İNANÇ VE DİN
‘’Din ya da İnanç, Yaratıcı ile yaratılan arasındadır.’’ derler.
Bu söz gerçek midir? Teoride evet ya uygulamada? Gelin beraber inceleyip sorgulayalım.
Aşağıda ifade edeceğim konular Yaratıcı'nın varlığı ya da yokluğu ile ilgili olmayıp, Yaratıcı'nın varlığını kabul eden kişiler için dikkate alınması gereken konulardır. Din denildiğinde kastedilen belli bir din değil yeryüzündeki tüm dinlerdir.
Öncelikle İnanç ile Dinin farklı kavramlar olduğunu, olması gerektiğini görmeliyiz.
İnancı, yaratıcı ve yaratılışsal anlamda ele alacak olursak, öncelikle sözlük anlamına bakalım; "Bir düşünceye çok sağlam bir biçimde, içten gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru sayma, sanma, inanma" demektir. Dikkat ederseniz bu tanıma göre inanç, DÜŞÜNCE BAZINDADIR, BİREYSELDİR, ZANNA DAYANIR ve SOYUT KAVRAMLAR İÇİN GEÇERLİDİR. Yani İnanç, BİLİNMEYENİ YORUMLAMAKTIR.
Şu anki Dünya nüfusu yaklaşık 7,8 milyar, bu nüfusun 6 milyarı bir yaratıcının varlığına inanıyor. Şu ana kadar gelmiş geçmiş tüm insanlar da yaklaşık 110 milyardır. Gelmiş geçmiş tüm insanların bir “Yaratıcı'ya’’ inandığını, inanma ihtiyacı hissettiğini düşünürsek, muhtemelen insanlığın %95 inden fazlasının bir “Yaratıcı'ya’’ inandığını varsayabiliriz. İnsanlığın bir ‘’Yaratıcı'ya’’ inanmasını ya da inanmamasını yanlış bulabilirsiniz. Buna herkes saygı duyulmalıdır. Ancak inancın, inanma meselesinin, insanlığın varoluşsal, fıtrat gerçeği olduğunu, var olduğundan beri bir Yaratıcı'ya inandığı ve arayış içerisinde olduğu gerçeğini ret etmek akılcı değildir. İnsanoğlu var olduğundan beri daima bilmediği, tanımadığı, korktuğu, kendisinden güçlü olduğuna inandığı çeşitli varlıklara, varlık üstü gördüğü somut ya da soyut kavramlara boyun eğmiş ve bir arayış, tapınma içerisinde olmuştur. Zaman içerisinde ve coğrafyaya göre tapındığı varlıklar kişilere ve toplumlara göre değişkenlik göstermiştir. Öyle ise “İnanç’’ meselesinin “İnsan ile Yaratıcı ya da inandığı arasında bireysel ve kişiden kişiye değişen bir konu’’ olduğu gerçeğini görmek gerekir. Bu nedenle inanç yani bir yaratıcının varlığını arama ve sorgulama dürtüsü doğaldır, yaratılış gereği özde ve akılda vardır.
Bu durumda ortaya şu soru çıkıyor. İnsan Yaratıcı, Yaratılış konusundaki bireysel inancını başkalarına, topluma dayatmalı mıdır? İşte sorun burada düğümleniyor. İnanç; bireysel ve kişi ile inandığı arasında, kişiden kişiye değişen, somut delillere dayandırılamayan bir zan meselesi olduğundan, ASLA dayatma söz konusu olmamalıdır. Çünkü herkesin Yaratıcı'yı anlama, algılama, tanımlama ve kabullenmesi farklıdır. Bu gün Dünya’nın yaşadığı en büyük sorunlardan birisi budur. ASLA ama ASLA inanç dayatılmasına müsaade edilmemelidir. Yanlış olan inanmak değil dayatmadır. İnanç dayatanların, inanç dayatmaktan ASLA vazgeçmeyecekleri, bu konuda riyakâr oldukları ve güvenilmemesi gereken bir konudur. Çünkü dayatılan doğal ve yaratılışsal olan inanç değil kişisel yargı sonucu oluşan zandır. Ben böyle inanıyorum sen de böyle inanacaksın demektir.
Din meselesine gelince; Din, insanların inancının düzene sokulması için yine insanlar tarafından konmuş olan kısmen somut, kısmen soyut kurallar bütünüdür. Bu nedenle Yaratıcı ile kul arasında olan, olması gereken sadece inanç değil aynı zamanda dindir. Geçmişte bazıları, bu inanç meselesinin bireyselliğini suiistimal ederek hem kendilerini Yaratıcı ile insanlar arasında elçi, aracı ilan etmişler hem de bundan doğan üstünlüklerini korumak için kurallar bütünü içeren sözlerin ve kitapların, Yaratıcı tarafından söylendiği, gönderildiği yoluna, yalanına başvurmuşlardır. Kendi üzerlerinde topladıkları bu güçle de toplumları, toplumsal akıl, adalet, vicdan, sevgi ve ahlak ile değil bireysel menfaatler doğrultusunda yönetmişlerdir. Üstelik bu yönetim ve yaşayış anlayışı insanın dünyadaki somut yaşamının mutluluğu üzerine değil varlığı bilinmeyen, ölümden sonraki soyut yaşamdaki mutluluk üzerine kurulmuştur. Bu dünyadaki yaşamı ve mutluluğu yok sayılmıştır. Bu şahısların ölümünden sonra da bazı uyanık takipçilerinden farklı kişiler ve gruplar (Tarikat ve cemaatler, şeyhler, şıhlar, hocalar) bu din düzenini kendi menfaat ve saltanatları için sömürü aracı olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Dünyada yaşamı Cennete çevireceklerine Cehenneme çevirmişlerdir.
Bazılarının inandıkları din bile "Senin dinin sana benim dinim bana" demesine rağmen, inadına dinlerini tebliğ adı altında dayatmaları kendileri için ayrı bir çelişkidir.
Dinci, Dinbaz, Siyasal Dinci hiçbir zaman dürüst ve ahlaklı olmadı, her zaman kendi düzenini, sömürüsünü, din ticaretini kuruncaya dek sinsice planlarını yaparak, halkın büyük kesimini uyutmayı başardı. Bazı ülkelerde egemen oldular. Bugün insanlık hala, dışı Dindar içi Şeytan olan dinci, dinbaz, yobaz, siyasal dinci, riyakârların pençesindedir. Dinler korkuya, korkutmaya dayanır, insanları Cehennem ile korkuturlar. Bu nedenle insanlık korku içerisindedir. İnsanlık bu korkusunda haklıdır. Bu korkunun nedeni Dinci, Dinbaz ve inanç dayatanların RİYAKÂRLIĞIDIR, DİN ADINA İNSANLARIN SOYULMASI, SÖMÜRÜLMESİ VE ÖLDÜRÜLMESİDİR. Çünkü Din; Dinci ve Dinbazlar tarafından alınıp satılan, kullanılan bir meta haline getirilmiştir. DİNLER İLAHİ EMPERYALİZME DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR.
Laiklik ve Laik olanlar inanç ve din konuda çok akılcı, adil, dürüst ve saf davranmaktadır. Tüm inançların dışında, tüm inançlara saygılı ve eşit mesafede, inançların ve dinlerin toplumsal değil bireysel yaşanması gerektiğini ifade etmektedirler. Laiklerin; Laikliğin, Demokrasinin, Cumhuriyetin, değerlerini koruma konusunda, dindar ve inançlılara güveni bir kenara bırakarak, kendisini Dincilere, Dinbazlara, İnanç ve Din dayatanlara karşı kesin kurallar ile koruma altına alması gerekmektedir.
Laiklik; laikliği din görenlerin ve dinler ile kıyaslayanların aksine seküler (dünyevi) bir kavram olup; insanlığın Dünya'ya, yönetim sistemlerine bakan, yönetimde inanca, dine yer vermeyen ama kişilerin dayatılmayan bireysel inançlarına saygı duyan, ortak evrensel akla, adalete, somut gerçeklere ve insanın bu dünyadaki yaşam ve mutluluğuna yönelik bir yönetim kavramıdır. Şeriat (Din, İnanç kurallarına dayalı yönetim düzeni) ise sözde uhrevi olup dünyaya değil ahirete (öteki dünyaya) bakan bir kavramdır. Yani bilinmeyene yöneliktir. Kişisel ve dayatmacı kararlara dayanır. Kuralları da kişiseldir.
İnsanoğlu bilinmeyenden korktuğu, vaat ve cazibesine ilgi duyduğu içindir ki kendisini ahiret, öteki dünya ile kandırmak çok kolay olmuştur. Bu nedenle korkulanların ve bilinmeyenlerin müşterisi bilinenlere göre çok olmaktadır. Bilinmeyenlerin pazarlanması kolay ve müşterisi çok olduğundan, pazarlayanları da çok olmuştur. Yani ortaya binlerce din ve bu dinleri pazarlayan Dinbazlar çıkmıştır. Ancak bu Dinbazlar kendileri dünyada Cennet’i yaşarken, bağlılarını cehennem ile korkutarak, ahirette cenneti vadetmektedirler. Bu gün Dünyada dört bin üçyüz civarında din olduğu kabul edilmektedir. Gerçeklere ve ortak akla yönelik yönetim biçimlerine ise sadece akıllarını kullanan toplumlar ilgi göstermektedir. O yüzdendir ki seküler düzenler (yönetim şekilleri) ortak akla dayandığından sayıları da bir elin parmaklarını geçmemektedir. Din beyne girince Akıl ve Adalet bedeni terk etmiştir. Yeryüzünde elbet Ortak Akıl galip gelecektir.
İnsanoğlu illa bir inanca, dine sahip olmak istiyorsa bu kişisel inanç ve din değil her şeyin üstünde ve dışında olan, ortak ve evrensel AKIL, ADALET, VİCDAN, SEVGİ ve AHLAK, değerlerini içeren bir inanç, din olmalıdır. Başka kurallar koyup insanlık kirletilmemelidir.
DİN; BASİT BİR TOPLUMSAL DOLANDIRICILIK YÖNTEMİDİR. ÖLDÜKTEN SONRAKİ HAYATI VARMIŞ GİBİ SATARLAR.
Not: Eğer fiili bir Yaratandan bahsedecek isek, öncelikle doğrudan ‘’Yaratıcı’’ fiilini kullanmamız gerekir. Her toplum Yaratıcıyı kendi dillerinde isimlendirmektedir. "Allah" kelimesi Arapların Yaratıcıya verdiği isimdir. Türklerde ve Türkçe de ise Yaratıcı'ya Tanrı/Tengri denmiştir. Yaratıcı, tüm yarattıklarının dilinden anladığı gibi yaratılanların, Yaratıcı'ya kendi dilleri ile seslenmesinden daha doğru ve doğal bir şey olamaz.
Sağlık ve Sevgi ile Kalınız.
Öncelikle İnanç ile Dinin farklı kavramlar olduğunu, olması gerektiğini görmeliyiz.
İnancı, yaratıcı ve yaratılışsal anlamda ele alacak olursak, öncelikle sözlük anlamına bakalım; "Bir düşünceye çok sağlam bir biçimde, içten gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru sayma, sanma, inanma" demektir. Dikkat ederseniz bu tanıma göre inanç, DÜŞÜNCE BAZINDADIR, BİREYSELDİR, ZANNA DAYANIR ve SOYUT KAVRAMLAR İÇİN GEÇERLİDİR. Yani İnanç, BİLİNMEYENİ YORUMLAMAKTIR.
Şu anki Dünya nüfusu yaklaşık 7,8 milyar, bu nüfusun 6 milyarı bir yaratıcının varlığına inanıyor. Şu ana kadar gelmiş geçmiş tüm insanlar da yaklaşık 110 milyardır. Gelmiş geçmiş tüm insanların bir “Yaratıcı'ya’’ inandığını, inanma ihtiyacı hissettiğini düşünürsek, muhtemelen insanlığın %95 inden fazlasının bir “Yaratıcı'ya’’ inandığını varsayabiliriz. İnsanlığın bir ‘’Yaratıcı'ya’’ inanmasını ya da inanmamasını yanlış bulabilirsiniz. Buna herkes saygı duyulmalıdır. Ancak inancın, inanma meselesinin, insanlığın varoluşsal, fıtrat gerçeği olduğunu, var olduğundan beri bir Yaratıcı'ya inandığı ve arayış içerisinde olduğu gerçeğini ret etmek akılcı değildir. İnsanoğlu var olduğundan beri daima bilmediği, tanımadığı, korktuğu, kendisinden güçlü olduğuna inandığı çeşitli varlıklara, varlık üstü gördüğü somut ya da soyut kavramlara boyun eğmiş ve bir arayış, tapınma içerisinde olmuştur. Zaman içerisinde ve coğrafyaya göre tapındığı varlıklar kişilere ve toplumlara göre değişkenlik göstermiştir. Öyle ise “İnanç’’ meselesinin “İnsan ile Yaratıcı ya da inandığı arasında bireysel ve kişiden kişiye değişen bir konu’’ olduğu gerçeğini görmek gerekir. Bu nedenle inanç yani bir yaratıcının varlığını arama ve sorgulama dürtüsü doğaldır, yaratılış gereği özde ve akılda vardır.
Bu durumda ortaya şu soru çıkıyor. İnsan Yaratıcı, Yaratılış konusundaki bireysel inancını başkalarına, topluma dayatmalı mıdır? İşte sorun burada düğümleniyor. İnanç; bireysel ve kişi ile inandığı arasında, kişiden kişiye değişen, somut delillere dayandırılamayan bir zan meselesi olduğundan, ASLA dayatma söz konusu olmamalıdır. Çünkü herkesin Yaratıcı'yı anlama, algılama, tanımlama ve kabullenmesi farklıdır. Bu gün Dünya’nın yaşadığı en büyük sorunlardan birisi budur. ASLA ama ASLA inanç dayatılmasına müsaade edilmemelidir. Yanlış olan inanmak değil dayatmadır. İnanç dayatanların, inanç dayatmaktan ASLA vazgeçmeyecekleri, bu konuda riyakâr oldukları ve güvenilmemesi gereken bir konudur. Çünkü dayatılan doğal ve yaratılışsal olan inanç değil kişisel yargı sonucu oluşan zandır. Ben böyle inanıyorum sen de böyle inanacaksın demektir.
Din meselesine gelince; Din, insanların inancının düzene sokulması için yine insanlar tarafından konmuş olan kısmen somut, kısmen soyut kurallar bütünüdür. Bu nedenle Yaratıcı ile kul arasında olan, olması gereken sadece inanç değil aynı zamanda dindir. Geçmişte bazıları, bu inanç meselesinin bireyselliğini suiistimal ederek hem kendilerini Yaratıcı ile insanlar arasında elçi, aracı ilan etmişler hem de bundan doğan üstünlüklerini korumak için kurallar bütünü içeren sözlerin ve kitapların, Yaratıcı tarafından söylendiği, gönderildiği yoluna, yalanına başvurmuşlardır. Kendi üzerlerinde topladıkları bu güçle de toplumları, toplumsal akıl, adalet, vicdan, sevgi ve ahlak ile değil bireysel menfaatler doğrultusunda yönetmişlerdir. Üstelik bu yönetim ve yaşayış anlayışı insanın dünyadaki somut yaşamının mutluluğu üzerine değil varlığı bilinmeyen, ölümden sonraki soyut yaşamdaki mutluluk üzerine kurulmuştur. Bu dünyadaki yaşamı ve mutluluğu yok sayılmıştır. Bu şahısların ölümünden sonra da bazı uyanık takipçilerinden farklı kişiler ve gruplar (Tarikat ve cemaatler, şeyhler, şıhlar, hocalar) bu din düzenini kendi menfaat ve saltanatları için sömürü aracı olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Dünyada yaşamı Cennete çevireceklerine Cehenneme çevirmişlerdir.
Bazılarının inandıkları din bile "Senin dinin sana benim dinim bana" demesine rağmen, inadına dinlerini tebliğ adı altında dayatmaları kendileri için ayrı bir çelişkidir.
Dinci, Dinbaz, Siyasal Dinci hiçbir zaman dürüst ve ahlaklı olmadı, her zaman kendi düzenini, sömürüsünü, din ticaretini kuruncaya dek sinsice planlarını yaparak, halkın büyük kesimini uyutmayı başardı. Bazı ülkelerde egemen oldular. Bugün insanlık hala, dışı Dindar içi Şeytan olan dinci, dinbaz, yobaz, siyasal dinci, riyakârların pençesindedir. Dinler korkuya, korkutmaya dayanır, insanları Cehennem ile korkuturlar. Bu nedenle insanlık korku içerisindedir. İnsanlık bu korkusunda haklıdır. Bu korkunun nedeni Dinci, Dinbaz ve inanç dayatanların RİYAKÂRLIĞIDIR, DİN ADINA İNSANLARIN SOYULMASI, SÖMÜRÜLMESİ VE ÖLDÜRÜLMESİDİR. Çünkü Din; Dinci ve Dinbazlar tarafından alınıp satılan, kullanılan bir meta haline getirilmiştir. DİNLER İLAHİ EMPERYALİZME DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR.
Laiklik ve Laik olanlar inanç ve din konuda çok akılcı, adil, dürüst ve saf davranmaktadır. Tüm inançların dışında, tüm inançlara saygılı ve eşit mesafede, inançların ve dinlerin toplumsal değil bireysel yaşanması gerektiğini ifade etmektedirler. Laiklerin; Laikliğin, Demokrasinin, Cumhuriyetin, değerlerini koruma konusunda, dindar ve inançlılara güveni bir kenara bırakarak, kendisini Dincilere, Dinbazlara, İnanç ve Din dayatanlara karşı kesin kurallar ile koruma altına alması gerekmektedir.
Laiklik; laikliği din görenlerin ve dinler ile kıyaslayanların aksine seküler (dünyevi) bir kavram olup; insanlığın Dünya'ya, yönetim sistemlerine bakan, yönetimde inanca, dine yer vermeyen ama kişilerin dayatılmayan bireysel inançlarına saygı duyan, ortak evrensel akla, adalete, somut gerçeklere ve insanın bu dünyadaki yaşam ve mutluluğuna yönelik bir yönetim kavramıdır. Şeriat (Din, İnanç kurallarına dayalı yönetim düzeni) ise sözde uhrevi olup dünyaya değil ahirete (öteki dünyaya) bakan bir kavramdır. Yani bilinmeyene yöneliktir. Kişisel ve dayatmacı kararlara dayanır. Kuralları da kişiseldir.
İnsanoğlu bilinmeyenden korktuğu, vaat ve cazibesine ilgi duyduğu içindir ki kendisini ahiret, öteki dünya ile kandırmak çok kolay olmuştur. Bu nedenle korkulanların ve bilinmeyenlerin müşterisi bilinenlere göre çok olmaktadır. Bilinmeyenlerin pazarlanması kolay ve müşterisi çok olduğundan, pazarlayanları da çok olmuştur. Yani ortaya binlerce din ve bu dinleri pazarlayan Dinbazlar çıkmıştır. Ancak bu Dinbazlar kendileri dünyada Cennet’i yaşarken, bağlılarını cehennem ile korkutarak, ahirette cenneti vadetmektedirler. Bu gün Dünyada dört bin üçyüz civarında din olduğu kabul edilmektedir. Gerçeklere ve ortak akla yönelik yönetim biçimlerine ise sadece akıllarını kullanan toplumlar ilgi göstermektedir. O yüzdendir ki seküler düzenler (yönetim şekilleri) ortak akla dayandığından sayıları da bir elin parmaklarını geçmemektedir. Din beyne girince Akıl ve Adalet bedeni terk etmiştir. Yeryüzünde elbet Ortak Akıl galip gelecektir.
İnsanoğlu illa bir inanca, dine sahip olmak istiyorsa bu kişisel inanç ve din değil her şeyin üstünde ve dışında olan, ortak ve evrensel AKIL, ADALET, VİCDAN, SEVGİ ve AHLAK, değerlerini içeren bir inanç, din olmalıdır. Başka kurallar koyup insanlık kirletilmemelidir.
DİN; BASİT BİR TOPLUMSAL DOLANDIRICILIK YÖNTEMİDİR. ÖLDÜKTEN SONRAKİ HAYATI VARMIŞ GİBİ SATARLAR.
Not: Eğer fiili bir Yaratandan bahsedecek isek, öncelikle doğrudan ‘’Yaratıcı’’ fiilini kullanmamız gerekir. Her toplum Yaratıcıyı kendi dillerinde isimlendirmektedir. "Allah" kelimesi Arapların Yaratıcıya verdiği isimdir. Türklerde ve Türkçe de ise Yaratıcı'ya Tanrı/Tengri denmiştir. Yaratıcı, tüm yarattıklarının dilinden anladığı gibi yaratılanların, Yaratıcı'ya kendi dilleri ile seslenmesinden daha doğru ve doğal bir şey olamaz.
Sağlık ve Sevgi ile Kalınız.