VAFTİZLİ BİR HRİSTİYAN'IN DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYESİ
Tatlı su Müslümanı diye tabir edebileceğimiz bir ailede büyüdüm. Anne ve babam
ilkokul terkti. Okuma yazmaları yok denecek kadar azdı. Sorsan Müslümandılar
ama namazı bayramdan bayrama kılarlardı, annem namaz kılmayı da bilmezdi.
İlkokul ikinci sınıfta arkadaşımın isteğiyle okul çıkışı camiye giderdik.
Nasıl abdest alınır, nasıl namaz kılınır bilmez çevremdeki insanlara bakarak
tekrar ederdim. Birkaç defa camiye gittikten sonra cami imamı bir kitap
vermişti, İslam inancını anlatıyordu kitap, daha çok abdest ve namaz ile
alakalıydı. Sevinçle eve gidip okumamın yettiği kadarıyla okumuştum o kitabı.
Oradan taşındıktan sonra başka bir okula kaydım yapıldı ve camiye sadece
arkadaşlar gidelim dediği vakit giderdim. Bir de annemin zorladığı zamanlarda.
Kur'an kursuna gitmem için de zorlardı annem ama ben kaçardım. Nedense
sevmemiştim o kursu. Dilimin dönmediği bir dili anlamını bilmeden ezber
yapmaya yönelik olduğu için olsa gerek. Tabi biraz imamın davranışının da
etkisi vardı bunda.17 yaşıma kadar soran olursa Müslümandım işte ama
Muhammed'i değil de İsa'yı sevmişimdir daha çok. Nedendir bilmem iki şey
ilgimi çekerdi, bunlardan biri İsa diğeri ise Şeytan. Hristiyan temalı
filmlerden etkilendiğimi sanmam. Televizyon geç geldiği gibi internette geç
gelmişti bizim eve. Belki de çarmıh hikayesi idi beni etkileyen ve diğerlerine
göre daha hümanist oluşu. Ama ben yine de Müslümandım, tatlı su Müslümanı
işte.
17 yaşımda bir işe girdim. İki ustam vardı kardeşti onlar. Biri Alevi diğeri
Deist. İş yerinde mola saatlerinde ara ara siyasi bazen de dini muhabbetler
olurdu. Ne siyasetle ilgim vardı ne de dinle. O zamanlar tatlı su
Müslümanlığım tutmuş olsa gerek ismini vermeyeyim başımıza dert olmasın, malum
şahıs hocanın kitabını okuyup soruları doğru bilene umre ödülü vardı. O
yarışmaya katılmaktı niyetim. Peygamberin hayatıyla ilgiliydi kitap. İş
yerinde dönen sohbetler ilgimi çekmeye başlamıştı konuşulan konulara
yabancıydım ve ne kadar çok şey bilmediğimi fark ettim. Okumayı sevmeyen bende
okuma isteği başlamıştı, öğrenme isteği. Aklıma sorular geldikçe sorular
soruyordum ustalarıma, onlar da anlatıyordu ama bir müddet sonra sorularımdan
bunaldılar haliyle. Yarışmadan ve kitaptan bahsettim ustama tavsiye etmedi onu
bana. Felsefe oku dedi. Bende maaş aldıkça felsefe, edebiyat ve dinle ilgili
kitaplar aldım evime. Okuyup araştırdıkça tiksindim İslam'dan. Sebebini burada
anlatmama gerek yok biliyorsunuz işte çoğunuz.
Bir gün bulunduğum şehirde kilise olduğunu öğrendim. O zamana dek duyduğum tek
şey şarap içip alem yaptıklarıydı. Merak ettim gittim. Evangelist bir
Protestan kilisesiydi. İçeriye girdiğimde bir Pastor topluluğa vaaz veriyordu.
Baya coşkulu bir anlatıma sahipti, oldukça akıcı ve etkili konuşuyor beden
dilini de beraberinde oldukça etkili kullanıyordu. Noel'miş o gün vaazdan
hemen sonra tanıştılar benimle çok değil en fazla 20 kişi vardı. Ortada ne
lıkır lıkır içilen bir şarap vardı ne de dansöz. Alt katta bir yemek masası
kurulmuştu, indik oraya oturdum bir köşeye. Ellerini kaldırdı pastor ve
cemaat. Benim ellerim dizlerimin üstünde seyrettim sadece. Dua ettiler ve
duanın ardından yemek yedik. Sonrasında hediyeleştiler birbirleriyle.
İçlerinden biri İncil vermişti bana. Camide oluşan atmosferden daha sıcaktı
oradaki atmosfer. Hoşuma gitmişti bu. Ertesi gün ustama gösterdim İncili,
okumak istersen oku ama inanma, hepsi aynı dinlerin demişti. Ne yalan
söyleyeyim o sözün etkisinde kalarak doğru düzgün okumamıştım incili fırlatıp
atmıştım adeta bir köşeye. Askere gidip askerden dönene kadar bir ateist gibi
geçmişti hayatım. Askerden geldikten aylar sonra dinleri iyice araştırmaya
karar vermiştim. Bir şeyi reddediyorsam neden reddettiğimi, kabul ediyorsam
neden kabul ettiğimi bilmem gerekirdi. Eskiye oranla öğrenmeyi seviyordum
dinlerde ilgimi çekiyordu. Fantastik geliyordu sanırım. İlk olarak Tevrat'ı
okudum ama sanırım başlangıç için yanlış bir tercihti, araştırma girişimime
yaklaşık bir sene ara vermeme sebep olmuştu kitabın ilerleyen sayfaları. Uzun
zaman sonra Budizm'i araştırıyorken internetten bir satanistle tanıştım öyle
güzel anlattı ki söylediği üç PDF'i hemen okudum ve içimdeki boşluğu onunla
doldurdum. Fakat uzun sürmedi bir iki aya bırakmıştım o saçmalığı. Satanizm,
Şamanizm, Paganizm bunları da araştırdım üstünkörü. Ama aklım hâlâ İsa'daydı.
Belki de satanizmin kısa sürede olsa ilgimi çekmiş olmasının nedeni de odur.
Onda da vardı çünkü İsa. Üçüncü kitap olan İsa kitabı.
Kiliseye tekrar gittim ve tekrar edindim kendime bir İncil. Ücretsiz olarak ta
kitaplar edindim Hristiyan sitelerinden. Okudum her birini ve etkilendim de.
Filmler izledim İsa ile ilgili diziler belgesellerde. Sığınak olmuştu İsa
kendimden kaçışımda, varoluşsal sancıma bir merhem. Ve birkaç hafta sonra
kilisede vaftiz olurken buldum kendimi. Tattım ekmeği ve şarabı, bedeni ve
kanı. Ama hâlâ tam bir inanca sahip değilmiş yüreğim ki bir gece uyku ile
uyanıklık arasında bir yerde istemsizce sorguladım Tanrı'yı. Var mısın? Bir
ses, bir işaret.. Ben varım diye yankılandı kulağımda bir ses, Ben varım.
Kulağımda bir siren sesi beynime nüfus eden sanki kafam patlayacak gibi. Ama
gerçeklik arıyordum ben zihnimin türlü oyunlarını değil. Hâlâ cevapsız
sorularım vardı anlam veremediğim birçok şey ve en çokta Tanrı'nın iletişim
yönetimi ve Tevrat'tı bana absürt gelen. Çok geçmeden bırakmıştım her birini
ve büyük bir öfkeyle yırtıp atmıştım tüm kitaplarımı. İnanır mısınız bilmem
yırttıktan sonra her birini birkaç gün önce gördüğüm rüyayı anımsadım. Rüyamda
incili karalıyordum engel olamıyordum kendime. Kan ter içinde yataktan kalkıp
kitaba koştum gerçek sandım biran ve sanki gerçek olmuştu işte. Bu an dı o an.
En çokta mezheplerin birbirine olan saldırısıydı beni soğutan. Katolik,
Ortodoks, Protestan.. onlarda da durum Müslümanlarınkiyle aynıydı. İsa
düşmanınızı bile sevin derken onlar birbirlerine Anathema diyorlardı yani
lanet olsun. Ama insanların davranışlarıyla Tanrı'yı yargılamamam gerekiyordu.
Neredeyse bir yıl daha geçmişti aradan. Hristiyanlığa bir yaklaşıyor bir
uzaklaşıyordum. Yüreğim inanmak istiyor aklım buna mani oluyordu. Kiliseye
gitmeyi bırakmıştım artık, zaten pastörle de aram bozuktu. İnternetten tekrar
İncil sipariş ettim bu sefer ne olursa olsun inanmasam da yırtmak yok dedim
kendime. Pişmanım bu konuda, İncil olduğu için değil ne olursa olsun bir
kitabı yırtmamam gerekirdi. En başta Hristiyanlar olmak üzere tüm kitap
severlerden özür dilerim bunun için. Siparişi verdikten bir iki gün sonrasında
bir rüya gördüm: "Küçük bir tekne üstünde birkaç adam ve ben. Yüzleri belli
belirsiz, içlerinden biri anlamadığım bir dilde sürekli teknede bulunanlara
bir şeyler anlatıyor ve herkes dikkatle onu dinliyor. Ben ise kıyıya varana
dek ona bağırıyorum. Çünkü nereye gittiğim, ne yaptığım ve ne söylediğine dair
hiçbir fikrim yok. Kıyıya varınca büyük bir kalabalık o adamı karşılıyor.
Büyük bir coşku, merak ve sevinç. Benim ısrarla üst üste sorduğum sorular ve
dilini anlamadığım için verdiğim tepkilere rağmen orada bulunan kalabalığa da
bir şeyler anlatmaya devam ediyor. Karşısına geçiyorum "seni anlamıyorum ne
diyorsun, kimsin sen?" diyerekten haykırışlarıma karşılık bakışlarını bana
çevirip eliyle bir yeri işaret ediyor. İşte o işaret edilen noktaya doğru
bakmaya yeltendiğimde uyanıyorum. Kapı çalıyor, kapıyı açıyorum gelen kargocu.
Birkaç gün önce sipariş ettiğim İncil gelmiş." İşte bu rüya bir kez daha
yaklaştırmıştı teknedeki adamı İsa ve yanındakileri havarileri olarak düşünüp
işaret ettiği noktada tam kapının çalmasını da "işte ne söylediğimi merak
ediyorsan aç oku kitabı" dermişçesine yorumlamıştım. Bunu hangi Hristiyan'a
anlattıysam görüm görmüşsün Tanrı seni imana çağırıyor. Bak bana ben böyle
şeyler görmediğim halde ve senin kadar okumadığım halde imanlıyım şükürler
olsun diyorlardı. Adeta sorgulamayan sorgulamaktan korkan beyinleriyle
övünüyorlardı. Katekümen olman gerekir o zaman kafanda soru kalmaz her şeyin
bir cevabı var diyenlerde vardı, İnsan her şeyi anlayamaz ama mutlaka bir
anlamı vardır diyenlerde. Katekümen, Katolik ve Ortodoks kiliselerinde vaftiz
edilmeden önce verilen 3 yıllık bir dini eğitimdi. En azından bu durum Türkiye
de böyle başka ülkelerde birkaç ay veya 1 yıl kadar. Protestan kiliselerinde
ise böyle bir durum söz konusu değil genellikle birkaç hafta veya ay içinde
vaftiz ediyorlardı. E doğaldı tabi öyle konuşmaları 3 yıl sorgusuzca alınan
bir din eğitimi ardından sorgulayacak beyin mi kaldırdı. Böyle bir rüya görmem
gayet normaldi oysa. İsa'nın teknede öğrencileriyle olduğu ayetler kalmış
bilinçaltımda. Asıl ilginç olan işaret ettiği an da kargoyla İncil'in gelmiş
olmasıydı. Kargonun gelişiyle rüyanın eş zamanlı olmasıydı. Rüyanın da etkisi
olsa gerek bir müddet daha Hristiyan'ca yaşadım ve daha fazla okudum.
Türkiye'deki birçok Hristiyan'da olmayan kitapları topladım. Katolik,
Ortodoks, Luteryen, Protestan kiliseleri tarihi, öğretileri. Ve her birini tek
tek altını çizerekten okudum. Ve artık görevimi tamamlamıştım. Yarım
bıraktıkça peşimi bırakmıyor, acaba diyerekten düşündürüyor ve beni peşinden
sürüklüyordu. Oysa tamamlamak ne kadar da rahatlatıcı bir duyguymuş. Dinlerle
ilgili araştırmalarımı artık tamamlamıştım. Gördüğüm rüyanın o an ile denk
gelişi de olasılıklar evreninde küçük bir olasılığın gerçekleşmiş olmasıydı
işte.
Anlatacak çok şey var ama bunların birazından bahsetmek isterim size.
Tanrı'nın insanlara, insan kurban etmelerini yasaklayıp, insanların günahları
için kendine bir insanı kurban etmesiydi saçma olan. Hristiyanlara sorsan, ama
o sıradan bir insan değildi: Tanrı oğluydu, tanrıydı. İşte bu daha da
saçmaydı.
"Tanrı öz oğlunu dananın böğrü gibi astı. Bana yapabileceklerini düşünmek
tüylerimi ürpertiyor." Marquis De Sade'dendi bu söz, hakikaten de öyle.
Hikayeye göre öldükten sonra üçüncü gün kendini yani oğlunu diriltmişti zaten,
kendini feda etmiş sayılmazdı bir nevi. Eski Ahit'te kurbanlarınızdan sıkıldım
diyen Tanrının bizzat kendine kurban vermesi çelişkinin bir başka boyutuydu.
Bir başka sorun ise kutsal kitabın Kutsal Ruh'un esinlemesiyle yazılmasıydı.
Müslümanların düşündüğü gibi tanrının bir meleği tarafından yazdırılmamıştı,
gökten inmişte değildi Kitabı Mukaddes. Söz üzerine kuruluydu ve sözlü olarak
devam etmişti gelenek. Kiliselerden farklı sesler çıkıyordu İsa hakkında ve
kilise düzeni hakkında, bunlara son vermek için mektuplar yazıyordu Pavlus,
Petrus ve diğerleri. İbranilere hitaben Matta ki bu İbranice, Aramice ve
kadınlardan daha az bahseder, diğerleri ise Markos, Luka, Yuhanna bunlarda
Grekçe. Ama ne Matta'yı yazan Matta idi ne de diğerlerini yazan elçiler.
İsa'nın öğrencilerinin de öğrencileriydi yazanlar belki Luka ve Yuhanna hariç.
Ve elde bulunan en eski nüshalar kopyaların kopyalarından oluşuyordu. Markos
İncili'nin 16 bap 15-19 ayetlerinin Markos inciline ait olmadığı görüşündeydi
Katolik ve Ortodokslar. Onlara göre Markos 16 bap 15 de "...çünkü kendisini
diri görenlere inanmamışlardı." diyerek bitiyordu Markos incili. Sonrası
Gnostiklerce eklenmişti. Yazılan mektuplar, İnciller birbiriyle olan uyuma ve
birinci yüzyıla ait olmasına dikkat edilerek tek kitapta toplanmıştı artık.
Bazı kiliselerde birden fazla metin olması bazılarında hiç olmaması ve
bazılarında birinci yüzyıla ait olmayan metinlerin olması durumu son bulmuştu
böylece. Ama tartışmalar bitmiyordu. Arius adında bir adam vardı sıradan bir
adam değildi o, üst düzey bir pederdi. İsa'nın tanrı olmadığını savunuyor üçlü
birlik öğretisini reddediyordu. İlk başta destekte bulmuştu kendine Roma hariç
diğer 4 kadim kiliseden: İskenderiye, Antakya, Kudüs ve İstanbul. Sonra
bastırıldı onun öğretisi geri adım attı her bir kilise ve savundu üçlü
birliği. Oy birliği ile üçleme inancı baskın çıktı konsilde. O gün Arius
taraftarları sayıca fazla olsa Hristiyan inancı bambaşka bir boyuta
evrilecekti belki de. Birkaç adamın ağzından çıkacak bir kelimeye bağlıydı
gelecek kuşakların nasıl inanacağı. İşte bu kadar kolaydı. Ama uzun süre
silinmedi Arius etkisi ve sonu ölüm oldu Arius'un.
Kutsal ruha ve tanrı esinlemesi meselesine geri dönecek olursak, 1.korintliler
7.bap 40 da Pavlus şöyle diyor: "ben böyle düşünüyorum ve sanırım bende de
tanrının ruhu var." Yeni Ahit'in üçte ikisi Pavlus, Petrus ve diğerlerinin
Eski Ahit ve İsa'nın sözlerinden ne anladıklarıyla ilgiliydi, kişisel
görüşler, öğütler, kutsal yazı yorumları. Oysa elçiler de birçok defa hata
yapmış İsa tarafından azarlanmışlardı. Hangisinin tanrının gerçekten isteği
olduğu Kitabı Mukaddeste adeta çorba olmuştu. Zaman geçti ölümlerle sonuçlanan
seferler oldu, ne rahiplerin ne de papaların metresleri bitti ne de
Protestanların cadı avları. Özellikle Katolik ve Ortodokslarda İsa dan çok
Meryem anılır oldu. İlk Hristiyan yaşamına ve inancına en yakın olanlar
Quakerlardı* fakat onlarda tam olarak kutsal kitapları kutsal görmüyorlardı.
Uzun lafın kısası, tanrı insanlarla bu şekilde iletişim kuramazdı. Bin bir
parçaya bölünmüş Hristiyanlık, her kafadan ayrı bir ses. Gördüğüm şu ki
Tanrı'nın kutsal ruhu kilisede değildi. Vaftiz olmuş biri olarak kim bilir
belki bende bunları kutsal Ruh'un esinlemesiyle size aktarıyorumdur.
* Bir Hristiyan mezhebi.
Ben bir Panteistim. Neden ateist veya agnostik değilim bunları anlatmayacağım.
Çokta uzun tutmak istemiyorum bu anlatıyı. Bugün 27 yaşındayım ve 17 yaşımdan
bugüne çok şey biriktirdim. Ve sizlere öğüdüm sorgulayın. Korkmadan
sorgulayın. İsterseniz birçok defa bir dine girip çıkın isteyen dönek desin
size isteyen kâfir isteyen başka bir şey hiç fark etmez. Sorgulamadan yaşayan
bir Müslüman olmaktansa veya İslam'dan çıkıp hemen Hristiyan olmaktansa veya
hemen ateist olmaktansa gerekirse birçok dini bizzat deneyimleyin içinde
yaşayın, inanmak isterseniz inanın, okuyun, araştırın. Kısa bir süre kendinizi
bir dine ait hissetmeniz, ondan uzaklaşmanız ve tekrar yakınlaşmanız gayet
normal. Ne olursanız olun iyi bir insan olun ve kendi inancınızı başkalarına
dayatmaya çalışmayın.
Sözlerime şu şekilde son vermek istiyorum; "Tanrı kelamı gözlemlediğimiz
evrendir" diyor Thomas Paine. "Onun Evren'i, umut içerikli dualarla değil,
karşı konulamaz yasalarla çalışmaktadır." diyor Einstein.
SİZDEN GELENLER | Yazan: Danyal
Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın
değişim sürecini anlattığınız sorgulama
süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine
gönderebilirsiniz.
- Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
- Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
- Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)