Şarkının sözlerinin ilk kıtasını bir hatırlayalım:
Takılmışım sözlerine,
Ben mecburum gözlerine.
Bunlara inanmak zor bir anda...
Bu şarkı neden mi aklıma geldi? İsmi ve özellikle ilk kıtasının sözleri nedeniyle. Aslında şarkı duygusal bazlı. Ancak Türkçe bu. İstediğiniz yere çekebilirsiniz. Mesela “Sözlere Takılmak” veya “Bunlara inanmak zor bir anda” cümlelerinden başka ne gibi anlamlar çıkartabiliriz? Çok sayıda anlam çıkartabiliriz. Örneğin “Bazı hocaların Takılmışız Sözlerine… Ancak sorguladıktan sonra Bunlara İnanmak Zor Bir Anda”. Toplumsal düşünürsek eğer sizce “Biz Nereye?”
Şimdi objektif bakış açısına sahip ilahiyatçılar veya yazarlar, gençler arasındaki Deizm yükselişinden çok rahatsızlar. Özellikle dini çevrelerde Deizm inanılmaz yaygınlaşıyor. Bu hususu önceki yazılarımda kaleme almıştım. Örneğin, Ahmet HAKAN 29.03.2018 tarihli Hürriyet gazetesindeki köşe yazısında bu hususu şöyle belirtiyor: “Dağ gibi gençler, sapır sapır deist, ateist, agnostik oluyor senin ve senin gibilerin yüzünden...” Burada eleştirdiği kişi, İhsan ŞENOCAK. Hani şu asansör, kaynana, ketçap fetvaları ile gündeme gelen ilahiyatçı.
Peki, neden Deizm, Ateizm ya da Agnostisizm ve benzeri düşünceler yükselişte? Ülkemizde neden bir sorgu süreci yaşanıyor? Neden hemen her birey veya topluluk kendince bir inanç sistemi geliştirmeye çalışıyor ve buna deliller aramaya başlıyor? Ayrıca bir nokta da inançlar sorgulanmaya başlıyor?
Bu site de çok değerli yazarlar var. Bazen bir makaleyi birkaç kez zevkle okuyorum. Peki, neden bu kadar çok araştırmaya ihtiyaç duyuyoruz hiç düşündünüz mü? Bizi iten sebepler ne? Sorgulamaya götüren sebepler sadece aklımızdaki sorular mı? Bu noktada çevresel faktörlerin hiç mi etkisi yok? Bana göre inanılmaz bir etkisi var. Şimdi bu tip araştırma yazıları, kitaplar, makaleler ve yayınlar neden daha çok izlenir ve takip edilir oldu izah etmeye veya farklı bir iddia geliştirmeye çalışacağım.
Sosyal medyada dinden sıyrılanlar veya farklı fraksiyonları araştırma yoluna gidenlerde inanılmaz bir artış var. Eğer bu tip sitelere üye iseniz bunu takip ve kontrol etme imkânınız daha fazla.
Şimdi bakıyorum da 5-6 yıl öncesine kadar bu kadar sorgulama süreçleri yoktu. Belki de vardı, hatta daha fazla vardı; ancak bu kadar aleni ve göz önünde yoktu. Artık bazı köşe yazarları ve ilahiyatçılar dahi bu hususu dillendirmeye başladı. 1990’ da öldürülen Turan DURSUN, adeta en popüler dönemlerini, eserleri ile son yıllarda yaşamaya başladı. Aynı yıl canice bombalı bir paket ile öldürülen Bahriye ÜÇOK yayınları daha bir takip edilir oldu. Arif TEKİN’ in yayınları incelenmeye başladı. İlhan ARSEL yeniden keşfedildi. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Caner TASLAMAN, Emre DORMAN gibi “sıra dışı fikirli” tabir edilecek İslamcıların videoları ve yayınları hit yapmaya başladı. Mustafa İSLAMOĞLU ve Mehmet OKUYAN gibi farklı bir perdeden konuşan ilahiyatçılar sağlam yükselişte. Edip YÜKSEL tekrar keşfedildi.
Richard DAWKINS, Michio KAKU, Carl SAGAN gibi bilim insanlarının yazıları daha bir takip edilir oldu. İnsanlar alternatif inançları veya inançsızlığı araştırır hale geldi.
1960’ların ortalarından sonra, özellikle 1970’ lerde Çiçek Çocukları akımında Hristiyanlıktan sıyrılarak bir nevi Doğa dinine ya da Budizm’e sağlam kaymalar olmuştu. Woodstock etkinliklerinde özgürlüğü kendi açılarından bir kez daha keşfeden Hippi akımı dinleri adeta karşısına almıştı. Okurlarımız arasında bu jenerasyona ait olup “Hayır biz dinlere karşı çıkmıyorduk!” diyenler varsa o akımı iyi incelemelerini tavsiye ederim. O jenerasyon yasaklara tepki olarak doğmuştu. Bu yasakların içerisinde semavi dinler de vardı. Bu arayış herkes de elbette farklı sonuç verdi. Kimisi bu kimlik arayışında farklı dinlere yönelme eğilimi gösterdi. Örneğin müzik sanatçısı Cat STEVEN, Yusuf İSLAM oldu. Şöyle bir soru aklınıza takılabilir: “Peki, madem dinlerden sıyrılmak istediler, o halde Budizm de bir din, neden ona karşıt görüş geliştirmediler?” şöyle cevap vermeye çalışayım. Sebebi çok açık. Budizm, onlara göre, doğa kökenli ve insan odaklı idi. Zaten işin içine girdikten sonra bu inançtan da dönenler oldu. Mesela 70’lerde Nepal ve Hindistan’a seyahatler çok modaydı. Hatta İstanbul, Hippi’lerin geçiş güzergâhının tam ortasına yakın bir toplanma noktası idi. Gençler İstanbul’da bir araya geldiğinde o dönemin gazeteleri bunu bolca sayfalarına taşırdı. Hippilerin bir diğer adı da “Bitli Turist” idi. Neyse bu konular şu an bizi ilgilendirmiyor.
Hippi akımını doğuran faktörler arasında yasaklar ve dinler var demiştim. İnsanlar, özellikle gençler, yasaklar ve farklılıkları bir kenara atarak kendilerince ortak bir yol keşfetmeye çalıştılar.
Sorgulama veya tepki süreçleri hemen her çağda ve her toplumda yaşandı. Ömer HAYYAM’ ın sağlam bir medrese eğitiminden geçtiğini, hatta meşhur Gazali’nin arkadaşı olduğunu unutmamak gerek.
Peki, neler oluyor ya da oldu? Yazımın başında Tarkan’ın şarkısına atıf yaptığım üzere: “Biz Nereye”?
Daha önce defalarca, birçok makalede ülkemizdeki inançları sorgulayanların kafalarındaki sorular nedeni ile bu yola girdiğini yazmıştık. Bunun haricinde çevresel faktörleri inceleyecek olursak, gözümüzün önünde inanılmaz bir çelişkiler yumağı var.
Bir kere ülkemizde kendini Müslüman olarak niteleyen çoğunluğun her biri farklı bir yoldan gidiyor.
Bu kapsamda Ebubekir SİFİL, Abdülaziz BAYIDIR ve Caner TASLAMAN’ı örnek tutacağım. Şahıslarında onlara kesinlikle ne bir hakaret ne de bir reddiye sunacağım. Sadece onların tartışmalarından bazı kısımları sizlere aktaracağım. Yorum size ait olacak.
Geçenlerde internette Ebubekir SİFİL ve Abdülaziz BAYINDIR Hoca’nın münazara videosuna denk geldim. Açık konuşmak gerekirse Ebubekir SİFİL, Abdülaziz BAYINDIR’ ı sağlam köşeye sıkıştırdı. Video Youtube üzerinde var. İzleyebilirsiniz. Şöyle bir soru getirdi Ebubekir SİFİL: “Bana Kuran dışından, Kuranın tahrif edilmediğini doğrulayan bir şey gösterin?” dondum kaldım. Hadi biz böyle soruları sorsak neyse. Bunu soran bir ilahiyatçı olunca işin rengi değişiyor. Abdülaziz BAYINDIR bir şey diyemedi, sadece “Kuranın tahrif edilmediğinin kanıtı yine Kurandır.” Diye cevap verdi. Ebubekir SİFİL tekrar söz alarak şöyle diyor: ”Bir şey kendi kendine kanıt olamaz, doğrulayamaz.” Aslında tartışmanın özünü şu oluşturuyor: Ebubekir SİFİL’ in görüşü, hadisler olmadan İslamiyet olmaz. Hadisler Kuran’a uyar veya uymaz. Sen, sahih denilen hadisler olmadan İslamiyet’i yaşayamazsın. Abdülaziz BAYINDIR tersini savunmaya kalksa da cevap veremiyor.
Ebubekir SİFİL bu şekilde Caner TASLAMAN’ı da ters köşe etmişti. Şöyle sordu Ebubekir SİFİL: “Cuma namazına dair Kurandan delil göster.” Caner TASLAMAN hemen Cuma suresini örnek verdi. Ebubekir SİFİL’ de “Burada Cuma namazı kılın demiyor. Cuma günü hangi namaz olduğu belirtilmiyor, nasıl tespit edeceksin? Bana çevirilerden örnek verme. Kuran açıkça ne diyor onu söyle” diye cevap verdi. Caner TASLAMAN cevap bile veremiyor. Bazı medya organları bu tartışmayı meşhur “Sidik Hadisi” çıkışı ile Caner TASLAMAN’ın kazandığını iddia etse de objektif bakıldığında Ebubekir SİFİL’in verdiği yanıtlar ustaca ve doğru.
Aslında Ebubekir SİFİL’de bana göre Kuran’daki çelişkilerin farkında. Bu çelişkileri “Allah’ın inayeti ve izni ile” peygamber hadislerinin ortadan kaldırdığına inanıyor. En azından görüşlerine bakıldığında ben böyle inandığını düşünüyorum çünkü hararetli bir hadis savunucusu ve hadisler olmadan İslamiyetin anlaşılamayacağını ifade ediyor.
“Bize sadece Kuran yeter” diyen reformcu Müslümanlar maalesef hiç okumadıklarından dolayı, Mustafa İSLAMOĞLU, Caner TASLAMAN, Mehmet OKUYAN veya Emre DORMAN ve benzeri isimlerin yayınlarını takip ederek cevap bulmaya çalışıyorlar. Onların anlattıkları mantıklı geliyor. Neden? Adam kuran ile konuşuyor da ondan.
Bir makalesinde Site Başyazarı ve Yönetici A. KARA şöyle yazmıştı: “İyi de namazları da hadislere göre kılıyoruz? O ne olacak”
Kısacası sadece Kuran bana yeter diyen grup “maalesef” sınıfta kalıyor. Çünkü namazın nasıl, ne şekilde, ne formatta hangi vakit ve sürelerde kılınacağı Kuran da yazmıyor. Hatta Kuranda vakitler çelişkili belirtildiği için Şiiler, Vahhabi’ ler ve ülkemiz sünni Müslümanları farklı vakit veya formatta namaz kılıyor. Demek ki bu noktada hadis veya sünnet inkâr edilemiyor. Yani Kuran’ı anlayarak okuyanlar için “Kuran bana yeter” demek sadece kendini kandırmaktan ibaret.
Şöyle bir yoldan gidenler de var: “Hadisleri kabul ederim ama Kuran’ a uymak kaydı ile”. Maalesef bu düşünce yapısı da kökünden çürük. Burada hangi hadis Kurana uygun veya değil kim belirleyecek? Vicdanınız mı? Hocanız mı? Kim? Kurana uygun hadisleri söyleyen birinden (örneğin Müslim, Buhari…) hangisini reddedebileceksiniz?
Hani kuran apaçık eksiksiz idi? Şimdi siz Kuranı eksik yapmış olmadınız mı? Kuran “biz hiç bir şeyi eksik bırakmadık” diyorken siz nasıl eksik arayabiliyorsunuz? Hatta bu eksiklikleri kapatmak için Hadis veya Sünnet’e başvuruyorsunuz?
Bu gibi tartışma programları gözümüzün önünde cereyan ediyor. Bir gün bir başka hoca çıkıp abuk subuk bir şeyler söylediğinde, saçma sapan fetvalar verdiğinde hemen: “Ama İslamiyet’te böyle değil” diyoruz. Adam önümüze delil koyduğunda ise “aslında öyle değildir” diyoruz. Adam “aslında öyle olduğunu” kanıtladığında “o zamanın şartları” diyoruz. “O zamanın şartları” dendiğinde ise Kuranın evrenselliği ortadan kalkıyor. Yani nereden bakarsanız bakın elinizde patlıyor.
Mesela bir tartışma programında ilahiyatçılar peygamberin eşlerinin aslında cinsel amaçlı seçilmediğini, Peygamberin onları eş yaparak bakımlarını üstlendiğini ve bu şekilde nasıl örnek olduğunu bize aktarmaya çalışıyorlardı. İyi de bu durumda hadislere ters düşülüyordu. Hem de Sahih-i Buhari veya Sahih-i Müslim’e… Yani sahih hadis külliyatını oluşturan Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplardan en sağlam ikisine.
Mesela Ayşe’nin peygamberle evlilik yaşı konusunda farklı yaklaşımlar:
1.Kimisi “Ayşe’nin yaşı 9 idi, eğmeyin bükmeyin, sünnet ve siyer’e karşı mı geliyorsunuz!” diye reddiye geliştiriyor.
2.“Ayşe ile 9 yaşındayken evlendi ama büluğ çağından çok sonra 17-18 yaşında cinsel ilişki oldu.” Diyen reformcular.
3.“Arap coğrafyasında kızların yaşı ilk regl’den itibaren hesaplanır. Bir kız 12 yaşında regl olduğu varsayılsa o halde Ayşe 21 yaşında iken evlenmişlerdir.” Diyen bir diğer reformcu grup.
4.“O dönem kayıt tutulmuyordu, Ayşe’nin kaç yaşında olduğunu bilemeyiz. Peygamber de bir çocuğu koynuna almaz elbette ki!” diyen bir diğer vicdanlı reformcu grup.
Açık olmak gerekirse, sünnet,hadis,siyer üçlemesi baz alındığında, tüm mezheplerin nadiren müttefik oldukları hususlardan birisi de Ayşe’ nin yaşıdır. Ayşe 9 yaşında iken peygamber ile evlenmiştir. Diğerleri kaynaksız ve araştırmadan yoksun, sadece vicdanları rahatlatmaya çalışan, kişilerin ürettiği fikirlerdir. Kısacası yukarıda saydığımız 4 yaklaşımdan ilki hariç diğerleri dayanaksızdır.
Bazı yazılarımda, İnternet’te yer alan her bilgiye güvenmeyin diyorum. Halen fikrim değişmedi. İnternette çok yanlış ve eksik bir bilgi kalabalığı var. Peki, bana nasıl güvenebilirsiniz? İşte bu nedenle kendi fikir ve görüşlerimi mümkün olduğunca dışarıda tutuyorum. Bu yazımın temeli benim bir iddiam oluşturdu. Ama bu iddiamın temellerini benim fikirlerim oluşturmadı. Bu fikirleri yazımda önünüze koydum. Neyi ne şekilde anlayacağınız size kalmış.
Bir önceki yazım olan “Müslüman Nazi” ler bu nedenle yaklaşık 3 hafta sürdü. Her seferinde ya kaynaksız bilgi ile karşılaştım ya da edinip yazdığım birkaç paragraflık bilginin aslında yanlış olduğunu, daha sonra farklı kesin kaynaklardan öğrenip yazıdan kaldırdım. Sadece ortak ve herkesin üzerinde ittifak ettiği bilgileri önünüze koydum.
Ülkemizde bu kadar çok farklı inanç grubu, mezhep, cemaat, grup ve benzeri din kökenli kümeler oldukça tartışmalar kesinlikle bitmeyecektir. Her biri bir diğerini dinsizlikle ya da yanlış yorum ile suçluyor. Ancak iş bu hususu eleştirmeye geldiğinde, yani bizler bu oluşumları eleştirdiğimizde hemen bize karşı birleşerek saldırıya geçiyorlar.
Aynen şu an toplumumuzda yaşandığı gibi. Adamlar neredeyse birbirini yiyecek. Biz de onlara “Yaşadığınız sorunların sebebi inandığınız din” dediğimizde hemen düşmanımın düşmanı dostumdur deyip bize atağa geçiyorlar.
Ne dinsizliğimiz kalıyor ne gâvurluğumuz. Onlara göre İngiliz, Siyonist uşağı, sapkın kandırılmış kişileriz. Yabancılara çalışan ajanlarız ya da toplum mühendisiyiz. Ya iluuminati ajanıyız ya da mason localarının emrinde beyni yıkanmış zombileriz.
Hiç birisi değilim. Önce kendinize bakın. Daha inandığınız değerlerde, dinde müttefik olamıyorsunuz, bir de bize çatıp, “Bu deistler, ateistlere ölümmmmm!” diye çığırtkanlık yapıyorsunuz. Denk geldiğinizde ya aşağılamaya ya da ötekileştirmeye çalışıyorsunuz. Sorsanız, ülkede ki tek Deist ya da Ateist tayfa Nişantaşı-Cihangir toplumu. Biz de bu toplumun üyesiyiz onlara göre…
Farkında değilsiniz sevgili yobaz ama sizin tabirinizle “entel-dantel” olmayan, Cihangir veya Nişantaşı’nda oturmayan, sanayide çırak, fabrikada işçi, evde ev hanımı, ortaokul terk, simitçi, polis, ekonomist, hemşire, asker, ayakkabı boyacısı, bakkal, baklavacı, itfaiyeci, kasap, terzi, anketör, sigortacı, oto tamircisi o kadar ama o kadar çok deist ya da ateist var ki… Sizin üst perdeden oluşturduğunuz “Mahalle Baskısından” dolayı hiç biri ortaya çıkamıyor.
Hep diyorsunuz ya, “Şimdiye kadar hep hakir görüldük, hep örselendik, hep ötekileştirildik, hep aşağılandık” edebiyatı yapıyorsunuz ya, aslında bu söyledikleriniz hiçbir zaman olmadı. Bunu yapan bizzat sizsiniz.
Ondan sonra diyorsunuz: “Bu gençlerde, bu toplumda deizm, ateizm gibi düşünce yapıları neden artıyor? Neden dinlerden sıyrılmalar arttı?” Sizce sebep siz ve sizin çelişkileriniz olabilir mi? TV ekranlarında ve medyada boy boy birbirinizi dinsiz ilan etmeniz, “Doğru Müslümanlığı 1400 yıl sonra aslında sizin bulduğunuz” gibi saçma sapan fikirler yüzünden bu millet dinlerden sıyrılıyor olabilir mi?
Aslında bu nedenlerle toplumu parçalayan, ötekileştiren de sizsiniz. Önce kendi dininizde bir ittifak olun. Önce kendiniz bir “İrşad” olun, tek ve sabit bir İslam’da birleşin, sonra bize laf edin. Sokaktan 3 adam çevirip din ile ilgili sorular sorsanız, 3’ ünden de farklı yanıt alırsınız. Her biri kendi hocasının ağzından konuşur.
Son zamanlarda reformcu İslamcılar arasında bir de şu tabir moda oldu: “Türkiye’de batıl olan Emevi İslamiyet’i yaşanıyor. O nedenle bu çelişkiler var!”.
Bu yazıyı okuyunca kafanıza bazı hususlar mı takıldı? Site içerisinde “PDF Kitaplar” bölümünde Turan DURSUN, Arif TEKİN, Bahriye ÜÇOK, İlhan ARSEL, Richard DAWKINZ ve daha birçok yazarın değerli kitapları pdf formatında mevcut. İmkânınız varsa aslını satın alın. Maddi durumunuz el vermiyorsa pdf olarak okuyun.
Bu işin çözümü aslında o kadar basit ki? Çözüm nitelikli ve kaliteli bir eğitim sistemi ve öğretmenlerde. Ancak maalesef Prof. Dr. Celal ŞENGÖR hocamızın dediği gibi ülkede düzgün bir eğitim sistemi ve üniversite yok ki nitelikli insanlar yetişebilsin.
Hala yıllar önce kapatılan “Köy Enstitülerini” tartışıp ahlarla vahlarla vakit harcıyoruz. Yok, zamanında dünya kupasında biz Dünya 3. sü olduk, yok cim bom Avrupa kupası aldı, yok 1950’lerin Puşkaş’lı Macaristan’ını yendik gibi geçmişle avunma veya ahlar ile vahlar… Çözüm üreten yok. Pardon çözüm üreten bazı kişilere saygısızlık etmeyelim. Organik Hoşafımız var.
Her ne kadar sıkıntılı olursa olsun. Güzel ülkemi ve insanlarını seviyorum. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK başta olmak üzere nice şehidimiz ve gazimiz sayesinde kendi ülkemizde yaşıyoruz.
Sadece merak ediyorum. Yazımın başında dediğim gibi, “Biz nereye?”
Sağlıcakla kalın.
Yazan: Demon Product