Ülkemiz dini dinamikleri ile öyle bir oynanmıştır ki, diğer Müslüman ülkeleri ve Arap toplumu için Türkler, “kendi Yarattıkları İslam’ı Yaşayan Ülke” konumundadır. Bu hususta haksız oldukları söylenemez. Yatır ve Türbe kültürü, mezarlık kültürü, mevlit ve benzeri dine atfedilen ritüeller diğer Müslüman ülkelerde kutlanmaz.
Geçmişlerine ve ne zaman başlandıklarına göz atacak olursak, Kandil geceleri diye bilinen geceler; Mevlit, Regaip, Miraç, Beraat ve Kadir Gecesidir. Bu gecelere Kandil denmesinin sebebi Osmanlı padişahı 2. Selim (1566-1574) zamanında başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için "Kandil" olarak anılmaya başlamıştır. (Nebi Bozkurt, “Kandil”; Halit Ünal, Berat Gecesi maddesi. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c. 24, s. 300)
Hicretten 300 yıl sonra ilk kez Mısır'da, Fatımiler döneminde Mevlit; 400 yıl sonra da Kudüs'te Miraç, Regaip ve Berat geceleri kutlanmaya, bu geceler camilerde toplu biçimde yapılan ibadetlerle geçirilmeye başlandı. Daha sonra bu kutlamalar İslam dünyasının bazı bölgelerine yayılarak gelenekleşti
Özellikle “Kandiller Hususu” ülkemizde en çok tartışılan hususlardan birisidir. Çok açık ifade edebiliriz ki mevlitler hakkında ilahiyat profesörleri dahi (!) kesin bir görüş belirtemezler. Bunun sebebi aslında İslami kültüre göre Kadir Gecesi haricindeki tüm geceler uydurmadır. İlahiyat uzmanları bunu bilmekte, ancak toplumsal ve çevresel baskı faktörlerini göz önünde bulundurarak susmayı yeğ tutarlar. İslami akademik çevrede sadece Mehmet OKUYAN, Mustafa İSLAMOĞLU ve Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi isimler bu konuda radikal sayılabilecek yorumlar geliştirmişlerdir.
Peki, neden diğer İslam ülkelerinin hiç kutlamadığı sadece önemsemekle yetindiği gün ve gecelere biz kutsallık katarak adeta din bayramı haline getiriyoruz? Asıl itibari ile dinleri sorgulayan bir sitede ve dinleri sorgulayan bir yazar nasıl olurda İslami anlamda yazı yazıyor diye düşünebilirsiniz. Yazının devamında sebebini anlayacaksınız.
Önce İslami literatür bu konuda ne diyor göz atalım:
“İbadette İçtihat Olmaz.” Peki, içtihat nedir? Kitabı tanımına bakmakta fayda var: “Kesin ve açık delillerle sabit olmayan öznel yargıları, şer’i delillere uygun olarak ortaya çıkarma konusunda bütün güç ve takatini sarf ederek çalışmaktır. Yani, Kur'an, hadis ve icma ile sabit olan şer’i delillerden hüküm çıkarmaktır. “ Bu tanımdan hareketle İslami anlamda ibadet usul ve esasları, Kuran ve Sünnet çerçevesinde çizilmiştir. Kısacası İlk cümlede bahsedilen İbadette İçtihat Olmaz hükmü gereği dinde yeni bir ibadet veya tapma formatı geliştiremezsiniz. Herhangi gün ve gecelere kutsallık atfedemez ve bunları kutlayamazsınız. Bunlar yapıldığı takdirde İslami açıdan bidat kabul edilir ve şirk koşmak olarak değerlendirildiğinden yapan için günah varsayılır; bu bid’atı dine sokarak uygulatan da ayetlerde belirtildiği üzere lanetlenir. Örneğin Ali İmran 78. Ayet hükmü açıktır: “Onlardan bir grup var ki, kitapta olmayan bir şeyi siz kitaptan sanasınız diye dilleriyle kitabı çarpıtırlar ve Allah'tan olmadığı halde "Bu Allah katındandır!" derler, böylece bile bile Allah hakkında yalanlar uydururlar”
Kısacası eğer Müslüman olarak yaşayan bir insansanız Kuran ve Sünnet dışında yaptığınız her türlü dini aktivite, ritüel, ibadet tümden şirk sayılacak ve günah işlemiş olacaksınız. Bunun tersini iddia etmeye çalışmak dahi bu dine inanan kişiyi –inandığı değerler ile- cehennemlik etmeye yetmektedir. Özellikle Nahl 116 kesin uyarıda bulunmaktadır ki: “Buna göre, artık, kendi yalanınızı Allah'a isnat ederek öyle dilinize geldiği gibi yalan yanlış "Bu helaldir şu haramdır" demeyin; çünkü haberiniz olsun, Allah'a yalan isnat edenler asla kurtuluşa eremezler.”
Bu hususta bizi daha büyük bir paradoks beklemektedir ki, bu husus Kur'an’daki çelişkiler yumağı hakkında bize “apaçık” delil verir. Tahrim Suresi 1. Ayet: “ Ey Peygamber! Eşlerini memnun etmek için, neden Allah'ın sana helal kıldığı bazı şeyleri haram kılıyorsun?” Kısacası İnandığı Tanrının hükümlerine uymak ve vahiyleri insanlara açıklamak üzerine elçi kılınan Muhammed bile (!) -40 yaşında kalbi çıkarılıp melekler tarafından yıkanarak duru ve saf hale getirilmesine rağmen- keyfiyeti uğruna vahiyleri göz ardı ederek kendi nefsince helal-haram belirleme işine soyunmuştur. Bu noktada “E peygamberde insanoğlu, şaşar beşer, o da yanılabilir. Rabbim onu da uyarmış” diyebilirsiniz. Peki, daha önce belirttiğim üzere 40 yaşında kimin kalbi açılarak formatlandı da kusursuz bir şekilde güncellendi? Hani onun sözleri Allah kelamı idi? Allah kelamı şaşar mı? Hani o tüm kusur ve hatalardan bağımsızdı diye sormazlar mı adama? İşin özü İslam peygamberi dahi kendi bid'at üretebiliyorsa yani, Allah katından vahiy ile bildirilmediği halde helal- haram belirleme merci oluşturmuş ise, diğer Müslümanlardan beklememek tuhaf olur.
Şimdi Necm Suresi 3-4-5’e bir göz atalım: “O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. (Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti.” Kısacası Kuran diyor ki: peygamber hata yapmaz, eksiksizdir, Kuran dışı konuşmaz ve hareket etmez. Sanırım bu konuda mutabıkız. Peki, yukarıdaki paragrafta yazdığımız Tahrim-1’i tekrar okuyun? Hatta şöyle örnekleri çoğaltalım:
Hacc 52’de :”Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Yani şeytan peygambere dahi karışabilmektedir. Hemen ardından şu ayete bakalım: Nisa Suresi 113. Ayet
(Ey Muhammed!) Eğer Allah'ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana lütfu çok büyüktür.
Şimdi bu noktaya kadar ayetler birbirleri ile örtüşemedi. Hem şeytan hem de gruplar peygamberi saptırabiliyor. Allah pekiştirmese durum berbat. O halde daha önce yazdığımız Necm 3-4-5? Hatta Tahrim-1’ de olduğu gibi peygamberin kendi kendine helal-haram belirlemesi?
Kutsal gün ve ibadetlere ekleme hususuna geri dönecek olursak, bu hususta Kuran adeta dükkânı kapatarak yapılan ilaveleri geçersiz kılmakta ve kendisi haricinde yapılan ve söylenen her ibadeti, kutsallığı yok saymaktadır: En’am 59: “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” Yani Kuran dışı yapılan ibadet, iş, yaşam vesaire her şey geçersiz ve İbadet ya da Kurana ait gibi gösterilirse şirk ve bid’attır. Yani doğruluğu şüpheli olan Peygamber sünnetinden sonra dahi kendini alim-ulema diyen bir grup dine –Kuranda şirk ve günah olduğu belirtilmesine rağmen- çıkarları uğruna ilave yapmaktan çekinmemişler ve geri durmamışlardır. Hiç bunları sorgulamayan ve koşulsuz uyan Tatlı su Müslümanları “E benim niyetim halis, suç onların, onlar beni kandırdı” diyerek inandıkları dinde cezadan kurtulduklarını mı sanıyorlar? Okudunuz mu? Sorguladınız mı? Hayır. Kusura bakmayın ancak sizlerde –inandığının dinin gereği- cehennemliksiniz.
Peki, neden kutsal gün ve geceler belirlenerek ilave ibadet işine soyunuluyor? Sebebi çok açık. İnsanları tek bir yolda ve doğrultuda sabit tutarak sorgulamaların ve yorumların önüne geçmek. Kısaca uyutma terapileri. Bu duruma ilk Emeviler döneminde rastlanılıyor. Günümüz “Tatlı su Müslümanlığının” temelleri o dönemde atılıyor. Ne zaman insanları bir arada koyun sürüsü gibi tutmak gerekiyor, o zaman hemen DİN alarmı çalıştırılıyor ve birlik beraberlik naraları altında uyuşturulma seansları devam ediyor. Zaten ülkemizde inandığı dinin kitabını bir kez dahi okumamış, başındaki hocası bir tarafını öptürmek istese sevap diye öpecek bir çoğunluk var. Din adına ne söyleseniz “Eyvallah” diyecek bu çoğunluk sistemi, ülkemizde mükemmel kurulmuş durumda. Bu durum öyle bir hal aldı ki neredeyse 5 vakit namaz kılmıyor diye mahalle bakkalından alış verişi kesen çoğunluklar türedi memlekette. Aksini iddia etmeyin şu zamana dek okuduklarımız ve yaşadıklarımız bunun kesin kanıtı. Neyse; konumuz doğru İslam değil, aksine çelişkiler.
Buraya kadar bahsettiğimiz hususlar bile İslam dininin ne kadar likit, değişken ve kişiden kişiye değişiklik gösterebildiğinin kanıtıdır. Hiçbir İslami toplum, ülke, coğrafya “apaçık” olduğu iddia edilen Kuran ve İslamiyet üzerinde uzlaşamazlar.
Kuran ve çelişkileri üzerine İlhan ARSEL ve Turan DURSUN, kitaplarında hali hazırda detaylıca irdelemiş ve örnekler sunmuşlardır. Bu noktada o kitapların okunmasını daha sağlıklı buluyorum.
Konudan ayrı ve bağımsız olarak bir ayet ile yazının sonuna geliyorum:
Enfâl Suresi 67. Ayet:
Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hakim duruma gelmedikçe hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfatini istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Birisi barış dini mi dedi?
Hacc 52’de :”Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Yani şeytan peygambere dahi karışabilmektedir. Hemen ardından şu ayete bakalım: Nisa Suresi 113. Ayet
(Ey Muhammed!) Eğer Allah'ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana lütfu çok büyüktür.
Şimdi bu noktaya kadar ayetler birbirleri ile örtüşemedi. Hem şeytan hem de gruplar peygamberi saptırabiliyor. Allah pekiştirmese durum berbat. O halde daha önce yazdığımız Necm 3-4-5? Hatta Tahrim-1’ de olduğu gibi peygamberin kendi kendine helal-haram belirlemesi?
Kutsal gün ve ibadetlere ekleme hususuna geri dönecek olursak, bu hususta Kuran adeta dükkânı kapatarak yapılan ilaveleri geçersiz kılmakta ve kendisi haricinde yapılan ve söylenen her ibadeti, kutsallığı yok saymaktadır: En’am 59: “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” Yani Kuran dışı yapılan ibadet, iş, yaşam vesaire her şey geçersiz ve İbadet ya da Kurana ait gibi gösterilirse şirk ve bid’attır. Yani doğruluğu şüpheli olan Peygamber sünnetinden sonra dahi kendini alim-ulema diyen bir grup dine –Kuranda şirk ve günah olduğu belirtilmesine rağmen- çıkarları uğruna ilave yapmaktan çekinmemişler ve geri durmamışlardır. Hiç bunları sorgulamayan ve koşulsuz uyan Tatlı su Müslümanları “E benim niyetim halis, suç onların, onlar beni kandırdı” diyerek inandıkları dinde cezadan kurtulduklarını mı sanıyorlar? Okudunuz mu? Sorguladınız mı? Hayır. Kusura bakmayın ancak sizlerde –inandığının dinin gereği- cehennemliksiniz.
Peki, neden kutsal gün ve geceler belirlenerek ilave ibadet işine soyunuluyor? Sebebi çok açık. İnsanları tek bir yolda ve doğrultuda sabit tutarak sorgulamaların ve yorumların önüne geçmek. Kısaca uyutma terapileri. Bu duruma ilk Emeviler döneminde rastlanılıyor. Günümüz “Tatlı su Müslümanlığının” temelleri o dönemde atılıyor. Ne zaman insanları bir arada koyun sürüsü gibi tutmak gerekiyor, o zaman hemen DİN alarmı çalıştırılıyor ve birlik beraberlik naraları altında uyuşturulma seansları devam ediyor. Zaten ülkemizde inandığı dinin kitabını bir kez dahi okumamış, başındaki hocası bir tarafını öptürmek istese sevap diye öpecek bir çoğunluk var. Din adına ne söyleseniz “Eyvallah” diyecek bu çoğunluk sistemi, ülkemizde mükemmel kurulmuş durumda. Bu durum öyle bir hal aldı ki neredeyse 5 vakit namaz kılmıyor diye mahalle bakkalından alış verişi kesen çoğunluklar türedi memlekette. Aksini iddia etmeyin şu zamana dek okuduklarımız ve yaşadıklarımız bunun kesin kanıtı. Neyse; konumuz doğru İslam değil, aksine çelişkiler.
Buraya kadar bahsettiğimiz hususlar bile İslam dininin ne kadar likit, değişken ve kişiden kişiye değişiklik gösterebildiğinin kanıtıdır. Hiçbir İslami toplum, ülke, coğrafya “apaçık” olduğu iddia edilen Kuran ve İslamiyet üzerinde uzlaşamazlar.
Kuran ve çelişkileri üzerine İlhan ARSEL ve Turan DURSUN, kitaplarında hali hazırda detaylıca irdelemiş ve örnekler sunmuşlardır. Bu noktada o kitapların okunmasını daha sağlıklı buluyorum.
Konudan ayrı ve bağımsız olarak bir ayet ile yazının sonuna geliyorum:
Enfâl Suresi 67. Ayet:
Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hakim duruma gelmedikçe hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfatini istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Birisi barış dini mi dedi?
Yazan: Demon Product