HABERLER
Dini Haber
Hristiyanlık ve cadılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hristiyanlık ve cadılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK" | 2

Yazan: A.Kara
Birincisini sizinle paylaştığım "Hristiyanların Zulmü | Cadılık" yazısının ikinci ve sonuncusuyla konuya burada devam edip noktalayacağım. Bu yazının ilk bölümünü okumak için "tıklayabilirsiniz".

Anti-Semitik bir toplumda "hayali cadıların" Yahudi terminolojisine adapte edilmesi doğaldı. 12. yüzyılda onların toplanma yerleri Sinagog olarak anılmıştır. Daha sonra Sabbats olarak adlandırılacaklar ve böylece Yahudi kutsal günü ile şeytanın kutsal günü aynı sayılacaktı. Yine feodal bir toplumda şeytan'ın feodal uygulamaları benimsemesi doğaldır ve şüphesiz şeytan yalnızca taraftarları tarafından yazılı bir sözleşme yapmakla kalmayıp aynı zamanda yeni bir feodal efendiden, herhangi bir köle gibi, ona saygı duymalarını şart koşuyordu.

Vaftizden önce ölmüş olan bebekler cehenneme mahkum edildiğinden, yeni doğan bebeklerin ölümlerinden şeytana pay çıkarılıyordu. Ölü bebek doğurtan ebeler bu nedenle şüpheliydiler. Malleus Maleficarum'un" da verilen kanıtlara göre "Katolik inancını ebelerden daha fazla kimse rahatsız edemez" deniyordu. Asla bebeğini kaybetmemiş nadir bir ebe vardı ve bedelini şeytanla ilişkilendirilerek ölümle ödeyen ebeler de olmuştu. Köln'deki ebeler 1627-1630 yılları arasında neredeyse tamamen yok edildiler.

[The Nightmare, Henry Fuseli'nin 1781-1925 yıllarındaki bir yağlıboya tablosu.
Teologlara göre, iblisler uyuyan erkekleri baştan çıkarmak ve spermlerini almak için kadın formunu, uyuyan kadınları baştan çıkarmak için ise erkek formunu benimseyecekler ve kadınları kötü huylu meni ile dölleyeceklerdi. Kadın formundaki şeytana "succubus" erkek formundakine ise "incubus" deniyordu. De Civitate Dei'deki Aziz Augustine ("Tanrı'nın Şehri"), cadılıkla suçlananların inkar etmeleri için çok fazla saldırı ve baskı olduğunu doğruladı. Aziz Thomas Aquinas'da Inquisitors'ın el kitabı Malleus Maleficarum'un yaptığı gibi onların varlığını doğruladı.
Bu iblisler de, uyuyan kurbanlarının göğsünde oturup, kabuslara neden oldular.]
A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Kilisenin Şeytanın hizmetkârlarına olan inancında sınır yoktu. 1550'de bir kadın, Basel'de "canlı bir kadın gnome (mitolojik bir cüce-yaratık)" bulundurduğu için cadı olarak yakılmak üzere cezalandırıldı. 1583'te Viyana'da 16 yaşındaki bir kız mide krampları geçirdi. Sekiz hafta süren bir Cizvitler ekibi, vücudundan 12.652 şeytan çıkarmayı başardı. Anneannesinin bu iblisleri, sinek kılığında cam kavanozlarda tuttuğunu keşfettiler. Büyükanne işkence altında itiraf etti. Evet, o bir cadıydı ve şeytanla seks yapmış olmalıydı. Büyükanneyi suç altına iterken, Cizvitler iyi niyetle yapılmış bir diğer tanrısal iş için kendilerini tebrik etmiş olmalılar. 1586'da Trèves Başpiskoposu kışları uzatan büyü yaptıkları sebebiyle 118 kadın ve iki erkeği diri diri yaktı. 90 yaşındaki kadınlar, 6 yaşındaki genç kızlar, hepsi şeytanın ajanlarıydı ve hepsi ölüm ve laneti hak ediyordu.

Protestanlar ve Katolikler, Şeytanın hem erkek hem de kadınları baştan çıkartmak için insan biçimini benimsediğine ikna oldular. Luther'in söylediği gibi:

"Şeytan, bizi aldatmak istediğinde, insan biçimini tamamen varsayabilir, kadın gibi görünen gerçek et ve kanla yatabiliriz ve yine de şeytan bir kadın şeklini alabilir. 'Kadınlar da bir erkeğin yanında yattığını düşünebilirler, ancak o yalnızca Şeytandır; ve ... bu birleşmenin sonucunda çoğu zaman karanlık, yarım ölümlü, yarım şeytansı bir imp (mitolojik bir şeytani varlık) dünyaya gelir."

Uzun süren papa intikali cadıların varlığını ve cinsel eğilimlerini doğruladı. Teorik olarak, en azından tövbe etmeyen ve pişman olmamış kafirler yakılmıştı. Ancak 15. yüzyıldan itibaren, bu imtiyaz, cadılık ile suçlanan sanıklar tarafından reddedildi. Çok ağır zararlara rağmen, kiliseciler sık sık iddialarını desteklemek için kanıt üretmeyi gerekli gördüler. Örneğin Laudun (1630) ve Louviers (1647) gibi yapımlarda yer almışlardır. Fransa'da önde gelen bir Hıristiyan filozof Jean Bodin, 6. yüzyılın sonlarında cadıların varlığını doğrulayan etkili bir çalışma yayınladı. Ağırlıklı olarak, büyücünülerin varlığını inkar edenlerin cadıların kendileri olması gerektiği inancına eğildi. Hiçbir ceza sert ve yeterli olamazdı. Onları yavaş yavaş yakmak bile yetersiz bir cezaydı. Yazdıklarıyla cadıları mahkum etmeyen yargıçların kendilerini ölüme mahkum ettiklerini söylüyordu.

A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Büyücülük suçlamasıyla insanları öldürenler sadece Katolik Hıristiyanlar değildi. Malleus Maleficarum Protestan yetkililerin yanı sıra Roma Katolikleri tarafından da kullanılıyor ve çok saygı duyuluyordu. Her yargıç ve hakim kurulunun otoritesine dayanan, yasalara uygun ve karşı koyulamaz bir yerdeydi. Protestanlar, Roma Katoliklerini cadı-bulucular olarak ele aldılar. Luther, kendini sapkınlıkla suçluyordu ve başlangıçta kafir yakmaya karşı çıksada yine de kimseye zarar vermemiş olsalar bile cadıların yakılması gerektiğini iddia ediyordu. Kendisinin Wittenburg'da yakılmış sözde 4 cadısı vardı. Calvin ayrıca cadıları öldürmenin keskin bir savunucusuydu, çünkü "Kutsal Kitap bize cadıların olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini öğretiyor" diyordu.

Gerçekten de Kalvinizmin diğer bütün Protestan mezheplerini büyücülük yolundaki tutkularından daha üstün kılıyordu ve sözde cadılar, sistematik olarak, Kalvin'ciliğin geliştiği her yerde avlanıyordu. Kalvin'in kendisi de davalarda aktifti. Bizzat büyücülere karşı bilgiler verdi ve 1545'te veba yaymakla suçlanan insanlara karşı eylemler başlatıldı. Bazı erkekler, etlerini kementlerle parçalamaya, kadınlar ise kazıkta yakılmadan önce sağ ellerinin kesilmesine mahkum edildi. Kalvinistler, 1689-93' yılları arasında Püritan mezhebi üyesi Amerikan kolonilerine cadı avı ihraç ederek ünlü Salem olayına zemin hazırladılar.

Ann Hibbins, 19 Haziran 1656'da Boston Massachusetts'de büyücülük suçlamasıyla idam edilmiştir. Daha sonra Nathaniel Hawthorne'in Scarlet Letter adlı romanında kurgu haline getirildi.

Avrupa kıtasında cadıların yakılması 18. yüzyıla kadar devam etti. 1749'da Würzburg'da bir rahibe şüphe uyandırdı. Diğer rahibeler, onun bir domuz şeklini benimsediğini ve manastır duvarlarına tırmandığını gördüklerini anlattılar. Rahibelerin ifadesine göre bu formdayken manastırın en iyi şarabını içmişti. Bir tavşan biçiminde manastırın ineklerinin sütlerini çekerek kuruttuğu ve bir kedi şeklinde manastırın etrafında dolaşarak kız kardeşlerini korkuttuğu söylenir. Bu suçlamalar sonrası merkezdeki pazar alanında canlı canlı yakıldı.

[Giles Cory, Salem Cadısı Duruşmaları sırasında büyücülük suçlamalarına karşı çıktı (bu yüzden yargılanamayacak ve sonuç olarak mülkünü elinde tutamayacaktı). Kendini müdafa ederken öldürülerek mülküne el kondu.
 Massachusetts, Peabody Kristal Gölü üzerinde Giles Cory Marker'ın mezarı.]

Çeşitli nedenlerden ötürü işkence kullanımı belirli alanlarda kısıtlanmıştı ve bu bölgelerde cadı terörü hiçbir zaman işkencenin serbestçe uygulandığı alanların yüksekliğine yaklaşmadı. Örnekler Jura, İspanya ve İngiltere'dir. Jura'da yetkililer, işkencenin kullanımını kısıtladılar, çocukların suçlamalarını pek dikkate almadılar ve suçlamaların alenen yapılması gerektiği şartını yürülüğe soktular. İspanya'da Engizisyon, kafir ve mürtedlere yoğunlaşmış ve cadı avcılığını cesaretlendirmiştir. İngiltere'de, büyücülük, dini bir topluluktan ziyade bir sivil suç olarak görülüyordu. Bu nedenle, hüküm giymiş olan cadılar, kıtada ve İskoçya'da olduğu gibi yakılmak yerine asıldılar. Bu nedenle de, İngiltere'de Kilise'nin sınırsız güç kullandığı Avrupa kıtasından çok daha az insan hayatını kaybetti. Alman piskoposları, Von Spee'in açıklanmasından sonra işkenceyi bu kadar liberal bir şekilde uygulamaya son verdiğinde, cadılıklar suçlamalarının oranı mucizevi bir şekilde düştü ve sona erdi.

A, Cadı katliamları, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, din, Hristiyanların cadı suçlaması, hristiyanlık, Hristiyanlık dinine geçmeyenlere katliam, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2,Hristiyan tarihi,Hristiyanların katliamları

İngiltere'de bile kovuşturmalar tek taraflıydı. Avrupa kıtasında olduğu gibi, sanıklara Şeytan ile eşlik edip etmedikleri değil şeytana nasıl eşlik ettikleri gibi sorular sormuşlardı. Tek umut, laik hakimin, suçlayıcıları hileli gibi gösterebilen, eğitimli bir rasyonalist olmasıydı. Cadılar için yapılan standart test eski sıkıntıyı suya indirgiyordu ve bu şu an "yüzmek" olarak adlandırdığımız şeydi. Bu uygulama İskoçyalı VI James tarafından 1597'de yayınlanan büyücülük konulu Demonologie adlı kitapta savunuluyordu. Vaftiz aracı olan suyun vaftizden vazgeçmiş olanları reddetmesi teoriydi yani onların tanrıyı reddettiği gibi su da onları reddedecekti. Yüzme terimi biraz yanıltıcı olabilir, çünkü o zamanlar neredeyse hiçkimse yüzme bilmiyordu ve her durumda kurbanların sağ başparmakları sol ayaklarına, sol başparmaklarını da sağ ayağa bağladılar. Sonra suya attılar. Yüzdükleri takdirde, Tanrı adına su tarafından reddedildiklerine ve bunun suçlu olduklarının kanıtı olduğuna inanıyorlardı. Eğer batarlarsa bu masum oldukları anlamına geliyordu ancak masumiyetleri çoğu kez boğuluncaya kadar anlaşılmazdı. Başka bir yöntem ise sanıkları devasa bir incil ağırlığına karşı tartmaktı. Ağır basan insanlar masum, hafif kalanlar ise suçlu bulunuyordu.

VI James'in 1604'te İngiliz tahtına gelmesinden kısa bir süre sonra (İngiltere James I), mevcut İngiliz Cadılık Yasası gözden geçirilmiştir. On iki piskopos, Tasarı'nın Lordlar Kamarası'ndaki ikinci okumasında atıfta bulunduğu Komite'de oturdu. Aynı yıl, piskoposların yardımlarıyla, eski İngiliz yasası değiştirilerek, şeytanla anlaşma ve şeytan ibadeti gibi yeni kıtasal temalar getirildi ve yeni yasa oluşturuldu.

Daha önceki Elizabeth yönetmeliği uyarınca bir cadı ölüm cezasına çarptırılmakla suçlanıyor olmalıydı, şimdi ise bir küçük şeytan (imp) ile birlikte yaşamakla suçlanan herkes ölüm cezasına çarptırılmıştı. İmp'ler genellikle sıradan hayvanların biçimi aldılar. Birinin cadı olduğunu tespit etmenin yaygın bir yolu, o kişiyi odadan çıkarmaktı. Odada bulunan herhangi bir hayvan, evcil hayvan olan kediler ve hatta sineğe kadar her hayvan onları suçlu bulmaya yetiyordu. Oda da bulunan sinek gibi hayvanların cadıları tanıdıkları için onlardan kan emmeye geldiği söylenirdi, yani cadı bir nevii sinek kılığına girmiş şeytanı kanıyla besliyordu. Daha önceki zamanlarda, insanlar bir karşı büyü ile (örneğin şüpheli cadıyı kazımak ve kanıyla çizmek) bu büyüyü kırmayı başarmışlardı. Sonrasında ise kilise, bu tür tekniklerin şeytani büyüye de bağlı oldukları gerekçesiyle bunları onaylanmadı. Yani artık bir cadı büyüsünü bozmanın tek kabul edilebilir yolu onu öldürmekti. Yüzüne bir çizik almak yerine, artık asılmak için boyun etrafında bir ilmik alıyorlardı.


1604 kanunun altında 70.000 kadar insanın ölümüne neden olundğunu tahmin ediliyor. James'in saltanatında yayınlanan İncil'in yeni çevirisi olan "Yetkili Versiyon" (Kral James İncil'i olarak da bilinir), cadıyı daha önceki versiyonlardan daha sık kullandı ve onları öldürmek için Kutsal Kitap'a yetki verdi. 1612'de, James'in İncil'inin yeni versiyonunun yayınlanmasından bir yıl sonra, Lancashire'daki Pendle'de sekiz kişi cadı suçlamasıyla asıldı. Onların gerçek suçları ise fakir olmak ve pek tanınmamaktı. Bunların içinde zeka geriliği olan bir genç ve 80 yaşında bir kadın da vardı.

Çoğu sıradan insan büyü gerçeğinden şüphe ediyordu, ancak Kilisenin ve kontrol ettiği öğrenilen meslek grupları bunun bir gerçek olduğunu kabul ettiler. Robert Burton'un 1621'de kaydettiği gibi: "Pek çoğu cadıyı inkar eder, ya da eğer varsa, zarar veremezler, fakat muhalif olarak avukatları, ruhbanları, doktor ve filozoflar vardır".

Kral James, büyü gerçeğinden şüphelenmeye başladı. 1616'da 13 yaşındaki bir çocuğun kanıtı üzerine 9 kadın Leicestershire Yaz Oturumları tarafından büyücülükten suçlu bulundu. Bütün kadınlar idam edildi. Daha sonra kralın kendisi çocuğu inceledi ve kanıtlarının geçersiz olduğu sonucuna vardı. Dokuz kadını öldürmek için herhangi bir neden yoktu. Birkaç yıl sonra başka bir dava olan William Perry, Kral James'in şüpheciliğini arttırdı. 26 Temmuz 1621'de Staffordshire Assizes'de bir çocuk büyücülük suçlamaları yaptığını itiraf etti. Büyüleyici semptomları simüle etmek için bir Roma Katolik rahibesi tarafından eğitilmişti. Bu ayrı bir olay değildi; Kıtada olduğu gibi, bir grup Katolik rahibin, çocukların egzotik güçlerini sergilemesi ya da düşmanlarını suçlayacakları kanıtlar sunması ve bu türden belirtileri yapması için onları eğitmiş olduğu keşfedilmişti.

Kral James artık dedektife dönüşmüştü. Cadılık kurbanlarını test etmek için rasyonalist deneyler geliştirdi. Elde edilen kanıtlar ışığında, James şeytanların ve cadıların işlerini yalanlara ve sanrılara atfediyordu ve saltanatının ikinci bölümünde cadı avı reddedildi. Şimdi 2 aşırıcılık yanlısı grup var olacaktı: Bir kanattaki Püritenler, diğer tarafta Katolikler.

Püritenler yakın zamanda Cromwell'in Milletler Topluluğu altında iktidardaydılar ve cadı avı bir kez daha başlamıştı. İngiltere'de işkence yasadışıydı ancak bunun tamamen fiziksel olduğu düşünülüyordu. Cadı bulucular, fiziksel işkencelerin yanı sıra uyku yoksunluğunun da işe yaradığını keşfettiler. Yardımcı ekipler, sanığı birkaç gün ve gece boyunca sürekli olarak uyanık tuttular ve böylece kıtadaki işkenceciler kadar elverişli, detaylı, ve suçlamayı kabul ettiren bir yöntemleri oldu. Bu, İngiltere'nin cadı bulucu Generali olarak bilinen Matthew Hopkins gibi diğer kalvinistlerin de favori bir tekniği olmuştu ve sayısız gizemli ölümün sebebiydi. Diğer teknikler başarısız olduğunda, Hopkins gibi cadı avcıları, gerekli gördükleri kanıtları elde etmek için sahtekarlık yapmaya hazırlandılar. Örneğin, iğne ile geliştirdikleri bir işkence yöntemi sayesinde mahkumu izleyenler işkence yapıldığını bile anlayamıyorlardı. Bu işkenceler İngiltere nispeten kısıtlanmıştı, ancak 1716 yılında küçük bir kızı annesinin yanında, ruhlarını Şeytan'a sattığı ve komşularının kusmalarına sebep olduğu için cezalandırmışlardı.

Kral James'in 1604 Yasası, 1736'da yeni bir yasa ile değiştirildi ve bu, büyülü güçlere sahip olduklarını iddia edenlere yöneltildi. Ancak ana akım Hristiyan mezheplerinde büyücülük gerçekliğine olan inanç devam etti. 18. yüzyıldaki Metodistlerin kurucusu John Wesley, cadı avının keskin bir savunucusuydu. Roma Katolikleri bile bu konu tarafından utandırılmaya başlamışken o cadı avını desteklemek için yazılar yazdı. O büyücülüğün inkarının İncil'in inkarı olduğunu söylüyordu.

"..büyücülükten vazgeçmenin aslında İncil'den vazgeçmesi.."
(John Wesley, 1768 yılındaki gazeteden)

Eğer hiç cadı yoksa İncil'de hata vardı.. İncil'de hata varsa, Hristiyanların tamamı yanılıyordu. Bu nedenle çoğunluğa sahip olan rasyonalistlerle savaşmak gerekiyordu. Cadı inançları tarihi üzerine bir makam şöyle diyor:
"Metodist hareketin 18. yüzyılın ikinci bölümünde cadılara karşı şiddetin artırması ve cadılara olan inancın sonraki yüzyıllarda bile yaşatılmasına yardım ettiği muhtemeldir" John Wesley

Genel olarak, büyücülük kovuşturmaları, kilisenin nüfuzunun en zayıf olduğu alanlarda daha erken kurumuştur. Son resmi idamlar Hollanda'da 1610'da, Amerika'da 1692'de ve İskoçya'da 1727'de gerçekleşti. Fransa'da en son infaz 1745'de gerçekleşti ve bir dizi ihanet ortaya çıktıktan sonra kovuşturma tamamen sona erdi. Son resmi idamlar 1775'te Almanya'da, 1782'de İsviçre'de ve 1793'te Polonya'da gerçekleşti. Görünüşe göre, İtalya ve İspanya gibi kilise kontrolü altındaki bölgelerin ne zaman durdukları bilinmiyordu ancak 19. yüzyıldan önce durmadıkları kesindi.

İngiltere'deki son resmi infazlar 1716'da gerçekleşti. Yargı zaten şüpheciydi. Davalar kanunlara göre yapıldı, ancak bazı hakimler büyü ile ilgili kovuşturmalara alışkın değillerdi. 1712'deki duruşmasında Jane Wenham, havada uçmakla suçlandığında, Justice Powell "uçmaya karşı herhangi bir yasanın olmadığını" belirtti. Cadılık, eğitimli çevrelerde ciddiye alınmaktaydı ve jüri, Jane Wenham'ı mahküm edip onu idam cezasına çarptırmış olsa bile, yargıç, cezanın kaldırılmasında başarılı oldu. İngiltere'de son cadılık duruşması 1717'de gerçekleşti.

Çoğu ülkede 18. yüzyılda cadı duruşmaları durmuş olmasına rağmen hala inanmaya devam edenler İngiltere ve Avrupa'nın geri kalanında olduğu gibi, 19. yüzyılda uzaktaki bölgelerde cadıları öldürmeye devam ettiler. Daha erken zamanlarda cadı korkusundan nispeten uzaklaşmış olan Galler, Metodizmin oraya ulaşmasından sonra cadı inanışlarının son kalelerinden biri haline geldi. Cadı inanışının bir başka kalesi, Metodizmin de popüler olduğu Güneybatı yarımadası (Cornwall, Devon ve Somerset) idi. İngiltere'deki yasal kayıtlar 19. yüzyılda boğulmuş cadıların popülerliğini sürdürdüğünü göstermektedir. Times böyle bir davayı 24 Eylül 1863'de bildirmişti.

Birçok Hristiyan hâlâ cadılara ve büyüye inanmakta ve kontrol altında tutulması gerektiğini düşünmektedir. Kiliseler şeytanın ordusuna karşı savaşmaya devam etmek için hâlâ cinci hocalar tutuyorlar. Bazıları, cadıların doğru bir şekilde ele alındığını düşündükleri eski zamanlara ilgiyle bakıyorlar. 1612'de Pendle'de sekiz insan cadı olarak asılmıştı fakat 1980'lerde birçok mezhep temsilcisi bu olaydan dolayı pişmanlık duymaktan çok uzak kalmaya karar verdiler. Ne olursa olsun kendilerini şeytanın ajanlarından korumak zorundaydılar. Karanlığın kuvvetlerini kontrol altında tutmaya yardım etmesi için Pendle Tepesi'nde büyük bir haç kurmayı planladılar ancak Ribble Vadisi Belediyesi tarafından reddedildiler.

Cadı avcılığının yankıları 20. yüzyıla kadar devam etti. İngiltere'de 1944 yılında Helen Duncan isimli bir kadın 1736 yasası uyarınca büyücülükle suçlandı ve hapsedildi. 1736 Yasası, İngiltere'de 1951'de yürürlükten kaldırıldı ve 1963'ün sonlarına doğru cadılık yasalarının yeniden kullanılmasını talep etmelerine rağmen Sahtekarlık Yasası'nın yerini aldı. Diğer ülkelerde cadılık yasası hala yürürlükteydi. 1986'da Güney Afrika'daki bir Fransız kadın, iki polisi de kurbağaya çevirmekle tehdit ettiği gerekçesiyle suçlandı. Cadıların resmi olmayan şekilde öldürülmesi Avrupa'da son zamanlara kadar devam etti. Almanya'da cadı olmasından şüphelenilen fakir, yaşlı ve hiç evlenmemiş bir kadın 1976'da adam öldürmeye teşebbüsle tutuklandı.

Büyü günümüzde geleneksel Hristiyanlar haricinde şaka gibi bir şey. Cadılık ile ilgili Hristiyan öğretileri nedeniyle kaç kişi hayatlarını kaybetti tam olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları esrarengiz bir şekilde "kayboldu". Bu nedenle özellikle dini ülkelerde son cadı infazının ne zaman gerçekleştiğini söylemek imkansız. Hayatta kalan insanların kayıtlarından, yüzlerce kişinin tek bir günde tek bir kasabada öldürüldüğü açık. Tüm Avrupa'yı ele geçirmiş olan bu cadılık olayları için 2 milyon kurban tahmini hiç gerçekçi değildir.

Konuyla ilgili olarak "Hristiyanların & Kiliselerin Cadı Avı Tarihi" adlı yazıya göz atabilirsiniz.

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK"

A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Var oldukları sürece Orta Çağ'ın cadıları olarak adlandırıldılar ve muhtemelen eski dinin taraftarlarıydı. Örneğin Dionysos'un ayinleri, sözde cadıların ayinlerini hatırlatıyordu. Bu törenler genellikle geceleri, doğurganlık veya yeraltı dünyasının güçleriyle ilişkili yerlerde gerçekleşirdi. İbadet edenler ağırlıklı olarak meşaleler ve fallik (erkeklik organı sembolü) resimler taşıyan kadınlardı. Dionysus'un kendisi kaba tüylü, boynuzluydu ve doğurganlığı simgeleyen bir keçi tarafından temsil edildi. Ritürllerde şarap içilir, coşkulu danslar yapılır ve hayvanlar kurban edilirdi.

Akdeniz tanrıları erken bir aşamada Hristiyanlık tarafından Şeytan olarak adlandırıldı. Daha sonra Kelt ve Cermen tanrıları da aynı tavırdan nasibini alınca onlara ibadet edenler Şeytana ibadet edenler gibi mahkum edildi. Kilise liderleri Hristiyan halkı Şeytan'ın güçlü, kötü niyetli temsilcileri olduklarını iddia ettikleri bu topluluklara karşı zulmetmeye teşvik etti.

Avrupada tek suçları Hristiyanlığı reddetmek olan ve sayısı bile bilinemeyen yüzbinlerce kişi yıllar boyunca  yargılanıp öldürüldü. Yaptıkları yargılama ve idamları on üçüncü yüzyılda cadıların öldürülmesine açıkça izin veren Papa 9. Gregorius gibi insanlara borçluydular.

Almanya'da Konrad adında bir papa işkencenin en şaşırtıcı itirafları ortaya çıkardığını keşfetti. İnsanlara ne kadar çok işkence yapılırsa yaptıkları itiraflar o kadar şaşırtıcı oluyordu. İşkence görenler itiraflarına başkalarını dahil etmek zorunda bırakıldıkları gibi, bunu yaptıklarında da paçayı kurtaramıyor ve itiraf ettikleri kişi ile birlikte işkence görüyorlardı. Konrad'ın din ile dolmuş beyni neredeyse herkesin işkence altında iken herhangi bir şeyi itiraf edilebileceği gerçeğini fark etmiyordu. Kafasındaki kurgu dünyada büyücülerin arttığı ve Hristiyan dünyasının tehlikede olduğu idi.

8. Papa tehdidi algılamıştı. 5 Aralık 1484'te "cadılar" boğa boğuyor", diyerek cadılara karşı son derece şiddet uygulanması çağrısında bulundu. Cadıların erkeğin cinsel eylemi yerine getirmesini ve kadınları gebe kalmasını engellediğini yazdı. Bu ve diğer yollarla şeytanlar insanların "cinsel yaşamlarını" engelliyorlardı (Kötü güçler asla masum Hristiyanları cinsel konularda ele alma şansını kaybetmemiş görünüyorlar. Tanrıların Çekici isimli bu kitap tanrıça Diana'ya ibadet eden kadınların gerçekte şeytanın ajanları olduğu ve rakip tanrıların son izlerini kaldırmak için bir sebep oluşturduğu kanısını güçlendirdi.
Yazarlara göre durum şöyleydi: "... bu kadınlar, Diana veya Herodias'la birlikte olduklarını hayal ettikleri halde, gerçekte onlar, bu tür bir putperest adlarla kendini çağıran şeytanla beraberler .... ". [Malleus Maleficarum]

Malleus Maleficarum cadıların keşfi, incelenmesi, işkence edilmesi, yargılanması ve infazına ilişkin pratik talimatlar veren bir "soruşturmacı" el kitabıydı. Bu, 1486'da yayınlanınca, Batı Hristiyanlık boyunca engizisyon mahkemeleri üyelerine ve hakimlere kadar dağıtıldı. Basılacak ilk kitaplardan biriydi. 1520 yılına kadar on dört kez yeniden basılmıştı. Cinsel fanteziyle doludur: Şeytanlarla tanışmak ve onunla çiftleşmek için havada uçan cadılar; kuşlardaki civcivler gibi yaşayan insan cinsel organlarını "yuvalarından kesmişler; iblisler erkeklerle çiftleşir, sonra da cinsiyeti uykuda olan kadınlarla birleştirmek için değiştirirler, ve onları eski erkek partnerlerinden kaçak olarak edinmiş insan spermleri ile embriyo haline getirirler. Kitap, binlerce kişiye işkence etmek ve öldürmek için kullanıldı. Yazarlara göre, büyü, Tanrı'nın ihtişamına karşı hem sapkın hem de vatan hainliği barındırıyordu;

Seviyesi ne olursa olsun herhangi biri, böyle bir suçlama üzerine işkenceye maruz kalabilir ve suçunu itiraf etse bile, suçunu itiraf etmesine rağmen, işine alınmasına izin verilirse, yasalara göre öngörülen diğer işkenceleri sırasıyla yaşamalı, suçlarıyla orantılı olarak cezalandırılmalıydı.

Yasal teknik kolaylıkla kabul edilebilir. Roma kanunları büyücüler için yeni yasalar çıkardılar, bu da "büyücü" ve "cadı" kelimelerini yeniden tanımlayarak işkence yoluyla büyünün itiraflarını çıkardığı için cadılara genişletilebilirdi. İtiraflar, işkence yoluyla garanti altına alındı ​​ve bu itiraflar, büyü gerçeğini doğruladı. İtiraflarla gelen büyü gerçeği cadı diye etiketlenen insanlara karşı terörü ateşledi. Terör de suçlamaları yarattı. Suçlamalar işkence yapılması çağrısında bulundu. Ve işkence itirafları ve daha çok suçlamayı üretti. Bu kısır daire, kilisenin otoritesi tarafından çalıştırılan büyük ve korkunç bir çarktı. Sorulan sorular, suçların işlenip işlenmediği değil, nerede ve ne zaman suçlar işlendiği ve kimlerin karıştığı idi. Suçluluk zaten varsayılıyordu. Doldurulması gerekenler sadece ayrıntılardı.

Sadece 1524'te, 1.000'den fazla kişi Como bölgesi içinde mahkum edildi ve yakıldı. 1587-1593 yılları arasında Trier Başpiskoposu (Johann von Schönburg) 368 cadı yaktı. 1623-1631 yılları arasında Würzburg Piskoposu (Philip Adolf von Ehrenberg) 900 kadar cadı yaktı ve bunların çoğu henüz çocuktu. 900 kişiyi cadı diye yakmak bir engizisyon mahkemesi üyesi için alışılmadık bir durum değildi. Bazı engizisyon mahkemesi üyeleri sayıları kaydetmemişti bile. Bamberg Piskoposu (Johann Georg II), komple hücreler ve işkence odaları ile yapılmış ünlü bir cadde evine sahipti. Ev sık kullanılan işkence aletlerini içeriyordu: Kelebek vidaları, bacak mengeneleri, sivri uçlu demir kırbaçlar, haşlanmış kireç banyoları, askılar ve diğer cihazlar. İşkenceyi dayanılmaz hale getirmek için ağırlıklar bazen kurbanın ayaklarına veya testislerine tutturuldu. Piskopos, 1633 yılına kadar on yılda 600'den fazla kişiyi yaktı. Johannes Junius, Bamberg'deki kurbanlardan biriydi. 24 Temmuz 1624 tarihli bir mektubunu kızına gizlice ulaştırması için bir gardiyana rüşvet verdi:

"... ve sonra da geldi - En yüksek cennetteki Tanrının merhameti yok - uygulayıcı ve baş parmak vidalarını üzerime taktı, her iki el de birbirine bağlıydı, böylece kanlar çivilerin etrafından  her yere aktı, yazdıklarımdan görebildiğin gibi, bu yüzden ellerimi 4 hafta kullanamadım ... Sonra beni soyup ellerimi arkamdan bağladılar ve beni strappado' ya çektiler (Strappado; kişinin kollarının arkasından bağlanarak yukarıya çekildiği vinç sistemli bir işkence aleti). Sonra cennet ve yeryüzünün bittiğini düşündüm; sekiz kez beni çekip tekrar aşağı bıraktılar, çok acı çektiğim için itiraf ettim ... Ama hepsi bir yalandı ... Sonra işlediğim suçları söylemek zorundaydım ... O yüzden onlara çocuklarımı öldüreceğimi söyledim, ama bunun yerine bir atı öldürdüm dedim. Hiçbir yardımı olmadı. Ben de kutsal bir kek aldım ve onun kutsallığını bozdum. Bunu söylediğimde beni rahat bıraktılar ... İyi geceler, çünkü babanız Johannes Junius sizi asla daha fazla göremeyecek."


A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Cadıların varlığını inkar etmek "açık biçimde sapkınlık"idi. Roger Bacon cadılık, büyücülük ve dolandırıcılık ile atfedildi, ancak Bacon kendini bir kafir olarak kınadı. İspanyol engizisyon mahkemesi görevlileri, büyü yapmayı delilik ve sanrılar olarak nitelendiriyorlar ve belki de kızartılacak başka balıkları olan Yahudileri ve Müslümanları ele almak için laik yetkilileri terk ettiler. Batı Hristiyanlık boyunca cadılar Kilise tarafından yakıldı veya Devlet tarafından asıldı. Hakim olan görüş, yanlışlıkla suçlanan herkesi kurtarmak için Tanrı'nın kendisi tarafından müdahale edileceği idi.

Friedrich von Spee, bir itirafçı olarak Würzburg'daki süreci yakından gördü. Malleus Maleficarum'un yazarlarının "yaratıcı ve kurnazca işkenceleri" vasıtasıyla Almanya'ya cadılığın tanıtımının yapılmasından sorumlu olduklarını belirtti. Her ne kadar Von Spee kurbanlar arasında yalnızca masumiyeti bulmuş olsa ve herkesin işkence altında itiraf edeceğini kabul etmiş olsa da, yine de protesto etmeksizin, masumların kazıklar üzerinde tutuklu olarak yakılışını izlemeye devam etti. 1631'de Cautio Criminalis adında bir teşhir yazısı yayınladı ve Engizisyon kendisine ulaşmadan önce dertten ölmek için iyi bir servet aldı. Kitabında, kullanılan teknikleri ortaya koydu ve suistimalleri sıraladı. Cadılar şeytani bir hayat sürdüyse açık bir şekilde suçludur, ancak cadıların özellikle erdemli görünerek aldattığı bilindiğinden iyi bir hayat sürdüyse eşit derecede zararlıdır "dedi. Ceza evine konulurken benzer iki yönlü bir argüman uygulandı:
  1. Eğer işkence çekenlerin görüntü veya seslerinden dolayı korkuyor ise, bu onun kesinlikle suçlu ve günahkar olduğunun kanıtıydı.
  2. Eğer bu, suçlamanın kanıtı sayılmaz ise, bu sefer de cadıların çok iyi masum taklidi yapabildiği ve cesur bir cepheden oluştukları söylenir ve bu da suçluluk kanıtı sayılırdı.
Sanığa yardım eden ya da prosedürü protesto eden herkes, bir büyücüyü destekleyen kişiler olarak etiketlenmişti, hal böyle olunca herkes ölüm korkusu yüzünden sessiz kaldı. Duruşma boyunca mahkumların verdiği savunmalar bile not edilmiyordu, böylece mükemmel bir savunması olsa bile göz ardı edilebiliyordu. İşkence iki aşamalı olarak gerçekleşiyordu, fakat sadece ikincisi işkence olarak nitelendirildi;
  1. Kurban, ilk aşamada itiraf etmiş olursa, işkence yapılmaksızın suçunu itiraf ettiği söylenirdi.
  2. İşkence görürken kurbanın gözleri yumuksa, işkence eden kişiler "gülüyor" diyorlardı. Eğer kendinden geçmişse "uyuyor" yada "büyülendi" deniyordu. İşkence altında ölürse "Şeytan onun boynunu kırdı" diyorlardı. Hiçbir çıkış yolu yoktu. İtiraf etmek de, itiraf etmeyi reddetmek de ölüme yol açtı.
Her ne kadar işkenceler itiraf elde etmek için her zaman yeterli olsa da, işkence başarısızlığı gibi durumlarda Hristiyan yetkililere de deliller verilmesi sağlandı. Rahipler kilise otoritesine uyduğu sürece, genellikle başkalarına uygulanan muamele türünden kurtuldular, ancak kilise makamları uygunsuz görürse, rahipler de aynı işkencelere maruz kalabilirdi.

Loudan'da büyü yapmakla suçlanan bir Fransız rahip olan Urbain Grandier, ilk duruşmasında beraat etti ancak ikinci bir davada Kardinal Richlieu tarafından atanan savcılar Grandier ve Şeytan'ın imzaladığı ve bir dizi iblis tarafından mühürlenen iki pakt ürettiler - Lucifer, Beelzebub , Astori, Elimi ve Laviathan'ın hepsi bu pakta karışmıştı. Bunun sonucunda Grandier suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi. Onu suçlu bulan yargıçlar, "bu olağanüstü soruna", hemen hemen ölümcül olmayan bir işkence biçimine sokulmalarını emretti ve genellikle yargılanmadan kısa süre önce mağdurlara uygulandı. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te tehlikede can verdi. ve bu nedenle genellikle kurbanlara idam edilmeden kısa süre önce verildi. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te tehlikede can verdi. ve bu nedenle genellikle kurbanlara idam edilmeden kısa süre önce verildi. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te kazık üzerinde canlı canlı yakılarak öldürüldü.

Fail popüler biri değil ya da bir yabancı ise, neredeyse herhangi bir hareketi büyücülük sayılabilirdi. Yaşlı kadınlardan birçoğu evcil hayvan beslediği için bile kazık üzerinde yakılarak öldürüldü.

"Kırışık yüzlü, çatık kaşlı, dudakları kıllı, şaşı gözlü, bir gıcırtılı ses veya azarlayıcı dilli .... ve yanında bir köpek ya da kedi olan her yaşlı kadın için, sadece şüphelenilmekle kalınmıyor, aynı zamanda cadı olarak telaffuz ediliyordu." John Gaule, Select Cases of Conscience Touching Witches and Witchcraft , 1646

A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Şeytanı güçlendirme gücüne sahip oldukları düşünülen genç çocuklar yazısal hiçbir değeri olmayan uydurma belgeler okunurken canlı canlı yakıldı. Büyücünün etkinliğini inkar edenlerin, cezalandırmada az gayret gösterenlerin tehlikede olduğu çağrısında bulunuldu. Johann Weyer "De Praestigiis Daemonum" isimli büyü konulu kitabında, büyücülük vakalarının doğal açıklamalara sahip olduğunu ve açıkça belli olduğunu (gerçekten açıkça belli olduğunu), cadıların yalnızca zihinsel rahatsızlıktan muzdarip olduğunu savundu. Kendisi büyü ile suçlanıyordu. Trier'deki seküler bir yargıç olan Dietrich Flade, yerel piskoposunun tatları için bir cadde avcısı olarak yeteri kadar hevesli değildi. Yerel cadı deliliğini kontrol altına almaya çalışırken, kendisi büyücülük ile suçlandı. Zaten kendini diri diri yakan bir kadından sonra birçok insan kendilerini yaralamaya teşvik edildiler (yanmadan önce boğulması gerektiğine teşvik ediliyorlardı). Flade'nin kaderi mühürlendi. İşkence altında, yerel bitkilere zarar vermek için çamurları salyangoz haline getirdiğini itiraf etti ve 1589'da Trier'de idam edildi.

Adil yargılanmaya yaklaşacak herhangi bir soru yoktu. Doğal adaletin tüm unsurları terk edildi. Sanığın sanıklardan ziyade cadı ya da sihirbaz olarak anılmasıyla daha en başta suçlu oldukları kabul ediliyordu. Tüzük gereğince, sanıkların suçlamacılarının kimliğini bilmesine izin verilmedi (Malleus Maleficarum III, q 2). Hearsay kanıtları mahkeme tarafından kabul edildi (III, q 6). Bilinen itirafçıların kanıtı, imanın gayreti içinde olduğu sürece kabul edildi (III, q 4). Sanığın ailesinin diğer üyelerinin daha erken mahkum edilmesi, hatta büyücü şüphelileri olması bile kanıt olarak sayılırdı (III, q6). Bu, tüm ailelere zulme yol açtı. Tek bir ailenin sekiz üyesi 18 ay boyunca 1630 yılına kadar büyücülük suçlaması yüzünden idam edildi.  Sanığı "vücutlarının en gizli kısımlarında bile adlandırılamayacakları" bile olsa, bazı sihirli çekiciliğini gizleyebilecekleri gerekçesiyle sıyrılmış, tıraşlanmış ve yakından araştırılmışlardı (III, q 15, burada metin şunu varsayıyor: sanık bir kadın olurdu). İşkence "sık sık ve yoğun şekilde" uygulanacaktı (III, q 14). Sanığın avukat hakkı yoktu ve hakim savunma için avukata izin verdiyse, avukat sanık seçemezdi (III, q 10). Savunma danışmanı görevlendirildiyse, kritik delilleri (şahitlerin isimleri gibi) görmeye hakkı yoktu ve sapkınlığı savunmakla yükümlü olma riski altındaydılar (III, q 10).

Bazen kaba kuvvet yalancılıkla takviye edildi. Yazarlar, büyücü diye suçlananlara, cadı avcılarının duymak istediklerini söylemelerini önerdi. İstihbaratçılar, yalnızca itiraf ederlerse suçluları ölümle mahkûm etmeyeceğini teminat altına alabilirlerdi (III, q 14), fakat bu bir hileydi, çünkü hâlâ bir şekilde suçlananları öldürüyorlardı. Suçlanan kişi başkalarını dahil ederse, daha az ceza verileceğine inanmaya yönlendiriliyordu. İtiraf ettiğinde ise birkaç ay boyunca hayatta kalabileceği ekmek ve sudan oluşan bir diyetle ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyordu. Bir başka seçenekse yakmadan önce bir süre ceza evine sokmaktı. Üçüncü bir seçenek, ceza evine gönderilmesini reddetmek ve onun yerine bir ölüm cezası vererek ölüm cezasına çarptırmaktı (III, q 14).

Sanıkların tümü ilk suç için idam ettirilmedi, ancak diğer kanunlardaki gibi, sözde suçun tekrarlanması fiili olarak ölümü garanti etti. Bir şüphe uyuşmazlığı, dini bir hakimin şüphelinin öldürülmesini sağlamak için yeterli gerekçesi oldu (II, q 6, Bölüm 16). Cümleyi yazılı olarak kaydettirmeye gerek yoktu (III q 18). Temyiz yoktu, ancak sanıklar kötü muamele görmüştü (II, q 1, C.16). Sivil makamlar, dini bir mahkemenin cezasını uygulamakla yükümlü olsalar da, geçici Lordlar'ın müdahale etmesi yasaklandı (II, q 1, C.16) (II, q 1, C.16). Canon kanunu, davayı denemek için bir dindar hakim, ancak ölüm cezasını yerine getirmek için laik bir kişi istedi (III). Ölüm cezasının uygulanmasını izlemek için gelen kişilere hoşgörüyle yaklaşıldı (III, q 29 ff.).

Çeviren-Derleyen-Yazan: A.Kara