MÜŞRİK MÜSLÜMANLAR
MÜŞRİK MÜSLÜMANLAR
İslamiyet öncesi Arabistan yarımadası ve dinleri ile ilgili öğrendiğimiz ilk kelime “Müşrik” olmuştu. Peki, kimdi bu müşrikler? Kızlarını diri diri gömen, her akşam dansöz oynatıp şişenin dibine vuran, ancak bu âlemleri başkalarından elde ettikleri faiz ve dolandırıcılık ile kazanan, yağma yapan, işine gelince bizim tanrılarımız böyle emrediyor deyip yırtan, alenen soytarı tiplerdi. Hocaların bizlere anlattığı, filmlerde gördüğümüz müşrik görüntüsü bu idi.
Peki, Müşrik ne? Kâfir ne?
Müşrik; Allah’a inandığı halde O’na ortak koşandır. Varlığına inandığı ve kabul ettiği ilaha ortaklar edinip, onları O’na denk tutandır.
Kâfir; Allah’ın varlığını ve tek ilah oluşunu hiç kabul etmeyen, reddeden, inkâr edendir.
Şimdi bakalım eski Arabistan panteonunda kimler vardı: Hübel, Lat, Menat ve Uzza. İslamiyet öncesi Arabistan yarımadasında inançlar ve Allah’ın kökenleri ile ilgili bu sitede bolca makale olduğundan (“İslamiyet Öncesi Allah’ın Kökenleri” Site Başyazarı ve Yöneticisi A.KARA) bu detaya girmeyip kısaca değineceğim.
Hubal (El-İlah ya da Al-İlah), panteonun en üstündeki baş tanrı. Üç tanrıça olan (Kuran-ı Kerim’de düzeltilen bir ayette bu üçlünün şefaati umuluyor; bu olay Garanik Vakası olarak nitelendiriliyor ve El-Vakidi, İbn Sa'd, Ebu Cafer Taberi ve İbni İshak'ın eserlerinde yer alıyor.) Lat, Menat ve Uzza’nın babaları. Ay Tanrısı olarak görülüyor ve diğer adı da “Sin” (Ya’Sin suresi bir şey çağrıştırdı mı?)
Hubal, İslamiyet öncesi Arabistan’da baş tanrı ve diğer adı Al-İlah. Bunu bir kenara koyalım. Bu bilgi hem Müslüman hem de Müslüman olmayan tarihçiler tarafından sabit.
İlk paragrafa dönecek olursak, İslamiyet öncesi de bir Allah inancı var. Bunun en basit kanıtı, Abdullah ismi Allah’ın kulu anlamına geliyor ve Muhammed’in babasının adı. Eğer Allah kavramı İslamiyet öncesi gelmiş olsa böyle bir isim takılmazdı.
Şimdi gelelim İslamiyet Öncesi Allah kavramının kesin var olduğuna dair delillere. Bu deliller bilimsel kaynaktan gelse malum çevreler reddederlerdi, o yüzden ayetleri sıralayacağım. Ehl-i Sünnet Vel Cemaat veya hangi koldan olursa olsun hiçbir Müslüman bu ayetleri yalanlayamaz. Yalanlarsa dinden çıkar kâfir olurlar. Ayetlere bir bakalım:
“Onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, muhakkak ki ‘Allah‘ derler.“ (Zuhruf Suresi, 87.ayet)
“Eğer onlara ‘Gökten su indirip onunla ölümünden sonra arza hayat veren kimdir?‘ diye sorarsan, muhakkak ‘Allah‘ diyeceklerdir.“ (Ankebut Suresi, 63. ayet)
“Onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?‘ diye sorsan, muhakkak ki ‘Allah‘ diyeceklerdir.” (Zümer Suresi, 38. ayet)
“(Ey Muhammed O müşriklere) de ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), yeryüzü ve yeryüzünde bulunanlar kimindir?‘ Diyeceklerdir ki: ‘Allah’ın.‘ Yine de ki: ‘Yedi tabaka
göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?‘ Onlar da diyeceklerdir ki: ‘Allah’tır.‘ Keza de ki: ‘Eğer biliyorsanız, (söyleyin bakalım) her şeyin hükümranlığı elinde olan, her şeyi himaye eden ve fakat kendisi himayeye muhtaç olmayan kimdir?‘ Diyeceklerdir ki: ‘Allah.“ (Mu'minun Suresi, 84-89 ayetler)
Müşrik, daha önce de tanımladığımız üzere Allah’ı kabul edip; ancak, ona ortak koşan, alternatif ast aracıların şefaatini isteyerek Allah’a ulaşmaya çalışan kimsedir.
İslam peygamberi Muhammed’ in, İslamiyet’i yayarken nispeten kolay angaje etmesinin sebeplerinden birisi de bu idi. Putlar daha çok para ve statü sahiplerinin tekelinde idi. Köleler ve cariyeler en alt tabaka olduğundan Allah’ a (El-İlah) aracı olan putlar onların “dualarını ve ibadetlerini” görmüyordu. Bu ortam İslamiyet’in yayılması için gerekli olan atmosferi oluşturuyordu. İslamiyet’in ilk zamanlarında özellikle köleler ve alta tabakada yayılım göstermesinin en önemli sebeplerinden birisi de buydu.
Zengin veya soylu tabir edilecek tabakanın sıkıntısı ise ast sınıf ile görünürde eşit görülmekti (Ki daha sonra bu azatlı köleler ve alt sınıf grup, 2. Dünya Savaşı sonrası dünyaya “Ezildik” ajitasyonu ile Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren ırkçı-faşist Yahudilik ile benzerlik göstererek kendilerine din adına cariye almayı ve kendilerinden olmayanların mallarını kendilerine ganimet görmeyi helal kılmıştı) . Mevcut tanrıları onlar için şefaatçi oluyordu.
Normalde İslamiyet son tahlilde Allah’ı tek ve yegâne tanrı ilan ediyor, her türlü şefaatçi veya aracı sistemleri, sınıfları yok sayıyor, hatta lanetliyordu.
Putlar yıkılmış, aracılar ortadan kalkmış, müminler aracısız-direkt olarak yaratıcılarına yakarıp ibadet edebiliyorlardı.
Örneğin Bakara 186’ da:
“(Ey Muhammed) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben, şüphesiz, onlara yakınım. Bana dua edenin, dua ettiği zaman, duasını kabul ederim. O halde, onlar da benim davetimi kabul etsinler ve bana inansınlar. Ola ki doğru yolu bulurlar.“ (Bakara Suresi,186.ayet)
Peki, ya sonra?
Dua mekanizması işe yaramadı. Her zaman ezilenler ve istismara uğrayanlar oldu. Kölelerin yerini "maraba"lar aldı. Cariyelerin yerini seks köleleri aldı (Cariye ’ye hizmetçi deyip kendinizi kandırmayın.). Sömürü sistemi her zaman olduğu gibi daha sonrada devam etti, halen devam ediyor, devam da edecek.
Alt kısımda kalan insan toplulukları, ettikleri duaların ve ibadetlerin işe yaramadığını görünce kusuru kendinde arayıp daha da çok yaratıcılarına yakarmaya başladılar. Ancak değişen hiçbir şey olmadı. Çocuklar tecavüze uğramaya devam etti, hacı dedeler köpeklere musallat oldu, kadın cinayetleri arttı, ezilenler hep ezildi.
Bireyler sorunu kendinde aradı. “Acaba imanım mı eksik?” diye kendini suçladı. İşte bu noktada devreye “Şefaatçi” ler girdi.
Hani El-İlah'a (Hubal/Al-Lah) ulaşmak için kızları olan Lat, Menat ve Uzza’yı aracı koydukları gibi.
Bu kez El-İlah'ın yerini Allah, kızlarının yerini hoca efendiler, imamlar, şeyhler, dervişler almıştı. Sistem basitti, “Sizin ibadetinizi ve duanızı yaratıcı elbette görür. Ancak nasıl bir gemi kaptansız olmuyorsa, sizin de bir yol göstericiye ve aracıya ihtiyacınız var. Kendinizi Allah yoluna adayanlara bırakın. Onların şefaati sizi kurtaracak!!!”
İşte bu sistem, özellikle ülkemizde, öyle safhalara geldi ki, cenneti garantileme isteyenler kendilerini, karılarını, kızlarını ve erkek çocuklarını hocalarına badelettirdiler. Onların terli atletini, sümüklü mendilini ellerine yüzlerine sürdüler. Huzurlarına varıp el öptüler, yüz sürdüler.
Kısacası Putlar ve Putçuluk hiç ölmedi. Sadece biçim değiştirdi.
Şefaatçi aracılar, günümüzde ruhban sınıfı tabir edebileceğimiz oluşumlar, tarikatlar, hocalar, bilmem neciler, yok bilmem ne hoca efendiler, efendi hazretleri, şeyhler, dervişler… Hepsi bu paradoksun bir sonucu.
Eğer mal, mülk, zenginlik zaten sizde var ise düşüneceğiniz tek şey Allah’ın sevdiği kulu olduğunuzdur. Ancak 5 yaşından 14 yaşına kadar sistematik olarak tecavüze uğradıysanız, üstüne her gittiğiniz yerde istismara uğrarsanız, önünüze türlü engeller geldiğinde düşündüğünüz şey eğer eksik olan imanınız ise burada bir sıkıntı var. Kimsenin kaderine 5 yaşında tecavüze uğramak konulmaz. Böyle bir sınav zaten olmaz. Önüne gelenin tatmin materyali olmak eğer kaderde var ise kimse bir sınavdan bahsetmesin.
Cüz-i İrade ve Külli İrade denilen kılıfların ardına da saklanmayın. Hem önceden size biçilmiş hayatı yaşayacaksınız, yani inanıp inanmadığınız, yaşamınız, ölümünüz tasarlanmış olacak, hem de size bir “ruhsat” verilerek yaptıklarınızdan cezalandırılabileceğiniz söylenecek. Burada gerçekten büyük bir paradoks var.
Şefaatçi ara sınıfın var olmasındaki tek sebep Din deki öngörülemeyen ve aşılamayan kusurlardır. Ortada bir sorun var. Bu sorunu mantıklı bir şekilde tasarımlamak zorundasınız. Kısacası bir suçlu lazım. Allah suçlu olabilir mi? Haşa. Dualarda ve ibadetlerde bir sorun olabilir mi? Yok onlar tastamam. E iyi de bu kız tecavüzcüsü olan aminoasit yığını ile zorla evlendiriliyor ise ona biçilen hayat bu olabilir mi? Bu da mantıklı değil. O halde imanda bir sakatlık vardı ki kız bunun cezasını çekiyor. Bunu nasıl düzeltebiliriz? Allah yoluna kendini adamış, her şeyiyle ona layık, onun rızasını kazanmış bir Hoca efendi ile. "Hadi gidip ona tabi olalım da cenneti garanti edelim. Ayrıca başımıza kötülük gelmesin, paraya para demeyelim."
İşte bu ve benzeri durumlar ile karşılaşılmaması için aynen İslamiyet öncesi Arabistan yarımadasında olduğu gibi (Lat, Menat, Uzza) şefaatçi sınıf tasarımlandı. Tek fark o zamanki şefaatçiler Put’tu, şimdikiler kanlı canlı…
Değişen bir şey yok. Eğer okuyup sorgulayarak herhangi bir semavi dine bağlı iseniz “size” saygı duyarım. Ancak kalkıp bu şefaatçi canlı putların arkasında saf tutup “Elhamdülillah Müslümanım” diyorsanız alenen "MÜŞRİK" siniz haberiniz olsun.
Zamanınızı boşa tüketerek bu yazıya reddiye geliştirmeye çalışmayın çünkü bu mevzu konusunda sizi bizzat Kuran-ı Kerim uyarıyor:
En’âm 64
"De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız."
A’râf 191
"Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları (Allah'a) ortak mı koşuyorlar?"
Âl-i İmrân 80
"Ve size: Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin, diye de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi?"
Elbette ki sadece bu üç ayet değil, daha birçok ayette bu ve benzeri anlamlar var. O yüzden sakın “bu yazar cımbızla seçip ayıkladığı ayetleri yalan yanlış yorumluyor!” demeyin.
Daha inandığı dinin kitabını bir kez dahi anlayarak okumamış, hocasının ağzından çıkan kelimeleri Gandalf’ın ağzına bakan Frodo edası ile dinleyen bir toplumdan ne bekleyebilirsek artık. Sanırım hala ümidimiz var.
Gerçek ortada duruyor, sağlıcakla kalın.
PATREON İLE DESTEK OL
Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin : TIK
KUR'AN ANALİZİ
● Sırasıyla tüm ayetleri incelemeye başladığım ve kökenlerini gösterdiğim "Kur'an Analizi" videoları İçin TIK!