BABİL KULESİ MİTİ VE PARALELLİK GÖSTEREN PİRAMİT-ZİGGURATLAR
Mezopotamya efsanelerinin Meksika Volkanik Vadisi'ne kadar uzandığı görülür. Birbirlerinden, engin okyanuslar ve çöller ile ayrılmış olan bu dağınık kültürlerin mitolojilerinde birbirine benzeyen hikayeler görülür. Tıpkı Babil
Kulesi veya Cholula Piramidi gibi. Bunlar dünyanın farklı bölgelerinde yer alsalar
da çarpıcı biçimde birbirine benzeyen yapılardır.
Farklı kültürler tarafından inşa edilen zigguratlara dair çokça hikaye
bulunur. Bu masalların ortak birkaç bileşeni vardır: Öfkeli tanrılar, dillerin çoğaltılması, küresel bir tufan felaketi ve antik
yapılar. Bu yönleriyle hepsi sanki deşifre edilmeyi bekleyen büyük bir küresel
bulmacanın parçaları gibi iç içe geçmiş durumdadırlar.
Mitoloji göründüğü haliyle körü körüne kabul edilmemelidir ancak öte yandan
onu tamamen reddetmek de tutarsız bir davranış olacaktır.
Karşılaştırmalı mitoloji konusunda en ünlü bilim insanlarından Carl Jung ve Joseph Campbell gibi isimler, farklı kültürler arasında yaygın görülen
mitolojik benzerliklerin, insan bilinçaltının ortak (kolektif) birikiminden türetilen
temel arketiplerin oluşumuyla açıklanabileceğini söylüyorlar.
Tanrılarla ilişkili ve birbirine benzeyen anlatılara sahip yapılara Babil Kulesi ile başlayalım.
Babil Kulesi, Yaratılış Kitabı'nın 11. babında anlatılır. Bu anlatı küresel
bir tufan felaketini izleyen nesillerin tek bir dil altında birleştiğini
belirtir. Bu metinlere göre insanlar batıya, Şinar bölgesine (Sümer veya
günümüz Irak'ı) göç ettiler ve heybetli kulesi olan büyük bir şehir inşa
etmeye başladılar.
Bu kulenin bir şekilde onları güçlendireceğine ve gelecekte herhangi bir
imhayı-felaketi önleyeceğine dair ilginç bir görüş taşıyorlar. Dahası bu
proje tanrıya hakaret olarak görülüyor. Bu çabaya karşı koymak için, tanrı
onları birleştiren dili birden fazla dil haline getirerek duruma müdahale
eder, aynı dili konuşamayan insanlar birbirleri ile anlaşamaz, iletişime
geçemez hale gelirler. Yani tanrı Babil kulesi projesinin altını oyar. Daha
sonra bu insanları gezegene dağıtır.
Yaratılış Kitabı, 11.Bab:
Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri
kullanırlardı. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya
yerleştiler.
Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine
tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım”
dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne
dağılmayız.”
RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için
aşağıya indi. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre,
düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi,
“Gelin, aşağı inip*
dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.”
Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu
nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada
karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı. [1]
Antik çağlardan günümüze kadar çeşitli yazar, akademisyen ve araştırmacı bu metinle
ilgili çeşitli yorumlar yapmışlardır. Örneğin Josephus, bu hikayenin önemli noktasının, kulenin dikilmesini emreden ve İncil'in Nemrut olarak bahsettiği zalim
hükümdarın küstahlığı olduğunu yazmıştır. Başka bir yoruma göre ise bu anlatı, farklı dillerin ve kültürlerin kökenine açıklama getiren etiyolojik**
bir efsanedir.
Yapılan bilimsel gözlemler, söz konusu yapıyı eski Babil ve Sümer'in
gizemli zigguratlarıyla ilişkilendirerek tanımlamaya çalışmış olabilir. Ancak metinlerde
adı geçen şehirlerin tarihsel bir temele sahip olması, söz konusu hükümdar tarafından kurulduğu söylenmesi ve bir kule ya da kule benzeri yapı inşa edildiğinin anlatılması gibi yönlere bakılırsa bu ilişkilendirme mantıklı
sayılabilir.
Neticede dinlerin kutsal olduğuna inanılan kitaplar insan ürünü
olduğundan onları yazanlar çevreden duyup ekledikleri hikayelere ek olarak gördüğü şeyleri de yazmış olabilirler.
Modern bilim insanlarının bir kısmının ortak kanısına göre bu kule II.
Nebukadnezar tarafından restore edilen ve daha sonra Büyük İskender tarafından
gerçekleştirilen restorasyon girişiminde yıkılan, Babil'deki Etemenanki
Ziggurat'ı olduğu yönündedir.
Büyük İskender MÖ 331'de Babil'i ele geçirdiğinde Etemenanki'nin onarılmasını emretmişti. Yıllar sonra, MÖ 323'te antik kente döndüğünde onarım konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmediğini fark edince, son kez yapılacak yenileme çalışması için ordusuna tüm yapıyı yıkmasını emretti. [7] Ancak İskender ölünce yeniden yapılanma da durmuş oldu. [8]
Zigguratlar toplu ibadet için kullanılmıyordu çünkü adandığı tanrının mesken yeri
olduğuna inanılıyordu. O yüzden buralarda sadece seçkin rahipler, küçük bir
silahlı muhafız birliği bulunurdu.
Herodot'a göre zigguratın en tepesinde,
içinde küçük bir türbenin olduğu tapınak bulunuyordu. Bu tapınakta baş rahipler gizli ayinler yaparak özel adaklar sunuyordu.
1880'lerde keşfedilen Neo-Babil temel silindirlerindeki yazıtlarda Kral'ın
restorasyon çabalarının anlatıldığı görülür. Şöyle yazar:
"O sırada efendim Marduk bana, Babil'in zigguratı Etemenanki ile ilgili
olarak, benden önce (zaten) çok zayıf kalmış ve kötü bir şekilde bükülmüş
[olan zigguratın] altının cehennem aleminin göğsüne dayanmasını, tepesinin
göklerle rekabet etmesini emretti. Fildişi, abanoz ve musukkannu ağacından
maşalar, kürekler ve tuğla kalıplar yaptım ve onları toprağımdan toplanan
geniş bir işgücünün eline verdim. Onlara sayısız kerpiç tuğla ve yağmur
damlası sayısınca pişirilmiş tuğla şekillendirdim. Arahtu Nehri'nin tıpkı
muazzam bir sel gibi asfalt ve zift taşımasını sağladım.
Ea'nın anlayışıyla,
Marduk'un zekasıyla, Nabû ve Nissaba'nın bilgeliğiyle, beni yaratan tanrının
sahip olmama izin verdiği engin akıl aracılığıyla, büyük aklımla düşündüm, en
bilge uzmanlar ve bilir kişiler ile [yapının] boyutları on iki arşınlık kural ile
belirledi. Usta yapımcılar ölçüm iplerini gerdiler, sınırları belirlediler.
Şamaş, Adad ve Marduk'a danışarak onaylarını aradım ve ne zaman zihnim [yapı] üzerinde tartışsa (ve) boyutları düşünüp (emin olamasam) büyük tanrılar onaylama yöntemi (kehanet) ile bana [gerçeği] bildirdiler. Şeytan çıkarma
zanaatıyla, Ea ve Marduk'un bilgeliğiyle orayı arındırdım ve ana platformu
eski temel üzerinde sağlamlaştırdım. Temellerine dağdan ve denizden, altın,
gümüş, değerli taşlar yerleştirdim. Tuğla işçiliğinin altına ışıltılı sapsu,
tatlı kokulu yağ, aromatikler ve kırmızı toprak yığınları koydum. Kraliyet resmimin toprak sepeti taşıyan tasvirlerini yaptım ve (onları)
çeşitli şekillerde yapının temeline yerleştirdim. Onu
eski zamanlarda olduğu gibi Efendim Marduk için merak uyandıran bir nesne yaptım." [2]
Bu kraliyet yazıtının 1880'lerde keşfedilmiştir. Daha eski tarihte bu zigguratın açıklamasını yapan tek isim MÖ 5. yüzyılın ortalarından kalma yazılarında
onu tanımlayan Herodot'tur. Heredot'un yazdıkları şöyledir:
"Kasabanın her bölümü merkezi bir kale tarafından işgal edildi. Birinde
kralların sarayı [vardı], büyük sağlamlık ve büyüklükteki bir duvarla çevriliydi:
diğeri Jüpiter Belus'un [Zeus] kutsal bölgesiydi. Sağlam pirinçten kapıları
olan, her iki yana uzanan 402 metrelik kare şeklinde bir mahfazaydı; bu da
benim zamanımda kaldı. Bölgenin ortasında, üzerinde ikinci bir kule
yükselen, 201 metre uzunluğunda ve genişliğinde sağlam duvarlı bir kule
var ve bunun üzerinde üçüncüsü, onun üzerinde dördüncüsü şeklinde sekize
kadar [kat kat] devam ediyor. Zirveye tüm kulenin etrafını saran dışarıdaki bir patika yol ile çıkılır. Biri yarı yolda kaldığında, zirveye giderken
yolda bir süre oturabilmesi için oturaklar ve bir dinlenme yeri bulunur. En
üstteki kulede geniş bir tapınak var ve tapınağın içinde, yanında altın bir
masa olan, zengin bir şekilde süslenmiş, alışılmadık büyüklükte bir kanepe
durur. Buraya dikilmiş herhangi bir heykel bulunmaz. Tanrının rahipleri olan
Keldanilerin [Babilliler] de onayladığı gibi, geceleri [burada] ülkedeki tüm
kadınlar arasından tanrı tarafından kendisi için seçilen bir kadın
bulunur." [3]
Tevrat'taki anlatılardan uzun zaman önce yazılmış çok sayıda Sümer efsanesi vardır. Dolayısı ile bu mitlerin Tevrat'ta yer alan metinlerin öncülleri olması kuvvetli bir ihtimaldir.
Bu mitlerden biri "Enmerkar ve Aratta Efendisi"dir. Uruk kralı Enmerkar şehrini dağların arkasında yatan zengin şehir Aratta'da bulunan değerli
metal ve taşlarla süslemek ister. Aratta'nın tanrıçası İnanna, Enmerkar'a
yardım eder ve ona Aratta'ya meydan okuyan bir haberci göndermesini öğütler.
Karşılığında kraldan bir şey ister ve bu isteğin onun lehine
olduğunu belirterek iddiasını güçlendirir.
Daha sonra Enmerkar, Nudimmud büyüsünü yaparak, krallar aralarında tartışabilsin
diye Enlil'in tüm dilleri bir araya getirip tek bir dil yapmasını sağlar. Zamanında insanların konuştuğu tek dili çoğaltan ise tanrı Enki'dir.
İlgili tablet metni şöyledir:
Ona kutsal şarkıyı, odalarında söylenen büyülü sözü söyleyin - Nudimmud'un
büyüsü: "Yılanın olmadığı, akrebin olmadığı, sırtlanın olmadığı, aslanın
olmadığı, ne kurt ne de köpeğin olmadığı o gün, ne korku ne de titreme
olduğunda insanın rakibi yoktur! Böyle bir zamanda çok dilli Cubur ve Hamazi
toprakları ve benim muhteşem dağım Sümer ve uygun olan her şeye sahip olan
Akad ve güvenlik içinde dinlenen Martu toprağı - tüm evren, iyi korunan
insanlar - hepsi Enlil'e tek bir dilde hitap etsinler! O günlerde hırslı
bey, hırslı prens, hırslı kral Enki, Enki, hırslı bey, hırslı prens, hırslı
kral, hırslı bey, hırslı prens, hırslı kral, Enki, bereketin beyi, doğru
söyleyen bey, Yurdun bilge, anlayışlı beyi, tanrıların
uzmanı, anlayışıyla anılan Eridug’un beyi, yerleştikleri sürece [insanların] ağızlarındaki dili değiştirdi ve bu yüzden insanlığın konuşması gerçekten
birdir."
[4][5]
Yani bu Sümer efsanesinde Tevrat'a geçen tema vardır, bir olan dillerin
bozulması. Tek fark İbrahimi dinlerde bu dilleri bozarak çoğaltan tanrı iken,
Sümer metinlerinde bu karakter tanrı değil Enki yani şeytandır.
Çerokiler de (Amerikan
yerlileri) bu Sümer efsanesine benzeyen unsurlar içeren sözlü geleneğe sahiptir. Bir Kızılderili efsanesine bakarak bunu görelim:
Büyük suların ötesinde yaşadığımızda Çeroki kabilesine ait 12 klan vardı.
Yaşadığımız eski memlekette ülke büyük sellere maruz kaldı. Bu yüzden bir konsey yaptık ve cennete kadar yükselen bir ambar inşa etmeye karar
verdik. Ambar inşa edildikten sonra, tekrar seller geldiğinde
kabilemiz dünyayı terk edip cennete (göğe) gidecekti. Büyük bir
yapı inşa etmeye başladık ve en yüksek göklerden birine yükselirken büyük
güçler tepeyi yok ederek yapının yüksekliğinin yaklaşık yarısına kadarını kestiler.
Ancak kabile, can güvenlikleri için cennete uzanan yapıyı inşa etmeye
tamamen kararlı olduğundan cesaretleri kırılmadı, tanrıların verdiği zararı
onarmaya başladılar. Sonunda yüksek yapıyı tamamladılar ve kendilerini
sellere karşı güvende gördüler. Ancak tamamlandıktan sonra tanrılar yüksek
kısmı tekrar yok ettiler. Çerokiler hasarı [tekrar] onarmaya karar verdiğinde kabilenin dilinin karıştırıldığını veya yok edildiğini gördüler. [6]
Greko-Romen anlatısında Tartarus ve Gaia'nın birleşmesi sonucunda yaratılan, yılan ayaklı ölümsüz devler olan Gigant efsanesi bu öykü ile neredeyse
aynıdır. Ancak objektif olarak kabul edilmelidir ki bu kültürlerin yakın
teması söz konusu olduğundan duydukları efsaneyi Mezopotamya'dan Akdeniz'e
aktarmış olmaları çok güçlü ihtimaldir.
Dünyanın en uzak köşelerinde bulunan paralel mitoslar ve esrarengiz yapılardan biri de Meksika'daki
Büyük Cholula Piramidi'nin meşhur ikiz kulesidir.
Günümüze kadar keşfedilenler içinde hacim olarak en büyük piramit
Meksika Vadisi'nde bulunur. Büyük Cholula Piramidi olarak bilinen bu muazzam
piramit, Mezoamerikan tanrısı Tüylü Yılan, diğer adıyla Kuş-Yılan (Quetzalcoatl) ve yakınlarındaki
esrarengiz Teotihuacan bölgesi ile yakından ilişkilidir. Bu yapı ve daha
önce hakkında konuştuğum ziggurat, tasarımları açısından benzer olmasalar da
mitolojik gelenekleri ve gizemli işlevleri açısından oldukça benzerdir.
Aztekler için Cholula Piramidi ve Teotihuacan kutsal hac yerleriydi. Aztek mitolojisine göre Quinametzin, önceki “Yağmur Güneşi” döneminde bölgede yaşayan
devlerin bir ırkıydı. 3,7 metre uzunluğundaydılar ve hem Teotihuacan'ın hem
de Cholula Piramidi'ni inşa edenler onlardı.
MS 16. yüzyıl Dominik rahiplerinden Diego Duran, eski bir Cholula rahibi
tarafından kendisine iletilenler hakkında bir rapor yazmıştı. Yazdıklarına göre, güneş
ilk doğduğunda karada devler vardı ve onları Güneş'e götürecek bir kule
inşa etmeye karar vermişlerdi. Yaratıcı tanrı buna öfkelendi ve
gökyüzü sakinlerini kuleyi yıkmaya ve devlerin ırkını dağıtmaya çağırdı.
Aztek mitolojisinde buna benzer başka bir efsane daha vardır. 7 dev, dehşet verici bir tufandan sağ
kurtularak vadiye gelir ve tekrar böyle bir felaket olursa diye devasa bir piramit inşa etmeye
çalışırlar. (aralarında Xelhua'nın da bulunur) Tanrılar buna
öfkelenerek piramidin üzerine ateş topları fırlatır, birçoğunu öldürür ve böylece piramitin inşası da son bulur.
Tabi bu Mezo-Amerikan mitlerinin Tevrat-İncil metinlerini yansıtması, bunlarla
paralellik göstermesi, onları ilk kaydedenlerin keşişler, katolik rahipleri ve
misyonerler olmasından kaynaklanıyor da olabilir. Yani Aztek efsanelerini kaydeden Musevi ya da Hristiyan din adamlarının bu efsanelere eklemeler yapmış olabileceği çoğu kez tartışılmış bir
konudur.
Bu Aztek efsanesine farklı bir bakış açısı kazandırabilmek için onunla paralellik
gösteren yerlerle ilişkili isimlerin köken ve anlamlarına bakmak gerekir.
Cholula kelimesini Nahua*** dilinde "sığınak yeri" anlamına gelen Cholollan'dır kelimesinden gelmektedir.
Teotihuacan kelimesi ise "İnsanların Tanrı Olduğu Yer" demektir.
Chimalpopoca metinlerinde, Teotihuacan ve Cholula ile ilişkilendirilen tanrı Tüylü Yılan'ın bir süre Dünya'da yaşadıktan sonra kız kardeşi olan
bekâr rahibe ile birlikte içerek sarhoş olduğu, onunla çiftleştiği ve kutsal
yükümlülüklerini ihmal ettiği anlatılır. Ertesi gün o ve ona tabi olanlar
muazzam bir taş sandık dikerler. Tüylü Yılan bu sandığın içine uzanır,
her yeri yeşim taşı ile kaplanır ve ateşe verilir. Külleri ve yüreği göklere
yükselince sabah yıldızına yani Venüs'e dönüşür.
Antik Yunan'ın Gigant anlatısı, devlerin dağların tepesine devasa kayaları
yığarak Olimpos'u yani gökyüzünü kuşatmaya çalıştıklarını anlatır.
Tüm bu benzerliklerin nasıl var olduğunun cevabı insanoğlunun göğe yüklediği kutsallıkta yatar. Gökyüzünün tanrıların ya da cennetin mekanı olduğu düşünüldüğünden bu kutsal alana erişme çabalarına yönelik hikayeler türetilmiş, yüksek yapılar inşa edilmiştir. Yani benzerliklerin asıl nedeni kolektif bilinçtir. Kimilerine göre ise bu benzerliklerin
çok daha gizemli nedenleri vardır...
DİPNOTLAR
* Kur'an'da arşa istiva eden
Allah gibi Yahve'de göktedir. Bu İbrahimi dinlerin geleneksel
inancıdır.
** Bilinmeyen bir şeyin
kökenini açıklayan bir mit türüdür.
*** Nahuatl, Meksika'da ve El Salvador'da Nahualar tarafından
konuşulan bir dildir.