HABERLER
Dini Haber

İSLAM'DA FARKLI İNANÇ ŞEKİLLERİ

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, İslam'da farklı inanç şekilleri, Farklı Müslüman inanışları, Peygamber mi Allah mı?, Allah dayatması, Hz Muhammed, İslamı sorgulamaya giden yol,

İSLAM'DA FARKLI İNANÇ ŞEKİLLERİ

Bu başlık altında ele alacağım konu, meshep ya da tarikatlarla, cemaatlerle ilgili değil.

Dindar olduğum dönemlerde, tanıdıklarla veya yeni tanıdığımız insanlarla bazen dini konuları içeren sohbetler yapardık. O zamanlar İslâm’ı modern şekilde yorumlamaya çalışan Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi İlâhiyatçılar çok popülerdi. Biz de ailecek, etrafımızdaki çok tutucu ve çok dindar olan dini yapıdan kendimizi bir parça ayırır ve Sosyete hocası denilen bu tür kişilerin görüşlerini dinler, hak verir ve etrafımıza da sohbet aralarında anlatmaya çalışırdık. Bu sohbetler bazen tartışmaya döner ve baktık ki işler kötüye gider,  bir birimize gireceğiz, karşılıklı olarak hemen konuyu kapatır, farklı şeylerden konuşmaya başlardık.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK, hangi kanaldı hatırlamıyorum ama “Ayşe ÖZGÜN ile her gün” isimli bir programda Cuma günleri konuk olarak bulunuyordu. Ayşe hanım, Yaşar Nuri beyin, İslâm ile ilgili bir kitabını elinde bulunduruyor ve kendisine ilginç gelen konular ile ilgili sorular soruyordu. O günlerden hatırlayabildiğim şeyler, “İslâm’ın şartı 5 değildir, kadınlar Cuma namazı kılabilir, kadın başı açık şekilde namaz kılabilir, cenaze namazı sırasında kadınlar da erkeklerle  ön sırada saf tutup cenaze namazını kılabilir,…” gibi konular yer alıyordu. İnsanlar bu tür konuları dinlerken ve kendilerine öğretilen geleneksel din ile Kur’an’da var olan dinin farklı olduğunu fark edince şok oluyorlardı. Bu yönü ile kendisine bir çok taraftar toplamış olmasına rağmen bir çok kişiyi de karşısına almıştı. Yaşar Nuri bey, her ne kadar kendi çapında İslâm’ı,  yobaz  ve gerici bir din olmaktan çıkartıp modernleştirme çabasına girmiş olsa da (belki de öyle görünmeye çalışıyordu),  aslında bu ülke insanının bilincine çok güzel şeyler kattığına inanıyorum. Peki neler kattı?
  • Öncelikle geleneksel din ile Kur’an dini arasındaki farkları ve çelişkileri ortaya koyarak inançlı kesimin dikkatini uyardı. Buna, uyuklayan insanı omzundan tutup silkelemek de diyebiliriz.
  • Müslüman kesime, din ile ilgili bir ibadet veya bir emir ya da benzeri bir şey yaparken, “Ben bunu doğru yapıyor muyum? Allah gerçekten böyle yapmamı mı istemiş? Kur’an’da bu geçiyor mu? Bunun aslı faslı nedir?” gibi düşüncelerle dini yaşantısını sorgulama ve kontrol etme ihtiyacı hissettirdi. 
  • O zamanın ilahiyatçılarına dek, bir çok konuda soru soran ve sorgulama yeteneği olan fakat dini konularda sorular sormaya çekinen, aklına ters bir soru geldiğinde “şeytan işi” diyen “ayıptır, günahtır” diyen ve soru sormaktan çok fetvaya ihtiyaç duyan Müslüman’lara cesur sorular sormalarının ve sağlıklı sorgulama yapmalarının kapısını açtı. Bunun sağladığı en güzel fayda ise “DİN SORGULANMAZ!” inanç kalıbının yıkılmaya başlamasıdır.
  • O zamana kadar Kur’an’ı sadece Arapça okunuşu ile okuyan, Türkçe meali ile okuma alışkanlığı olmayan Müslüman halka “Evinizdeki Kur’an mealini, duvarınızda süs niyetine asmayın, açın okuyun” diyerek insanları Kur’an’ın Türkçe mealini okumaları yönünde teşvik etti. Bu çok önemliydi çünkü eski İlâhiyatçılar ve özellikle Diyanet, Kur’an’ın anlaşılması ağır bir kitap olduğunu ve ancak onu, alanında uzmanlaşmış İlâhiyatçıların ve hocaların okuyup anlayabildiklerini ve vatandaşın da ancak bu hocalardan gereken bilgiyi alabileceklerini söylerlerdi. Kur’an’ı anlama algısı  bu şekilde oluşturulmuştu. Yaşar Nuri ÖZTÜRK ile,  bu algı değişime uğramaya başladı. 
  • Emeviler ve Abbasiler gibi İslâm topluluklarının dini ve Kur’an’ı nasıl yozlaştırmaya çalıştığını ve tahrif edildiğini çok kez dillendirdi. Bu konularla ilgili olarak bir çok kişinin zihninde “Kur’an gerçekten de kıyamete kadar korunuyor mu?” şüphesini getirdi. 
  • Yaşar Nuri beyin, din ile ilgili bence bu ülke insanına kazandırdığı en güzel şeylerden birisi de her ne kadar İslâm Peygamberini yüceltse de Arap milletlerinin yaşantısından haz etmeyen ve o milletlerin yaşantısını, insan haklarına aykırı olarak gören ve bunu bir çok kez dile getirerek halkı bu konuda bilinçlendirmeye çalışmasıyla ilklerden biri olmasıydı.  Onun dönemine kadar bir çoğumuz, Suudi Arabistan’ı kutsal bir ülke olarak görürdük. Hatta Araplar da kutsaldı. Suudi Arabistan içinde yangın çıkan bir otelden kadınların kurtulmak için yarı çıplak bir şekilde can havliyle dışarı koşarken, emniyet güçlerinin “kadının dışarıya yarı çıplak şekilde çıkması günahtır” diyerek kadınları tekrar alevlerin olduğu otele tıkmaya çalıştığından tutun da, Ramazan ayına girişin tespiti için bilimsel ve kesin  yöntemler yerine görevli birisinin yüksek bir tepeye çıkartılıp ayın durumunu gözlemleyerek ancak Ramazan ayına girişin karar verildiğine kadar bir çok insanlık ve akıl dışı olayları yeri geldiğinde sık sık anlatırdı. Bunları dinleyen halk, haliyle Arap ülkeleri ile kendi yaşantısını ve ülkesini  karşılaştırıp Arap milletlerinin dindarlıktan çok cehaletle ve gericilikle yaşayan topluluklar olduğuna vakıf oldu. Şu an için bu tür bilgilere herkes ulaşabiliyor fakat internetin olmadığı ve televizyon kanalının tamamen devletin tekelinde olduğu ve özel kanalın sadece birkaç tane olduğu 90’lı yıllarda bu tür bilgilere ulaşmak çok zordu. Öğrencilik yıllarımızda ise din dersi öğretmenleri, Arap ülkelerini öyle yağlı ballı anlatırlardı ki, oralar sanki hayalimizde cennet diyarıydı. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, bizlere cennet diyarı diye anlatılan masallardan insanların ciddi bir kısmını uyandırdı ve Medeni yasalar ile Şeriat yasaları arasındaki farkı irdeleyip anlamamıza vesile oldu. 
  • Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an ve ükemizdeki İslâm geleneğine yönelik cesur yorumlarıyla gündeme oturmaya başladıktan sonra aynı görüşe ya da benzer görüşe sahip  diğer İlâhiyatçılar teker teker konuşmaya başladılar. Aslında bir çoğunun benzer görüşü yeni değildi fakat o dönemlerde insanların en etkili iletişim ve haber aracı olan televizyon vasıtası ile bu yolu diğerlerine açan Yaşar hoca oldu.
  • O dönemlerde, geleneksel din ile Kur’an arasındaki farklar incelenip sorgulanıp sonrasında Kur’an’ı kim daha doğru yorumluyor sorgulamalarına gidildi.  O sorgulamanın ardından gelen  soru ise “Kur’an ayetleri insan haklarına, çocuk haklarına ve kadın haklarına uygun mu?”. En son geldiğimiz noktada ise en popüler olan sorgulama sorusu şu şekilde: “Ateistler, dinimizde bunun böyle böyle olduğunu söylüyorlar, yoksa doğru mu?”

Bazı yazılarımda Modernist diye tabir ettiğim İlâhiyat profesörlerini, hocaları yerden yere vurup eleştirdiğim çok oldu fakat biraz derin düşününce, benim ve benim gibi bir çok kimsenin Arap yutturması bu dini sorgulayıp bırakmamızdaki süreçte onların katkılarını görmezden gelemem. Yaşar Nuri beyin döneminden önce, dine  yöneltilebilecek çok cesur soruları bırakın sormayı  aklımıza bile getirmezdik.
O dönemlerden bu dönemlere doğru gelindiğinde, dini bilgileri sorgulayan, araştıran, düşünen  bir kısım  insanın(ülkemiz için söylüyorum) kafasında bir birine benzemeyen ama en çok da İslâmiyet’e benzemeyen fakat İslâm gibi görünen inanç türleri oluştuğuna şahit oldum. Karşılaştığım bazı durumlar, yaptığım bazı sohbetler, tanıdığım bazı kimselerden tesadüfen işittiğim kişisel dini tutumlar  ve sosyal medyada gözlemlediğim izlediğim bazı durumlar üzerinden bunların neler olduğunu, ilgili başlıklar altında paylaşmak isterim.

  • Bir şeyler yanlış!
Dindar kesim içerisinde namaza başlayan ve bir süre sonra bırakan insanlara rastlamışsınızdır. Ben de o insanlardan biri idim geçmişte. Ortalama 5 yıl namaz kıldım. Çevremdeki insanların “namaza bir başlasan müptelası olursun, için o kadar huzur dolar ki…” gibi sözlerini dikkate alırdım ama o huzuru yaşadığımı söyleyemem. Gerçekten söyleyemiyordum çünkü bir kez söyledikten sonra “Sen Allah’ı gerektiği gibi sevmiyorsun” cevabını aldım ve susmayı tercih ettim. Sonrasında bıraktım namaz kılmayı. Namazı bırakmamın ardından 1 yıl sonra başka bir tanıdığım ile sohbet ederken konu namaza geldi(çekim yasası dedikleri bu olsa gerek). Tanıdık olan kişi İlâhiyatı bitirmiş. Kendisinin daha önceleri çok kez namaza başladığını fakat namaza kendisini bir türlü veremediğini, hûşû dedikleri huzuru ne namazda ne de namaz sonrasında hiç yaşamadığını ve namazın kendisine “gereksiz bir ibadet” hissi verdiğini ve en sonunda namaz kılmayı bıraktığını söyledi ve devamında “Bu namazda yanlış olan bir şeyler var. Günümüze kadar orjinali ile geldiğine inanmıyorum. Bence Allah’ın Peygamberimize öğrettiği namaz ile bize kadar gelen namaz, aynı namaz değil. O yüzden ben, namaz kılmak yerine, namaz vakitlerinde Allah’ı anıp oturduğum yerden dua ve sure okuyorum. Böylelikle kendimi daha huzurlu hissediyorum. Doğrusunu mu yapıyorum ondan da emin değilim”. Namaz hakkında bir ara ülkemiz gündemine de oturan tartışmalar ve görüş ayrılıkları yaşanmıştı. Kimileri namazın 3 vakit kimileri ise 5 vakit  kılınması gerektiğini. Kur’an’da namazın “salat” şeklinde geçtiğini ve nasıl kılınacağı konusunda bilgi vermediği için Müslüman’ın tamamen kendisine bırakıldığını ve isteyenin öğretildiği şekli ile eda edip isteyenin, ilgili vakitler uyarınca yürekten Allah’ı anıp dua ederek de namazı tamamlamış olacağına dair görüşler vardı. Bu görüşler ve tartışmalar boşa değilmiş ve havada kalmamış.

  • Peygamber mi Allah mı?
Yanında benim adım anılıp da bana salavat getirmeyenin burnu yerde sürtülsün." (Hakim ve Tirmizi). Hz Muhammed’in söylediğine inanılan bir sözdür ve kabul görür. Dindar Müslümanlar  bir birleri ile karşılaştıklarında  “Musafahalaşmak” denilen bir tokalaşma yöntemi ile selamlaşırlar. Bu tokalaşmak sırasında Peygambere selam gönderilir. Sadece selamlaşma sırasında değil, dualarda, namazlarda, sohbetlerde, mevlüdlerde Peygamberin ismi sık sık zikredilir. O’nun yaşantısı örnek alınır. O’nun gibi olmak istenir. Öte alemde O’nun yani Peygamberin şefaat edeceğine inanılır. Öte alemde, Peygamber ile aynı cennet katına yerleşmek için ve cennette onunla yaşamak için yarışanlar, ibadeti abartanlar bile vardır. Bir Müslüman rüyasında Hz Muhammed olduğuna inandığı birini görmüş ise uyanır uyanmaz rüya yorumcuları aranır bulunur, rüya anlatılır, hatim indirilir. O kişinin bir sıkıntısı var ise o sıkıntının Peygamber vesilesi ile bertaraf edileceğine ayrıca rüyayı gören kimsenin cennete gideceğine ve yine rüyayı gören kimsenin Peygambere Allah’a yakışır imanlı bir kul olduğuna dalalet edilir. Sülale boyu sevinilir. Konu komşu “Allah bize de nasip etsin Peygamberimizin nurlu yüzünü görmeyi” diye dua eder. Haaaasılı, Allah’ın ismi Peygamberin isminden daha az anılır. Peygamber bir tık daha yukarıdadır. Garip olan ise, Müslümanlar bunun pek farkında değillerdir, hallerinden şikâyetçi de değillerdir.

  • Allah’a inan,  gerisi yalan
Ben dinden çıkalı henüz bir yıl olmadı. İlk kez bu sene oruç tutmadım fakat dışarıda oruç tutuyormuş gibi yapmak durumunda kaldım. İş arkadaşlarının yanında sohbet ederken, dini konular gündeme geldiğinde, içini dökememek, inançsızlığını göğsünü gere gere söyleyememek sinir bozucu bir duygu. Ramazan ayına bir hafta kala, anneme açıldım. Annem pek dindar bir kadın değildir. Namaz kılmaz fakat orucunu tutar. Dini toplantılardan pek haz etmez. Kasabada yaşayan ve sağı solu dindar komşularla dolu olan birisi olarak onların tam zıddı ve kasaba kadınının geleneksel giyim kuşamına sahip olmasına rağmen tam bir Cumhuriyet kadınıdır. Anneme konuyu açarken Kur’an’ı bir süredir araştırdığımı ve takip edip görüşlerine önem verdiğimiz İlâhiyatçılara rağmen Kur’an’ın Allah katından inen bir kitap olduğuna inanmadığımı ve bu durumdan içsel olarak emin olduğumu, bu yüzden de Müslümanlığı bıraktığımı söyledim. Annemin bana çok ters ve kötü bir tepki gösterteceğini sandım fakat tepkisi aynen şu şekilde oldu: “Tamam kızım, Kur’an’a inanma da, Müslümanlıktan niye çıkıyorsun?”. HÖNK? HIH? O NEY ANNE ÖÖÖLE? “Gızım tamam, Kur’an sana anlamsız geliyo, Müslümanlığı niye bırakıyon ki? Dediğin doğru, Araplar Kur’an’ı mahfetmişler. İçindeki bilgilerin bir çoğu  bu zamana kadar yalan yanlış gelmiş, hocalar anlatıyor hiç dinlemedin mi? Ama Allah gerçek. Peygamberimiz de gerçek. Kur’an’ın emirlerine uyma, tamam. Zaten Kur’an’ın hangi ayetleri doğru gelmiş, hangileri yanlış gelmiş belli değil  ama Allah’a inanmayı bırakma,  Allah gerçek…” Sevineyim miiii, Üzüleyim miiii, Şaşırayım mı bilemedim gitti! Ben senelerdir içsel alemimde cebelleşirken Annem kendine göre çoktan meseleyi sonuçlandırmış beyninde. Annem yine de senede bir ay oruç tutmaya devam ediyor çünkü sağlığa faydalı olduğunu düşünüyor. İzlediğim youtube videolarından birisinde Müslüman olduğunu söyleyen birisi tıpkı annemin anlattığı gibi bazı ayetlerin tahrif edildiğine inandığını ama bunun kendisini dinden çıkarmak için yeterli bir neden olmadığını söylüyordu. Sosyal medya üzerinden yapılan yorumlarda buna benzer konuları gündeme getirenlere nadir de olsa  rastlıyorum. Yani ülkemizde böyle bir Müslüman kesimi var. Allah gerçek, Peygamber gerçek ama Kur’an tahrif edildi bu yüzden Allah’a inan, Kur’an’a inanma.

  • Gelgit yapan küskünler
Nahl 97: Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.

Buna benzer başka ayetler de var. Ülkemizin Müslüman halkı içinde de bu inanç mevcut. Her ne kadar bir kısım inanan, “bu dünyada,  yaptığımız iyiliklerin karşılığını bulamasak bile öbür dünyada mutlaka bulacağız” dese de diğer bir kısmı işin İlâhi adalet kısmında oldukça hassas bir gönül terazisine sahiptir ve başına gelen musibetlere ya da vermekte olduğu çetin hayat mücadelesine ya da bitmek bilmeyen ve artık dertleri sıkıntıları hastalık olarak vücudunda nüksetmeye başlamış bazı Müslümanlar, bir süre sonra isyan etmeye başlarlar. Bu konu ile ilgili çok detaya girmek istemiyorum çünkü her insan için gerçekten de çok hassas durumları içeriyor. Aile ya da akraba içinde ölüm nedeni ile yaşanan kayıplar, tedavisi çok zor olan ve hem maddi hem de manevi olarak bireyi çökertme durumuna gelen hastalıklar,  manevi şiddet, iflas,  sürekli  hor görülen  aşağılanılan bir ortamda yaşam mücadelesi vermek, savaş, iyilik yaptığın biri tarafından sırtından bıçaklanmak(manevi anlamda) vb durumlarla yüz yüze gelen çok sayıda Müslüman var. Bu kimselerden bazıları, dinlerini terk etme noktasına gelebiliyorlar ve hatta terk ediyorlar. Bir süre sonra farklı nedenlerden ya da bir şekilde emin olamadıklarından dolayı tekrar geri dönüyorlar İslâm’a fakat bu kez, hayatlarını iyiden iyiye incelemeye alıyorlar ve yaşamlarında karşılaştıkları her şeyi, kendi içlerindeki adalet tartılarıyla tartmaya başlıyorlar çünkü ters giden bir şeyler var. İyi bir insan olmaya ve yaşadıkları hayata, çevrelerine, yaptıkları işlere en iyisini katmak için çaba sarf etmelerine ve sürekli olarak dua etmelerine karşın, işler yolunda gitmiyor ve bitmek tükenmek bilmeyen  sıkıntılarla boğuşuyorlar. Bu Müslümanların  bir süre sonra İslâm’ı anlamak, yorumlamak ya da inanmakla ilgili belirgin bir kalıp çıkıyor zihinlerinden “Eğer Allah diye bir Tanrı varsa ve bu Tanrı, bize anlatıldığı gibi adil ise kendisine ibadet eden ve dünya hayatında da iyi işler yapan kullarını sadece cennet hayatında değil, dünya hayatında da mükafatlandırmalı. Eğer  O Tanrı, kendisine sadık kalmamı ve ibadetimde, imanımda devam etmemi istiyorsa, bunca yaptığım iyilik, gösterdiğim sabır, katlandığım sıkıntı ve yaptığım ibadetler karşısında bana karşılığını şu dünya hayatında göstertmeli, bekliyorum. Bu dünyada didiş, uğraş, sıkıntı çek, ödülünü hiç görmediğin öte tarafta al, yok öyle yağma…”  Müslümanlar arasında bu şekilde düşünen  asi ruhlu inançlılar da var. Her ne kadar toplum içinde kendilerini pek belli etmemeye çalışsalar da bazen yaşanan haksızlıklar  karşısında “Allah görmüyor bizi, görsün diye duysun sesimizi diye daha ne yapmalı bilmem ki!” gibi sitemleri duymuşsunuzdur. Aslında bu sitemlerin derininde daha büyük haykırışlar vardır fakat sitemde bulunan kişi, ağzından çıkan cümleleri kontrol etmeye çalışır.

  • El için mi Allah için mi?
Aile ve toplum bağlarına önem veren insanlarız. Bunun doğal bir sonucu olarak dedikodu ve bir birini eleştirme  gibi yan etkiler kaçınılmazdır. Dünyanın her toplumunda da bir parça vardır diye düşünüyorum.  Dindar olduğum yıllarda, çevremdeki dindarların içindeki  El korkusunun, Allah korkusundan üstün olduğuna inanırdım.  18-20 yaşlarımda, başımı kapatmamla ilgili dini ısrarlardan sonra bakıyorlar ki bende çıt yok, aldırmıyorum, bu kez, “biz senin iyiliğin için söylüyoruz, o başını kapatmazsan kimse seni oğluna almaz, evde kalırsın”, çıktı mı ipin alt ucu? Cuma namazına gitmek istemeyen erkekler olur. Gitmek zorundalar çünkü “falanca cumaya bile gelmiyor” denebilir. Bir çok küçük yerleşim yerinde Ramazan ayı gelince bayanların camiye teravihe gitme modası çıktı. Gitmeyenler dedikodu konusu olur. “Niye gelmiyorsun?, Tamam dini bir zorunluluk değil de gelsen ne olacak sanki? Ne kaybedeceksin?, Biz gidiyoruz bak, çok güzel şeyler öğreniyoruz, hem sevap kazanacaksın!”. “Üffffff, gidiym bari, elin çenesine düşmekten iyidir.”  Dini toplantılar yapılır. Bu toplantılar sırasında, gündelik hayatında,  saat başı bile Allah adını anmayan kimseler, her on dakikada bir “Allah, çok şükür, Allah’ım büyüksün, La ilahe illallah!...”  lar kırıla gider. Allah’a gönülden inanan ama gündelik hayatında namaz kılmadığını bildiğim  kadınların, bu dini toplantılar sırasında, öğlen ezanı okunurken hemen yerinden fırlayıp seccadeyi alıp da herkesten önce kıbleye doğru serip namaz kılanlarını  çok gördüm.  İnanç var fakat hangisine daha çok önem verilir? Allah biliyor kısmı mı daha önemli yoksa Elalem bilmeli, görmeli kısmı mı daha önemli?   Müslümanlar da bu tür durumlardan ve bu türlü davranışlardan çok yakınırlar fakat “Din” denilen şey zaten bu davranışın nedenidir. Dini ortadan kaldırdığınız zaman zaten insanlar bir birlerinin manevi Tanrılarına nasıl ibadet ettikleri ya da o manevi Tanrının isteklerini nasıl yerine getirdikleri ile ilgilenmezler. İlgilenecekleri şey direkt olarak Atasözümüzün de belirttiği gibi “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”. Şöyle de söyleyebiliriz “Ayinesi iştir kişinin ibadetine, şekline şemaline bakılmaz”. Keşke insanlar bir birlerini yargılayıp eleştirirken “Namazını kılar mı? Allah adı anılınca derlenip toplanıp saygılı oturur mu? Orucunu tutar mı?, Elhamı bilir mi?...” gibi ibadet şekillerine odaklanmak yerine “Çevrenin güzelleştirilmesi için ne yapar?, Fidan dikme çalışmasına katılıyor mu?, Kadınları koruma derneğine katkısı var mı?...” gibi sorular ve meraklar gündeme gelse. En azından hayatın güzelleştirilmesi ve iyileştirilmesi aşamasında faydası olurdu. Sonuç olarak Din inancının içinde, Din inancının sosyal yaşama etkisinin sonucu olarak insanlar ve özellikle de dindar kesim  bir birilerinin ilgisini ve dikkatini, toplumun ortak çıkarlarından çok manevi inançlarının görsellerine odaklıyorlar.

  • Hz Muhammed, iyi kalpli bir medyum idi
Bu kimselere Müslüman demek yanlış olur. Aslında Müslümanlığın dinsizliğe doğru giden adımları da diyebiliriz. Bu kimseler, Allah olarak bilinen Tanrı’nın, hiçbir insana ya da seçtiği bir Peygambere vahiy göndermeyeceğine inanırlar.  Fakat bazı insanların hissiyatlarının ve manevi yönlerinin çok güçlü olduğuna ve bu yönleri dolayısıyla tıpkı psişik güçleri olan kişiler veya bazı medyumlar gibi kâinatın manevi güçleri ile veya şahsi çalışmaları, meditasyonları sırasında direkt olarak Tanrı ile iletişim kurabileceklerini ve Tanrının kendilerine indirdiği bilgiyi değil de Peygamber olarak tanınan kişinin kendi çabası ile  ihtiyaç duyduğu konu hakkındaki İlâhi bilgiyi Tanrı katından özel bir çalışma yolu ile ilham şeklinde aldığına inanırlar. Bu kişilerin görüşlerine göre bazı Peygamberlerin de soy ağacının aynı olması, bu genetik psişik yeteneğin bu şekilde sonraki kuşaklara iletildiğinin bir göstergesidir. Buna inanan kimseler için Kur’an’daki çelişkilerin  izahı çok basittir. “Kur’an’ı aslında Tanrı göndermemiştir. Muhammed Peygamber, manevi yönünün gücü ve psişik yeteneklerinin bir sonucu ve özel çalışmaları nedeni ile bazı konular hakkında ilâhi kattan bilgi almak istemiştir ve psişik olarak Tanrı katına ilettiği bu isteğine karşılık, beklediği bilgiler kendisine Tanrı tarafından  ilhâm edilmiştir fakat bu bilgiler ya da ayetler, insanların Tanrı tarafından uyulmasını emrettiği bilgiler değildir. Bir çoğu, insanların iyiliği için Tanrı katından bir bilgi olarak gönderilmiş fakat Muhammed Peygamber, o bilgileri, dini bir kitaba dönüştürmek ve kendi çevresine kabul ettirmek için üzerinde değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikler o zamanın şartlarına göre gerekli idi. Aslında Muhammed Peygamber çok iyi ve eşsiz bir insan idi. Elinden gelenin en iyisini yaptı. Onun iyi bir insan olduğuna inanıyorum fakat Kur’an, her ne kadar Tanrı katından özel isteklerle  inen bazı bilgilerden oluşmuşsa da bu bilgiler, bizim  Kur’an denilen  Eski Araplara özel düzenlenmiş kitaba  inanmamızı ve uymamızı gerektirmez”.  Bu türlü düşünen ve bu mantığa inanan bir kısım insan var  ve dahası, kendisini tam bir Müslüman olarak tarif etmesine ve görmesine karşın, “Hz Muhammed’e vahiy nasıl inmiş olabilir?”, “Allah ile nasıl bir diyalog yaşandı?” gibi sorulara çok daha detaylı cevap almak isteyen ve bu konuda gereğinden fazla kafa patlatan kişilerin  inançları bu konu doğrultusunda az ya da çok evrim değiştirmeye başlıyor. Çünkü bir insanın “Bana Tanrıdan vahiy geliyor” demesi, hakikaten üzerinde çok düşünülmesi ve emin olmak için çok kafa patlatılması gereken bir durumdur. Bu şüphe bir çok Müslüman’ın içinde belli ya da belirsiz bir miktar bulunur. “Ya vahiy inmedi ise. Ya Muhammed Peygamber, kendisini bazı konularda şartlandırıp ilham edindiği bilgileri, Allah katından geldi diye algıladıysa…” gibi sorular, Müslümanların beynini kemiren kurtçuk gibidir. Sorgulamayı yapan söz konusu Müslüman, bu durumla baş edemez. Zaten kafasında, hoş olmayan ve İnsanlığa aykırı Kur’an ayetleri vardır ve o ayetlerin mantıklı bir izahı yoktur. Bir de üstüne “Muhammed’e gerçekten vahiy inmiş olabilir mi?” sorusunun olumsuz cevabı baskın olursa, kişi, çocukluğundan beri çok sevdirilmiş olduğu Peygamberini ve Allah’ı birden bire silemez ve sonuçta böyle bir yol bulur.  O inanç yolu da şudur: “Hz Muhammed  çok iyi bir insandı, Tanrı’ya Allah diye hitap ediyordu ve kendisine ilham edilen bilgiler Tanrı katından geliyordu fakat o bilgiler bizim için değildi, o dönem insanlarına gönderildi.
« ÖNCEKİ YAYIN
SONRAKİ YAYIN »