Yaşı belirli bir seviyenin üzerinde olanlar hatırlar; eskiden CİNE-5 diye bir kanla vardı. Türkiye’nin ilk şifreli kanalı idi. Decoder alıp izleyebiliyordunuz bu kanalı. Maç yayınlarını satın alması ve geceleri Playboy TV den aldığı program ve filmleri yayınlaması ile meşhur olmuştu. Akşam maçlarla sevinip üzülenler gece playboy tv ile günün stresini üzerinden atıyordu. Hatta CİNE-5 sahiplerine bu nedenle potansiyel cünüp gözü ile bakılırdı. Bu kanal, ülkemizde günümüzün şifreli platformlarının ilki sayılabilir. Bununla beraber yayınladığı film ve dizilerin de kalitesi hayli yüksekti ki bu sayede ciddi bir izleyici kitlesi edinmişti. Günümüzde kahvehaneler de maç yayınlarında nasıl insan/taraftar yoğunluğu yaşanıyorsa bunun ilkini CİNE-5 yaşatmıştı. Bu kanal sessiz sedasız TV tarihindeki yerini alarak silindi gitti.
Bu kanala herkes sahip olamazdı. Evin gelir düzeyinin biraz yüksek olması gerekiyordu. Bir ayrıcalıktı kısacası. O dönem (90’larda) misafirliğe gittiğimiz bir akrabamızın evinde vardı CİNE-5. Büyükler çaylarını yudumlayıp dönemin (90’ların başı) siyasi çalkantılarını tartışırken bizlerde hemen televizyonun önüne kurulduk. Bir yandan ikram edilen börek, kek yiyip çayımızı yudumluyor, diğer yandan da televizyona bakıyorduk. Bir film başladı. Adı “Sineklerin Tanrısı” idi. Film korkunç yâda aksiyon değildi. Adaya düşen bir grup çocuğun başlarında yetişkin olmadan yaşadıklarını anlatıyordu. Çocuklar arasında liderlik ve yönetim hırsı baş gösteriyor bu da aralarında gruplaşmaları ve rekabeti getiriyordu. Sonunda bu rekabet aralarında cinayet ve öldürmeye kadar ulaşıyordu. Bunu yapanlar daha çocuktu. İktidar ve güç için tanrısal öğeleri ve canavarları devreye sokuyorlardı. Kafalarında oluşturdukları varlıklara çeşitli güçler yüklüyor ve onlara ya tapıyorlar ya da korkuyorlardı (Yazar notu: Detay vermek istemiyorum mutlaka okuyun). İnanılmaz etkilemişti beni. Hemen kitabını bulmaya koyuldum. Birkaç kitapçı dolaştıktan sonra kitabını aldım okudum. William GOLDING tarafından 1950’ lerde kaleme alınan bu kitap oldukça iyi bir satış grafiği tutturmuştu. Sürükleyici ve macera içeriği yoğundu.
Romanı kafamda yoğurdum. Bu çocukların yaşadıkları bizle yani günümüz toplumları ile fazlasıyla örtüşüyordu. Liderlik, iktidar hırsı, gruplaşmalar, ötekileştirmeler, güç için ilahi varlık tasarlama ve kullanma, şefaat isteme ya da korkma hatta bunların cezalandırmasından örnek vererek grupları korkutmak). Gerçi bu konuyu M. Night Shyamalan’ ın 2004 yapımı “KÖY” filminde de görmüştük. Bir “yaratık” ile korkutarak YASAK olan duvarın aşılmaması gerekliliği vardı bu filmde.
Sineklerin Tanrısı adlı kitapta çocuklar sağlam bir dini altyapıya sahip değildiler. Kafalarında oluşturdukları varlıkları onlar vücuda, ete, kemiğe büründürüyorlardı. Çünkü açıklayamadıkları doğa olaylarını veya durumları ancak böyle tanımlayabiliyorlardı.
Bu durum bana insanlık tarihini bir nebze hatırlattı. Augusto COMTE’ un Pozitivizm akımını savunurken 3 Hal Yasasından bahseder. Comte yaşadığı dönemi bilgi çağı olarak nitelendirmiştir. İnsanlık yüzyıllar boyunca çeşitli aşamalardan geçerek bilgi çağı dönemine ulaşabilmiştir. Bilgi; insan düşünüşündeki farlılıklar sayesinde evrim geçirmiştir. Comte insanlığın geçirdiği süreci “Üç Hal Yasası” ismini verdiği bir yasa ile açıklamaktadır. Bu yasa şu şekildedir:
- Teolojik dönem: Dinsel doktorinlere bağlı kalınan dönemdir. Bu dönem üç basamak olarak gelişmiştir.
1. basamakta; insan çevresindeki herhangi bir materyale anlamlar yüklemiş, onu akıllı olarak nitelendirmiştir. Bunu “Putperestlik” olarak da nitelendirebiliriz.
2. basamakta; insan yaşadığı olayların kendisinin göremediği güçler tarafından gerçekleştirildiği inancını benimsemiştir. Yani “Politeizim (Çok tanrıcılık)” ortaya çıkmıştır.
3. basamakta ise; gücün tek bir varlığa ait olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır. “Tek tanrı” inancı yerleşmiştir.
- Metafizik dönem: Bu dönem soyut gücün ön planda olduğu dönemdir. Soyut güçten kastedilen; evreni yöneten insanlardan bağımsız bambaşka bir güçtür.
- Pozitif (olgusal) dönem: Bu dönem Ortaçağ sonunda başlayan bilimin ön plana çıktığı dönemdir.
Olgusal bilgi mutlak doğru bilgidir, felsefe de böyle bir dönemde olgusal bilgi üzerinde şekillendirilmelidir. Düşünce yapısı teolojik ve metafizikten ayrılarak olgulara dayalı olmalıdır. Pozitivist anlayış felsefe içerisinde metafiziğin yerini almalı, diğer felsefelerden ayrılarak yapıcı bir felsefe yani bilim felsefesi oluşturulmalıdır.
Teolojik dönemin 3 basamağını incelediğimizde geçmişi daha rahat okuyabiliriz. Putperestlik, yani totemcilik ilk sırada yer alıyor. 2. Basamakta ise göremediği güçlere inanıyor. Evrim de olduğu gibi bunlar arasında da geçiş dönemleri var. Bu geçiş dönemlerinin yaşandığına en büyük kanıt HALLOWEEN yani Cadılar Bayramıdır. Her yıl 31 Ekimde kutlanan bu bayramın aslı PAGAN dönemlere aittir. Bu bayramın ilk atası is pagan keltlerde kutlanan SAMHAIN festivalidir. Yaz sonu Keltlerde aynı zamanda evliliklerin gerçekleştiği, ölülerin kutsandığı ilahî bir dönemdi. Bu günde, ölülerin ruhlarının geçmişte yaşadıkları evleri ziyaret ettiğine inanılıyordu. Tepelerin üzerinde, evlerdeki ocakları tutuşturmak ve aynı zamanda kötü ruhları uzak tutmak için büyük ateşler yakılıyordu. İnsanlar, ortalıkta dolaştığına inandıkları ruhlara tanınmamak için maskeler takıyor, kostümler giyiyorlardı. Bu gelenekler nedeniyle Samhain festivali zamanla cadılar, goblinler, periler ve iblislerle özdeşleşti. Romalılar 1. yüzyılda Kelt topraklarını fethettiklerinde, kendi ölüm festivalleri Feralia ve hasat festivalleri Pomona'yı Samhain ile birleştirdiler.
7. yüzyılda Papa V. Boniface 13 Mayıs'ta kutlanan Azizler Günü'nü -muhtemelen pagan festivalinin yerini alması için 1 Kasım'a taşıdı. Azizler Günü'nün arifesi (31 Ekim) kutsal kabul edildi ve Batılı dillerdeki Halloween adı buradan geldi. Ortaçağın sonlarında seküler kutlamalar ile Hıristiyan bayramı kaynaştı. Avrupa'daki Reform hareketleri esnasında, özellikle Protestan Hıristiyanlar arasında, Cadılar Bayramı kutlamaları neredeyse son buldu; Britanya'da ise seküler bir bayram olarak kutlanmaya devam etti.
Amerika'ya yerleşen ilk kolonilerde -pek çok bayram gibi- Cadılar Bayramı da yasaklandı. Bununla birlikte 1800'lü yıllarda, Cadılar Bayramı'ndan öğeler taşıyan bir hasat bayramı kutlanmaya başlandı. 19. yüzyılda başta İrlandalılar olmak üzere Britanya'dan Amerika'ya göçen çok sayıdaki göçmen Cadılar Bayramı kostümlerini beraberlerinde getirdiler ve Cadılar Bayramı zamanla ABD'deki başlıca çocuk bayramlarından biri haline geldi.
Hemen her toplumda ister din ister örf, adet ve gelenek adıyla birçok kutlama ve festival bu şekilde tertiplenmektedir ve kendinden önceki dönemlere ait öğeler barındırmaktadır.
Dinler tarihi incelendiğinde çok da farklı durumlar beklemez bizleri. Bu yönü ile tüm dinler arasında bağlantı kurmak hatta semavi olmayan dinler ve semavi olan dinler arasında bağlantı kurmak çok kolaydır. (Bkz. Hintlilerde Surya Namaskara ve Namaz terimleri. Namaz kelimesi Farsça kökenli olup İran ve Hindistan’ ın aynı coğrafya da bulunması manidardır.)
İnsanlar ilk çağlarda ve ilk toplumlarda açıklayamadıkları doğa olaylarını doğaüstü varlılara yüklemiş ve bu şekilde ilk inanç topluluklarını oluşturmaya başlamıştır. Sadece bir örnekle, bilimsel gerilikten kaynaklanan bu durumda şimşeği ve nedenini bilmeyen insanlar bu oluşumu tanrılara yüklemiştir.
Çağımızda da bu alt model inanç sistemlerinin örnekleri/çağdaşları bulunmakta ve hemen her kültür ve bilgi seviyesinden insanları bünyelerine çekmektedirler (Bkz. Raelyanlar, Scientology Kilisesi Tarikatı vb.). Raelyanlar veya Scientolojistler gibi tarikat oluşumlarına bakıldığında, mantıksal açıdan semavi dinlerle karşılaştırılamayacak kadar geridedirler. Onlara göre daha fazla mistik/fantastik hikâye barındırırlar. Bu tip inançlara yönelimlerin birçok sebepleri vardır. Farklı olmak, yeni bir topluluğa ait olma güdüsü, istek ve çıkarlar, yönelimler ve benzeri faktörler bunlardan sadece bazılarıdır. Mantıksız olduğunu bildikleri halde bu fikirlere “inanma” isteği baskın çıkmaktadır.
Sadece doğa olaylarını açıklamak değildir sebep. Ölüm ve sonrası da bu durumu etkileyen faktörler arasındadır. Semavi dinlerin ortaya çıkmasından önceki toplumlarda da ölülere saygı, onlara tapınma, onları kıymetlendirme, sonraki hayata hazırlama için bir çok ritüel bulunmakta ve bu ritüeller dönemin toplumlarını bile etkilemiştir. (Bkz. Mısır uygarlığı Piramitleri ve Kral mezarları. Daha birçok toplumda örnekler fazlası ile var)
Ölümden korkmak, yaşamın sonsuz olması isteğini de beraberinde getirdiğinden dolayı bu sonsuzluk denizinde herkes iyi ve olumlu olan tarafta yer alarak sonsuzluk ödülünü alma peşinde koşmaktadır. Kimse sonsuz ceza ve yanmayı göze alamayacağından, iyilik ve sonsuzluk ödülü için her “inanan” birey, toplumda kendine biçilen rolü üstlenir ve bu rolün gereğini yapar. Bu “sonsuz ödüle” sizi ulaştıracak bireyler sizin için rol model/lider olur. Eğer bir kişi sizi/toplumu sonsuz ödüle ulaştırabileceğini hatta ulaştırması için görevlendirildiğini söyler ise tereddütsüz kabul edersiniz. O kişi ne derse onu yaparsınız. Yargılamaz ve sorgulamazsınız. Çünkü bu kişi veya grupların söyledikleri, sizin sonsuz ceza veya sonsuz ödül arasındaki konumunuzu belirleyecektir. Kısacası yönetmek, hükmetmek, liderlik yapmak ve “bir numara” olmak için “seçilmiş” olmak zorundasınızdır. Ya siz yaşayan insan/tanrı olacaksınız (Bkz. Firavunlar vb.) ya da tanrının yeryüzündeki temsilcisi.
Doğaüstü varlıklardan insanları sadece sizin ya da temsil ettiğiniz varlığın koruyabileceği fikrinin meydana gelmiş olması ve herkesin buna inanmış/inandırılmış olması gerekmektedir. Bu yöntem ile maddi kazançta beraberinde gelecektir. Kanınızın kutsal olduğu inancı da eklenirse, sizden sonraki kuşakların yönetsel üstünlüğünü de garanti altına almış olursunuz. Antik toplumlarda veya günümüz geri kalmış toplumlarında “kan kutsallığı” kavramının gerekçesi de buradan gelmiş olur. Hanedanlık-Sultanlık sisteminin kökü de buraya dayanır.
Eski kabilelerde yöneticiler Tanrı ile özdeş olabildiğinden insanlar statü olarak çok aşağıda idiler. Dolayısı ile ara bir sınıfa ihtiyaç duyuluyordu. Rahipler ve şamanlar bu rolün üyeleri idiler. İnsanlar hediyelerini veya ibadetlerini ona yapıyorlardı. Ancak onlarla konuşmaları yasaktı. Rahipler ve şamanlar gibi ara sınıf bunun gereğini yapıyordu.
Tanrının doğaüstü yani insanüstü yapıldığı toplumlarda inandırıcılık ve insanları etkilemek için kuvvetli rüyalar/gerçekçi rüyalar gerekliydi. Özellikle şamanların veya antik britonlarda druid rahiplerinin hatta antik İskandinav rahiplerinin halüsinasyon gördürücü bitkileri kullanmaları ve kullandırmaları da bu nedenledir. Halüsinasyon gören insanlar doğaüstü varlıklar ile karşılaştıklarını, konuştuklarını hatta mesaj aldıklarını söyleyebilirlerdi. Bazen korku unsurları ile (yaratıklar, cinler, şeytan diğer bir örnekle Bkz. A. KARA Nasnas ve Shiqq yazısı) inandırma yolu seçilmiştir.
Şeytan çıkarma veya eksorsizm (exorcism) tabir edilen psikolojik olay bile (bedensel alıkoyma fenomeni) fantastik hikâyeler ile bezenmiş olarak Hollywood yapımı filmlerle bizleri etkilemeye devam eder. Paranormal olay adı altında aslında bilimsel olarak açıklanmış, ancak araştırma veya okuma isteği duymayan insanların kısa uydurulmuş internet makaleleri ile “inandırıldığı” durumlardır. Eksorsizm/Şeytan çıkarma ritüeli her dinde hatta semavi olmayan dinlerde bile vardır. Youtube, üzerinde bu videolardan bolca bulunmaktadır. Madem hak din İslam, cin ve şeytanları papaz ve hahamlar nasıl çıkartabiliyor? Hatta pagan afrika büyücüleri bile çıkartabiliyor. O zaman bedensel alıkoyma olayı tamamen insani ve psikolojik. Bu psikolojik “arızanın” sadece telkin ile kolaylıkla tedavi edilebildiği unutulmamalıdır. Telkin için kesinlikle aynı inancın dini lideri gereklidir. Bir papaz Yahudi bir kızın “şeytanını çıkaramaz”. Ya da Müslüman bir çocuğun içindeki şeytanı Yahudi haham çıkaramaz. Gerçi popülarite artsın diye beğeniye sunulan tiyatral çakma videolar karşıt örnek olarak sunulabilir ki ne dini ne de bilimsel hiçbir hükümleri yoktur. Bu ve benzeri fenomenleri paranormal olaylara bağlama da temel amaç “korkutmak” ve daha çok inandırmaktır. Bu sayede kolay yönetilebilir toplum oluşturmada önemli bir adım atılmış olur. Hakkında bolca film yapılan ve fantastik “gerçek(!)” hikayelere konu olan “Annabelle” bebeği bile bu amacın hizmeti doğrultusunda oluşturulmuştur.
Bu filmlerin ardından inanç sektöründeki maddi gelir artışı da yadsınamaz düzeydedir. Bu gelir artışını gözlemlemek için istatistik tutmaya gerek yoktur. Hristiyan bir toplumda hasta bir kız bulun, iyi bir papazla anlaşıp kızın “şeytanını” çıkarttırın, arkasından haç, incil, şeytan kovucu tütsü, kutsal su vb. dükkânı açın. Görün bakın neler oluyor.
Ardından “şeytan çıkaran” papaza ve toplumdaki rolüne bakın. Hatta kızı şeytandan kurtaran papazın üye olduğu din ve kilisenin popülarite artışına bir bakın.
Korku, doğa olaylarını açıklayamama, sonsuz ödüle kavuşma isteği, sonsuz yaşamda cezalandırma korkusu, “ben kimim ve neden varım?” sorularına cevap arayışları bu süreçlerde en büyük rolü oynar.
Tanrı burada iyi rolü üstleniyordu. O en güçlü, en ulaşılmaz, sizi doğruya yönelten ve ileten, kusursuz bir varlık idi. Doğurmaz ve doğurulamaz. Ol der olur. Korkulan varlıklardan korunmanın yegane yolu’ da iyi olan Tanrı’ya ulaşmaktır.
Bu inanç evrimlerinde Tanrı uzaklaştıkça onu insanlara ulaştıracak ara statülerde belirginleşmeye başladı. Tanrı ve rahipler arasına “seçilmiş” kişiler dâhil edildi. Bu seçilmiş kişiler Tanrıdan gelen mesajları iletmekle yükümlüydüler. Seçilmiş kişiden sonra rahipler, şamanlar, hocalar gelmekte idi. Ancak yönetimsel evrilmeler ve güç/liderlik hırsı sonraki dönemlerde farklı ilahi yönetsel statüleri de oluşturmuştur. Halifelik ve papalık buna örnek verilebilir. Bunlarında yetmeyince araya toplum/kanaat önderleri devreye girmeye başladı. (Hristiyanlıkta Kardinaller, Ekümenikler, İslamiyette Hocaefendiler, mezhep önderleri vs.)
Eğer doğaüstü iseniz korkulursunuz çünkü insanları sonsuz ödüle veya sonsuz cezaya sizin kararlarınız götürür. Doğaüstünün temsilcisi iseniz üstün/örnek insansınızdır ki yaptığınız, söylediğiniz, yazdığınız ve yazdırdığınız her şey kutsaldır. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısı iseniz her yerde kabul ve saygı görürsünüz. Seçilmiş liderler bile (Hanedanlık/Saltanat sisteminde kan sahibi dinsel de liderdir. Demokrasi ile seçilerek gelmiş iseniz kan önemini yitirdiğinden dinsel liderlik ortadan kalkar) elinizi eteğinizi öper. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısının sözcüsü iseniz insanlar kutsal olana ibadet ederken sizi örnek alır, sizi dinlerler.
….ve sistem böyle devam eder gider… Dinler ve inançlar değişse de yukarıdaki sistem aynen bu şekilde evrilmeye devam eder. Kazanan belli, kaybeden bellidir.
Yazımın sonunda tekrar en baştaki Sineklerin Tanrısı kitabı aklıma geldi ve şu soru beyin kıvrımlarında dolaşmaya başladı: Sinek kim? İnançları biz oluşturmuş/yaratmış olabilir miyiz?
Eğer yaratıcıyı ve inançları biz yaratmamış ve gerçekten dinlerde bahsedilen yaratıcı var, ayrıca bu dünya ve yaptıklarımız bir sınav ise site admini ve başyazar A. KARA’ nın DİN VE SINAV yazısında bahsettiği gibi tecavüze uğrayarak öldürülen 5 yaşındaki bir kız çocuğunun sınavı bu mudur? Yoksa bu sınav, tecavüzcü/katilin ise kız çocuğu sadece bir sınav sorusu mudur?
Düşünsenize, 5 yaşında tecavüze uğrayarak öldürülen bir sınav sorusu……………….
Sağlıcakla kalın.
Yazar Notu: Organ bağışı yapın ki başkalarına faydanız olsun. Arada kan bağışı yapmayı da unutmayın. Güçsüzlere en gizlisinden maddi/manevi yardım yapın ki yüzleri gülsün. Bu arada eve dönerken de markete uğrayıp iyi marka kedi/köpek maması alıp onları besleyin. Kısacası iyi ve güzel ne varsa onları yapın. Dünyaya, vatanınıza, yeryüzündeki tüm insanlığa ve ailenize iyi bir örnek ve birey olun.
Dinler tarihi incelendiğinde çok da farklı durumlar beklemez bizleri. Bu yönü ile tüm dinler arasında bağlantı kurmak hatta semavi olmayan dinler ve semavi olan dinler arasında bağlantı kurmak çok kolaydır. (Bkz. Hintlilerde Surya Namaskara ve Namaz terimleri. Namaz kelimesi Farsça kökenli olup İran ve Hindistan’ ın aynı coğrafya da bulunması manidardır.)
İnsanlar ilk çağlarda ve ilk toplumlarda açıklayamadıkları doğa olaylarını doğaüstü varlılara yüklemiş ve bu şekilde ilk inanç topluluklarını oluşturmaya başlamıştır. Sadece bir örnekle, bilimsel gerilikten kaynaklanan bu durumda şimşeği ve nedenini bilmeyen insanlar bu oluşumu tanrılara yüklemiştir.
Çağımızda da bu alt model inanç sistemlerinin örnekleri/çağdaşları bulunmakta ve hemen her kültür ve bilgi seviyesinden insanları bünyelerine çekmektedirler (Bkz. Raelyanlar, Scientology Kilisesi Tarikatı vb.). Raelyanlar veya Scientolojistler gibi tarikat oluşumlarına bakıldığında, mantıksal açıdan semavi dinlerle karşılaştırılamayacak kadar geridedirler. Onlara göre daha fazla mistik/fantastik hikâye barındırırlar. Bu tip inançlara yönelimlerin birçok sebepleri vardır. Farklı olmak, yeni bir topluluğa ait olma güdüsü, istek ve çıkarlar, yönelimler ve benzeri faktörler bunlardan sadece bazılarıdır. Mantıksız olduğunu bildikleri halde bu fikirlere “inanma” isteği baskın çıkmaktadır.
Sadece doğa olaylarını açıklamak değildir sebep. Ölüm ve sonrası da bu durumu etkileyen faktörler arasındadır. Semavi dinlerin ortaya çıkmasından önceki toplumlarda da ölülere saygı, onlara tapınma, onları kıymetlendirme, sonraki hayata hazırlama için bir çok ritüel bulunmakta ve bu ritüeller dönemin toplumlarını bile etkilemiştir. (Bkz. Mısır uygarlığı Piramitleri ve Kral mezarları. Daha birçok toplumda örnekler fazlası ile var)
Ölümden korkmak, yaşamın sonsuz olması isteğini de beraberinde getirdiğinden dolayı bu sonsuzluk denizinde herkes iyi ve olumlu olan tarafta yer alarak sonsuzluk ödülünü alma peşinde koşmaktadır. Kimse sonsuz ceza ve yanmayı göze alamayacağından, iyilik ve sonsuzluk ödülü için her “inanan” birey, toplumda kendine biçilen rolü üstlenir ve bu rolün gereğini yapar. Bu “sonsuz ödüle” sizi ulaştıracak bireyler sizin için rol model/lider olur. Eğer bir kişi sizi/toplumu sonsuz ödüle ulaştırabileceğini hatta ulaştırması için görevlendirildiğini söyler ise tereddütsüz kabul edersiniz. O kişi ne derse onu yaparsınız. Yargılamaz ve sorgulamazsınız. Çünkü bu kişi veya grupların söyledikleri, sizin sonsuz ceza veya sonsuz ödül arasındaki konumunuzu belirleyecektir. Kısacası yönetmek, hükmetmek, liderlik yapmak ve “bir numara” olmak için “seçilmiş” olmak zorundasınızdır. Ya siz yaşayan insan/tanrı olacaksınız (Bkz. Firavunlar vb.) ya da tanrının yeryüzündeki temsilcisi.
Doğaüstü varlıklardan insanları sadece sizin ya da temsil ettiğiniz varlığın koruyabileceği fikrinin meydana gelmiş olması ve herkesin buna inanmış/inandırılmış olması gerekmektedir. Bu yöntem ile maddi kazançta beraberinde gelecektir. Kanınızın kutsal olduğu inancı da eklenirse, sizden sonraki kuşakların yönetsel üstünlüğünü de garanti altına almış olursunuz. Antik toplumlarda veya günümüz geri kalmış toplumlarında “kan kutsallığı” kavramının gerekçesi de buradan gelmiş olur. Hanedanlık-Sultanlık sisteminin kökü de buraya dayanır.
Eski kabilelerde yöneticiler Tanrı ile özdeş olabildiğinden insanlar statü olarak çok aşağıda idiler. Dolayısı ile ara bir sınıfa ihtiyaç duyuluyordu. Rahipler ve şamanlar bu rolün üyeleri idiler. İnsanlar hediyelerini veya ibadetlerini ona yapıyorlardı. Ancak onlarla konuşmaları yasaktı. Rahipler ve şamanlar gibi ara sınıf bunun gereğini yapıyordu.
Tanrının doğaüstü yani insanüstü yapıldığı toplumlarda inandırıcılık ve insanları etkilemek için kuvvetli rüyalar/gerçekçi rüyalar gerekliydi. Özellikle şamanların veya antik britonlarda druid rahiplerinin hatta antik İskandinav rahiplerinin halüsinasyon gördürücü bitkileri kullanmaları ve kullandırmaları da bu nedenledir. Halüsinasyon gören insanlar doğaüstü varlıklar ile karşılaştıklarını, konuştuklarını hatta mesaj aldıklarını söyleyebilirlerdi. Bazen korku unsurları ile (yaratıklar, cinler, şeytan diğer bir örnekle Bkz. A. KARA Nasnas ve Shiqq yazısı) inandırma yolu seçilmiştir.
Şeytan çıkarma veya eksorsizm (exorcism) tabir edilen psikolojik olay bile (bedensel alıkoyma fenomeni) fantastik hikâyeler ile bezenmiş olarak Hollywood yapımı filmlerle bizleri etkilemeye devam eder. Paranormal olay adı altında aslında bilimsel olarak açıklanmış, ancak araştırma veya okuma isteği duymayan insanların kısa uydurulmuş internet makaleleri ile “inandırıldığı” durumlardır. Eksorsizm/Şeytan çıkarma ritüeli her dinde hatta semavi olmayan dinlerde bile vardır. Youtube, üzerinde bu videolardan bolca bulunmaktadır. Madem hak din İslam, cin ve şeytanları papaz ve hahamlar nasıl çıkartabiliyor? Hatta pagan afrika büyücüleri bile çıkartabiliyor. O zaman bedensel alıkoyma olayı tamamen insani ve psikolojik. Bu psikolojik “arızanın” sadece telkin ile kolaylıkla tedavi edilebildiği unutulmamalıdır. Telkin için kesinlikle aynı inancın dini lideri gereklidir. Bir papaz Yahudi bir kızın “şeytanını çıkaramaz”. Ya da Müslüman bir çocuğun içindeki şeytanı Yahudi haham çıkaramaz. Gerçi popülarite artsın diye beğeniye sunulan tiyatral çakma videolar karşıt örnek olarak sunulabilir ki ne dini ne de bilimsel hiçbir hükümleri yoktur. Bu ve benzeri fenomenleri paranormal olaylara bağlama da temel amaç “korkutmak” ve daha çok inandırmaktır. Bu sayede kolay yönetilebilir toplum oluşturmada önemli bir adım atılmış olur. Hakkında bolca film yapılan ve fantastik “gerçek(!)” hikayelere konu olan “Annabelle” bebeği bile bu amacın hizmeti doğrultusunda oluşturulmuştur.
Bu filmlerin ardından inanç sektöründeki maddi gelir artışı da yadsınamaz düzeydedir. Bu gelir artışını gözlemlemek için istatistik tutmaya gerek yoktur. Hristiyan bir toplumda hasta bir kız bulun, iyi bir papazla anlaşıp kızın “şeytanını” çıkarttırın, arkasından haç, incil, şeytan kovucu tütsü, kutsal su vb. dükkânı açın. Görün bakın neler oluyor.
Ardından “şeytan çıkaran” papaza ve toplumdaki rolüne bakın. Hatta kızı şeytandan kurtaran papazın üye olduğu din ve kilisenin popülarite artışına bir bakın.
Korku, doğa olaylarını açıklayamama, sonsuz ödüle kavuşma isteği, sonsuz yaşamda cezalandırma korkusu, “ben kimim ve neden varım?” sorularına cevap arayışları bu süreçlerde en büyük rolü oynar.
Tanrı burada iyi rolü üstleniyordu. O en güçlü, en ulaşılmaz, sizi doğruya yönelten ve ileten, kusursuz bir varlık idi. Doğurmaz ve doğurulamaz. Ol der olur. Korkulan varlıklardan korunmanın yegane yolu’ da iyi olan Tanrı’ya ulaşmaktır.
Bu inanç evrimlerinde Tanrı uzaklaştıkça onu insanlara ulaştıracak ara statülerde belirginleşmeye başladı. Tanrı ve rahipler arasına “seçilmiş” kişiler dâhil edildi. Bu seçilmiş kişiler Tanrıdan gelen mesajları iletmekle yükümlüydüler. Seçilmiş kişiden sonra rahipler, şamanlar, hocalar gelmekte idi. Ancak yönetimsel evrilmeler ve güç/liderlik hırsı sonraki dönemlerde farklı ilahi yönetsel statüleri de oluşturmuştur. Halifelik ve papalık buna örnek verilebilir. Bunlarında yetmeyince araya toplum/kanaat önderleri devreye girmeye başladı. (Hristiyanlıkta Kardinaller, Ekümenikler, İslamiyette Hocaefendiler, mezhep önderleri vs.)
Eğer doğaüstü iseniz korkulursunuz çünkü insanları sonsuz ödüle veya sonsuz cezaya sizin kararlarınız götürür. Doğaüstünün temsilcisi iseniz üstün/örnek insansınızdır ki yaptığınız, söylediğiniz, yazdığınız ve yazdırdığınız her şey kutsaldır. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısı iseniz her yerde kabul ve saygı görürsünüz. Seçilmiş liderler bile (Hanedanlık/Saltanat sisteminde kan sahibi dinsel de liderdir. Demokrasi ile seçilerek gelmiş iseniz kan önemini yitirdiğinden dinsel liderlik ortadan kalkar) elinizi eteğinizi öper. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısının sözcüsü iseniz insanlar kutsal olana ibadet ederken sizi örnek alır, sizi dinlerler.
….ve sistem böyle devam eder gider… Dinler ve inançlar değişse de yukarıdaki sistem aynen bu şekilde evrilmeye devam eder. Kazanan belli, kaybeden bellidir.
Yazımın sonunda tekrar en baştaki Sineklerin Tanrısı kitabı aklıma geldi ve şu soru beyin kıvrımlarında dolaşmaya başladı: Sinek kim? İnançları biz oluşturmuş/yaratmış olabilir miyiz?
Eğer yaratıcıyı ve inançları biz yaratmamış ve gerçekten dinlerde bahsedilen yaratıcı var, ayrıca bu dünya ve yaptıklarımız bir sınav ise site admini ve başyazar A. KARA’ nın DİN VE SINAV yazısında bahsettiği gibi tecavüze uğrayarak öldürülen 5 yaşındaki bir kız çocuğunun sınavı bu mudur? Yoksa bu sınav, tecavüzcü/katilin ise kız çocuğu sadece bir sınav sorusu mudur?
Düşünsenize, 5 yaşında tecavüze uğrayarak öldürülen bir sınav sorusu……………….
Sağlıcakla kalın.
Yazar Notu: Organ bağışı yapın ki başkalarına faydanız olsun. Arada kan bağışı yapmayı da unutmayın. Güçsüzlere en gizlisinden maddi/manevi yardım yapın ki yüzleri gülsün. Bu arada eve dönerken de markete uğrayıp iyi marka kedi/köpek maması alıp onları besleyin. Kısacası iyi ve güzel ne varsa onları yapın. Dünyaya, vatanınıza, yeryüzündeki tüm insanlığa ve ailenize iyi bir örnek ve birey olun.
Yazan: Demon Product