HABERLER
Dini Haber
şeriat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şeriat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İNANÇ VE DİN

Yazan: Wiseman


İNANÇ VE DİN


‘’Din ya da İnanç, Yaratıcı ile yaratılan arasındadır.’’ derler.
Bu söz gerçek midir? Teoride evet ya uygulamada? Gelin beraber inceleyip sorgulayalım.

Aşağıda ifade edeceğim konular Yaratıcı'nın varlığı ya da yokluğu ile ilgili olmayıp, Yaratıcı'nın varlığını kabul eden kişiler için dikkate alınması gereken konulardır. Din denildiğinde kastedilen belli bir din değil yeryüzündeki tüm dinlerdir.

Öncelikle İnanç ile Dinin farklı kavramlar olduğunu, olması gerektiğini görmeliyiz.

İnancı, yaratıcı ve yaratılışsal anlamda ele alacak olursak, öncelikle sözlük anlamına bakalım; "Bir düşünceye çok sağlam bir biçimde, içten gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru sayma, sanma, inanma" demektir. Dikkat ederseniz bu tanıma göre inanç, DÜŞÜNCE BAZINDADIR, BİREYSELDİR, ZANNA DAYANIR ve SOYUT KAVRAMLAR İÇİN GEÇERLİDİR. Yani İnanç, BİLİNMEYENİ YORUMLAMAKTIR.

Şu anki Dünya nüfusu yaklaşık 7,8 milyar, bu nüfusun 6 milyarı bir yaratıcının varlığına inanıyor. Şu ana kadar gelmiş geçmiş tüm insanlar da yaklaşık 110 milyardır. Gelmiş geçmiş tüm insanların bir “Yaratıcı'ya’’ inandığını, inanma ihtiyacı hissettiğini düşünürsek, muhtemelen insanlığın %95 inden fazlasının bir “Yaratıcı'ya’’ inandığını varsayabiliriz. İnsanlığın bir ‘’Yaratıcı'ya’’ inanmasını ya da inanmamasını yanlış bulabilirsiniz. Buna herkes saygı duyulmalıdır. Ancak inancın, inanma meselesinin, insanlığın varoluşsal, fıtrat gerçeği olduğunu, var olduğundan beri bir Yaratıcı'ya inandığı ve arayış içerisinde olduğu gerçeğini ret etmek akılcı değildir. İnsanoğlu var olduğundan beri daima bilmediği, tanımadığı, korktuğu, kendisinden güçlü olduğuna inandığı çeşitli varlıklara, varlık üstü gördüğü somut ya da soyut kavramlara boyun eğmiş ve bir arayış, tapınma içerisinde olmuştur. Zaman içerisinde ve coğrafyaya göre tapındığı varlıklar kişilere ve toplumlara göre değişkenlik göstermiştir. Öyle ise “İnanç’’ meselesinin “İnsan ile Yaratıcı ya da inandığı arasında bireysel ve kişiden kişiye değişen bir konu’’ olduğu gerçeğini görmek gerekir. Bu nedenle inanç yani bir yaratıcının varlığını arama ve sorgulama dürtüsü doğaldır, yaratılış gereği özde ve akılda vardır.

Bu durumda ortaya şu soru çıkıyor. İnsan Yaratıcı, Yaratılış konusundaki bireysel inancını başkalarına, topluma dayatmalı mıdır? İşte sorun burada düğümleniyor. İnanç; bireysel ve kişi ile inandığı arasında, kişiden kişiye değişen, somut delillere dayandırılamayan bir zan meselesi olduğundan, ASLA dayatma söz konusu olmamalıdır. Çünkü herkesin Yaratıcı'yı anlama, algılama, tanımlama ve kabullenmesi farklıdır. Bu gün Dünya’nın yaşadığı en büyük sorunlardan birisi budur. ASLA ama ASLA inanç dayatılmasına müsaade edilmemelidir. Yanlış olan inanmak değil dayatmadır. İnanç dayatanların, inanç dayatmaktan ASLA vazgeçmeyecekleri, bu konuda riyakâr oldukları ve güvenilmemesi gereken bir konudur. Çünkü dayatılan doğal ve yaratılışsal olan inanç değil kişisel yargı sonucu oluşan zandır. Ben böyle inanıyorum sen de böyle inanacaksın demektir.

Din meselesine gelince; Din, insanların inancının düzene sokulması için yine insanlar tarafından konmuş olan kısmen somut, kısmen soyut kurallar bütünüdür. Bu nedenle Yaratıcı ile kul arasında olan, olması gereken sadece inanç değil aynı zamanda dindir. Geçmişte bazıları, bu inanç meselesinin bireyselliğini suiistimal ederek hem kendilerini Yaratıcı ile insanlar arasında elçi, aracı ilan etmişler hem de bundan doğan üstünlüklerini korumak için kurallar bütünü içeren sözlerin ve kitapların, Yaratıcı tarafından söylendiği, gönderildiği yoluna, yalanına başvurmuşlardır. Kendi üzerlerinde topladıkları bu güçle de toplumları, toplumsal akıl, adalet, vicdan, sevgi ve ahlak ile değil bireysel menfaatler doğrultusunda yönetmişlerdir. Üstelik bu yönetim ve yaşayış anlayışı insanın dünyadaki somut yaşamının mutluluğu üzerine değil varlığı bilinmeyen, ölümden sonraki soyut yaşamdaki mutluluk üzerine kurulmuştur. Bu dünyadaki yaşamı ve mutluluğu yok sayılmıştır. Bu şahısların ölümünden sonra da bazı uyanık takipçilerinden farklı kişiler ve gruplar (Tarikat ve cemaatler, şeyhler, şıhlar, hocalar) bu din düzenini kendi menfaat ve saltanatları için sömürü aracı olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Dünyada yaşamı Cennete çevireceklerine Cehenneme çevirmişlerdir.

Bazılarının inandıkları din bile "Senin dinin sana benim dinim bana" demesine rağmen, inadına dinlerini tebliğ adı altında dayatmaları kendileri için ayrı bir çelişkidir.

Dinci, Dinbaz, Siyasal Dinci hiçbir zaman dürüst ve ahlaklı olmadı, her zaman kendi düzenini, sömürüsünü, din ticaretini kuruncaya dek sinsice planlarını yaparak, halkın büyük kesimini uyutmayı başardı. Bazı ülkelerde egemen oldular. Bugün insanlık hala, dışı Dindar içi Şeytan olan dinci, dinbaz, yobaz, siyasal dinci, riyakârların pençesindedir. Dinler korkuya, korkutmaya dayanır, insanları Cehennem ile korkuturlar. Bu nedenle insanlık korku içerisindedir. İnsanlık bu korkusunda haklıdır. Bu korkunun nedeni Dinci, Dinbaz ve inanç dayatanların RİYAKÂRLIĞIDIR, DİN ADINA İNSANLARIN SOYULMASI, SÖMÜRÜLMESİ VE ÖLDÜRÜLMESİDİR. Çünkü Din; Dinci ve Dinbazlar tarafından alınıp satılan, kullanılan bir meta haline getirilmiştir. DİNLER İLAHİ EMPERYALİZME DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR.

Laiklik ve Laik olanlar inanç ve din konuda çok akılcı, adil, dürüst ve saf davranmaktadır. Tüm inançların dışında, tüm inançlara saygılı ve eşit mesafede, inançların ve dinlerin toplumsal değil bireysel yaşanması gerektiğini ifade etmektedirler. Laiklerin; Laikliğin, Demokrasinin, Cumhuriyetin, değerlerini koruma konusunda, dindar ve inançlılara güveni bir kenara bırakarak, kendisini Dincilere, Dinbazlara, İnanç ve Din dayatanlara karşı kesin kurallar ile koruma altına alması gerekmektedir.

Laiklik; laikliği din görenlerin ve dinler ile kıyaslayanların aksine seküler (dünyevi) bir kavram olup; insanlığın Dünya'ya, yönetim sistemlerine bakan, yönetimde inanca, dine yer vermeyen ama kişilerin dayatılmayan bireysel inançlarına saygı duyan, ortak evrensel akla, adalete, somut gerçeklere ve insanın bu dünyadaki yaşam ve mutluluğuna yönelik bir yönetim kavramıdır. Şeriat (Din, İnanç kurallarına dayalı yönetim düzeni) ise sözde uhrevi olup dünyaya değil ahirete (öteki dünyaya) bakan bir kavramdır. Yani bilinmeyene yöneliktir. Kişisel ve dayatmacı kararlara dayanır. Kuralları da kişiseldir.

İnsanoğlu bilinmeyenden korktuğu, vaat ve cazibesine ilgi duyduğu içindir ki kendisini ahiret, öteki dünya ile kandırmak çok kolay olmuştur. Bu nedenle korkulanların ve bilinmeyenlerin müşterisi bilinenlere göre çok olmaktadır. Bilinmeyenlerin pazarlanması kolay ve müşterisi çok olduğundan, pazarlayanları da çok olmuştur. Yani ortaya binlerce din ve bu dinleri pazarlayan Dinbazlar çıkmıştır. Ancak bu Dinbazlar kendileri dünyada Cennet’i yaşarken, bağlılarını cehennem ile korkutarak, ahirette cenneti vadetmektedirler. Bu gün Dünyada dört bin üçyüz civarında din olduğu kabul edilmektedir. Gerçeklere ve ortak akla yönelik yönetim biçimlerine ise sadece akıllarını kullanan toplumlar ilgi göstermektedir. O yüzdendir ki seküler düzenler (yönetim şekilleri) ortak akla dayandığından sayıları da bir elin parmaklarını geçmemektedir. Din beyne girince Akıl ve Adalet bedeni terk etmiştir. Yeryüzünde elbet Ortak Akıl galip gelecektir.

İnsanoğlu illa bir inanca, dine sahip olmak istiyorsa bu kişisel inanç ve din değil her şeyin üstünde ve dışında olan, ortak ve evrensel AKIL, ADALET, VİCDAN, SEVGİ ve AHLAK, değerlerini içeren bir inanç, din olmalıdır. Başka kurallar koyup insanlık kirletilmemelidir.

DİN; BASİT BİR TOPLUMSAL DOLANDIRICILIK YÖNTEMİDİR. ÖLDÜKTEN SONRAKİ HAYATI VARMIŞ GİBİ SATARLAR.

Not: Eğer fiili bir Yaratandan bahsedecek isek, öncelikle doğrudan ‘’Yaratıcı’’ fiilini kullanmamız gerekir. Her toplum Yaratıcıyı kendi dillerinde isimlendirmektedir. "Allah" kelimesi Arapların Yaratıcıya verdiği isimdir. Türklerde ve Türkçe de ise Yaratıcı'ya Tanrı/Tengri denmiştir. Yaratıcı, tüm yarattıklarının dilinden anladığı gibi yaratılanların, Yaratıcı'ya kendi dilleri ile seslenmesinden daha doğru ve doğal bir şey olamaz.

Sağlık ve Sevgi ile Kalınız.

DİN, DEVLET VE TOPLUM

din, DP, Kaos savı, Dinlerin kaos görüşünüden beslenmesi, Din ve kaos, Medya ve siyasetin dini kullanması, Din ve devlet, Devletin dini olmaz, Şeriat, Din kullanışlıdır, din ve mitoloji,
Prof. Dr. Celal ŞENGÖR, 2014 yılında katıldığı bir söyleşide (Bu sunumunun youtube de video’su var, isteyen açıp izleyebilir.), din faktörünün işlevlerinden bahsetmişti. Bu işlevlerinden ilki “İZAH İŞLEVİ” diğeri de “DÜZENLEME İŞLEVİ” idi. Hocamızın bu sunumunun çok fazla detayına girmek istemiyorum ki olası yanlış aktarımlara yol açmamak için. Sunumu izleyerek gerekli çıkarımları siz de yapabilirsiniz.

Yüzeysel olarak detaylandıracak olursak, bu işlevlerden ilki olan İzah İşlevi sayesinde insan veya insan toplulukları, doğaüstü olarak nitelendirdiği ki aslında doğal olan ve günümüz koşulları ile açıklanabilen olayları tanımlama ihtiyacını gidermiştir. Düzenleme İşlevi ile de sosyal ilişki, hukuk, ticaret vb. konularda oluşabilecek sorunlara karşı ortak bilinç ihtiyacı giderilmiştir.

Din, insanlara bir gereklilik olarak algılatılmıştır. Hatta dine inanmayan bazı çevreler dahi şiddetle dini savunmuşlardır. Sebep olarak da oluşabilecek sosyal, kültürel, ahlaki, maddi ve manevi çöküntüleri ve oluşabilecek kopuklukları örnek vermişlerdir. Onlara göre Din olmaz ise dünyayı bir kaos beklemektedir. Bu sav, yani KAOS savı çoğu görüş ve düşünce de kendine yer edinir. Örnek vermek gerekirse: “UFO’lar yani uzaylılar var ama açıklamıyorlar. Açıklarlar ise Kaos olur. Dinler, inançlar her şey çöker. Bu istenmiyor o yüzden açıklanmıyor.” ya da “ Aslında vatikan da saklanan bir incil varmış, o incilde Hz. Muhammed yazıyormuş Açıklanırsa Hristiyanlık çöker, Kaos olur diye açıklamıyorlarmış.” Bir diğer örnek: “ Ne demek hadis ve sünnet islam da yok? Olur mu öyle şey. Hadis ve sünnet olmazsa biz nasıl dinimizi anlayacağız? Kuranı nasıl anlayacağız? Olur mu öyle şey. Kaos çıkar vallahi ve de tillahi”

Kısacası KAOS, hemen herkesin diline adeta pelesenk oldu. O olmazsa kaos olur, bu olmazsa kaos olur. Nedir bu meşhur kaos? Hemen tanımlara bir göz atalım:
  • Evrenin düzene girmeden önce içinde bulunduğu, biçimden ve düzenden yoksun, uyumsuz ve karmakarışık olan durumu.
  • Mec.
Kargaşa, karışıklık.
Peki ya gerçekler? Neden gerçekler tu kaka ilan ediliyor? İnsanların bilmeye, öğrenmeye hakkı yok mu? İnsanları hep neden kaos ile korkutuyoruz?

Mevcut durumu biraz tahlil etmeye çalışalım. Ortadoğu’da kaos olmadığını söyleyebilir misiniz? Filistin? Arakan? Hindistan? Afrika? Asya tarafındaki eski Sovyet ülkeleri? Ah pardon atlamayalım. Ortadoğu ve İslam coğrafyasındaki kaos ve karışıklık ortamının sebebi İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve bir grup Avrupa ülkesi daha. Masonlar, İlluminati, FETÖ gibi örgütlenmeler, IŞID (Neyse terminolojiyi bozmayıp DEAŞ’ ta diyebiliriz) ve benzerleri.

Ülkemizdeki karışıklığın sebebi dahi hep bu “dış güçlere” bağlanıyor. “Amerika şeytan uşağı, Yahudiler İslam düşmanı, Almalar ırkçı, Fransızlar sömürgeci, Ruslar komünist, kısacası tüm dünya karşımızda bizim. Ancak her nasılsa bunlar madem kötü ve bizim kötülüğümüz için uğraşıyor, neden tüm ortaklık ve anlaşmalarımız bu ülkeler ile? Ülkemizde sağcı, sol ve hatta muhafazakâr iktidarlar döneminde ve halen İsrail ile aramız hep güzel (birkaç göstermelik gerginlik dışında). Amerika kutsal müttefik. Almanya ikinci Türkiye. Ne zaman birileri ile aramız bozulsa şu sesler hep mevcut :” Onlar birbirlerinin dostları, Türk’e Türk’ten başka dost yok, Amerikalılar misyonerlik yapıp gençlerimizi bozuyor vs. vs.” Hep bir savunma içerisindeyiz. Hep onlar ve biz kavramı var.

İşimize gelince dost ve müttefik oluyorlar, işimize gelmeyince tu kaka. Burada ana belirleyici faktörün hep din olduğu söylenir. Ancak değil. Açıkçası uluslararası ilişkilerde –bizim liderler dahil- din faktörünü hiç düşünülmez. Çıkarlardır önemli olan. Eğer çıkarınız var ise İsrail’ le de ortak olursunuz, Amerika ile de müttefik olursunuz, Şeytan ile de dost olursunuz. Yeter ki çıkarlar uyuşsun. Ancak bu hususu halka anlatamazsınız. Medya ya zaten anlatamazsınız ki onlar maaşlarını kim veriyor ise onun ağzından konuşur ve yazarlar. O yüzden bu ülke de basın özgürlüğü olmadığı doğru. Ancak bu özgürlüğü kısıtlayanlar mevcut iktidarlardan daha çok medya patronlarıdır. Kazanmak istiyorsanız onların dilinden konuşacaksınız.

İş olayları halka anlatmaya geldiğinde varsayalım Rusya ile aramız bozulmalı ise yapılacak şey basittir. “Onlar Müslümanlara zulüm ediyorlar…” görün bakın neler oluyor ülkede. Ancak iyi geçinmemiz gerekiyor ise “Rusya’da bir camimizi daha hayırlısı ile açıyoruz…..”

Amerika ile iyi geçineceksek ki zaten kötü geçinmemiz düşünülemez, Sam amca nın ağızından konuşmamız kâfi. Gerçi tüm iktidar sahiplerinin akraba ve kendileri onların okullarından mezun o da başka bir ironi. Hatta darbe yapmaya kalkışan Pennsylvania’ nın ağlak imamı dahi orada yaşıyor. Neymiş? Hicretteymiş. Sağlık sorunları imiş. Yersen…. İster sağ, ister sol ister muhafazakâr, bir defa Amerika ve İsrail in tornasından geçmek zorunda. Yoksa o koltuk bir hayalden öteye geçemez.

Demek ki neymiş? Din belirleyici faktör değil. Bunu bir defa kenara koyalım. Çıkarlar mı uluslararası ilişkiyi belirliyor? Evet. İsterse satanist olsunlar. O halde kalkıp “Devletin dini olmaz mı? Dinsiz devlet olur mu? Din olmadan Devlet kurulmaz.” Laflarını bir kenara atalım. Bu iş sadece kendi vatandaşlarınızı uyutmak için var. Tüm dünya da iş böyle yürüyor. Asıl olan çıkarlar. İktidar eğer halkın dininden ise burada sorun elbette olmaz. Kişinin dini olur veya olmaz. Bu kişisel özgürlüktür. Bir cumhurbaşkanının, Başbakanın, Kralın, Devlet Başkanının elbet dini olabilir ve ya olmayabilir. Bu o kişiyi bağlar. Yeter ki herkes kendi inancını kendisi için yaşasın. Başkalarının inanç alanına müdahale etmesin. Dolayısı ile iktidarın DİN’Lİ veya DİNSİZ olmasının çok önemi yoktur. Önemli olan liyakat esasına dayalı, işin tanımlanmış gereğini yapan, ulusal çıkar ve kırmızıçizgileri savunan ilerici, insan ve CANLI haklarına saygı gösteren, çoğunluğun olduğu kadar azınlığında sesi olabilen demokrat bir yapı olsun.

DEVLET YÖNETİMİNDEN VE EĞİTİM SİSTEMİNDEN DİN ÇIKARSA KASO OLUR FİKRİ TÜMDEN YANLIŞ VE AKIL DIŞIDIR. Neden tüm idarecilerimiz, yöneticilerimiz ve ister iktidar ister muhalefet olsun ana iskelet kadrolar oranın okullarında “Hristiyan ve Ateist” hocalardan ders alıyor? Neden o “Hristiyan ve Ateist” okullardan mezun oluyorlar? Onlar batıl değil mi? Onların ilmi ŞEYTAN İLMİ değil mi? Onların ekonomi okulları ve ekonomik fikirleri YAHUDİLİKTEN VE KABBALA’ dan alınma değil mi? Evet? Cevapları alalım? İmam Hatipler bu ülkenin kurtuluşu ise neden kendi çoğunluğunuz ve evlatlarınız bu kutsal ilimden geçmedi? Bir kısım sol kanat ta kusura bakmasın, ALEVİLİK denen uydurulmuş antik Anadolu dinini de insanlara çözüm ve alternatif olarak sunmayın. Evet, uydurulmuş dinlere ve düşüncelere karşıyız derken siz de bu kapsamın içerisindesiniz. Alevilik bu coğrafya da ağır sınavlardan geçti. Katliamlar ve çığlıklar Anadolu topraklarını inletti. Maraş, Çorum ve Madımak elbette unutulmadı. Ancak bu durum Alevilik inancının da uydurulmuş olduğu gerçeğini değiştirmez. İstediği kadar demokratik veya canlı odaklı olsun.

Yazının başında söylediğimiz üzere eğer ülke yönetiminde din faktörü devreden çıkarsa, yani kıstas olmaktan çıkarsa ne olur? Kaos olur mu? Kısa ve net olarak HAYIR. Litvanya’ya Finlandiya’ya, İsveç’e, Çekya’ ya, Hollanda’ya, İsviçre’ye Kanada’ya, Japonya’ya bir bakın. Kimse kalkıp Avrupa’nın Hristiyan Demokrat Partilerini örnek vermesin onlarda kendi ülkelerinin demokrat muhafazakâr OYLARINI almak için varlar.

Kısacası Kaos çıkar teoremini kafamızdan atalım. Peki, DİN olgusu devlet yönetiminden çıkarılır ise ne olur? İşte buna LAİK’ lik denir. Kişinin dini olabilir veya olmayabilir. Ama Devletin dini olmaz.

“Kuran-ı Kerim zaten Laikliği savunuyor sayın yazar. Bağnaz Arapların Kuran ve çağ dışı şeriatını bize örnek verme. Dinimiz en güzel en demokratik yönetim şeklini bizlere öğüt veriyor. Araplar Kuranda bahsedilen insan haklarını ve ayetleri düzgün uygulamıyorlar ise bu onların sorunu. Burada abuk sabuk bilgiler verip milletin aklını bulandırma!” diye suçlamada bulunmadan önce, Kuran-ı Kerim’i ANLAYARAK, ÖZÜMSEYEREK ve SORGULAYARAK okumanızı tavsiye ederim. Yukarıda yazdığım şekilde bana suçlama yapan adam hayatında bir defa Kuran okumamış, ayetlerden bihaber, hadislere hiç göz atmamış (Kütüb-i Sitte), üretilmiş bir dine inanıyordur. Yok, illa Kuran-Sünnet-Hadis üçlemesini esas alan Şeriat istiyoruz diyorsanız ve bu sistemin sizi ileriye götüreceğini inanıyorsanız önünüzde somut örnek var. Bakın bakalım IŞID (ya da DAEŞ bende karıştırdım artık) hangi sistem ile yönetiliyor/-du. Neyi temel alıyor/-du. Osmanlı’ yı sakın ha örnek vermeyin. Bırakın şeriatı, Osmanlı zaten Kuran hükümlerinin dışında bir sistem ile yönetiliyordu ki bunu seçme ilahiyatçılar ve din âlimleri bile itiraf ediyor. Osmanlı’nın yönetim sistemi tümden Kuran ve Sünnet dışı idi.

Şimdi… “Devlet’te ve Eğitim’de din çıkarsa ne olur?” sorusuna cevabı bir nebze olsun bulduk. Bir şey olmaz.

Ya toplumun dini? Topluma eğer din faktörünü çimento vazifesi gören bir unsur olarak tanıtır ve öğretirseniz, o toplumun çökmesi an meselesidir. Çünkü bu sistem, diğer inançları veya “inançsızları” yabancı virüs olarak algılayacak, herkes bir diğerini düşman görecektir. Kısacası bu sistemin yanlış olduğunu anlamak için halk arasındaki tabir ile “âlim” olmaya gerek yoktur. İrlanda örneği önümüzde duruyor. Ülkemizde yaşanan mezhep ve tarikat çatışmaları önümüzde duruyor. İsmailağa cemaati bile kendi içlerindeki hizipleşmeler nedeni ile umre de birbirlerini nasıl sopaladılar hepimiz gördük. Fatih Medreseleri ile Kıyam-Der üyeleri birbirlerine nasıl saldırdılar Mekke de şahit olduk.

Gelelim finale. Ya bireyin dini olmaz ise ne olur? “Aman tövbe de. Tövbe haşa estağfurullah. Kalp gözün kapanmış senin, Allah ıslah etsin, sana dedik o kadar derine inme diye. Git iyi bir hocaya okut kendini. Cin min musallat olmuştur sana. Allah sana hidayet versin ne diyeyim!” temennilerinizi bir kenara koyalım. Bireyin dini olmaz ise de bir şey olmaz. Bu bireyin kendisini ilgilendirir. Onun kendi hür kararıdır. İster Müslüman olur, ister Hristiyan, ister Yahudi, ister Teist, ister Agnostik, ister Deist, ,ister Ateist, ister bilmem ne-ist. Bu birey toplumca kabul görmüş iş ve hayatının getirdiği sosyal sorumluluklarını yerine getiriyor mu? Ülkesinin değer yargılarına koşulsuz biat ediyor mu? Siz buna bakacaksınız.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki, Devletin, Toplumun ve Bireyin dini olmaz ise bir şey olmaz. Kaos olmaz. Karışıklık Çıkmaz. Ahlaki yozlaşma ve çöküntü yaşanmaz. Hırsızlık ve Cinayet olayları artmaz. Bunların tamamı insani kavramlardır. Kötü şeyler yapacak insanı Din dizginlemez veya engellemez.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

HEP Mİ ONLARIN İŞİ ?

Yazan: A.Kara

Ne zaman bir olay olsa, Müslümanlar birilerinin yada birbirlerinin kafasını koparıp tekbir çekiyor olsa, yada ne biliyim Işid gibi kestikleri kafayla futbol oynarken fotoğraf çekip üzerlerine sevdikleri futbolcuların ismini yazıp twitter'a yüklese, kol, bacak kesse, adam öldürse falan...  Bu gibi durumlarla ilgili muhabbet açıldığında artık duyunca yada görünce istemeden güldüğüm şu 2 sözü duyuyorum:
1) "Bunlar hep İsrail'in işi"
2) "Bunlar hep Amerika'nın işi"

Yahu neden tarafsız bakmamak konusunda bu kadar ısrarcısınız? Toz kondurmak istemediğiniz için mi? Yoksa aynı futbol takımında oynadığınız adama "topu niye taça atıyorsun lan hırt?" demek istemediğinizden mi?

El-Kaide gündeme gelince onlar bilmem kimin adamı, İşid söz konusu olunca yok efendim onlar ebemin adamı, El-Nüsra var deyince yok efenim onlar da totoşumun adamı. Yahu niye hepsi birilerinin adamı? Yani hiç kendileri, kendi iradeleri yada kişisel amaç ve inançları için bunları yapan yok diyorsunuz öyle mi? Onlarca dini örgütün hepsi mi Amerika'nın, İsrail'in adamı? Yahu bu nasıl bir hayal gücü, nasıl bir savunma mekanizmasıdır...

Yani hiç kimse "evet bu adamlar öyle inandıkları için ve kutsal denen kitaplar savaşa teşvik ettiği için bu şekilde davranıyorlar" demiyor, çünkü dine toz kondurmuş olur di mi :)
Kafa kesiliyor "Onlar dedemin adamı, gerçek İslam bu değil!"
Kol kesiliyor "Onlar yan komşunun adamı gerçek İslam bu değil!"
Ayak kesiliyor "Onlar aşağı mahallenin kasabı, bizimle ilgisi yok yeminle..."
Mermiler, roketler havalarda uçuşuyor "Onlar bizden değil"
Namaza gitmediği için yada namussuzluk iftirasına uğrakları için sokak ortasında kırbaç cezası yiyorlar "Onlar bizden değil, öyle din mi olur lan, din onu emretmiyor ki oğlum, bak bize "benim kalbim temiz bi kere" demek yeterli.
Yüzü biraz göründü diye suratlarına kezzap atılan kadınlar var diyorsun "Çok saçma yeaaaaaa"... diyorlar.

Bakın ben size bir şey diyeyim mi, şeriat gelsin diye şalvarını parçalayan tipler var ya, hani şu Rabia posterleri ile tekbir çekerek Eminönü'nde yürüyen sakallı hacılar, hem de sözüm ona hoşgörülü bu hacı dayılar ve havarileri, şu ülkeye şeriat gelecek olsa neye uğradıklarını şaşırıp pembe popolarını saklayacak yer arayacaklar. Bizden önce onlar kaçmazlarsa bende bir şey bilmiyorum. Çünkü o zaman: "Benim kalbim temiz, ne olacak canım. Namazı kaza yaparım, bugün oruç tutacak halim yok, şu başörtümün altına kot etek giysem mi?, bu sene kurban kesmeyeceğim, bu hafta cumaya gitmeyeceğim" gibi cümleleri kuramayacaklar. He diyelim ki kurdular babasını satayım, diyelim ki o kafasızlığı yaptılar, ondan sonra izle sen o filmi bak neler oluyor. Kezzap yiyip black metal tarzı çığlık atan kadınları, sırf onların istediği gibi davranmıyor diye yediği kırbaçla sağa sola zıplayan hacı dayıları bir film tadında izleyebiliriz işte o an... Ama kuru kuru izlemeyin, çekirdek falan alın, çayınızı da demleyin öyle izleyin.

Herkese göre dini başka babasını satayım, isteyen istediği gibi takılıyor rahat rahat... Bakın bu kafa kol uçuran adamlara sorun onlar da dinlerinin emrettiğini yapıyorlar, cevapları budur. Yani her şeyi İsrail'e, Amerika'ya bağlamayın. He şayet "la yok her şeyi onlar yapıyor" diyorsanız şunu bi oturup düşünün derim "Siz ne yaptınız ya da ne yapıyorsunuz?" Eğer binlerce yıldır hep başkaları tarafından kullanılabilecek durumda iseniz ortada ciddi problem var demektir hacı dayılar. Biliyorum yazdıklarımdan dolayı bana çok kızan olacak. Çok sinirlenmeyin, artan sinir vücutta ısı yükselmesine neden olur, o da ter yapar diyecektim ama önümüz kış, havalar soğuyacak, doğal gaza da bacağım kadar zam geldi; O yüzden sinirlenmek şuan için ülkemizdeki en ucuz ısınma yollarından biri aslında.

Tüm dinlerde nefret söylemlerini görmek kolay, hangi din olursa olsun ben bir tane bile nefret söylemi olmayan din görmedim. Hatırlayanlar vardır belki, Soma'daki faciadan dolayı Chelsea takımı kalkıp taaaa İngiltere'den buraya gelip hem para yardımı yapıp olay yerine gitmiş, hem de onlar için anma maçı yapmıştı. Bakın bu adamlar başka dinden hatırlatırım :) "Onlar ciciiiiiii, onlar datluuuuş" demiyorum, bana göre tüm dinler aynı. Fakat "ey inananlar, sizden olmayanları dost edinmeyin" diyen bi dine mensup iseniz bu adamların ve bunlar gibi nicelerinin yaptığı yardımlar karşısında yüzünüz kızarmıyor mu? İyi insanlarmış mı diyorsunuz, yoksa "yardım etse ne olur şerefsiz kafirler" mi?
Nasıl bir ikilem yaşıyorsunuz?

Sözümü bitirmeden önce size bi sır vereyim, ben İsrail'in adamıyım, bu yazı bile İsrail'in işi, hatta beni doğurması için anneme Amerika ve İsrail çok ısrar etmiş. Babamı 10 yıl macunla kuvvet macunuyla besleyip besiye çekmişler sırf ben dünyaya geleyim ve onlar için çalışayım diye...

Babasını satayım şimdi bide ciddiye alırlar bu dediklerimi :)

İkinci sırrı da verdikten sonra defolup olup gideyim: Hani o iç karartan şeriat bayrakları eşliğinde kol bacak kesip zafer işareti yapan sakallı adamlar var ya, işte onların hepsi senin pembe rüyalarındaki gibi başka güçlerin adamı olamazlar be yavrum, olamazlar be evladım, olamazlar anla artık. Anlamak için de önce Kur'an'ı Türkçe oku. Hatta tefsiri ile oku...