OĞLANCI ŞAİR
ENDERUN'LU NEDİM
Konuya iki terimin tanımını yaparak başlayalım: Oğlancılık ve eşcinsellik.
Bunların arasındaki fark nedir derseniz, oğlancılık yetişkin bir erkeğin
cinsel ilgisinin kadınlardan, çocuk, ergen veya henüz ergenliğe girmemiş
erkeklere kaymasına, onlarla cinsel ilişki yaşamasına verilen addır.
Eşcinsellik ise aynı cinsiyetten bireylere ilgi duyanların cinsel birliktelik
veya aşk yaşamasıdır.
Osmanlı'yı kutsallaştıran neredeyse onu tanrı ilan edenlere onların
hayalindeki Osmanlı ile gerçek Osmanlı'nın tamamen aynı olmadığını çeşitli
yayınlar ile anlatmaya çalıştım. Osmanlı döneminde yazılanları, çizilen
minyatürleri ve onca kaynağı vermeme rağmen bu kaynaklar arasından yabancı
olanları seçerek "Yabancılar Osmanlı'yı karalamaya çalışmış" diyerek
kendilerini avutuyorlar.
Halbuki Osmanlı'da görev almış, çeşitli nedenlerle yazışma veya raporlamalar
yapmış söz konusu yabancılar yani Avrupalılar için erkek erkeğe ilişki
ayıplanacak bir şey değil ki bundan bahsederek Osmanlı'yı ayıplamayı
düşünsünler. Onlara göre bu ayıplanacak bir şey olmadığı için Osmanlı'da
eşcinselliğin varlığına veya harem hayatına ilişkin yazdıkları raporların
karalama amacı taşıdığını söylemek doğru olmaz.
Kaldı ki Osmanlı ile irtibatta olan diplomat veya devlet görevlilerinin
raporlarını yok saysanız bile bizzat Osmanlı'da üretilen yazılı eserler ve
minyatürler bile eşcinselliğin ve oğlancılığın olduğunu görmeye yeter.
Zaten haremleri onlarca yabancı kadınla dolu olan, içoğlanları ve devşirmeleri
bulunan, Avrupa'lılarla görüşmeler yapan bir topluluğun oğlancılığı bilmiyor
ya da öğrenmemiş olduğunu ya da buna özenenlerin olmadığını söylemek pek
gerçekçi olmayacaktır.
Diğer enteresan nokta, Osmanlı'da da diğer onca krallık gibi eşcinsellik ve
oğlancılık var olmuştur dendiğinde sanki Osmanlı'nın tamamında bu durum vardı,
tüm Osmanlı eşcinsel veya oğlancıydı demişim gibi anlayanlar da var. Buna
bağlı olarak "eğer Osmanlı'da eşcinsellik ve oğlancılık olsaydı nasıl 7 kıtaya
hükmedeceklerdi" diye tuhaf söylemlerde bulunanlar da var. Sanırım bu
arkadaşlar eşcinsellerin kılıç sallayıp, yay kullanamayacağını düşünüyor ve
antik Yunan'ın eşcinsellerden oluşan ordularından, Roma ordusu gibi birçok
orduda eşcinsel bulunduğundan ve bunların çoğunda oğlancılığın da hüküm
sürdüğünden habersizler. Aynı mantıkla düşünecek olursak Roma İmparatorluğunun
da güçlenip büyümemesi gerekirdi.
III. Ahmet'in 18.yüzyılın başlarındaki saltanatı sırasında özellikle
İstanbul'da hayattan sonuna kadar zevk almaktan başka pek bir düşüncenin
olmadığı, katı ahlak kurallarının bulunmadığı zevk düşkünlüğünün büyük
olduğu bir dönemdi. [1]
Osmanlı 19.yy'a kadar genel olarak cinselliğe ve özellikle eşcinselliğe
yönelik olarak yüksek tahammüllü ve hoşgörülü olarak nitelendirilebilir.
Padişahlardan tutun yerel paşalara kadar Osmanlı görevlilerinin çoğunu kapsayan eşcinsel ilişkiler hakkındaki iddialara ve kaynaklara bakacağız. Bunların çoğu 15, 16 veya 19.yy'a aittir ve görünen o ki özellikle Süleyman'ın saltanatı sırasında gelişmeye başlamıştır.
Gelecek vaat eden ve saray okulları için Hristiyan ailelerden toplanan
çocuklara devşirme denirdi. 1600'lerde devşirme için çocuk toplamak neredeyse
sona ermiş olsa da son olarak 1805'te Yunanistan'dan birçok çocuk toplanmıştı.
[2]
Mevkileri devşirmeler tarafından doldurulmuş yeni birlikler olan yeniçeriler
İmparatorluk içinde giderek daha açgözlü hale gelmişlerdi. Mevki hırslarından
dolayı savaş konusunda da giderek isteksiz hale gelmişlerdi. Belki de 1529'da
Viyana'nın Osmanlı topraklarına eklenmesini engelleyen etkenlerden biri de
buydu.
18. yy'da Türkiye ile Batı Avrupa arasında iki yönlü gözlem trafiği
başlamıştı, iki taraf ta birbirini gözlemliyordu. Mehmet Efendi 1803-1806
yılları arasında Osmanlı'nın Avrupa'daki oğlancılık ve eşcinsel ilişkiler
konusundaki itibarını öğrendiğinde rahatsız olmuştu. Ev sahipleri onun
kiralanabilir oğlanlar hakkında Paris şehrinin neler sunabileceğini görmek
isteyeceğini düşündü ve gece ona Palais Royal pazar alanı gösterildi. Mehmet
Efendi, Osmanlı'nın eşcinsel ilişki konusundaki imajına meydan okuyarak sadece
1500 erkek çocuğun eşcinsel ilişki ile meşgul olduğunu belirtmişti. [3]
Batı elçiliğinden Osmanlı padişahlarına gönderilen en ünlü on sekizinci yüzyıl
raporlarından biri Mary Wortley Montagu'ya ait mektuplardır. Bu
mektuplarda kadın hamamlarında lezbiyen ilişki yaşandığından bahsedilir. [4]
Ogier Ghiselin de Busbecq, bazı Osmanlı erkeklerinin lezbiyen ilişkilerin
yaşandığı ünleri nedeniyle eşlerinin kadın hamamlarına gitmesine izin vermeyi
reddettiklerini iddia etmiştir. [5]
Venedik elçisi Ottaviano Boy yazdığı raporunda padişahın hareminde bulunan ve
erkekler ile cinsel ilişki yaşayamayan bazı kadınlara kendilerini tatmin
etmede kullanabilecekleri herhangi bir şeyin getirilmesi yasaklanmıştır. Sırf
bu yüzden eğer haremdeki bu kadınlardan salatalık yemek isteyenler varsa, sırf
onları kullanmasınlar diye salatalıklar dilimlendikten sonra gönderiliyordu.
[6]
IV. Mehmet'in sarayındaki Charles H.'nin elçisinin beş yıl boyunca sekreteri
olan Paul Ricaut, padişahların ve soyluların içoğlanlarına duyduğu aşk üzerine
uzun bir metin yazmış ve şunları eklemiştir:
"Kadınlar Cemiyeti'nde de bu ihtiras hüküm sürmekteydi, kadınlar
birbirlerine besledikleri şehvetli aşktan ölmekteydi. Hele ihtiyar
kadınlar, onlar gençlere kur yapar, pahalı giysiler, mücevherler, bolca
para, hatta kendi sefalet ve yıkımlarını sunar ve Aşk tanrısı Cupid'in bu
okları tüm İmparatorluk boyunca, özellikle Konstantinopolis'teki Büyük
Sultan'ın Saray'ı ve Sultanların dairelerine doğru yol
alırdı." [7]
Bildiğiniz gibi dilimizde cinsiyete özel terimler, ekler yoktur. Örneğin
sevgili kelimesi cinsiyete göre şekil değiştirmez. İşte bu yüzden Osmanlı
şiirlerinde insan aşklarından bahsedilen bölümlerdeki sevgili terimini temelde
kadın olarak ele almak gerekir. Çünkü yazarlar erkektir. İşte bu noktada
şiirleri yazanlar eğer sevgili terimini kullanırken bir erkekten bahsediyor,
ona olan aşkını anlatıyor ya da güzellemelerini yapıyorsa bu da Osmanlı'da
belli dönemlerde eşcinsellik ya da oğlancılığın yani daha yaşlı ve yüksek
mevkideki birinin kendinden genç bir erkekle cinsel ilişki yaşaması durumunun
var olduğunu göstergesidir, tıpkı eski Yunan'da ve çeşitli krallıklarda olduğu
gibi.
Hatta sevgili tabiri kullanılarak erkeklerden bahsedilen onca şiir varken
(Bkz: 'Şehrengiz'ler) kadınlardan bahsederken sevgili teriminin kullanıldığı
yani kadına olan aşkta bu kelimenin kullanıldığı divan şiiri yok denecek kadar
azdır. [16]
Şiir Osmanlı toplumunun önem verdiği edebiyat alanlarındandı. 18.yüzyılın en
büyük şairi olan Ahmet Nedim'in en büyük destekçileri kendisi de şair ve
hattat olan Sultan III. Ahmet ve onun baş veziri olan Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa'ydı.
III. Ahmet 1719 yılında Topkapı Sarayı içinde daha önce II. Selim için
yapılmış olan Havuzlu Bahçe Köşkü'nü yıktırarak onun yerine Enderun
Kütüphanesi'ni● kurmuş ve Nedim'i buraya
sorumlu olarak atamıştır.
1720'de Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın yönetiminde bir tercüme heyeti
kurulmuştu [14]. Tercüme Heyeti Almanca’dan, Flemenkçe’den, Latince’den ve
Yunanca’dan çevirilerle 9. yüzyıldan sonra İslâm tarihinin ilk örgütlü
tercüme faaliyetini gerçekleştirmişti ve heyetteki isimlerden biri de Şair
Nedim'di. [15]
Nedim'in anlamı eğlence arkadaşıdır ve şiirlerinin mottosu "gülelim,
oynayalım, dünyanın zevklerini doyasıya yaşayalım"dır.
Şair Nedim şöyle der:
Bilgelerin hepsi erkeklere aşıktır,
Kadın aşkından hoşlanan kimse kalmadı.
Nedim'in, çekici bir hamam görevlisine abayı yaktığı erotik şiirlerini İbrahim
Paşa'ya atfetmiş olması önemli bir noktadır.
Klasik Müslüman şairlerin şiirlerindeki kullanım şeklinden dolayı "sevgili"
diye bahsedilen kişinin Tanrı olduğu yönünde izlenimler, argümanlar
oluşmaktadır. Fakat Nedim'in şiirleri bunlardan farklıdır. Örneğin "yürüyen
selvi" (serv-i revan) tabirini uzun boylu erkekler için kullandığı
açıktır.
Meyhanelerin bol olduğu ve şarabın övüldüğü Osmanlı sistemi özellikle
zenginler için tam bir zevk alma ve zevk verme sistemiydi. Dönemin yaşam
tarzı, Nedim'in genç bir erkek çocuğa olan aşkını anlattığı gazel de göze
çarpmaktadır.
Şimdi Nedim'in servi boylu bir erkekten bahsettiği ve liselerde okutulan ders
kitaplarında bile yer alan bu gazele bakacağız. Bu gazel ders kitaplarına
eklenirken kasıtlı olarak 4. dörtlüğü kaldırılarak anlam kaybı yaşatılmış ve
sanki bir erkeğin kadına olan aşkı anlatılıyormuş gibi bir hava verilmeye
çalışılmıştır. 4. dörtlük ile birlikte şiirin 5 dörtlükten oluşan tamamı
şöyledir:
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâşâde
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e.
Gel şu neşesiz gönüle bir neşe bağışlayalım.
Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sâ’dâbâd’a.
İşte üç çifte kayık iskelede hazır.
Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sâ’dâbâd’a.
Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan
Mâ-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan
Görelim âb-ı hayat aktığın ejderhadan
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
Gülelim, oynayalım, dünyadan arzumuzu alalım.
Yeni Çeşme’den Tesnim suyu içelim.
Ejderha’nın ağzından hayat suyu aktığını görelim.
Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sâ’dâbâd’a.
Geh varıp havz kenarında hirâman olalım
Geh gelip kasr-ı cinan seyrine hayran olalım
Gâh şarkı okuyup gâh gazelhan olalım
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
Bazen gidip havuz kenarında salına salına dolaşalım.
Bazen gelip Kasr-ı Cinân’ı seyredelim, hayran olalım.
Bazen şarkı okuyup bazen gazel söyleyelim.
Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sâ’dâbâd’a.
İzn alıp Cuma namazına deyu mâderden
Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden
Dolaşıp iskeleye doğru nihan yollardan
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
Annenden “Cuma namazına gidiyoruz.” diye izin alıp
Zulmedici felekten bir gün çalalım.
Gizli yollardan iskeleye doğru dolaşıp
Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sâ’dâbâd’a.
Bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pakize-eda
İznin olursa eğer bir de Nedim-i şeyda
Gayrı yâranı bugünlük edip ey şuh feda
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
Bir sen, bir ben, bir de güzel şarkı söyleyen biri,
Eğer iznin olursa bir de aşktan çılgına dönmüş
Nedim Ey şuh, öbür dostları bugünlük feda edip
Gidelim selvi boylu güzelim yürü Sâ’dâbâd’a. [11]
Anlaşılacağı gibi şiirde bahsedilen serv-i revan, yani salınarak yürüyen kişi
bir kadın değil erkektir. Sadabâd dönemin gözde eğlence mekanlarından biridir. Sadabâd'da yapacakları şey bellidir, cilveleşmek, oynaşmak, gülmek, eğlenmek
ve kam almak yani cinsel arzuları doyurmak.
Şiirdeki cinsel içerikli mecazi kelimelerden biri "Mâ-i tesnim" yani
"bengisu"dur. İnanışa göre ulaşmanın çok zor olduğu bu efsanevi suyu içen kişi
artık ölümsüz olur. Şiirde iki kişi var, iki erkek. Biri yaşlı, biri genç.
Peki bu ikisi birlikte Sadabâd'da oynaşırken ölümsüzlük suyunu nasıl
içecekler?
İşte buradaki ölümsüzlük suyu yani "Mai-tesnim" spermdir. Ab-ı hayat terimi de
aynı anlamın yüklendiği bir mecazdır.
Yani şiirin ikinci dörtlüğünde anlatılan şey iki erkeğin penislerinden sperm
gelinceye dek oynaşması ve sperm akıtmasıdır. Aslında anlatılan şey çok daha
derin ve detaylıdır ama bu detayları vermiyorum.
2. dörtlükte gördüğünüz "ejderha" Nedim için, "serv-i revan" ise genç erkek
için özellikle seçilmiş terimlerdir. Ejderha deneyimli, yaşça daha büyük ve
bilge olan Nedim'i, servi ise genç erkeği tanımlar. Yani 2. dörtlük ejderha
ile servinin gülüp oynaşarak meni içmesinden, cinsel doyuma ulaşmasından
bahsedilir.
3. dörtlükteki "hirâman" kelimesi salınarak yürümek anlamına geldiği gibi bir
diğer anlamı da yasak olan şeyleri yapmaktır. [8] Havuzda sevişmenin
anlatıldığı bu dörtlükte sevişme eylemi havuz kenarında sarılarak dolaşmak
şeklinde anlatılır. Yani nedim yine bir söz sanatı yaparak kelimenin iki
anlamına da vurgu yapmaktadır ki bunlardan biri de eşcinsel ilişkidir. Havuzda
sevişilirken bir yandan da Sadabâd'daki sarayları seyrederek, şarkı söyleyip
gazel okuyarak eğlenceye yoğunluk katılır.
4. dörtlük, kitaplardan kasıtlı olarak çıkarılan bölümdür. Gördüğünüz gibi
başlangıçtan itibaren şair Nedim, genç erkeği Sadabâd gibi bir eğlence
mekanına götürmek istemekte ve onu sevişmeye ikna etmeye çalışmaktadır. İyi
ama bu genç çocuk Sadabâd'a gidecek olsa bile ailesinden nasıl izin alacak? Bu
mekana nasıl gidecek? Cevabı dörtlüğün ilk satırında gizli:
"İzn alıp Cuma namazına deyu mâderden"
Yani Nedim'in çocuğu bu mekana götürebilmek için bulduğu yöntem belli. Çocuğun
annesine birlikte Cuma namazına gideceklerini söyleyerek yola çıkacak fakat
namaza değil de sevişmeye gidecekler. Bu satır aynı zamanda Nedim'in dil döküp
durduğu erkek çocuğunun yaşının küçük olduğunun da delilidir. Çünkü yetişkin
bir erkeğin Sadabâd'a gitmek için annesinden izin almasına gerek yoktur. Bu
dörtlüğün ders kitaplarından sessizce çıkarılmasının nedeni gayet açık değil
mi?
Son dörtlükte sıfatlar üzerinden yürütülen söz oyunları vardır. Buradaki
"Mutrib-i pakize-eda" ve "şuh (neşeli güzel)" şairin ikna etmeye çalıştığı
oğlan, "Nedim-i şeyda" ise şair Nedim'in kendisidir. Zaten "şeyda"
sırılsıklam aşık demektir. Dolayısı ile Nedim-i şeyda sıfatı Nedim'in bu genç
oğlana olan aşkının boyutunun göstergesidir. Genç erkek için
kullandığı "mutrib-i pakize-eda" [9] saf bir edayla çalgı çalan, şarkı
okuyan anlamlarına gelir. Buradan hareketle aşka tutulduğu genç erkeğin güzel
sesli, güzel şarkı okuyabilen biri olduğu ortaya çıkar.
Tüm bu dörtlüklerden anlaşılacağı üzere Nedim tüm arkadaşlarını "feda edecek"
yani ekecek ve felekten bir gün geçirecektir. Bunun için ise hem çocuğu ikna
etmesi hem de çocuğun annesini kandırması gerekmektedir.
Nedim'in yazdığı birkaç metine daha bakalım:
"Tılf-ı nazım yürü git mektebe tenha yoldan
Harf atar belki sana bir iki bed-lehce hârif" [11]
Nedim burada okula giden çocuğa "nazlı çocuk" diyor ve tenha yoldan git ki
kötü niyetliler sana laf atmasın diye de ekliyor. Önceki gazelde sevişmek
istediği erkek çocuğa tenha yollardan gidelim dediği düşünülürse bu çocuğa da
tenha yoldan git demesi ona göz koymuş olmasından kaynaklanabilir. Diğer
önemli nokta, "kötü niyetliler" dediği kişiler "nazlı" olarak tanımladığı
çocuğa laf atıyorsa bu da halktan bazılarının erkek çocuklara sulandığının
göstergesidir.
Nedim'in yazdığı daha vahim metinler vardır. Bunlardan biri şöyledir:
"Beşiktaş semtidir kâşânemizde rahat eylersin
Beraber sarılıp yatsak
Benim ey daye-perver tıfl-naz naz-ı dil-sitanım gel
Kulun olsun sana lala" [11]
Yani bakıcı denetimindeki ufak bir oğlan çocuğuna "gel benim evimde kal da ben
sana bakıcı olayım" demektedir. Fakat yazdıklarının tamamından anlaşıldığı
gibi niyeti çocuğa bakıcılık yapmak değil onu kullanmaktır.
Benzer şekilde, dadısının kucağındaki bir oğlanı koynuna almak istediğinden
şöyle bahseder:
"Kucağımdan kim alır ah o tıfl-ı nazı
Çıksa bir kerre hele dayenin aguşundan" [11]
Ani sinir krizi geçirmenize neden olabilecek başka bir beyitine daha bakalım:
"Akide almağa gitdikçe lalası bulup fursat
Şeker gibi leb-i lalin öpüp ol tıflı pinhan sev" [11]
Yani şöyle diyor:
"Bakıcısı şeker almaya gidince o çocuğun şeker gibi kırmızı dudaklarını
öperek gizlice sev.) [11]
Bakıcısının denetiminden yeni çıkmış, civankaşı denilen türden bir sarık
saran, 15 yaşına yeni giren kucakların süsü dediği bir oğlana (efendi)
tutulduğunu şöyle açık açık anlatır:
"Bir cüvankaşı sarık sarmış efendim başına
Sürme çekmiş ıtr-ı şahiler sürünmüş kaşına
Şimdi girmiş dahı tahminimde on beş yaşına
Gül yanaklı gülgüli kerrakeli mor hareli
Şeh-nişinler ziyneti aguşlar pirayesi
Dahı bir yıldır yanından ayrılalı dayesi
Sevdiğim gönlüm süruru ömrümün sermayesi
Gül yanaklı gülgüli karrakeli mor hareli" [11]
Göz koyduğu bir çocuğa "Sen niye böyle soğuk yerde yatıyorsun? Dadın görse
seni döver. Daha yaşın da küçük, yalnız yatma üşürsün. Hava çok sert,
koynumdan çıkma kuzum" derken aslında onu kendi koynuna davet eder:
"Sen böyle soğuk yerde niçün yatar uyursun
Billahi döğer dur hele dayen seni görsün
Dahı küçücüksün yalnız yatma üşürsün
Seld oldu hava çıkma koynumdan kuzucağım
Bir cam çek ey gonca-dehen def-i humar et
Çeşmimde hayalin gibi gel geşt ü güzar et
Nakşın gibi ayine-i sinemde karar et
Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım" [11]
Bir başka beytinde "begim (beyim)" mahlasıyla açık açık bir oğlana
tutulduğunu, beyaz fesli bu oğlanın bir gözüyle yüz bin lisanı konuştuğunu;
bir sürü sohbet arkadaş ve seveni olduğunu şöyle dile getirir:
"Seyret beyaz fesde o zülf-i mu'anberi
Şeb-bûyu gör ki berk-i semenden kabası var
Bir çeşmi var ki bir nice yüz bin lisan bilir
Bin hem-zebanı hem-demi bin aşinası var
Bilsen begim ederdi seni eşk bi-karar
Şimdi Nedim'in öylece bir macerası var" [11]
Yine begim diye seslenerek bir oğlana tutulduğunu şöyle anlatıyor:
"Fırka-i erbab-ı dilden zümre-i zühhada dek
Hep esirindir begim hatta dil-i na-şada dek" [11]
Nedim ayrıca Farsça şiirler de yazmıştır. "Sevgililerin sakalları" üzerinde
durulan bu şiirlerinde sevgilinin sakalı ve kirpikleri ile ince bellerini
kıyaslamıştır. [13]
Bilindiği gibi sakal cinsiyete bağlı bir özelliktir. Sakalın çıkması, tıpkı
diğer oğlancılık içerikli şiirlerde de olduğu gibi genç erkeklerin çekici
olmaktan çıktığı nokta olarak vurgulanmıştır. Tabi bazı şairlerin yüzünde yeni
yeni sakal çıkmaya başlamış pürüzsüz yanakları ve bacakları övdüğü şiirler de
vardır. [10]
Bu doğrultuda "Saçtan saça, vücudunun her yerini öpülesi buluyorum" dediği
şiirinde de yetişkin bir erkekten bahsetmiş olduğu kuvvetli bir ihtimaldir.
Osmanlı'da dönem dönem eşcinsel ilişkilerin var olduğu ya da artış
gösterdiğini kaynakları ile, o dönem yazılan çizilen kitapların ad ve
metinleri ile göstermemize rağmen birçoğumuz türlü hakaretlere uğruyor, hatta
vatan haini bile ilan ediliyoruz. Çünkü İslam'ın egemen olduğu eğitim
Osmanlı'yı tamamen İslam'a uygun yaşayan bir imparatorluk gibi göstermiştir.
Osmanlı'da eşcinsellik konularına değinince ağır hakaret ve tehditlere maruz
kalındığından eğitimcisinden siyasetçisine, din adamına kadar birçoğu bu
konuya değinmemeyi tercih etmiştir.
Nedîm üzerinde bir çalışma yapan Kemal Sılay, Nedim'in şiirlerindeki eşcinsel
içeriklerle ilgili bölümde, bu etkileşimin göz önüne alınmamasının nedenleri
olarak toplumun ve günümüz bilim insanlarının ahlâk kurallarını gösterir.
Şöyle der:
Ankara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümündeki üniversite
eğitimim boyunca Osmanlı Divân Edebiyatında homoseksüel konular hakkında
verilmiş tek bir ders duymadım. Bazı liberal profesörler,, klâsik
edebiyatta homoseksüelliğin "olabilirliği" hakkında son derece önemli
ifadeler kullanmaya kalkıştıklarında Osmanlı şiirinin kökeninde
özellikle antik Yunan kaynaklı bir "yabancılık" bulmaya çalıştılar.
Bunun ahlakçılıktan kaynaklandığı görülüyor. Ve belki de İslamcılar Türk
çocuklarına böyle
kabul edilmez konuları anlatmamak için çaba sarf ediyorlar. Bunu inkâr
edemedikleri zaman da bu davranışla başkalarını suçluyorlar.
Ahlakçı/İslamcı eleştirinin Nedîm hakkındaki yöntemi sessiz kalmak oldu.
Hasibe Mazıoğlu bile -k i O, Osmanlı divan şiiri üzerindeki derin
bilgisiyle öğrencilerini ve meslektaşlarını her zaman kendine hayran
bırakmıştır- Nedîm üzerindeki araştırmasında homoseksüel özelliklere
değinmemeyi seçmiştir. [12]
NOTLAR
● Cami ve kasırlarda kitap dolapları yerine başlı başına kütüphane
binası kurmanın tercih edildiği Lale Devri’nde Sultan III. Ahmet, “Saray-ı
Cedid-i Amire (Topkapı Sarayı)” denilen “Yenisaray”daki dağınık kitapları
bir yerde toplamayı uygun bulmuş, II. Selim’in zaten bakımsız bir halde olan
köşkünü yıktırıp yerine kendi adıyla anılan veya “Enderun Kütüphanesi” de
denilen yeni bir kütüphane binası yaptırmıştır. Yapının inşaatına 17 Şubat
1719’da başlanmış, 23 Kasım 1719’da yapı törenle açılmıştır.