DEPREMLER, DAĞLAR VE KUR'AN MUCİZESİ (!)
Müslümanların Kur'an ayetlerini eğip bükerek yarattıkları mucizelerin bir kaçını daha önceki yayınlarda çürütmüştüm. Örneğin denizlerin karışmaması, evrenin genişlemesi iddiaları gibi. Fakat hala bir grup insan Kur'an'da mucize aramaya devam ediyor.
Geçenlerde Youtube'de bir video ile karşılaştım. Programın konuğu ünlü jeoloji uzmanı Prof. Celal Şengör'dü. Bu programda bir Müslüman arkadaşımız Celal beye bir soru sordu. Soru özetle şöyle: Siz Kur'an'ın ilahi bir kitap olduğuna neden inanmıyorsunuz? Celal Şengör'ün cevabı şöyle oldu: “Ben bir bilim insanı olarak Kur'an'daki doğayla, bilimle alakalı ayetleri okuyorum ve yanlış olduğunu görüyorum”
Soruyu soran arkadaş "yanlışlardan bir tane örnek verebilir misiniz" dediğinde, Celal bey Lokman süresinin 10. ayetini örnek olarak göstermişti. Bunun üzerine Caner Taslaman, Edip Yüksel gibi modernist Müslümanlar uzmanlık alanları olmadığı halde Celal hocaya jeoloji dersi vermeye kalktılar. Fakat Celal beyin kendisi bile değil, öğrencileri bu iki modernistin cevabını layığınca verdi. Bende bu yazımda bahsi geçen konuyu ele alacağım ve Kur'an'ın bu konuyla ilgili anlattıklarının ne kadar hatalı olduğunu ve Allah'ın jeoloji bilgisinin ne kadar zayıf olduğunu sizlere göstereceğim.
Lokmân Suresi, 10. Ayet: "Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik."
Öncelikle ayette dağların sabit olduğu yazıyor. Bu Neml suresi 88. ayetteki "hareket eden dağlar" sözüyle zaten çelişkili. Allah iki ayet yazıyor, birinde dağlar sabit derken diğerinde ise hareket halindeler diyor. Bu bariz bir çelişki değilse nedir? En iyi ihtimal Tanrı bizlerle kafa buluyor. Neyse bu konuyu bir kenara bırakarak asıl meselemize dönelim.
Allah bizlerin sarsılmaması için dağları yarattığını söylüyor fakat unuttuğu bir şey var. Dağlar zaten depremlerin sonucunda ortaya çıkıyor. Var oluşları bile depreme dayanan dağlar nasıl olur da bizleri sarsıntıdan koruyabilir ki?
Dağların yoğun olduğu bölgeler zaten litosfer levhalarının kesişme bölgesidir. Bilimin fay hattı dediği bölgelere baktığımızda buralarda uzun sıradağlar oluştuğunu görüyoruz. Örneğin Himalaya ve Altay dağları gibi.
Caner Taslaman Edip Yüksel gibi modernistler “Celal Şengör sebep-sonuç ilişkisini karıştırıyor” diyerek kutsal kitaplarının bilimle çelişen ayetlerini kurtarmaya çalıştılar. Dağların deprem sebebi olmadığını biliyoruz zaten fakat dağların depremi önlediğini iddia etmek en azından cahilliktir.
Modernist Müslümanlar belli ki Celal Bey'in o programını izlememiş bile. Zira Celal bey dağlar depreme neden oluyor diye bir ifade kullanmadı. Celal Bey'in eleştirdiği nokta dağların deprem önleyici olduğunun iddia edilmesiydi.
Edip Yüksel kafir dediği halde yaşamakta olduğu Amerika'da bir jeolog bulup ona kamera önünde “dağlar depremde birer tampon rolü üstleniyor” dedirterek yine kutsal kitabını kendince kurtardı ama unuttuğu bir şey var. Her yıl dağların sık olduğu coğrafyalarda binlerce deprem oluyor ve binlerce insan ölüyor. Peki neden oradaki dağlar tampon görevi görerek ortaya çıkan enerjiyi emmiyor? Hemen bir kaç örnek verelim:
ŞİLİ, VALDİVİA
Şili yeryüzünün en uzun sıradağları zincirine sahip. Coğrafyasının büyük bir kısmı dağlardan oluşan bir devlet. Fakat tarih boyunca burada dünyanın en büyük depremleri gerçekleşmiş.
Şili'nin Valdivia ilinde 22 Mayıs 1960'da 9.5 şiddetinde deprem meydana geldi. Meydana gelen bu büyük deprem sebebiyle 1655 kişi hayatını kaybetti, 3 binden fazla kişi yaralandı ve 2 milyon
kişi başka yerlere göç etti.
ŞİLİ, BİO-BİO
Yine Şili'nin Bio-Bio ilinde 27 Şubat 2010'da 8.8 şiddetinde deprem meydana geldi.
Deprem ve ardından gelen dev dalgalar en az 521 kişinin ölümüne, 56 kişinin kaybolmasına, 12 bin kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Toplamda 800 bin kişi göç etmek zorunda kaldı ve 1 milyon 800 bin kişi depremden direkt olarak etkilendi.
ASSAM-TİBET
15 Ağustos 1950'de karasal alanda meydana gelen 8.6'lık deprem sebebiyle çok sayıda bina hasar gördü ve 780 kişi hayatını kaybetti. Etkileri sadece Tibet'le sınırlı kalmayan depremden Çin ve Hindistan da nasibini aldı. Assam Depremi olarak bilinse de merkez üssünün Tibet olduğu biliniyor.
Dağlar depreme karşı tampon görevi görüyorsa neden bu kadar insan ölüyor ve neden bu kadar çok kayıp veriliyor?
KUR'AN'DAN ÖNCE DAĞ HAKKINDAKİ BİLGİLER
Öncelikle Muhammed'in yaşadığı bölge bu günkü Suudi Arabistan'da bulunan Mekke değil Petra'dır. Bu konuyu ayrıca ele alacağım fakat büyük bir ihtimalle Petra'daki dağları gören Muhammed bunların depremden etkilenmeyeceğini düşündüğü için Kur'an'a böyle ayetler ilave etmiştir. Bunun bir başka nedeni de Muhammed'den önce de insanların dağlarla ilgili bu tarz fikirlere zaten sahip olmasıdır. Örneğin eski Türk boylarında bile şöyle bir deyim vardır:
"Tengri, tag birle yerig basurdu". Yani "Tanrı, dağ ile yeri bastırıp daha sağlam yaptı". (Bknz. Kaşgarlı Mahmut Divanü Lugati't-Türk)
Orta Asya toplumlarında “Yeri basıp tutan dağdır, halkı basıp tutan handır” gibi atasözleri vardır.
Neredeyse tüm eski toplumlarda dağların tanrısal ve ilahi sıfatları olmuştur.. Dağlar, Tanrıların yeryüzüne indikleri ve insanlarla birleştikleri yerler olarak düşülmüş ve öyle algılanmışlardır.
Olimpos Dağı Yunan mitolojisinde Zeus, Hermes, Apollo gibi tanrıların ikamet ettiği yer olarak görülmüştür (Bkz. Tanyu 1973, 6).
Hindu geleneğinde Şiva’nın Himalaya'lardaki Kailaş dağında ikamet ettiği düşünülmüştür.
Yahudilere göre "Siyon", Çinli Budistlere göre de "O-mei (Emei)" dağları aynı karakterde düşünülmüştür (Diana L. ECK 2005, İX/6212).
Sümerler, En-Lil’i mukaddes dağların kralı olan tanrı kabul etmişler, ilk kaosun sularından yükselen dünya dağının tepesinde taht kurduğunu düşünmüşlerdir.
Fenikeliler ayinlerini ve tapınaklarını yükseklerde yapmışlar ve Lübnan dağlarını kutsal kabul etmişlerdir (Bkz. Tanyu 1973, 5-6).
Altaylar, Türkistan coğrafyasındaki ulu dağların çoğu, Tanrı anlayışıyla bağlılığı olan, "Han-Tengri", "Kayrakan (Kayra Han)", "Abu Kaan" gibi adlarla adlandırılmıştır (Beydilli 2004, 147).
Burhan Haldun Dağını kutsal kabul eden Moğollar'da da en yüksek dağlar “Dağ İlah” şeklinde düşünülmüştür (Tanyu 1973, 7).
Yakut halk biliminde de Tanrı'nın yedi katlı bir dağ üzerinde yaşadığına inanılmıştır. Başkurtlarca,"Tura Tev" olarak anılan, kutsal bilindiği için de kurban kesilmeden önce kesinlikle çıkılmayan dağ da bu silsilenin içinde yer almıştır. Gök-Tanrı'ya kurban merasimi de kutsal bilinen böyle dağlarda yapılmıştır (Beydilli 2004, 147).
Eski Türkler, her dağın bir koruyucu ruhu olduğuna inanmışlardır. Bu nedenledir ki; dağ ruhunun yardımına ihtiyaçları olduğunda ve ondan dilek dileyecekleri zaman hep dağ tepelerine çıkmışlar, kurbanlarını orada sunup, ayinlerini orada yapmışlardır. Dağ ruhunun da içinde bulunduğu “yer su” ruhlarının merhametli ve koruyucu ruhlar olarak az şeye kanaat ettiklerini, öfkelenmedikçe de kanlı kurban istemediklerini düşünmüşlerdir (İnan 1998, 472).
Çin kaynaklarında eski Türkler’in, "Bodin İnli" dağına "Ülkeyi Koruyan Ruh" gibi baktıkları, dağın yurdu sembolize ettiği, Türk mitolojik düşüncesinde de Dağ Ruhunun aynı zamanda toprağın ve yurdun koruyucusu olduğu zikredilmiştir (Beydilli 2004, 147).
Sibirya Türklerinde ise Şamanları esas koruyanın "Kara Dağ'ın Sahibi" olduğuna inanılmıştır.
Yahudiler de Tanrıya mekan mal etmişlerdir. Yahudilere göre Sion Dağı Tanrının ikamet ettiği yer olarak kutsal kitaplarında zikredilmiş, günümüze kadar da kafilelerin ziyaret yeri olmuştur (Bkz. Tanyu 1973, 11).
Tevrat Mezmurlar’da bu dağın bulunduğu Kudüs, tanrının şehri, bu dağ da tanrının dağı olarak anılmıştır (Bkz. Mezmurlar, 20/2, 4/1, 76/2, 133/13).
Yahudilikte “Yahve” kutsal dağ ile ilişkilendirilmiş, “Bir Dağ Tanrısı” olarak belirtilmiş, Sion, Sina, Hermon, Lübnan, Karmel, Tabor gibi dağlar hep Yahve’nin dağları olarak görülmüştür (Bkz. Tanyu 1973, 10).
Yahudilerin kutsal kitaplarını kendi kutsal kitapları ile birlikte Kitab-ı Mukaddes olarak benimseyen Hristiyanlık'ta da benzer anlayışı görmek mümkündür. Hristiyanlar için en önemli olan kutsal dağ İsa’nın üzerinde dolaştığına, vaaz verdiğine, gecelediğine (Bkz. Luka 22/37-38) ve orada çarmıha gerildiğine inanılan Zeytin Dağıdır. Bu dağ, Hristiyanların başta gelen ziyaret yeridir. Dağ, Hristiyan mistikleri için Allah’a yakın olmanın sembolü, dua yerleri murakabenin odağına bir çıkış yolu olarak görülmüştür (Bkz. Tanyu 1973, 15).
Trabzon'daki Sümela Manastırı (Meryem Ana), Göreme, Avanos, Ürgüp, Uçhisar gibi bölgelerdeki Peri bacaları ve başka yerlerdeki tepelere ve yüksek yerlere yapılan manastır ve kiliseler bu anlayışa işaret etmektedir.
İslam da diğer dinlerde olduğu gibi dağları tanrı mekanı ve tanrının insanlarla buluştuğu yerler olarak nitelemiştir. Arafat Dağı gerek cahiliye döneminde bir ziyaret yeri, gerekse İslami dönemde vakfe mekanı olan, önem arz eden bir yer olmuştur. Buranın Adem ile Havva’nın yeryüzünde buluştuğu yer veya Cebrail’in İbrahim'e hac görevlerinin nasıl yapılacağını öğrettiği yer olduğuna inanılmıştır. (Bkz. Boks 1991, III/263).
Muhammed'e vahyin geldiğine inanılan Nur Dağı (Cebel-i Nur), buradaki Hira mağarası ve Muhammed'in Hicret esnasında saklandığı Sevr mağarasına da kutsiyet atfedilmiş, Müslümanlarca ziyaret edilegelmiştir.
Gördüğünüz üzere eski inanışlarda dağların koruyucu özelliğinin olduğu düşünülüyordu. Muhtemelen Muhammed de bu inançlardan etkilenerek dağların insanları depremlerden koruyacağı kanısına varmış ve Kur'an'a böyle bir ayet ilave etmiştir.
İSLAM ÖNCESİ ARAPLARDA "DAĞ"
Kuranda dağlar için “Ve dağları, çiviler gibi çaktık”( Nebe’ Suresi 7. Ayet) sözü kullanılmış. Bu Kur'an'a özgü bir ifade değildir. Cahiliye Araplarına ait şiirlerde bu bilgiye zaten rastlamaktayız. İşin garip tarafı Allah kelimesi de Kur'an'a özgü bir ifade değil ve bu yüzden zaten cahiliye Arapları tarafından kullanılıyordu. Ve yine gariptir ki Kur'an'daki "yeryüzünün yayılıp döşenmesi" (Zariyat suresi 48 ayet) ifadesi de İslam öncesi Araplarda vardı.
Ünlü söz ustalarından Kus b. Sâide'nin (Ö. yak. 600) ünlü hutbesine bakalım:
"Ey halk! Dinleyin, belleyin: Yaşayan ölür. Başa gelen gelir. Gece, karanlık; gündüz, durağan; gök, burçları olan; yıldızlar parlar; denizler kabarır; dağlar birer çivi; yer yayılıp döşenmiş; ırmaklar akağında akmakta. Gökte haber, yerde 'ibret' var. insanlar gidiyorlar (ölüyorlar) ve dönmüyorlar. Öyle istedikleri için mi kalıyorlar, yoksa uyusunlar diye mi bırakılıyorlar? Ey güçlü topluluk! Nerde Semûd (toplumu), nerde Ad (toplumu)? Nerede babalar, atalar? Şükürle karşılanmayan iyilik nerede, ne oldu? Yadırganmayan zülüm nerede, ne oldu? Kus gerçek ve içinde günah bulunmayan bir antla ant içer ki, üzerinde bulunduğunuz dininizden daha sevgili bir din vardır 'Allah katında.' (Ali Muhammed Hasen, e't-Tarihu'l.Ebedi, 1964, s. 115.)
Gördüğünüz gibi Kur'an'da Allah'ın dağları çivi görevi görmeleri için yaratıp yerin sallanmasını önlediği fikri cahiliye Araplarında bile vardı.
SONUÇ
Dağların neredeyse tüm dinlerde koruyucu özelliği vardır. İslam da bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da kendinden önceki inanışlardan etkilenmiştir. Muhammed, bugün Müslümanların "cahil-putperest" dediği İslam öncesi Araplarından bile duyduklarını almış ve Kur'an'ına eklemiştir.
Sevgili Müslüman kardeşlerim eğer İslam öncesi Araplar cahil, putperest, müşrik insanlarsa o zaman sizin Kur'an'ın Nebe suresi 7. ve Zariyat süresi 48. ayetlerini inkar etmeniz gerek. Zira bu bilgiler İslam öncesi Araplara ait.
Dağların yer yüzünü sallantıdan korumak için çivi gibi çakıldığı fikri Kur'an'a özgü bir bilgi değildir, zaten bu inanış şekli Muhammed doğmadan önce de vardı. Dağların yeryüzünü sarsıntıdan koruduğunu ispat eden bir tane bile olsun bilimsel belge yoktur.