AGNOSTİK OLMA HİKAYEM
(BİR TAKİPÇİZİMİZİN AGNOSTİK OLMA HİKAYESİ)
Esenlikler arkadaşlar. Hikayeme nereden başlayacağımı bilemiyorum. Dindar muhafazakar bir şehirde büyüdüm. Evet, bildiniz, işte orası. Hala da orada yaşıyorum. Yaşım henüz küçükken, ezan okundu mu? Hemen camiye koşardım. Şadırvanda hızla abdest alır, camiye girerdim. Namaz surelerinin neredeyse hepsini camide öğrendim. Bir çırak, nasıl ki ustasına özenir, ben de müezzine özenirdim. Ben de bir gün kamet getirecek, yatsı namazında amenerrasulü suresini(!) okuyacaktım. Amenerrasulü’nün Bakara Suresinin son iki ayeti olduğunu çok daha sonra öğrendim. Çevremden aldığım takdir hoşuma gidiyordu. Bu ibadetlerde, Allah’ın takdir etmesinden çok çevremin takdir etmesi daha çok hoşuma gidiyordu ama ben farkında değildim.
Ailem öyle çok fazla dindar muhafazakâr bir aile değildi. Aradan geçen zamanla birlikte, aslında öbür dünyada sorumlu tutulacağım ergenlik sonrası, sadece cumadan cumaya camiye gitmeye başlamıştım. Türkiye’de Müslüman dindarlığının kalesi olan şehirde ben de herkes gibi, “eyvallah, inşallah, Allah razı olsun, Allah işini gücünü rast getirsin, Allah izin verirse”’lerle günümü geçiriyordum. Son zamanlarda namaz, oruç gibi ritüelleri tamamıyla bırakmıştım. Ama elhamdülillah Müslümandım.
Eve interneti almamla birlikte, ister istemez önüme; evrim teorisi, ateizm, Allah yok-dinler yalan gibi konular da geliyordu. Bu konuları görünce gözümden ateş çıkacak kadar sinirleniyordum. “Sen kimsin ulan” ile başlayıp arkasından ağıza alınmayacak küfürler yazıyordum. Dinimi karşımdakinin özel değerlerine küfredecek kadar benimsemiştim. Halbuki dinimde küfür ve her türlü kötülük yasaktı.
Üniversite bittikten sonra iş konusunda oldukça sıkıntılar yaşadım. Üç ayda bir iş değiştiriyordum. Birkaç iş yerinden alacağımı alamadığım ve çeşitli nedenlerden dolayı kredi ve kredi kartlarına inanılmaz borçlar yapmıştım. Aldığım para ile ödediğim borçlar bir türlü bitmek bilmiyordu. Bu dünyada borç ödemekten imanım(!) gevremişti. Ama Allah büyüktü. O her şeyin zamanını benden iyi bilirdi. Zamanı geldiğinde beni bu sıkıntıdan kurtaracak, feraha kavuşmamı sağlayacaktı. Hem de bu garantiydi. Şüphe etmek mi? O da ne? Aklımdan bile geçiremezdim. Peki bunun karşılığında ben Allah için ne yapıyordum? Öbür dünyaya hiç yatırım yapmamıştım. “Ulan bu dünya zaten gelip geçici. Hayatım zaten boktan. Bari öbür dünyamı kurtarayım” deyip, bunu nasıl yapacağımı düşünmeye başladım.
Sonunda buldum. Kararımı vermiştim. Eşimi, çocuğumu, annemi, babamı, arkadaşlarımı, kısacası herkesi terk edip, yalnız kalabileceğim bir yere yerleşmek en doğru karardı. Ne kadar yaratıcı öyle değil mi? Daha önce hiç düşünülmemiş, orijinal bir fikir(!) Yanıma bir lokma, bir hırka, bir de Kur’an-ı Kerim almak yeterliydi. Böylece günahtan uzak duracaktım. Çünkü yalan insana söylenir. Hak insandan yenir. Küfür insana edilir. Hırsızlık insandan yapılır. Gıybet insanla yapılır. Evet, en doğrusu insanlardan uzak duracaktım. Böylece artık günah işlemeyecektim. Geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkacağım için, Kur’an’da ne yazıyor bilmeliydim. Bu inziva sonrası hiçbir insanla tekrar muhatap olmayacağım için, Allah benden ne istiyor, anlamam gerekliydi. Arapça bilmediğim için meal okumalıydım. Zaten cumadan cumaya namaz kılıyordum ve okuduğum surelerde ne diyordum, bilmiyordum. Ara ara “ne diyorum ben surelerle? Allah sorsa ne diyeceğim?” diye din adına olumlu şüphelerim de yok değildi. Fırsat gelmişti işte. Meali okuyacaktım. Meal okumak isteğimin nedenlerinden biri de siyasi olduğu için açıklamak istemiyorum.
Meal okuyacağım fakat, nasıl okuyacağımı bilmiyorum. Nüzul sırasına göre mi? Yoksa Mushaf sırasına göre mi okuyacağım? Kısa bir araştırma sonucu sağlıklı bir nüzul sırası olmadığını öğrendim. Tek çare Mushaf sırasına göre okumaktı. Fatiha suresi ki sure olduğu tartışılır, bittikten sonra Bakara suresini okumaya başladım. Tek kelime ile yıkılmıştım. Daha ilk iki sayfada bildiğiniz dayak yedim ayetlerden. Öyle enteresan cezalar var ki cehennemde, hayal bile edemezsiniz. “Nasıl ya? OHA!” demekten kendimi alamıyordum. Ama pes etmek yok. Bu iş olacak. Bunun bir kolayı olmalı. Belki de cennete gitmek o kadar kolay değil. E hani İslam kolaylıklar diniydi? Evet, benim aklım buradaki ayetleri anlamaya yetmiyor olabilir. Kolaylıklar dini ise bende bir sorun vardı. Şimdiden çelişkiler kafamı kurcalamaya başlamıştı. Allah’ım sen bana yardım et. Tövbe Allah’ım tövbe. Yüz bin kere tövbe. Ne oluyor lannn?!!!
Destek almam gerekliydi. Bu işi kendi başıma yapamazdım. Yeterli değildim. Tahmin ettiğiniz gibi soluğu sohbet evinde aldım. Bir çay ocağı-kafe tarzı mekâna girdim. Olay şöyle gerçekleşti.
-Selamün Aleyküm Hocam, yardıma ihtiyacım var.
-Ve Aleyna aleyküm selam. Tabi buyurun.
-Hocam meal okurken kafama bir ayet takıldı.
-Söyleyin ayeti.
-Bakara suresi falanca ayette şunu söylüyor.
-Hmm… Bak şurada kitaplık var. Gördün mü? Kitaplığın başındaki kişi benden iyi bilir. Ona sor.
Gidip oradaki adama sordum. Yanıt aynıydı.
-Hmm… Bak şurada camekanlı bir yer var gördün mü? Orada oturana sor. O daha iyi bilir.
Gidip ona sordum. Yanıt aynıydı.
-Hmm… Bak şu camda hocanın telefon numarası var. Onu ara. Ne zaman geleceğini öğren. Ona sor.
Buradan bana ekmek çıkmaz. Çünkü “Diş fırçalamak orucu bozar mı?” sorusuna yanıt vermekten ileri gidemeyen bir topluluk orası. Diğer sohbet evlerinin de farklı olacağını düşünmedim.
Aklıma sonradan “Ayetlerimizi apaçık indirdik” ayeti geldi. Kendimden başka hiç kimseye ihtiyacım yoktu. Çünkü ne yazıyorsa oydu. O hızla birkaç günde Kur’an’ın mealini Elmalılı Hamdi YAZIR’dan okudum. Hatta anlayamadığım bazı ayetleri, birkaç mealden okudum. Neredeyse her satırda daha fazla yıkıldım. İnternetten araştırıyorum, tam bir hüsran. Bir hoca beyaz derken, öbürü kırmızı, diğeri mavi diyor. Bu ayetleri Allah yazmış olamaz. Allah bu kadar kötü olamaz. Ama öyleydi. Allah kötüydü. Hayatımın en büyük kazığını yemiştim. Büyük aldatılmıştım.
Çok geçmeden günümüzün popüler felsefe akımı olan deizmi araştırdım. Bana tam uyuyordu. Ama şimdilik. Çünkü peygamberden vazgeçmek yeteri kadar acı ve korku veriyorken, yaratıcıyı nasıl reddederdim?
Yaratıcının ismi artık Allah değildi. Başıma gelen her güzel olayda, başımı gök yüzüne kaldırıp “teşekkür ederim” diyordum. Bütün ritüelim buydu. Peki dünyadaki kötü olaylardan kim sorumluydu? Yaratıcı ya kötü biriydi ya da olaylara müdahale etmiyordu. Yaratıcı kötü olamaz ya? Peki kötü olaylar neden var? Çünkü yaratıcı evreni yarattıktan sonra müdahale etmemişti. Etmeyecekti de. Dua etmeyi bırakmıştım. Teşekkür etmenin de hiçbir anlamı yoktu. Çünkü benimle hiçbir şekilde iletişim kurmuyordu. “Meydey meydey. Ses ver!” Yanıt yok. Belki de evren bizden çok daha üstün zekalı bir yaşayıcının projesiydi. Belki de evren projesini çoktan unutmuş, başka işlere yönelmişti.
Belki de bir simülasyonuz. Bu güçlü bir teori benim için. Çünkü amatör düzeyde kodlama biliyorum ve strateji oyunlarını çok severim. Ne farkımız var bir yazılımdan? Ne malum birinin SIMS oyununda olmadığımız? Peki bu oyunu oynayan tek bir varlık mı? Bu sebeple deizm maceram iki ay gibi kısa bir süreçten geçti. Simülasyon teorisini çökertecek bir kanıt bile teorinin bir parçası olabilir. Alın size bir paradoks.
Hareketli bir evren mi istiyorsunuz? Gerekli olanlar çok basit. Üç boyutlu bir koordinat sistemi ve kinetik enerji o kadar. Zaten her şey önce enerji ile başlamadı mı?
Ama şuna inanıyorum. Eğer yaratıcı veya yaratıcılar, yarattığı evrende, sadece dünyaya baksa, şaşkınlığını gizleyemezdi. Evrim neler yarattı çünkü.
Şu anda şüpheci bir yaklaşım izliyorum. Yaratıcı var da olabilir, yok da. Tek de olabilir, çok da. Çünkü hiç kimse yaratıcıyı görmedi. Elimizde yeteri kadar delil yok. Fakat aklımın almadığı, böyle bir sistemin, sıfırdan meydana gelemeyeceği. Akıl sınırlarımın dışında. O yüzden kendimi şimdilik zayıf agnostik olarak tanımlıyorum.
Son işimde şehirler arası çalıştığım için çevrem değişti. Buradaki insanlara yavaş yavaş kendimi açıklıyorum. Benim gibi gayrimüslim azınlık da olsa bir grup var. Müslümanlardan bazen, şakayla karışık, dinsiz, kitapsız, Allah’sız gibi yorumlar alıyorum. Yanıtım oldukça basit. “Madem Allah var. Neden yokmuş gibi davranıyorsun?” Ayet numarası ile verdiğim bilgiler ise çoğu zaman şaşkınlıkla karşılanıyor. Herkes beni bir hocaya götürmeye çalışıyor. Kimse neyin ne olduğunu bilmiyor.
Kurban Bayramı sonrası bir gün kahvaltı sofrasında eşim, ben ve oğlum oturuyoruz. Oğlum 9 yaşında. Kendisine sordum. “Oğlum, sence biri, kucağına bir koç alıp, gökten inebilir mi?”, Yanıt çok basitti. “Baba güldürme beni. Öyle bir şey olmaz” dedi. Eşime gülerek bakıp “Başka sorum yok” dedim. O da “he hee” diye geçiştirdi. Ben yine de eşime saygı duymakla birlikte gerçekleri anlatmaya çalışıyorum. Bu arada geçen sene kurbanı onun adına kestik. Bu sene kesmedik. Olur da tekrar kurban kesmek nasip olursa(!) eşimin adına keseceğiz.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Esen kalın.
SİZDEN GELENLER | Yazan: Yıldırım ŞİMŞEK
Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
- Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
- Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
- Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)