki gelişmeler, kadınların adet döngülerinin özelliklerine genetik olarak müdahale edecek düzeyde gelişmiş ise bir kadının çocuk yaşta adet görmeye başlamasına ve elli yaşına kadar her ay adet dönemi geçirmesine gerek yoktur?
Soru 8: Neden böyle bir gerekliliğe gerek yoktur?
Cevap: Eski zamanlardaki düzen ile şimdi ki yaşadığımız çağın düzeni arasındaki fark oldukça artmıştır. Çok sayıda çocuk sahibi olmak, bir çok nedenden dolayı artık gerekli değildir(Bunun nedenlerine girersek konu çok uzar). Çocuklar, küçük yaşlarından itibaren eğitim hayatına başlıyor ve eğitimlerini ortalama olarak 22, hatta 30’lu yaşlarına kadar devam ettiriyorlar. Kadınların hamileliği, genellikle bu sürenin bitiminde başlıyor. Dolayısıyla bir kadının 10 yaşından 20’li yaşlara kadar veya 30’lu yaşlara kadar ortalama 10 ile 20 yıl boyunca rahimlerinin sürekli olarak hamilelik hazırlığı yapması, gereksiz bir sıkıntıdır.
Geleceğe Bir Yolculuk Yapalım
Biz kadınların genetik özellikleri değiştirildikten sonra:
Bir kadın, 18 yaşına geldiğinde ve boyu yeteri kadar uzadığında hormonları ve buna paralel olarak cinsel organları gelişmeye başlıyor. Fakat hayatı boyunca hiç adet dönemi yaşamıyor. Ne zaman ki çocuk sahibi olmaya karar veriyor, işte o zaman rahminin yumurtlamasını sağlayacak ve yan etkisi olmayan bir hap içiyor veya koluna minik bir iğne yapılıyor ya da yumurtalıklarına bir frekans gönderiliyor. Böylelikle rahminin yumurtlaması anında tetikleniyor ve olgunlaşmış bir yumurta, tüplere iletiliyor, rahim, hamilelik hazırlığına başlıyor. Anne adayı, eşi ile birlikte, bizzat kendilerinin belirlemiş olduğu bu gün içerisinde eşi ile birlikte gerekli hazırlığı yapıyor ve kadın hamile kalıyor. Anne, çocuğunu doğurduktan sonra ikinci bir çocuk planlamasına kadar yine hiçbir şekilde kadının rahmi, dışarıdan uyarılmadıkça yumurtlama gerçekleştirmiyor yani adet dönemi yaşanmıyor. Geçmiş dönemlerde, çoğalmanın idrakinde olmayan ve düşük bir zekâya sahip olan ve çoğalması için genetik özelliklerinin yönlendirmesi yani ilkel kabul edilen dürtüler ve otomatik yaşam fonksiyonları ile yaşayan, çoğalan insan türünün geldiği şu noktada artık yaşamın her alanına bilinç ve zekâ hakim olmuş durumda. İnsanlar, plansız çoğalmanın ve bu çoğalmanın sonuçlarının son derece farkında ve bilincindeler. Zekânın gelişimi ile birlikte bu bilinç ve bilgi de yaşanılan çağın gerekliliklerine ve tıbbın, bilimin sağlayacağı imkânlara göre değişecek, gelişecektir.
Peki dinler, bu tür değişimleri nasıl karşılayacak? Bu gün hâlâ dünyanın çeşitli islâm ülkelerinde çocuk felci aşısını günah sayan, kız çocuklarını sünnet eden, doğum kontrol yöntemlerini kullanmayı “Allah’ın yasalarına karşı gelmek” olarak değerlendiren dindarların varlığını göz önüne alırsak, müslüman kesim, bu değişimleri nasıl kabullenecek? Ya da kabullenecek mi? Tahminimce her zaman olduğu gibi en arkadan takip edecek, bazıları ise hiç takip etmeyecek. İlk önce sert sesler yükselecek. Adet dönemlerinin bir kadın özelliği olduğu ve bu dönemleri ortadan kaldırmanın kadınları erkekleştireceğini öne sürenler bile çıkacak. Bu iddialarını kanıtladıklarını düşündükleri ayetleri okuyacaklar. Buna rağmen belirli bir kesim, bu yöntemleri vücutlarında faaliyete geçirmeye başlayacak. Uzun bir zaman diliminde bu yöntemler yaygınlaşacak. Ve en dindar olan kesim, bu yöntemleri en sonra uygulamaya başlayacak. Bu kez vaazlar, fetvalar değişmeye başlayacak. “Allah, bu özelliği kadına, geçmiş zamanlarda ihtiyaç olduğu için vermiştir. Şu an artık böyle bir ihtiyaca dolayısıyla da özelliğe gerek kalmamıştır” diyen yeni İlahiyatçı’lar ortaya çıkacak. Menapoza giren bazı kadınların, kemik erimesine maruz kalmaması için kullanılması tavsiye edilen östrojen hormonuna bile “günahtır” diyen güruh, ayağına zincir vurulmuş sürgün gibi sürüne sürüne en arkadan takip edecek bu tür gelişmeleri.
Ve insanlık öyle gelişecek ki, yapay rahimler geliştirilecek. Anne rahminin bütün işlevini yetine getiren ve tam donanımlı merkezlerde bulunan yapay rahimler. Muhtemelen bu yöntemi ilk olarak rahminde bebek gelişimine imkân vermeyen hastalıklara ya da yapısal bozukluklara sahip olan kadınlar kullanacak. Ardından diğerleri gelecek. İlk uygulamalarda sıkıntılar yaşanacak fakat zamanla bu sıkıntılar düzeltilecek ve yapay rahimler mükemmel hale getirilecek. Hatta yapay rahim içine ve annenin kafatasının bir kenarına yerleştirilecek birer çip ile bebek ve anne arasında doğuma kadar süren telepatik bir iletişim bile sağlanacak. Yapay rahimdeki bebek doğmadan önce annenin beynindeki çip, annenin süt bezlerini harekete geçirecek ve bebek için süt salgılamayı tetikleyecek. Anne ve baba, doğum esnasında yapay rahim kapsülünün hemen yanı başında bekleyecekler. Bebek, yapay rahimden sorunsuzca doğacak ve anne, bebeğini kucağına alıp emzirmeye başlayacak. Bu sırada, ilahiyatçılardan birisi fetva vermeye başlayacak. Bu yöntemin insanlık dışı olduğunu ve çok zorunlu kalınmadıkça kullanılmaması gerektiğini üstüne basa basa anlatacak. Bu yöntemin dinen sakıncalı olduğunu söyleyen Kur’an yorumcusunun annesi, kendisini dünyaya getirirken hayatını kaybetmemiştir. Çocuk doğururken hayatını kaybeden kadını da şehit durumuna yükseltip sonsuz ve güzel olan cennete yollayıp, dünyaya gelen öksüz bebeğe de “Allah, rızkını ve bahtını verecek inşallah” diye de dua etmeyi unutmayacaktır. Bu Kur’an yorumcusu, annesinin hamileliği sırasında, annesinin yakalandığı bir hastalık sonucu özürlü olarak dünyaya gelmemiştir. Özürlü olarak dünyaya gelen insanların da Allah tarafından böyle imtihan edildiğini anlatmaya başlayacaktır.
O dönemlere varıldığında dünyadaki kadın erkek sayısını göz önüne alarak yapay rahimlerde ya da anne rahimlerinde döllenecek olan bebeklerin cinsiyetlerine müdahale edilecek ve böylelikle kadın ve erkek sayısı kontrollü bir şekilde eşitlenecektir. “Allah, bir aileye erkek çocuğunu münasip görüyorsa erkek evlat, kız çocuğunu münasip görüyorsa kız evlat verir, Allah’ın seçimine müdahale edilmez” diyen din kesimi, gelecek çağlarda Kur’an’ı ve İslâm’ı, yaşadıkları zamana nasıl uyarlayacaklar ve bu tür gelişmelere nasıl ayak uyduracaklar, tahmin etmek pek zor olmasa gerek. Zaten günümüzde bile hiçbir İslâm âliminin bir konudaki değerlendirmesi ve yorumu bir diğerininkini tutmuyor. Ülkeler, mezhepler, dini sınıflar, tarikatlar, cemaatler, sosyetik dinciler derken bir tane Kutsal kitap üzerinden bin tane bir birinden farklı tefsir yapılıp yine bin tane bir birinden farklı fetva veriliyor.
Biz dinsizlerin fetvası ise hiç değişmedi ve değişmeyecek: AKIL, BİLİM, İNSAN!
Kadın vücudunu ilgilendiren durumlar sadece doğurganlık özelliği ile sınırlı değil tabi ki. Bugün elinize mikrofonu alıp sokağa çıkın ve ruh güzelliği mi yoksa fiziksel güzellik mi diye insanlara sorun. Kendisine mikrofon uzatılmış olan insanların çok büyük bir çoğunluğu “ruh güzelliği” diyecektir ki! YALAAAAAAAAAN! Külliyen YALAN!
Erkeklerin çoğunluğu uzun boylu, fit, geniş omuzlu, kaslı, zeki, gür saçlı ve yakışıklı bir yüze sahip olmak isterler. Kadınlar ise ortalama 170 cm boy oranına, kilo almalarına izin vermeyen hızlı bir metabolizmaya, kılsız tüysüz ve sivilcesiz prüzsüz bir cilt yapısına, gür saçlara, güzel görünümlü bir yüze sahip olmak isterler. Dindar kesimin güzellik ve çirkinlik konusundaki düşüncesi “Allah o şekilde yaratmıştır, öyle takdir etmiştir” şeklindedir. Bir kadın, sağlık sorunu olmadığı halde “bu vücutta doğmayı ben seçmedim, sevmediğim bazı fiziksel özelliklerim var” deyip sırf estetik görünüşünü sevmediği için tercihine dayalı bir estetik operasyon yaptırdığında bu durum dinen sakıncalıdır, günahtır. Çünkü Allah’ın verdiği bedeni beğenmeyip değiştirmeye çalışmak “Allah’ın takdir ettiği görüntüyü beğenmemek” anlamına gelir ki bu da dinen Allah’a karşı gelmektir.
Dindar olmayan insanların güzellik ve çirkinlik ile ilgili açıklamaları ise tamamen bilimseldir ve konuya derinlemesine girildiğinde yine insanların ilk atalarına ve dolayısıyla söz konusu insanların bulundukları çevreye olan uyumlanmalarının doğal bir sonucu olarak çıkar karşımıza dış görünüm.
Sarışın ve açık tenli Irk: Dünya insanlarınca genel anlamda güzel ve yakışıklı olarak kabul edilen bir ırktır. İnsanlar genellikle sarışın ve açık renk gözlü olmak isterler. Bu sebeple sarı renkli saç boyaları çok fazla kullanılmakla birlikte lazer teknolojisi ile artık günümüzde göz rengi, istenilen tonda kalıcı olarak açtırılabiliyor. Yani kahverengi gözlü iseniz lazer tedavisi ile gözlerinizdeki irisi mavi ya da yeşil renge kalıcı olarak çevirtebilirsiniz. Sarışın ve açık tenli ırkın ilk ortaya çıktığı bölgeler, güneşli gün sayısının az olup bulutlu gün sayısının fazla olduğu ve güneşin eğik bir açı ile geldiği yerlerdir. Bu bölgedeki insanların yetersiz gelen güneş ışınlarından ihtiyaç oranında faydalanabilmeleri için tenlerindeki renk pigmentlerinin çok az olması yani, çok açık renk olması gerekir ki bu durum güneşe karşı ciltlerini korumasız hale getirir ve eğik açı ile gelen güneş ışınları bu renkteki tene iyice nüfus ederek yeterli D vitaminini sentezler.
Esmer ve siyahi Irk: Dünyanın orta çizgisine yani çöl ve ekvator bölgelerine gidildikçe güneş ihtiyacı, yerini güneşten korunmaya bırakır çünkü güneşli gün sayısı çok fazladır ve güneş dik açı ile ve sürekli geldiği için insan vücudunun yoğun güneş ışığının zararlı etkilerinden korunması gerekir. Burada devreye yoğun renk pigmentleri girer ve kişi iyice esmerleşir. Derinin rengi siyahlaşır. Böylece güneşin zararlı ışınları vücuda zarar vermez. Aynı zamanda bu insanların vücutlarının D vitaminini üretmesi için yoğun güneş ışığında en az 3-4 saat kalmaları gerekir.
Bir insanın kemik yapısı, burnunun kemerli ya da düz olması, bacaklarının uzun ya da kısa olması, kıllı ya da kılsız olması, mavi gözlü veya kahverengi gözlü olması, kel ya da saçlı olması vb. Hepsinin ve daha fazla özelliğin çevresel uyumda bir nedeni vardır. Zamanla bu coğrafi ve iklimsel şartların oluşturduğu bedenlerin çoğu, bulundukları yerlerden göç etmiş, farklı ırklardaki insanlarla karşılaşmış, kaynaşmış ve melezleşmiştir. Dinsiz insanlar, “bir insan neden bu fiziksel özellik ile oluşmuştur?” sorusunu cevaplarken, bu bilgileri, bilimsel verileri değerlendirir. İlkel dönemlerde, çevre şartlarına uyumlu bir fiziki yapı, hayati önem taşıyordu. Şu an geldiğimiz anda ise çevresel şartların çoğunluğu, hayatımıza kazandırdığımız çeşitli standartlarla adeta önemsizleşmeye başladı. Mesela zamanımızın çoğunluğunu dört duvar arasındaki korunaklı binalarda geçirmemiz, ulaşım araçları, güneş koruyucu kremler, klima, kalorifer vb yardımcılarla çevresel koşulların etkisini en aza indiriyoruz. Diğer taraftan, ilkel koşullarda çevreye uyumu zorunlu kılan fiziksel özellikler şimdilerde yerini, hayatımıza giren ortak standardlara bırakmış durumdadır. Kıyafetler genel olarak en az 1.60 cm boy uzunluğuna sahip insanlara hitap eder. Bu yüzden 1.50 veya 1.80 boyundaki kadınlar, her zaman her yerden her beğendikleri kıyafeti alıp giyemezler. Diğer taraftan 1.50 boyundaki bir kadın, yüksekliği Standard olan mutfak tezgahında verimli bir şekilde çalışamazken uzun boylu kadınların aksine, üst raflardan bir şey almak için sürekli olarak tabureye ya da basamağa çıkmak zorundadır. Bu türlü zorunlulukların yanı sıra fiziksel beğeni ve zevk de git gide artmakta ve kozmetik sektörü de kadınların bu ihtiyacına cevap vermektedir. Karakteri, iyi niyeti tabi ki de önemsizleştirmeye çalışmıyorum fakat özgür beğenisi olan bir insan fiziksel bedeninden hoşnut değilse ve bazı fiziksel özelliklerini beğenmiyorsa ve imkânlar elverdiğinde bu özelliklerini, sağlığını bozmadan beğenisine paralel olarak değiştirebilecek durumda ise buna ne engel olabilir? İşte dini inanç burada devreye girer. Din, insanın kendi bedenini beğenmeme tercihini bile elinden alır. Burada çok önemli bir nokta daha var ki o da: Dini açıdan bu tür meseleleri değerlendirmeye ya da soru sormaya kalktığınızda en modernistinden en gericisine kadar bir birinden farklı yüzlerce cevap alırsınız. Çok az bir dindar kesim, sizin estetiksel tercihlerinize cevaz verirken, bazıları kararsız, bir çoğu da olumsuz cevap verecektir. Hepsi de kendi cevabını destekleyen ayetleri ve hadisleri bulup arada bağlantı kurup sana delil olarak okuyacaktır. Fakat dini inancı olmayan kesim için sana yöneltilecek cevaplar veya sorular bellidir, “bunu yapmak istediğinden emin misin?” veya “bu kararının tekrar dönüşü belki de hiç olmayacak” ya da “bu seçimin, senin sağlığına zarar verecek mi?”, “o şekilde olmak hoşuna gidecekse neden olmasın?” şeklinde olacaktır.
Beyaz ten rengine sahip bir kadın esmer bir ten rengine kavuşmaya karar verdiğinde veya esmer bir kadın beyaz bir ten rengine kalıcı olarak kavuşmaya karar verdiğinde veya bir kadın, sevmediği ses tonunu değiştirmeye karar verdiğinde veya genetik olarak belden aşağı olan tarafı yukarısına göre daha yağlı olan bir kadın bu genetik durumunu değiştirip kalın bacaklar yerine ince bacaklara sahip olmak isterse ya da anne olmayı isteyen bir kadın, doğacak çocuklarının boy uzunluğuna, zeka türüne, göz rengine, cinsiyetine karar vermek istediğinde ve bunu uygulayacak metodlar kolay ve sorunsuz olduğunda dindar kesim, bu uygulamaların neresinde olacak? Ya da dini kesimin çoğunluğu tarafından kabul görmesi ne kadar zaman alacak? Daha özetle, bu uygulamaları hayatına geçirmeye başlayan dindar insanların “Zaten dinimizde falanca falanca ayetlere bakacak olursak ya da falanca hadisleri okuyacak olursak bir kadının güzelleşmesi…” olarak devam eden yorumlarla “En büyük günahtır” şeklindeki yorumların arasına kaç yüz sene girecek?
Bu türlü bilimsel gelişmelerin insan hayatındaki aktif rolü boyunca Dînî yorumlar kaç kez evrim geçirip değişecek? Kaç defa inatçı bir çocuk gibi ayak direyip bağırıp karşı çıkacak? “Dinen sakıncası yoktur” fetvasına kadar kaç kadın, kaç yüz yıl boyunca bedensel tercihlerini “günahtır” fetvasına heba etmek zorunda kalıp, yaşamını tamamlayıp bu dünyadan göçecek? Vaktiyle dini çevreler, aile planlamasına da karşı çıkmış, uzun yıllar ayak diremişti.
Yıllar önce annem ile birlikte gittiğim bir altın gününde küçük bir tartışma yaşanmıştı. Konuyu anlatmaya, önce bu altın gününün hatırasından başlamak istiyorum. Konu nereden başlamıştı hatırlamıyorum fakat kadınların adet günü ile ilgili konuşulmaya başlanıldı. Kadınlardan birisi, kızının adet döneminde çektiği sancıların şiddetini anlatmaya başladı. Ağrı kesici hapların bile fayda etmediğini ve bu sancılar başladığında kızını her seferinde hastanenin acil servisine götürüp iğne yaptırmak zorunda kaldıklarını söyledi. Bu konu üzerine herkes bir şeyler söylemeye başladı:
- Evlenince geçer
- Bir tane de çocuk doğurdu mu hiç ağrısı kalmaz
- Yok yaaaa, milleti kandırmayın, ben evlendim, üç çocuk doğurdum hâlâ sancı çekerim
- Ben kız iken sancım vardı, evlendim çocuk doğurdum geçti
- Herkesin vücudu bir değil demek ki, vs...
Konuşmalar bu şekilde devam ederken ağzımdan birden “bu sancıyı niye çekiyoruz ki? Doktorlar bir çare bulsa da bu sancılardan ebediyen kurtulsak, benim adetim de çok sancılı oluyor” demiş bulundum. İlahiyat mezunu ve dini sohbet vaazcısı ablamız kaşlarını çattı ve o güzel ağzını açtı:
- Oldu canım. Adet sancısını çekmeyin, doğum sancısını çekmeyin, ne çekeceksiniz? Niye geldiniz bu dünyaya? Demek ayda bir gün ya da iki gün ağrı çekmeyeceksiniz diye Allah’ın verdiği bedenle cacık cucuk oynayıp kadınlıktan insanlıktan çıkacaksınız öyle mi? Hiç sormuyorsunuz Allah bize bu ağrıları bu sıkıntıları niye vermiş diye? Allah kimseye çekemeyeceği ağırlıkta yük vermez. Benim adet sancılarım olmaz ama benim başımda da iki tane yaşlı var. Birinin altından alıyorum, öbürünü sürekli hastaneye taşıyorum. Benim de başka sıkıntılarım var. Ben şikayet ediyor muyum? Sıkıntı çekmeyeceksiniz, bu Allah’tandır demeyeceksiniz, kıçınızı sıcak mindere oturtacaksınız, ondan sonra da kul olacaksınız, cennete gireceksiniz öyle mi?...
İşittiğim lafları kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama genel hatları ile yukarıdaki gibiydi. Müslüman olduğum günlerde ve özellikle kadınların bir araya geldiği dini toplantılarda, dünyadaki imtihan süreci sürekli olarak tekrarlanır, vurgulanırdı. Sıkıntı çeken ve bu sıkıntılara sabreden insanların Allah katında daha hayırlı oldukları bilgisi, bilincimize nakış gibi işlenmişti. Taaa ki ben dinden çıkana kadar.
Kâinatı yaratan şuurlu bir Bilinç var mı? Bu Bilinç şu an ve her an, insanların yaşantısına bir şekilde müdahale ediyor mu? Bu tür sorularımın henüz bir cevabını bulamadım fakat diğer konularla ilgili soruları artık “Allah böyle istedi, böyle takdir etti, biz imtihandayız” gibi gelenekselleşmiş inanç kalıplarıyla cevaplamaya çalışmıyorum. Herhangi bir konuda, konu ne olursa olsun, dini aradan çıkarttığınız zaman soruların çeşitlendiğini ve cevapların da daha net ve anlaşılır hatta kabul edilebilir olduğunu fark ediyor insan. Madem ki konumuz kadın biyolojisi, hadi sorulara geçelim.
Soru 1: Bir kadın neden adet görür?
Cevap: Yumurtlama zamanında, kadının vücudu bu yumurtanın döllenme ihtimali için hazırlık yapar. Vücut progesteron hormonu üretmeye başlar, rahim içi duvarlar kalınlaşır ve döllenme ihtimali olan yumurtanın gelişmesi için uygun bir ortam hazırlar. Eğer yumurta döllenmemişse, progesteron seviyesi düşer ve kalınlaşan duvarlar dışarı atılır. Yani kadının vücudu her ay, hamilelik için hazırlık yapar, hatta bebeğin içinde büyüyeceği suyu bile hazırlar fakat kadının yumurtası döllenmemişse hamilelik için rahimde yapılan bütün bu hazırlık vajina yolu ile vücuttan atılır.
Soru 2: Bir kadın neden adet sancısı çeker?
Cevap: Hamilelik için yapılan bu hazırlıklar vücuttan atılırken rahim içi kaslar kasılır. Bu kasılmaların ağrı olarak hissedilmesi ya da hissedilmemesi, kadının biyolojik yapısına, psikolojisine, genetik özelliklerine, ağrıyı yaşamasına sebep olabilecek bir sağlık probleminin olup olmamasına, beslenmesine ve sportif faaliyetlerine göre değişiklik göstertir.
Soru 3: Adet döngüleri neden her ay her ay sürekli yaşanır?
Cevap: Kadınların hamile kalma ihtimallerini yükseltmek için. Kadın vücudunda her ay gerçekleşen ve döllenme için hazırlanan olgunlaşmış yumurtanın yaşam süresi sadece 24 saattir. Spermin yaşam süresi ise 2-3 gündür. Bu durum, kadının hamile kalma başarısını etkiler. Yumurtlamanın her ay ya da 21 günde bir gerçekleşmesi, kadının hamile kalma ihtimalini yükseltir.
Soru 4: Bir kadın kaç yaşında adet görmeye başlar?
Cevap: 10 – 14 yaşları arasında.
Soru 5: Bir kadın neden çocuk yaşta adet görmeye başlar?
Cevap: Adetle birlikte kız çocuğu, ergenliğe girer. Memeleri büyümeye, cinsel organları gelişmeye başlar. Dolayısıyla doğurganlık özelliğine adım atmaya başlar.
Soru 6: Bizler kız çocuklarımızı adet görmeye başlayınca hemen evlendirmiyoruz, çocuk doğurtmuyoruz. Bir çok kız çocuğumuz, adet döngülerinin verdiği sancılardan dolayı okula gidemiyor, sınavlara hazırlıkta sıkıntı ve eksiklikler yaşıyor. Cinsel organların gelişimi ve doğurganlık özelliğine giriş neden küçük yaşta başlıyor?
Cevap: Bu soruyu sormanızın nedeni, insanlık olarak ileri bir çağda yaşıyor olmamız. Adet dönemlerinin başlangıç yaşının genetik kodlaması, en eski atalarımızdan yani ilk insanlardan aktarıla gelmiştir. İnsanlık, buzul çağı, taş devri, bakır devri ve demir çağı gibi dönemlerden geçmiştir. İlk atalarımızın yaşantısı hayvanlar gibiydi. Topluluk halinde değil birey olarak yaşıyorlardı. Vahşi hayvan saldırıları, hijyenik olmayan yaşam koşulları, enfeksiyonlar ve tedavi edilemeyen çok basit hastalıklardan dolayı ortalama insan ömrü 20-25 yıldı ve dünyaya gelen bebeklerden çok azı yaşayabiliyordu. Bu kadar kısa bir yaşam süresinde insan dişisinin mümkün olduğu kadar erken yaşta doğurganlık özelliğini kazanması ve hamilelik başarısının artması için de bu döngülerin her ay yaşanması gerekiyordu. İlk insanların yaşadığı dönemlerde amaç, diğer canlılarda olduğu gibi neslin tükenmeden devam ettirilebilmesine dayanır. Vücut fonksiyonları ve içgüdüsel davranışlar da bu doğrultuda yani sürekli olarak çoğalmaya göre ayarlanmıştır. Evinde kedi besleyen insanların çoğu bilir, kediler genellikle henüz yavruyken kızışmaya başlarlar ve hamile kalıp yavrularlar. Bu durum bir çok hayvan türü için de geçerlidir. İnsanlık da muhtemelen ilk dönemlerinde böyle idi. Kadınların bu adet durumunu çok erken yaşta yaşamaya başlaması, ilk atalarımızın vahşi yaşam koşullarında verdikleri var olma mücadelesinin genetik gerekliliklerinden aktarılagelir.
Soru 7: Şu an ki yaşadığımız çağda böyle bir genetik gerekliliğe gerek var mıdır?
Cevap: Eğer tıp alanındaki gelişmeler, kadınların adet döngülerinin özelliklerine genetik olarak müdahale edecek düzeyde gelişmiş ise bir kadının çocuk yaşta adet görmeye başlamasına ve elli yaşına kadar her ay adet dönemi geçirmesine gerek yoktur?
Soru 8: Neden böyle bir gerekliliğe gerek yoktur?
Cevap: Eski zamanlardaki düzen ile şimdi ki yaşadığımız çağın düzeni arasındaki fark oldukça artmıştır. Çok sayıda çocuk sahibi olmak, bir çok nedenden dolayı artık gerekli değildir(Bunun nedenlerine girersek konu çok uzar). Çocuklar, küçük yaşlarından itibaren eğitim hayatına başlıyor ve eğitimlerini ortalama olarak 22, hatta 30’lu yaşlarına kadar devam ettiriyorlar. Kadınların hamileliği, genellikle bu sürenin bitiminde başlıyor. Dolayısıyla bir kadının 10 yaşından 20’li yaşlara kadar veya 30’lu yaşlara kadar ortalama 10 ile 20 yıl boyunca rahimlerinin sürekli olarak hamilelik hazırlığı yapması, gereksiz bir sıkıntıdır.
Geleceğe Bir Yolculuk Yapalım
Biz kadınların genetik özellikleri değiştirildikten sonra:
Bir kadın, 18 yaşına geldiğinde ve boyu yeteri kadar uzadığında hormonları ve buna paralel olarak cinsel organları gelişmeye başlıyor. Fakat hayatı boyunca hiç adet dönemi yaşamıyor. Ne zaman ki çocuk sahibi olmaya karar veriyor, işte o zaman rahminin yumurtlamasını sağlayacak ve yan etkisi olmayan bir hap içiyor veya koluna minik bir iğne yapılıyor ya da yumurtalıklarına bir frekans gönderiliyor. Böylelikle rahminin yumurtlaması anında tetikleniyor ve olgunlaşmış bir yumurta, tüplere iletiliyor, rahim, hamilelik hazırlığına başlıyor. Anne adayı, eşi ile birlikte, bizzat kendilerinin belirlemiş olduğu bu gün içerisinde eşi ile birlikte gerekli hazırlığı yapıyor ve kadın hamile kalıyor. Anne, çocuğunu doğurduktan sonra ikinci bir çocuk planlamasına kadar yine hiçbir şekilde kadının rahmi, dışarıdan uyarılmadıkça yumurtlama gerçekleştirmiyor yani adet dönemi yaşanmıyor. Geçmiş dönemlerde, çoğalmanın idrakinde olmayan ve düşük bir zekâya sahip olan ve çoğalması için genetik özelliklerinin yönlendirmesi yani ilkel kabul edilen dürtüler ve otomatik yaşam fonksiyonları ile yaşayan, çoğalan insan türünün geldiği şu noktada artık yaşamın her alanına bilinç ve zekâ hakim olmuş durumda. İnsanlar, plansız çoğalmanın ve bu çoğalmanın sonuçlarının son derece farkında ve bilincindeler. Zekânın gelişimi ile birlikte bu bilinç ve bilgi de yaşanılan çağın gerekliliklerine ve tıbbın, bilimin sağlayacağı imkânlara göre değişecek, gelişecektir.
Peki dinler, bu tür değişimleri nasıl karşılayacak? Bu gün hâlâ dünyanın çeşitli islâm ülkelerinde çocuk felci aşısını günah sayan, kız çocuklarını sünnet eden, doğum kontrol yöntemlerini kullanmayı “Allah’ın yasalarına karşı gelmek” olarak değerlendiren dindarların varlığını göz önüne alırsak, müslüman kesim, bu değişimleri nasıl kabullenecek? Ya da kabullenecek mi? Tahminimce her zaman olduğu gibi en arkadan takip edecek, bazıları ise hiç takip etmeyecek. İlk önce sert sesler yükselecek. Adet dönemlerinin bir kadın özelliği olduğu ve bu dönemleri ortadan kaldırmanın kadınları erkekleştireceğini öne sürenler bile çıkacak. Bu iddialarını kanıtladıklarını düşündükleri ayetleri okuyacaklar. Buna rağmen belirli bir kesim, bu yöntemleri vücutlarında faaliyete geçirmeye başlayacak. Uzun bir zaman diliminde bu yöntemler yaygınlaşacak. Ve en dindar olan kesim, bu yöntemleri en sonra uygulamaya başlayacak. Bu kez vaazlar, fetvalar değişmeye başlayacak. “Allah, bu özelliği kadına, geçmiş zamanlarda ihtiyaç olduğu için vermiştir. Şu an artık böyle bir ihtiyaca dolayısıyla da özelliğe gerek kalmamıştır” diyen yeni İlahiyatçı’lar ortaya çıkacak. Menapoza giren bazı kadınların, kemik erimesine maruz kalmaması için kullanılması tavsiye edilen östrojen hormonuna bile “günahtır” diyen güruh, ayağına zincir vurulmuş sürgün gibi sürüne sürüne en arkadan takip edecek bu tür gelişmeleri.
Ve insanlık öyle gelişecek ki, yapay rahimler geliştirilecek. Anne rahminin bütün işlevini yetine getiren ve tam donanımlı merkezlerde bulunan yapay rahimler. Muhtemelen bu yöntemi ilk olarak rahminde bebek gelişimine imkân vermeyen hastalıklara ya da yapısal bozukluklara sahip olan kadınlar kullanacak. Ardından diğerleri gelecek. İlk uygulamalarda sıkıntılar yaşanacak fakat zamanla bu sıkıntılar düzeltilecek ve yapay rahimler mükemmel hale getirilecek. Hatta yapay rahim içine ve annenin kafatasının bir kenarına yerleştirilecek birer çip ile bebek ve anne arasında doğuma kadar süren telepatik bir iletişim bile sağlanacak. Yapay rahimdeki bebek doğmadan önce annenin beynindeki çip, annenin süt bezlerini harekete geçirecek ve bebek için süt salgılamayı tetikleyecek. Anne ve baba, doğum esnasında yapay rahim kapsülünün hemen yanı başında bekleyecekler. Bebek, yapay rahimden sorunsuzca doğacak ve anne, bebeğini kucağına alıp emzirmeye başlayacak. Bu sırada, ilahiyatçılardan birisi fetva vermeye başlayacak. Bu yöntemin insanlık dışı olduğunu ve çok zorunlu kalınmadıkça kullanılmaması gerektiğini üstüne basa basa anlatacak. Bu yöntemin dinen sakıncalı olduğunu söyleyen Kur’an yorumcusunun annesi, kendisini dünyaya getirirken hayatını kaybetmemiştir. Çocuk doğururken hayatını kaybeden kadını da şehit durumuna yükseltip sonsuz ve güzel olan cennete yollayıp, dünyaya gelen öksüz bebeğe de “Allah, rızkını ve bahtını verecek inşallah” diye de dua etmeyi unutmayacaktır. Bu Kur’an yorumcusu, annesinin hamileliği sırasında, annesinin yakalandığı bir hastalık sonucu özürlü olarak dünyaya gelmemiştir. Özürlü olarak dünyaya gelen insanların da Allah tarafından böyle imtihan edildiğini anlatmaya başlayacaktır.
O dönemlere varıldığında dünyadaki kadın erkek sayısını göz önüne alarak yapay rahimlerde ya da anne rahimlerinde döllenecek olan bebeklerin cinsiyetlerine müdahale edilecek ve böylelikle kadın ve erkek sayısı kontrollü bir şekilde eşitlenecektir. “Allah, bir aileye erkek çocuğunu münasip görüyorsa erkek evlat, kız çocuğunu münasip görüyorsa kız evlat verir, Allah’ın seçimine müdahale edilmez” diyen din kesimi, gelecek çağlarda Kur’an’ı ve İslâm’ı, yaşadıkları zamana nasıl uyarlayacaklar ve bu tür gelişmelere nasıl ayak uyduracaklar, tahmin etmek pek zor olmasa gerek. Zaten günümüzde bile hiçbir İslâm âliminin bir konudaki değerlendirmesi ve yorumu bir diğerininkini tutmuyor. Ülkeler, mezhepler, dini sınıflar, tarikatlar, cemaatler, sosyetik dinciler derken bir tane Kutsal kitap üzerinden bin tane bir birinden farklı tefsir yapılıp yine bin tane bir birinden farklı fetva veriliyor.
Biz dinsizlerin fetvası ise hiç değişmedi ve değişmeyecek: AKIL, BİLİM, İNSAN!
Kadın vücudunu ilgilendiren durumlar sadece doğurganlık özelliği ile sınırlı değil tabi ki. Bugün elinize mikrofonu alıp sokağa çıkın ve ruh güzelliği mi yoksa fiziksel güzellik mi diye insanlara sorun. Kendisine mikrofon uzatılmış olan insanların çok büyük bir çoğunluğu “ruh güzelliği” diyecektir ki! YALAAAAAAAAAN! Külliyen YALAN!
Erkeklerin çoğunluğu uzun boylu, fit, geniş omuzlu, kaslı, zeki, gür saçlı ve yakışıklı bir yüze sahip olmak isterler. Kadınlar ise ortalama 170 cm boy oranına, kilo almalarına izin vermeyen hızlı bir metabolizmaya, kılsız tüysüz ve sivilcesiz prüzsüz bir cilt yapısına, gür saçlara, güzel görünümlü bir yüze sahip olmak isterler. Dindar kesimin güzellik ve çirkinlik konusundaki düşüncesi “Allah o şekilde yaratmıştır, öyle takdir etmiştir” şeklindedir. Bir kadın, sağlık sorunu olmadığı halde “bu vücutta doğmayı ben seçmedim, sevmediğim bazı fiziksel özelliklerim var” deyip sırf estetik görünüşünü sevmediği için tercihine dayalı bir estetik operasyon yaptırdığında bu durum dinen sakıncalıdır, günahtır. Çünkü Allah’ın verdiği bedeni beğenmeyip değiştirmeye çalışmak “Allah’ın takdir ettiği görüntüyü beğenmemek” anlamına gelir ki bu da dinen Allah’a karşı gelmektir.
Dindar olmayan insanların güzellik ve çirkinlik ile ilgili açıklamaları ise tamamen bilimseldir ve konuya derinlemesine girildiğinde yine insanların ilk atalarına ve dolayısıyla söz konusu insanların bulundukları çevreye olan uyumlanmalarının doğal bir sonucu olarak çıkar karşımıza dış görünüm.
Sarışın ve açık tenli Irk: Dünya insanlarınca genel anlamda güzel ve yakışıklı olarak kabul edilen bir ırktır. İnsanlar genellikle sarışın ve açık renk gözlü olmak isterler. Bu sebeple sarı renkli saç boyaları çok fazla kullanılmakla birlikte lazer teknolojisi ile artık günümüzde göz rengi, istenilen tonda kalıcı olarak açtırılabiliyor. Yani kahverengi gözlü iseniz lazer tedavisi ile gözlerinizdeki irisi mavi ya da yeşil renge kalıcı olarak çevirtebilirsiniz. Sarışın ve açık tenli ırkın ilk ortaya çıktığı bölgeler, güneşli gün sayısının az olup bulutlu gün sayısının fazla olduğu ve güneşin eğik bir açı ile geldiği yerlerdir. Bu bölgedeki insanların yetersiz gelen güneş ışınlarından ihtiyaç oranında faydalanabilmeleri için tenlerindeki renk pigmentlerinin çok az olması yani, çok açık renk olması gerekir ki bu durum güneşe karşı ciltlerini korumasız hale getirir ve eğik açı ile gelen güneş ışınları bu renkteki tene iyice nüfus ederek yeterli D vitaminini sentezler.
Esmer ve siyahi Irk: Dünyanın orta çizgisine yani çöl ve ekvator bölgelerine gidildikçe güneş ihtiyacı, yerini güneşten korunmaya bırakır çünkü güneşli gün sayısı çok fazladır ve güneş dik açı ile ve sürekli geldiği için insan vücudunun yoğun güneş ışığının zararlı etkilerinden korunması gerekir. Burada devreye yoğun renk pigmentleri girer ve kişi iyice esmerleşir. Derinin rengi siyahlaşır. Böylece güneşin zararlı ışınları vücuda zarar vermez. Aynı zamanda bu insanların vücutlarının D vitaminini üretmesi için yoğun güneş ışığında en az 3-4 saat kalmaları gerekir.
Bir insanın kemik yapısı, burnunun kemerli ya da düz olması, bacaklarının uzun ya da kısa olması, kıllı ya da kılsız olması, mavi gözlü veya kahverengi gözlü olması, kel ya da saçlı olması vb. Hepsinin ve daha fazla özelliğin çevresel uyumda bir nedeni vardır. Zamanla bu coğrafi ve iklimsel şartların oluşturduğu bedenlerin çoğu, bulundukları yerlerden göç etmiş, farklı ırklardaki insanlarla karşılaşmış, kaynaşmış ve melezleşmiştir. Dinsiz insanlar, “bir insan neden bu fiziksel özellik ile oluşmuştur?” sorusunu cevaplarken, bu bilgileri, bilimsel verileri değerlendirir. İlkel dönemlerde, çevre şartlarına uyumlu bir fiziki yapı, hayati önem taşıyordu. Şu an geldiğimiz anda ise çevresel şartların çoğunluğu, hayatımıza kazandırdığımız çeşitli standartlarla adeta önemsizleşmeye başladı. Mesela zamanımızın çoğunluğunu dört duvar arasındaki korunaklı binalarda geçirmemiz, ulaşım araçları, güneş koruyucu kremler, klima, kalorifer vb yardımcılarla çevresel koşulların etkisini en aza indiriyoruz. Diğer taraftan, ilkel koşullarda çevreye uyumu zorunlu kılan fiziksel özellikler şimdilerde yerini, hayatımıza giren ortak standardlara bırakmış durumdadır. Kıyafetler genel olarak en az 1.60 cm boy uzunluğuna sahip insanlara hitap eder. Bu yüzden 1.50 veya 1.80 boyundaki kadınlar, her zaman her yerden her beğendikleri kıyafeti alıp giyemezler. Diğer taraftan 1.50 boyundaki bir kadın, yüksekliği Standard olan mutfak tezgahında verimli bir şekilde çalışamazken uzun boylu kadınların aksine, üst raflardan bir şey almak için sürekli olarak tabureye ya da basamağa çıkmak zorundadır. Bu türlü zorunlulukların yanı sıra fiziksel beğeni ve zevk de git gide artmakta ve kozmetik sektörü de kadınların bu ihtiyacına cevap vermektedir. Karakteri, iyi niyeti tabi ki de önemsizleştirmeye çalışmıyorum fakat özgür beğenisi olan bir insan fiziksel bedeninden hoşnut değilse ve bazı fiziksel özelliklerini beğenmiyorsa ve imkânlar elverdiğinde bu özelliklerini, sağlığını bozmadan beğenisine paralel olarak değiştirebilecek durumda ise buna ne engel olabilir? İşte dini inanç burada devreye girer. Din, insanın kendi bedenini beğenmeme tercihini bile elinden alır. Burada çok önemli bir nokta daha var ki o da: Dini açıdan bu tür meseleleri değerlendirmeye ya da soru sormaya kalktığınızda en modernistinden en gericisine kadar bir birinden farklı yüzlerce cevap alırsınız. Çok az bir dindar kesim, sizin estetiksel tercihlerinize cevaz verirken, bazıları kararsız, bir çoğu da olumsuz cevap verecektir. Hepsi de kendi cevabını destekleyen ayetleri ve hadisleri bulup arada bağlantı kurup sana delil olarak okuyacaktır. Fakat dini inancı olmayan kesim için sana yöneltilecek cevaplar veya sorular bellidir, “bunu yapmak istediğinden emin misin?” veya “bu kararının tekrar dönüşü belki de hiç olmayacak” ya da “bu seçimin, senin sağlığına zarar verecek mi?”, “o şekilde olmak hoşuna gidecekse neden olmasın?” şeklinde olacaktır.
Beyaz ten rengine sahip bir kadın esmer bir ten rengine kavuşmaya karar verdiğinde veya esmer bir kadın beyaz bir ten rengine kalıcı olarak kavuşmaya karar verdiğinde veya bir kadın, sevmediği ses tonunu değiştirmeye karar verdiğinde veya genetik olarak belden aşağı olan tarafı yukarısına göre daha yağlı olan bir kadın bu genetik durumunu değiştirip kalın bacaklar yerine ince bacaklara sahip olmak isterse ya da anne olmayı isteyen bir kadın, doğacak çocuklarının boy uzunluğuna, zeka türüne, göz rengine, cinsiyetine karar vermek istediğinde ve bunu uygulayacak metodlar kolay ve sorunsuz olduğunda dindar kesim, bu uygulamaların neresinde olacak? Ya da dini kesimin çoğunluğu tarafından kabul görmesi ne kadar zaman alacak? Daha özetle, bu uygulamaları hayatına geçirmeye başlayan dindar insanların “Zaten dinimizde falanca falanca ayetlere bakacak olursak ya da falanca hadisleri okuyacak olursak bir kadının güzelleşmesi…” olarak devam eden yorumlarla “En büyük günahtır” şeklindeki yorumların arasına kaç yüz sene girecek?
Bu türlü bilimsel gelişmelerin insan hayatındaki aktif rolü boyunca Dînî yorumlar kaç kez evrim geçirip değişecek? Kaç defa inatçı bir çocuk gibi ayak direyip bağırıp karşı çıkacak? “Dinen sakıncası yoktur” fetvasına kadar kaç kadın, kaç yüz yıl boyunca bedensel tercihlerini “günahtır” fetvasına heba etmek zorunda kalıp, yaşamını tamamlayıp bu dünyadan göçecek? Vaktiyle dini çevreler, aile planlamasına da karşı çıkmış, uzun yıllar ayak diremişti.
Yazan: Kainatta Toz Zerresi
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)
PATREON İLE DESTEK OL
Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin : TIK
KUR'AN ANALİZİ
● Sırasıyla tüm ayetleri incelemeye başladığım ve kökenlerini gösterdiğim "Kur'an Analizi" videoları İçin TIK!